YAZAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT
Babaannem hayatıma yön veren kadın. Ölümünün 16. yılında özlemle anıyorum seni. 2007 yılında kaybetmiştim onu. Ölümünün 6. Yılında duygularımı anlattığım yazım yayınlanmıştı Kibele dergisinde. Yıllar geçmesine rağmen hayatımdaki bu özel insanın acısı taptaze yüreğimde. 2013 yılındaki yazımı şekillendirerek tekrar yazmak istedim.
Biz Bulgaristan’da Tuna Nehrine yakın bir köyde, kalabalık bir ailede yaşıyorduk. Annem, babam, ben, 2 kardeşim, babaannem ve dedem aynı evi paylaşıyorduk. Çok mutlu bir aileydik gerçekten. Düşünüyorum da çocukluğuma dair tek bir kötü anım yok. Ailemizin temel direğiydi babaannem. Genç yaşta evlenmiş. Eşinin köy kooperatifinde muhasebe sorumlusu olması nedeniyle köydeki bütün ortak sorumlulukların yükünü omuzlamış. Sıva yapmaktan tutun da, hayvanların bakımına, tarlalardaki çalışmalara kadar. İlk çocuğu beş yaşındayken onu kaybetmiş. Dedem askerdeymiş o zaman. Kızı, oynarken küçük bir hata yapmış. Aile büyüklerinden korkmuş. Bodrum kata inip soğuk duvarların dibine saklanmış. Babaannem de tarlada o zaman, tabii çocuk saatlerce gizlendiği yerde kalmış. Ciğerlerini üşütmüş. Doktora da geç götürüldüğü için, kurtarılamamış kızı. Kız çocuğu içinde özlem olarak kalmış, 2 oğlu olan babaannemin. Eşinin iyi bir işi olmasına rağmen, parayı biraz rahat harcamasından dolayı genelde parasızlıklar yaşayan babaannem, ne yapar ne eder çocuklarına harçlık verirmiş, başkasından görüp de özenmesinler diye. Annem ve babamın evliliğinden sonra beraber oturmaya başlamışlar. Hayatında hiç kayınvalidelik yapmamış. Annemi öz kızı gibi benimsemiş. Evin yemeğini, temizliğini bütün işleri seve seve yapmış. Sürekli “Sen dışarıda çalışıyorsun dinlen.” dermiş anneme. O dönemlerde, otomatik çamaşır makineleri nerede? Elde yıkarmış bütün ailenin çamaşırlarını. Ayrıca nerede bir desteğe gereksinim orada hep babaannem sevgili Asiye Sultan bulunurmuş.
Benim doğumum, çok mutlu etmiş onu. Yıllardır özlem duyduğu kız çocuğuna kavuşma duygusu ona çok iyi gelmiş. Rica etmiş annemden, ölen kızının adını vermişler bana. Görme engelliliğim ilk etapta anlaşılmamış. Engelimi de babaannem fark etmiş zaten. Durum tespit edildiğinde bir kere bile ah vah etmemiş. Tabi ki çok üzülmüş. Çok ağlamış ama bana bunu asla hissettirmedi. Önemli olan bu çocuğun yaşamını güzelleştirmek diye düşünmüş olmalı ki benim herkesle eşit olduğuma inanmam için elinden gelenin fazlasını yaptı her zaman. Nereye gitse beni götürürdü. Mevlit olur yanındayım, düğün olur yanındayım, şehir dışına çıkar yanındayım. Benimle ilgili bütün sorumlulukları üstlenmiş adeta. Ama bana bir gün bile acıyarak yaklaşmamış. “Çocukluğumda bir prensestim ben” diyorum arkadaşlarıma. Köylerde herkesin ayrı tabaklarda yemek yemesi diye bir kültür yoktu o zamanlar. Ama biz nereye gitsek rica ederdi torunumun tabağa ayrı gelsin diye. Engelli bir insana nasıl davranılması gerektiğini yanındaki insanlara da anlatmaya çalışırdı. Ben her zaman sokakta oynayan bir çocuk oldum. Görme engelim hiçbir zaman ön plana çıkarılmadı. Arkadaşlarımdan daha cevval olduğumu bile söylerler. Hiç kısıtlanmadım, bastırılmadım, takip edilmedim. Bana hiç acıyarak bakamadı arkadaşlarım. Sonradan öğrendim ki Asiye Sultan beni en yakın arkadaşım Vicdan’a emanet etmiş sessizce. “Bizim peşinde olmamız doğru olmaz, sen yanında ol, bir sıkıntı olursa haber verirsin.” demiş. Kardeşim gibiydi o da.
