Adaleti simgeleyen kadın bronz heykeli. Kadının elinde adalet terazisi var.

6 Şubat tarihinde 11 ilde gerçekleşen yıkıcı depremin üzüntüsünü hala derin olarak yaşıyoruz. Ne yazık ki, bu acı kolay geçeceğe benzemiyor. Depremin yıkıcılığı kaybettiklerimizin acısıyla beraber insan haklarının ülkemizde kayboluşunu da yüzümüze çarpıyor. Peki, gelelim asıl soruya: Deprem mi daha yıkıcı, yoksa insan haklarının kayboluşu mu?



Deprem sonrasında günlerce insanların yardıma ulaşamayışı, temel ihtiyaçlarının giderilmesi noktasındaki korkunç yetersizlik, depremin yıkıcılığını gözler önüne seriyor. Depremin bu denli yıkıcı olmasının altında insan haklarına karşı yer alan tutum yer alıyor.



Deprem sonrasını temel haklar nezdinde değerlendirdiğimizde; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 3’te "Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır" denmektedir. Deprem sonrasında yaşanan senaryolardan en başında deprem bölgesine yapılması gereken yardımda oldukça geç kalınması sebebiyle yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği görülmektedir. Bununla birlikte depremin yarattığı kaos ortamı sebebiyle özellikle kadınlar, çocuklar ve farklı cinsel kimliğe sahip birçok insanın temel ihtiyacı olan kişi güvenliği tehlikeye atılmıştır.



İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 5’te "Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz." denmektedir. Yine, deprem sonrası birçok insanın özellikle farklı cinsel kimliğe sahip insanların kişi güvenliğinin sağlanamaması sebebiyle işkenceye ve kötü muameleye maruz kaldığı görülmektedir.  



Anayasal haklar nezdinde değerlendirdiğimizde ise sağlık hakkı, özel yaşamın gizliliği hakkı, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti, sosyal güvenlik hakkı gibi hakların ihlal edildiği oldukça açıktır.  



Depremden sonra birçok insan gerekli sağlık desteğine kavuşamamış ve bu sebeple hayatını kaybetmiştir. Bununla birlikte uzun bir süre insanlar sokakta yaşamak zorunda kalmış ve tuvalet ihtiyaçlarını bile halka açık yerlerde gidermek zorunda kalmıştır. Depremden sonra telekomünikasyon aracılığı ile ulaşım neredeyse imkânsız hale getirilmiş ve birçok insan yardım çağrısını gerçekleştirememiştir. İnsanlar günlerce aç bırakılmış, gelişim döneminde olan birçok çocuk, yeterli beslenmenin elzem olduğu hastalığa sahip olan birçok insan açısından tehlike arz eden durumlar ortaya çıkmıştır. Evlerinde hasar olmayan hatta ciddi düzeyde hasar olmasına rağmen birçok insanın konut dokunulmazlığı ihlal edilmiş ve bu insanlara ait eşyalar, paralar, aile hatıraları ne yazık ki yağmalanmıştır. 



Tüm bunlarla birlikte geç kalınması bir yana, yapılan yardımlara bakıldığında özellikle kadınlar açısından ciddi mağduriyet ortaya çıkmıştır. Temel ihtiyaçlar adı altında yapılan yardımlara bakıldığında kadınlara yapılan hijyenik ped yardımının yetersiz olduğu, hatta böyle bir felakete rağmen insanların ‘ped’ kelimesinden hala utanıyor olması, kadınların temel hak ve özgürlükleri noktasında hala ne kadar dipte olduğumuzun en büyük göstergesidir. Ayrıca, temel ihtiyaç olarak kadınlara yapılan yardımların olabildiğince minimuma indirgenmesi, kadınların özellikle hijyen için gereksinimi olan diğer elzem ihtiyaçların yok sayıldığı görülmektedir. 



Kendimizi en çok güvende hissettiğimiz evlerimiz, deprem bölgesindeki insanlar için uzun bir süre sokaklar ve enkazların başı olmuştur. Bu nedenle ciddi düzeyde güvenlik problemleri ortaya çıkmıştır. 



Özellikle en acı deprem senaryolarından biri olan taciz ve istismar vakaları oldukça fazladır. Bunlardan en çok etkilenenler kadınlar, çocuklar ve farklı cinsel kimliğe sahip insanlar olmuştur. Özellikle barınma ihtiyacının olmaması sebebiyle insanların güvenli bir alana sahip olmaması, bu suçları da beraberinde getirmiştir. Taciz vakaları sebebiyle birçok aile, bulunduğu bölgeden her şeylerini geride bırakıp göç etmek zorunda kalmıştır. Yine, en temel ihtiyaç olan güvenliğin bu süreçte neredeyse yok denecek düzeyde olduğu görülmektedir. 



Deprem sonrasında bölgelerde yer alan konteynerlerin yeterli olmaması, bu konteynerlerin bir aile veya beraber barınan bir topluluğu barındırma noktasında yetersiz olduğu ortadadır. Konteynerlerde bir göz odada yaşamak zorunda kalan ailelerin banyoları dahi ortak olmuş durumdadır. 



Bununla birlikte, üniversite öğrencisi olup farklı şehirde yaşayan ve sömestr tatili için deprem bölgesine dönen gençlerin, kapalı ve muhafazakâr ailelerinden gördüğü baskılar sebebiyle eğitim haklarının yok sayıldığı, hatta neredeyse yok edildiği ve bu gençlerin özel hayatlarının gizliliğinin bizzat kendi aileleri tarafından yok sayılıp bir nevi mahkûm gibi zor koşullar altında tutulduğu görülmektedir. 



Depremi hangi objektiften tutarsak tutalım, bu denli bir yıkımın en büyük sebebinin insan haklarına karşı olan tutumdan kaynaklı olduğunu görüyoruz. Yine aynı şekilde, en çok etkilenen kesimin kadınlar, çocuklar ve farklı cinsel kimliğe sahip insanlar olduğunu görüyoruz. 



Ne acı ki, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un elimizden kopup gitmemesi için verdiğimiz mücadeleleri düşündüğümüzde, yalnızca bir deprem yüzünden evrensel bir zorunluluk olan insan haklarının yok oluşunu görmek bizi derinden yaralıyor. 



Deprem bir doğa olayıdır, ancak hukuk insana aittir. Doğanın bize can verdiği gibi onun yıkıcılığına da hak, hukuk, adalet can verir. Ancak insana özgürlüğü lazım olduğu gibi, hukuka da özgürlüğü gerekir. Hukuka özgürlüğünün bahşedildiği her şeyin olması gerektiği gibi yaşandığı bir dünyada bir arada olmak ümidiyle…



17 Şubat 2024

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.