YAZAN: Ebru BOZCUK
Uzun bir sabah yürüyüşünden sonra bir ağacın altına oturuyorum. Sırtımı heybetli gövdesine dayayıp, yüzümü güneşe çeviriyorum.
Aklıma birden büyük usta Nazım’ın dizeleri geliyor…
“Sonra saygıyla toprağa oturdum
Dayadım sırtımı duvara
Bu anda ne düşmek dalgalara
Bu anda ne kavga ne hürriyet, ne karım
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım”
Bu ruh hali içinde Ekim güneşini hissetmenin ve hala uğurböceği gördüğünde sevinebilmenin ne güzel bir şey olduğunu düşünüyorum.
Küçük şeylerin, inceliklerin ruhu hafifleten halleri var. Bütün mesele hayata neresinden baktığınızla ilgili. Mavileri mi yoksa grileri mi tercih ediyorsun?
Önümüzde mevsimlerin şahı Sonbahar var. Kendi kabuğuna çekilmenin, durmanın, dinlenmenin, aheste hallerin mevsimidir kendileri ki çok esaslı hallerdir.
Pazar tezgahlarında başka bir renk cümbüşü başladı bile. Narlar, yeşilli sarılı mandalinalar, hurmalar, alacalı üzümler yerlerini aldılar. Doğanın bu muhteşem döngüsü her defasında sizi de büyülemiyor mu?
Bir taraftan da acımasız bir savaşın ortasındayız. Ortadoğu yine kan içinde ve dünyanın bir yerlerinde masum insanlar yok yere ölüyorlar. “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diyen Nazım’ın çığlığı ne acıdır ki hepimizin içinde ayyuka çıkıyor.
Evlerimizde oturduğumuz koltuklardan korkunç şeyler izliyoruz. Acımasızca katledilen kadınlar için yüreğimize kocaman bir taş oturuyor her seferinde. Sapıkların, canilerin elini kolunu sallayarak aramızda dolaştığını bilmek tüm dengemizi bozuyor. Siyasi otoritenin kayıtsız hali ise içimizi bir misli daha acıtıyor. Montaigne'nin dediği gibi, "Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur" ve ne yazık ki her geçen gün adalete olan inancımızı da kaybediyoruz.
Bir taraftan altüst olmuş ağır ekonomik şartların yüküyle cebelleşirken, bir taraftan da iyimser yanımızı ayakta tutmaya çalışıyoruz.
Her şeye ve her koşula rağmen hayat devam ediyor ve yaşamaya dair yanımız bir yerlerden kolluyor sanki bizi.
Yine uyanıyoruz, yine kahvaltı ederken “Bugün ne pişirsem acaba” diye düşünüyoruz.
Kimimiz balkona yorgun çamaşırlar asmaya devam ediyor, kimimiz aynadaki suretine küsüyor, kimimiz de “Akşama ne giysem acaba” diye içinden geçiriyor.
Kimimiz kasvetli, kimimiz vurdumduymaz, kimimiz de arafta yaşayıp gidiyoruz esasında…
İnsan evladı onca melametin ortasında küçük iyiliklere sığınınca üzülecek şeyleri belki bir nebze de olsa hafifletiyor ki bu duruma bence insan olmanın en güzel hali diyebiliriz.
Toplum olarak yorgun ve ağır günler yaşıyoruz fakat “Her şey geçiyor” diyen latif diller iyileştiriyor bizi…
Ekim de Kasım da Aralık da hızla geçecek, tıpkı Mayıs ve Haziran’ın geçtiği gibi fakat bütün mesele bizim tüm bu olanların içinden nasıl çıktığımız.
Her mevsim, her ay kendi ritmiyle yaşanacak ve geçecek fakat o geçişleri kutsayacak olan yine bizleriz.
Kim bilir, belki içindeki değişim rüzgarının sessiz bir fısıltısını duyacaksın. Belki de o mevsim, geride bırakma ve yenilenme zamanının geldiğini söyleyecektir sana.
Belki de her sonun yeni bir başlangıca hem de ışıl ışıl bir başlangıca vesile olduğunu idrak edeceksin.
Hatta belki oyunda yenilsen de dizlerin yara bere içinde kalsa da burnunu silip üstünü silkeleyerek yeniden oyuna katılmaya karar vereceksin.
Sonrasında ne mi olacak? Sonrası yağmurlar, yün battaniyeler ve hafif hırkalarla sıcak kahvelerin buluşma zamanıdır…
Yeni kitaplar, yeni albümler, yeni filmler zamanıdır. Evde adaçayı kokusudur. Fırında pişen peynirli poğaça ve demli bir çay zamanıdır…
Tüm mumları yakıp, en sevdiğin şarkıyı dinlediğin günlerdir.
Palamut ve lüfer zamanıdır. Velhasıl küçük sevinçlere sığınma zamanıdır Sonbahar.
Nihayetinde her ev bir hikâye. Elbette hepimizin çok farklı dertleri var fakat yaşanan tüm zorluklar, yaşamdan keyif almamak için bahane olmamalı.
Birileri tarafından hayatın anlamsızlaştırılan çerçevesine adaleti, merhameti, aşkı, dostluğu, güneşi, iyiliği yeniden çizerek duvarlarımıza asmak bizim görevimiz olmalı.
Hayallerimize, umutlarımıza pranga vurulsa dahi bir gün her şeyin geçeceğine dair inancımızı sağlam tutmalıyız.
Mutluluk kendi illüzyonunu yarattığın andır esasında. Güzel bir uyku, telaşsız bir sabah, doğada uzun bir yürüyüş, sağlıkla içilen bir kahve, güzel bir kitap, sevdiklerine zaman ayırabilmek ve yaşadığın her an ve nefes için şükretmek…
Bunlara hizmet etmeyen tüm eylemler içi boş hırslardır ve gereksizdirler.
Unutmayınız ki üzülecek şeyler her daim bir köşede bizi sinsice bekler. Bu yüzden bırakınız beklesinler, belki de bir süre sonra onlar da beklemekten sıkılıp çekip giderler.
Siz bu akşam kendinize güzel bir balık sofrası kurun mesela… Yanına bir ince Müzeyyen belki… Ve sonra kim bilir gecenin siyahına rakının beyazı da karışıverir… Bir bakarsınız ki o vakit gülümseyiverirsiniz bile…
Ekim/2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.