Üç erkek, ortadaki sarı bir tişört giymiş ve öne doğru eğilmiş. Sağdaki yere düşmüş ve beyaz bir tişört giymiş. Sol taraftaki koyu renk bir tişört giymiş ve ortadaki adamı tutuyor. Ortadaki adam, sağdaki adama doğru uzanmış ve ona doğru hamle yapıyor.

ÖYKÜ



YAZAN: Selami ERFİDAN



Gece soğuk ve sessizdi. Karanlık gökyüzünün altında, benliğimin üç farklı yüzü bir arada duruyordu: bronz, gümüş ve altın. Ben, bir gölge gibi uzaktan onları izliyordum. Bir mesele vardı, yapılması gereken ama anlaşmazlık çıkmıştı. Bronz halim, her zamanki gibi inatçı ve öfkeliydi. Fevri tavırları, etrafına yayılan bir alev gibi kontrolsüzce büyüyordu.



“Yapmayacağım!” diye kükredi bronz. “Bu iş senin işin gümüş! Kendin yap!”



Gümüş, daha sakin ama kararlı bir ses tonuyla cevap verdi. “Bu işi senin yapman gerekiyor. Ben değilim bu yükün taşıyıcısı.”



İnatlaşma büyüyordu. Bronzun gözleri alev aldı ve öfkeyle gümüşe doğru bir adım attı. Gümüş, sakin duruşunu bozmadan karşısında dikildi. Ortada duran altın ise, olan biteni anlamaya çalışıyor, iki tarafı da sakinleştirmek için gözlerini kısarak bakıyordu.



“Ne oluyor burada?” diye sordu altın, sesinde merak ve sabırsızlık karışımı bir durum vardı.



Bronz, hırsla konuşmaya başladı. “Gümüş hiçbir şey yapmıyor! Beni de kendi işine karıştırmaya çalışıyor!”



Gümüş, bronzun sözlerini küçümseyen bir bakışla dinledi. Bronzun sert, kaba hakaretleri giderek artıyordu. Bir anda, gümüş kendini tutamayıp bronzun üzerine yürüdü.



Altın hızla araya girmeye çalıştı, barışı korumak için bir hamle yaptı. Ama bronz, altının elini itip ona da saldırmak için harekete geçti. Bu sefer gümüş daha da sinirlendi. “Bırak şunu, bir güzel benzeteyim!” diye bağırdı.



Altın, bir an duraksadı, ardından gümüşe döndü. “Ona karşı zayıfsın, onunla başa çıkamazsın,” dedi sakin ama uyarıcı bir sesle. Ancak bronzun saldırganlığı bu sefer altına döndü. Refleksle hareket eden altın, bronzun bacağını yakaladı ve kendi etrafında hızla döndürdü. Bronz, bir rüzgâr gibi havada savrulup uçtu ve birkaç metre ötedeki duvara çarpıp yere yığıldı.



Gümüş, merakla adım attı. “Ne oldu? Öldü mü yoksa?” diye sordu. Fakat altın, elini kaldırıp gümüşü durdurdu. “Merak etme,” dedi gülümseyerek. “O kolay kolay ölmez.”



Bronz, sert bir şekilde yere düştü, ama hâlâ yaşıyordu. Altın, gözleriyle onu izledi, derin bir nefes aldı. Bir an için ortalık sakinleşmiş gibiydi. Gümüş ise hala bronza öfkeyle bakıyordu.



“Onu böyle bırakmak olmaz,” dedi gümüş, sesi hırçın ve huzursuzdu. “Bir ders almalı, yoksa her seferinde bize zarar vermeye çalışacak.”



Altın, gözlerini gümüşe çevirdi. “Şiddet, şiddeti doğurur. Onu daha fazla kışkırtmamalıyız.”



Gümüş, sinirli bir kahkaha attı. “O zaten kışkırtılmış durumda. Bunu görmüyor musun? Her fırsatta saldırıyor, kaos yaratıyor.”



Altın, bir adım attı ve bronzun yanına yaklaştı. Hâlâ hareketsizdi, ama derin derin nefes alıp verdiği görülüyordu. “Bronz, en ilkel halimiz. Onu tamamen bastırmak çözüm değil. Bir yolunu bulmalıyız...”



“Bunu nasıl yapacağız?” diye sordu gümüş. “Daha fazla güçlenmesine izin verirsek her şeyi mahveder.”



Altın, hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Her şey dengede. Bronz, gücümüz. Gümüş ise aklımız. Ama her ikisi de kontrolsüz olduğunda, dengesiz bir yaşam süreriz.”