Her işi yapardık babaannemle beraber. Tütün toplardık, dizerdik mesela. Bahçemizde meyveleri birlikte toplardık. İnek sağmayı bile öğretmişti bana. Ancak ev işi öğretme konusunda sıkıntı çekiyordu. Ateşin bana zarar vermesi, korkutuyordu onu.
Ben yatılı okuldaydım Varna şehrinde. Tatil yaklaşırken gidermiş Asiye Sultan marketçilerle konuşurmuş, benim geleceğimi, kendisinin bana sevdiğim yiyecekleri alacağını, o nedenle gelince kendisine ayırmalarını tembih edermiş. Köy olduğu için her an her şey bulunamazdı çünkü.
Daha sonra Türkiye’ye geldik. Büyük bir dönüşümdü benim için. Sosyalist bir ülkeden vahşi kapitalizmin uygulandığı bir ülkeye. 1989 yılında biz geldikten sonra sınırlar kapandı. Babaannem ve dedem gelememişlerdi. Hiç Bulgarca bilmeyen babaannem eşini sürekli Türkiye konsolosluklarına göndererek bir yıl sonra yanımıza gelmelerini sağlamayı başardı.
Silivri’de oturuyorduk, apartmanın 3. katında. Babaannem öğrenmiş ki yedinci kata yalnız bir genç taşınmış. Baktım babaannem haftada birkaç akşam yedinci kata gidiyor. Dedim ki “hayırdır?” “Bir genç taşınmış apartmana torunum, ailesi Antakya’daymış, ona akşamları yemeklerimizden götürüyorum. Uğraşamaz genç delikanlı yemekle falan” dedi. Sonra aile dostu olduk Erkan abiyle. Zamanla ailesi geldi Hatay’dan onlarla da çok yakınlaştı babaannem. Apartmanda herkesi tanıyordu. Herkesle kaynaşıyordu. Aynı köydeki gibi devam ediyordu yaşamı. Şehir değil ülke değiştirmişti ama iletişim gücünden hiçbir şey kaybetmemişti. Bu dönemlerde köyden gelip de sadece kendi akrabalarıyla haşır neşir olan, başka insanlarla ilişki kurmayan kişiler tuhaf geliyordu ona. Anlayamıyordu insanların birbirine karşı oluşturduğu önyargıyı. Haftada bir veya 2 gün bir şeyler yapar bütün apartman komşularımıza ve mahallede oynayan çocuklara dağıtırdı.
