Onları görünce sevinçten uçtum adeta. Bir halı gibi örtmüşlerdi toprağı. Ortalarından yukarıya uzanan üç küçük ağaçsa, yeşil bir halının üzerine basan üç uzun boylu genç adam sanısını uyandırıyordu.
Yaklaşık bir ay kadar önce oğlumun kız arkadaşıyla birlikte ekmiştik onları. Genç kız, büyük bir istekle bana yardım etmiş, yeşil katkıma ortak olmakla o da mutlu olmuştu. Ben de mutlu olmuştum ama benimki çifte mutluluktu. Çünkü hem toprakla iç içeydim hem de bu zamanda yani güzel duyguların yozlaşmaya devam ettiği günümüzde, genç bir kız, doğaya ilişkin bir konuda bana destek çıkıyordu. Bu, benim için bulunmaz bir şeydi.
Düşüncelerimi bir yana bırakıp eğildim ve onlara dokundum; yumuşacıktılar. Adeta ipek bir halı gibi toprağı örtmüşlerdi.
Onları okşamaya tam dalmıştım ki benim sevgili kedim Kuzu’nun yanı başımda bitiverdiğini ayrımsadım. Onun gelişiyle mutluluğum katmerlenmişti. Zaten ben, ne zaman bahçeye insem o da ardımdan gelir, benim bulunduğum yere sokulurdu. İşte yine öyle yapmış, okşamakta olduğum maydanozların üzerindeki elimin altına girmeye çalışmış, açık açık “beni de sev, okşa!” demek istemişti.
Ona nasıl “Hayır” diyebilirdim ki! Üstelik o da benim kıymetlilerimden biriydi.
Kuzu’yu okşamakla kalmadım, bir evlat gibi kucaklayıp bağrıma bastım. Bunu hep yapardım ona; o da bana mutlu mırıltılarla karşılığını verirdi.
İşte bu kadardı. Mutluluk denen şey bu denli yakındı insana.
Kuzu’yla yakınlaştığımız sırada, bahçenin yukarısındaki balkondan bir inleme sesi işittim. Bu ses, benim bahçemdekigüvercin inlemelerine hiç de benzemiyordu. Kısa bir süre sonra bunun bir köpeğe ait olduğunu fark ettim. Zavallı, yalnızlıktan ağlıyordu.
Başımı yukarı kaldırıp ona: “Ne oldu köpecik, niçin ağlıyorsun?” dedim. Ağlamayı kesip bana havlamaya başladı. Ama ben bunun kızgınlık havlaması olmadığını biliyordum. Çünkü hiçbir köpek bana kızmazdı. Onlara olan sevgimi çabucacık hisseder, beni bir dost olarak kabullenirlerdi. Bense, sokak köpeklerinden bile korkmazdım. Yalnızca onlara zararvermekten çekinirdim.
Hatta bir gün kaldırımda yatan bir köpeğin kuyruğuna kazayla basmıştım da zavallıcık sessizce kalkıp gitmişti.
Bir başka gün de çocuklarımla geceleyin eve dönüyorduk. Tam sokağa girmiştik ki iki sokak köpeğiyle burun buruna geldik. Fakat ben yine korkmadım; üstelik de onları sevmek isteyince içlerinden biri, bir insan gibi iki ayağının üstüne dikilip ön ayaklarıyla boynuma sarıldı. Bu, beklediğim bir şey değildi ama çok da hoşuma gitmişti. Hayvancıklar şanslı günlerindeydi. Elimizdeki torbada onların sevdiği yiyeceklerden vardı. Hiç düşünmeden çıkarıp ikisine de birer parça yemek attım. Sevinçle kapıştılar. Bu sayede, onlar da mutlu olmuşlardı bende. İşte balkondaki o köpek de sözlerimle mutlu olmuş, şimdi de bana selam vermek için havlıyordu. Sonra içeriden biri çıktı; -sahibi olmalıydı- onu alıp götürdü.
Kuzu’yu yere bırakınca bir kez daha çok cılız olan maydanozlara baktım. Henüz kesilecek duruma gelmemişlerdi. Kökleri çok zayıf görünüyordu. Topraktan ayrılmaları hiç de zor olmazdı. Biraz daha beklemeliydim. Beklemeliydim ki kökleri toprağı sıkıca kavrasındı! İşte o zaman rahatlıkla kesebilir, Onlarla soframı süsleyebilir, o yeşil tadı güzel tatları da yeterince damağımda özümseyip duyumsayabilir, işte o zaman yaşamın bir kez daha ayrımına varabilirdim.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.