Gümüş bir an sustu. Altın’ın sözleri, onun içindeki bir şeye dokunmuş gibiydi. Fakat yine de şüpheyle konuştu: “O zaman ne yapacağız? Bizi yönetmesine izin veremeyiz.”



Altın, bronza doğru eğildi ve yavaşça onun üzerine elini koydu. Bronz bir an irkildi ama sonra yeniden hareketsiz kaldı. “Onu dinlemeliyiz,” dedi altın sessizce. “Öfkesini, hırsını anlamalıyız. Belki de onun bize anlatmaya çalıştığı bir şey var.”



Gümüş, sabırsızlıkla izliyordu. “Öfke ve hırs sadece yok eder.”



“Hayır,” dedi altın sakinlikle. “O da bizim bir parçamız. Yanlış yönlendirildiğinde yok eder, ama doğru yönlendirildiğinde güç verir.”



Bir süre sessizlik oldu. Gümüş, altının sözleri üzerine öylece düşündü. Altın’ın bronzu sakinleştirmeye çalışması, içlerinde bir şeyleri tetiklemiş gibiydi. Bronz, yavaşça gözlerini açtı. Hâlâ içinde öfke vardı, ama bu kez bir farklılık hissediliyordu. Altın’ın bakışı onun üzerindeydi, ama bu bakış ne bir tehdit ne de bir aşağılamaydı.



“Ne istiyorsun?” diye sordu altın, bronzun gözlerinin içine bakarak.



Bronz, bir an sessiz kaldı, sanki kendi duygularını anlamaya çalışıyordu. “Güç,” dedi sonunda. “Güç istiyorum. Kontrolü elime almak istiyorum.”



Altın başını salladı. “Ama yalnızca güç yeterli değil. Eğer dengen yoksa güç seni yıkıma sürükler.”



Bronz, altının sözlerini düşünürken gümüş sessizce izlemeye devam etti. İçinde hala şüphe vardı, ama belki de altının denge arayışına katılmak için bir fırsattı. Gümüş bir adım attı ve altının yanına geldi.



“Eğer denge arıyorsak,” dedi gümüş, “O zaman her birimiz, kendi rolümüzü anlamalıyız. Sadece bronzu kontrol etmek değil, onu anlamak da bizim görevimiz.”



Altın, gümüşe döndü ve hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Evet. İşte gerçek çözüm bu.”



Bronz derin bir nefes aldı, ama hâlâ gözlerinde bir öfke kıvılcımı vardı. İçinde kontrol edemediği bir enerji dolup taşıyordu. “Peki,” dedi sessizce, “Ama ben nasıl dengede kalacağım? Bu öfke... İçimdeki bu ateş... Beni sürekli ileri itiyor.”



Altın, bronza yaklaştı. “Bu ateş seni güçlü kılıyor, ama aynı zamanda seni yakma potansiyeline de sahip. Bunun farkında olmalısın. Gücün, seni yıkıma sürüklemeden nasıl kullanacağını öğrenmelisin.”



Gümüş ise hâlâ temkinliydi. “Peki, bu dengeyi nasıl bulacağız? Bronzu serbest bıraktığımızda ya kontrolden çıkarsa?”



Altın, gümüşe dönüp onu yatıştırıcı bir bakışla. “Her şey bir süreç. Bu, anında gerçekleşecek bir şey değil. Hepimiz dengeyi bulana kadar bu yolu birlikte yürüyeceğiz.”



Gümüş derin bir nefes aldı ve başını salladı. “O halde, deneyeceğiz.” Bu, içindeki mantığın ve korkularının geçici bir uzlaşısıydı, ama en azından bir başlangıçtı.



Altın, tekrar bronza döndü. “Kalk,” dedi yumuşak bir sesle. “Bu sefer birlikte ilerleyeceğiz.”



Bronz, yavaşça doğruldu. Vücudu hâlâ gücünü hissettiren bir enerjiyle doluydu. Ayağa kalkarken, bir an için gözleri altınla buluştu. O gözlerde öfke vardı, ama bu sefer, altında bir merak da yatıyordu. “Bana ne yapmam gerektiğini söyleyin. Hangi yol doğru?”



Altın, derin bir nefes alarak cevap verdi. “Öfkeni bastırmamalısın. Onu kabul etmeli ve yönlendirmelisin. Sana zarar vermesini engelleyip, onu bir araç olarak kullanmayı öğrenmelisin.”



Gümüş, bu sözleri dikkatle dinledi. “Peki, bunu nasıl yapacak? Öfkeyi yönlendirmek kolay bir şey değil.”