Erzincanlı bir kadınla tanışmış, sevgili Behice ablayla. Zamanla o kadar gelişmiş ki ilişkileri, Behice abla ona anam diye hitap ederdi daima. Sonra başka bir yere taşınmasına rağmen sürekli geldi ve ziyaret etti kendisini. Ölümünde görmeliydiniz Behice ablayı, sanki öz kızıydı. Hangi arkadaşım evimize gelse misafir olarak ne yapacağını şaşırıyordu sevgili babaannem. Hediyeler verir, güzel yemekler yapar, uzun uzun sohbetler ederdi. Hangi arkadaşımın, hangi yemeği sevdiğini öğrenir ve bir daha aynı arkadaşım gelirse, yine onun sevdiği yemekleri pişirirdi. Bacakları çok ağrıyordu ancak dizlerinin üzerinde sürünür, ama yine de temizliğini yapardı. Vileda kullandığını bile hatırlamıyorum. “Temizlik bir insanın aynasıdır” derdi her zaman. Nerede bir zorluk varsa Asiye Sultan koşardı problemi halletmeye. Daima yapıcı yaklaşırdı sorunlara. Küçükle küçük, büyükle büyük olmasını başarırdı. Mahallenin çocukları özellikle onun ziyaretine gelirlerdi 2 dakika da olsa. Sevgisi koşulsuz, şefkati sonsuzdu. Sert bir kadın olmadı hiçbir zaman. Hani asla vurduğu yeri titretmezdi. 30 yıl aynı evi paylaşmış geliniyle. İnanamazsınız ama bir kere bile tartışmamış. Mutlaka olmuş alındığı şeyler. Olmaz olur mu? Ama yansıtmamış anneme, kırılır duygusuyla. Ne zaman oğlu ve gelini tartışsa, daima gelinini desteklermiş. Her zaman aklı olan bir kadının, gelinini incitmeyeceğine inanırdı. “Oğlunla zaten ana oğulsun, tartışsan geçer sonradan. Ama gelinin kalbini acıtırsan, onun kırgınlığı çabuk geçmeyebilir.” derdi. Onun için en kötü şey birini üzmekti. Konuşurken hesapsız olmayı seçerdi. Yüreğinde ne varsa, o dökülüyordu dilinden ama asla patavatsızca değil. Pot kırardı bazen belki, ama en ufak bir yanlışlığında çocuk olsun, büyük olsun, kim ona darılmışsa gönlünü almasını bilir, özrünü de dilerdi.
Ben hayatımda babaannem ve dedemi hiç kavga ederken görmedim. Birbirlerini severek evlenmişler. Saygıları daima karşılıklıydı. Kişilik olarak dedem de muhteşem bir insandı. Asla eşinin özgürlüğünü kısıtlamamış, hatta onu daima çağdaşlık yönünde teşvik etmiş ve atmak istediği her adımında onu desteklemişti. Düşünüyorum da bu insanlar etraflarındaki insanlara davranışlarıyla ilgili eğitim almış olsalardı bile bu kadar güzellikleri başaramazlardı, yürek işi bu bence.
2005 yılının Mayıs ayında beyin kanaması geçirdi yüreğimin yarısı. Bu durumu kabullenmekte çok zorlandım. Felç olmuştu benim nur yüzlü meleğim. Çok üzüldüm. Yıkıldım adeta. Canımdan can koptu sanki. “O bunu hiç hak etmiyor” diyordum. İmkân olsa kendi ömrümü feda ederdim onun için. 2 yıl kendi hayatını yalnız sürdüremeyecek şekilde yaşadı. Annem ona bebekler gibi bakıyordu. Konuşma merkezi de felçte zarar gördüğü için kendini ifade etmekte zorlanıyordu. Ama annem onunla sohbetler ediyordu. Anlamadığı şeyleri ona defalarca izah ediyordu. Mis gibi gezdiriyordu onu. Haftada 2 defa banyosunu yaptırıyordu annem tek başına. Bir kere “Aman” bile demedi. Düşünüyorum da annemi üzseydi, böyle olur muydu? Bu kadar iyi davranır mıydı? Güzellik ekmişti, güzel şeyler bulmuştu. Son altı ayında tamamen kayboldu bilinci. Artık hiç tepki veremiyordu. Ve 15 Haziran 2007 tarihinde bir cuma akşamı aramızdan ayrıldı. Sanki hayatımın yarısı elimden alınmıştı. Artık hiç kimse bana onun kadar özel hissettiremeyecekti. Artık onunla sohbet edemeyecek olmak bile kötü geliyordu. Onun mezarına gitmek hala çok zor geliyor bana. Mezar ziyaretinden sonra birkaç gün iyi bir duygu durumunu yaşayamıyorum.
Seni çok özlüyorum babaanne. Yüreğimde daima yaşatıyorum seni. Ailecek anılarımızda, sohbetlerimizde, paylaşımlarımızda hep sen ve senin ilmek ilmek kalplerimize işlediğin insan sevgisi var.
Bana koşulsuz sevmeyi öğrettiğin için sana binlerce teşekkürler. Soğuktur biraz bizim Bulgaristan insanı, fazla iletişim kurmayı sevmez, ama beni sen yetiştirdiğin için farklı olmamı sağlamış olduğun için de teşekkürler.