Altın, bronza yaklaşarak elini onun omzuna koydu. “Öfke, bir yangın gibidir. Eğer onu kontrol etmezsen, her şeyi yok eder. Ama eğer onu doğru bir şekilde yönlendirirsen, güçlü bir ışık ve sıcaklık yaratabilir.”



Bronz, altının bu sözlerini dikkatle dinledi. İlk kez, öfkesinin bir araç olabileceğini düşünüyordu. Ama içindeki şüphe de kaybolmamıştı. “Peki ya yine kontrolden çıkarsam?”



Altın hafifçe gülümsedi. “O zaman biz senin yanındayız. Bunu birlikte öğreneceğiz.”



Bu sözler bronzu rahatlatmış gibiydi. İçindeki öfkeyi tamamen kontrol edemese de artık yalnız olmadığını hissediyordu. Bu, ilk adım olabilirdi.



Gümüş, bronzun bu yeni hali karşısında bir adım öne çıktı. “Eğer altın bu kadar emin konuşuyorsa, demek ki denemeye değer. Ama bu süreçte sabırlı olmalısın.”



Bronz, gümüşe baktı ve başını salladı. “Sabır...” diye mırıldandı. “Bu bana yabancı bir kavram.”



Altın, iki elemente de bakarak derin bir nefes aldı. “Hepimiz birer parça taşıyoruz. Senin öfken, senin gücün; gümüşün ise mantığı. Ama dengede kalırsak, her şeyin mümkün olduğunu göreceğiz.”



Bir an için üçü de durdu. Ortalık sessizdi, ama bu sessizlik bir anlaşma, bir kabul ediş sessizliğiydi. Her biri, kendi içinde bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyordu. Bu, sadece bronzun değil, her birinin içsel çatışmalarının çözümüne dair bir yolculuktu.



Fakat o anda, yer hafifçe titredi. Uzaktan gelen bir ses duyuldu, derin ve tehditkâr bir ses. Üçü de aynı anda başlarını kaldırdı, sesi dinlediler. Uzaklardan yaklaşan bir tehlikenin ayak sesleriydi sanki.



Gümüş, kaşlarını çattı. “Bu neydi?”



Altın, etrafa baktı, sonra bronzun gözlerinin içine dik dik baktı. “Sanırım dışarıdan gelen bir tehdit var. İçimizdeki dengeyi bulmaya çalışırken, dışarıdaki dünya da bize karşı harekete geçiyor olabilir.”



Bronz, bu sefer öfkesini kontrol altında tutarak konuştu. “O halde, bu sefer birlikte savaşacağız.”



Altın ve gümüş başlarını salladılar. Dengeyi bulmak için hem içsel hem de dışsal mücadele vermeleri gerekecekti. Ve şimdi, bu yolculuk, yeni bir boyuta taşınmıştı.



Yerden gelen titreşimler gittikçe artıyordu. Uzaklardan gelen bu derin ses, daha yakına, daha tehditkâr bir biçimde yaklaşıyordu. Bronz, gümüş ve altın, bu ani tehlike karşısında içsel çatışmalarını bir kenara bırakmak zorundaydılar. Şimdi tek bir amaçları vardı: karşılarına çıkan bu bilinmeyen tehditle yüzleşmek.



Bronz, her zamanki fevri haliyle öne atıldı. “Ne geliyorsa gelsin! Onunla savaşırım!” diye kükredi.



Gümüş, bronzun bu çıkışına kaşlarını çatarak yanıt verdi. “Sabırlı olmalısın. Ne olduğunu bile bilmiyoruz. Öyle körü körüne saldırmak bizi yenilgiye götürebilir.”



Altın ise durumu sakin bir şekilde gözlemliyordu. O, her zaman olduğu gibi dengeli bir bakış açısına sahipti. “Ne olduğunu anlamalıyız. Bu tehlike sadece dışsal değil, belki de içsel çatışmalarımızla da bağlantılıdır.”



Tam o sırada, titreşimler daha da şiddetlendi ve topraktan devasa bir varlık yükseldi. Yeryüzü yarılırken içinden çıkan bu figür, sert taş ve demirden yapılmış gibi görünüyordu. Gövdesi kasvetli, gözleri ise ateşle parlıyordu. Ağır adımlarla ilerledi ve her adımında yer sarsılıyordu.



“Bu... Bir element değil,” diye fısıldadı gümüş. “Bu, kaostan doğan bir yaratık.”



Bronz, öfkeli bir şekilde dişlerini sıktı. “O halde onunla savaşalım! Harekete geçmeliyiz!”