En kötü olaylara bile sağduyulu yaklaşmaya beni teşvik ederek bana pozitif yaşam bilinci aşıladığın için teşekkürler.
Zaman zaman aşırı iyi niyetim yüzünden çok zarar görsem de yıpratılsam da yaşadıklarıma öfkeyle değil insan sevgisiyle yaklaşma yolunu gösterdiğin için teşekkürler.
Seninle büyüdüm ve seni örnek aldım hep, ama her zaman her yerde ince düşünmenin bedelleri ağır bu ülkede, kolay kırılıyorsun, yine de verdiğin sonsuz şefkat ve sevgi için teşekkürler.
“Sen her şeyi başarabilirsin, bacaklarda, gözlerde, kulaklardaki engeller değil, beyindeki engeller önemlidir.” diyerek, beni daima desteklediğin için teşekkürler.
İnsanları hatalarından dolayı hemen hayatından çıkarmamayı, yanlışlarından ders alma fırsatı vermek gerektiğini anlattığın için teşekkürler.
Özeleştiri yapmayı, açık sözlü olmayı, özür dilemeyi yaşam pratiği içinde uygulayarak benimsememi sağladığın için teşekkürler.
Bencillik ve kibrin insanlığın en büyük düşmanı olduğunu örnek yaşamınla anlattığın için ve bizi egonun esiri olmaktan korumak için verdiğin emeğe teşekkürler.
Bütün bu yazdıklarımı bana söyleseydin aklımda kalamazdı. Ben daima senin hayata bakış açını, davranışlarını, sonsuz kucaklayıcılığını modelleme fırsatı buldum. Bence en harika öğrenme şekli bu. Sonsuz teşekkürler sana.
Görüyorsun ya, ne kadar da borçluyum sana yüreğim. İyi ki vardın. İyi ki yaşadın. İyi ki senin torununum. İyi ki yaşamın bir kesitini seninle paylaşabildim. İlkelerin, kucaklayıcılığın ve yaşamımda önderlik ettiğin bütün değerler, daima rehberim olacak. Rahat uyu gülümseyen güzelliğim. Yıldızlar yağsın üzerine, tonton kraliçem. Yüreğimde her zaman benimle yaşıyorsun ve içimdeki sen daima yön veriyor davranışlarıma
17 Temmuz 2023
Babaannem hayatıma yön veren kadın. Ölümünün 16. yılında özlemle anıyorum seni. 2007 yılında kaybetmiştim onu. Ölümünün 6. Yılında duygularımı anlattığım yazım yayınlanmıştı Kibele dergisinde. Yıllar geçmesine rağmen hayatımdaki bu özel insanın acısı taptaze yüreğimde. 2013 yılındaki yazımı şekillendirerek tekrar yazmak istedim.
Biz Bulgaristan’da Tuna Nehrine yakın bir köyde, kalabalık bir ailede yaşıyorduk. Annem, babam, ben, 2 kardeşim, babaannem ve dedem aynı evi paylaşıyorduk. Çok mutlu bir aileydik gerçekten. Düşünüyorum da çocukluğuma dair tek bir kötü anım yok. Ailemizin temel direğiydi babaannem. Genç yaşta evlenmiş. Eşinin köy kooperatifinde muhasebe sorumlusu olması nedeniyle köydeki bütün ortak sorumlulukların yükünü omuzlamış. Sıva yapmaktan tutun da, hayvanların bakımına, tarlalardaki çalışmalara kadar. İlk çocuğu beş yaşındayken onu kaybetmiş. Dedem askerdeymiş o zaman. Kızı, oynarken küçük bir hata yapmış. Aile büyüklerinden korkmuş. Bodrum kata inip soğuk duvarların dibine saklanmış. Babaannem de tarlada o zaman, tabii çocuk saatlerce gizlendiği yerde kalmış. Ciğerlerini üşütmüş. Doktora da geç götürüldüğü için, kurtarılamamış kızı. Kız çocuğu içinde özlem olarak kalmış, 2 oğlu olan babaannemin. Eşinin iyi bir işi olmasına rağmen, parayı biraz rahat harcamasından dolayı genelde parasızlıklar yaşayan babaannem, ne yapar ne eder çocuklarına harçlık verirmiş, başkasından görüp de özenmesinler diye. Annem ve babamın evliliğinden sonra beraber oturmaya başlamışlar. Hayatında hiç kayınvalidelik yapmamış. Annemi öz kızı gibi benimsemiş. Evin yemeğini, temizliğini bütün işleri seve seve yapmış. Sürekli “Sen dışarıda çalışıyorsun dinlen.” dermiş anneme. O dönemlerde, otomatik çamaşır makineleri nerede? Elde yıkarmış bütün ailenin çamaşırlarını. Ayrıca nerede bir desteğe gereksinim orada hep babaannem sevgili Asiye Sultan bulunurmuş.