Altın, elini bronzun omzuna koyarak onu sakinleştirmeye çalıştı. “Bu yaratık, içimizdeki dengesizliklerin bir yansıması olabilir. Eğer onu alt etmek istiyorsak, kendi içsel çatışmalarımızı çözmeliyiz.”



Bronz, bir an duraksadı. “İçimdeki öfkeyi nasıl kontrol edeceğim? Şu an ona saldırmak istiyorum.”



Gümüş, adım attı. “Öfkeni kullanabilirsin, ama düşünmeden hareket edersen yine kaybederiz. Sabırla beklemeli ve stratejiyle hareket etmelisin.”



Altın, ikisine de bakarak kararlı bir sesle konuştu. “Şimdi birlikte hareket etmeliyiz. Bronz, senin gücüne ihtiyacımız var. Ama gümüşün rehberliğiyle, doğru bir şekilde bu gücü yönlendirmeliyiz. Ben ise bu dengeyi koruyacağım.”



Bronz, derin bir nefes aldı. Bu sefer öfkesini dizginlemeye çalışıyordu. Gümüş’ün mantığına kulak veriyor, altının dinginliğine güveniyordu. İlk kez, birlikte hareket etmenin önemini gerçekten hissediyordu.



Devasa yaratık üzerlerine doğru ilerlemeye başladı. Her adımında yer sarsılıyor, gökyüzü kararıyordu. Gümüş, hızlıca bir strateji düşünmeye başladı. “Bu yaratık, güçle hareket ediyor. Eğer onun hareketlerini tahmin edebilirsek, onu etkisiz hale getirebiliriz. Bronz, gücünü tam zamanında kullanmalısın. Altın, sen de doğru anı belirleyeceksin.”



Bronz, sabırsızca başını salladı. “Tamam. Sadece işaretini ver.”



Altın, yaratığa dikkatle baktı. Yaratık, tamamen yıkıcı bir enerjiden oluşuyordu, ama bu enerjiyi yönlendirmek mümkündü. “Gümüş, sen yaratığın zayıf noktasını bul. Bronz, gücünü tam olarak oraya yönlendir.”



Gümüş, yaratığı gözleriyle taramaya başladı. Her hareketini izliyordu. “Orada!” dedi sonunda, yaratığın gövdesindeki bir çatlağı işaret ederek. “Orası zayıf noktası. Eğer oraya saldırırsak, dengesini kaybedecek.”



Altın, bronza dönüp başıyla onayladı. “Şimdi!”



Bronz, tüm gücüyle ileri atıldı. Öfkesi hâlâ içinde yanıyordu, ama bu kez öfkesini kontrol ediyordu. Gümüş’ün gösterdiği noktaya doğru hızla ilerledi ve yumruğunu yaratığın zayıf noktasına indirdi. Yaratık, bronzun saldırısıyla sendeledi ve geri çekildi.



Gümüş, bu fırsatı değerlendirdi. “Bir daha saldır!”



Altın ise her iki elemente de rehberlik ediyordu. “Devam edin! Yaratığın dengesi bozuluyor!”



Bronz, tekrar saldırıya geçti, bu kez daha kontrollü ama daha güçlüydü. Yaratık geri çekilmeye başladı, ama yine de tamamen yok olmamıştı. Son bir hamle yapmak istiyordu.



Altın, yaratığın zayıflığını fark etti. “Bu son darbeyi beraber yapmalıyız. Hep birlikte!”



Gümüş ve bronz, altına bakarak başlarını salladılar. Üçü bir araya geldiler ve aynı anda, tüm güçlerini yaratığa yönlendirdiler. Yaratık, bu birleşik güce karşı koyamadı ve devasa bir patlamayla yok oldu. Yerin titremesi sona erdi, gökyüzü tekrar açıldı.



Üçü de derin nefesler alarak birbirlerine baktılar. İlk kez hem dışsal hem de içsel bir mücadeleyi birlikte kazanmışlardı.



Altın, sakin bir sesle konuştu. “Gördünüz mü? Birlikte hareket edersek, her türlü tehdidin üstesinden gelebiliriz. Hem içimizdeki kaosu hem de dışımızdaki tehlikeleri yenebiliriz.”



Bronz, başını sallayarak gülümsedi. “Evet, öfkem bir araç oldu. Ama kontrol ettiğimde daha güçlü olduğumu fark ettim.”



Gümüş de hafifçe gülümsedi. “Mantık ve güç dengede olduğunda, her şey mümkün.”

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.