Benim doğumum, çok mutlu etmiş onu. Yıllardır özlem duyduğu kız çocuğuna kavuşma duygusu ona çok iyi gelmiş. Rica etmiş annemden, ölen kızının adını vermişler bana. Görme engelliliğim ilk etapta anlaşılmamış. Engelimi de babaannem fark etmiş zaten. Durum tespit edildiğinde bir kere bile ah vah etmemiş. Tabi ki çok üzülmüş. Çok ağlamış ama bana bunu asla hissettirmedi. Önemli olan bu çocuğun yaşamını güzelleştirmek diye düşünmüş olmalı ki benim herkesle eşit olduğuma inanmam için elinden gelenin fazlasını yaptı her zaman. Nereye gitse beni götürürdü. Mevlit olur yanındayım, düğün olur yanındayım, şehir dışına çıkar yanındayım. Benimle ilgili bütün sorumlulukları üstlenmiş adeta. Ama bana bir gün bile acıyarak yaklaşmamış. “Çocukluğumda bir prensestim ben” diyorum arkadaşlarıma. Köylerde herkesin ayrı tabaklarda yemek yemesi diye bir kültür yoktu o zamanlar. Ama biz nereye gitsek rica ederdi torunumun tabağa ayrı gelsin diye. Engelli bir insana nasıl davranılması gerektiğini yanındaki insanlara da anlatmaya çalışırdı. Ben her zaman sokakta oynayan bir çocuk oldum. Görme engelim hiçbir zaman ön plana çıkarılmadı. Arkadaşlarımdan daha cevval olduğumu bile söylerler. Hiç kısıtlanmadım, bastırılmadım, takip edilmedim. Bana hiç acıyarak bakamadı arkadaşlarım. Sonradan öğrendim ki Asiye Sultan beni en yakın arkadaşım Vicdan’a emanet etmiş sessizce. “Bizim peşinde olmamız doğru olmaz, sen yanında ol, bir sıkıntı olursa haber verirsin.” demiş. Kardeşim gibiydi o da.
Her işi yapardık babaannemle beraber. Tütün toplardık, dizerdik mesela. Bahçemizde meyveleri birlikte toplardık. İnek sağmayı bile öğretmişti bana. Ancak ev işi öğretme konusunda sıkıntı çekiyordu. Ateşin bana zarar vermesi, korkutuyordu onu.
Ben yatılı okuldaydım Varna şehrinde. Tatil yaklaşırken gidermiş Asiye Sultan marketçilerle konuşurmuş, benim geleceğimi, kendisinin bana sevdiğim yiyecekleri alacağını, o nedenle gelince kendisine ayırmalarını tembih edermiş. Köy olduğu için her an her şey bulunamazdı çünkü.
Daha sonra Türkiye’ye geldik. Büyük bir dönüşümdü benim için. Sosyalist bir ülkeden vahşi kapitalizmin uygulandığı bir ülkeye. 1989 yılında biz geldikten sonra sınırlar kapandı. Babaannem ve dedem gelememişlerdi. Hiç Bulgarca bilmeyen babaannem eşini sürekli Türkiye konsolosluklarına göndererek bir yıl sonra yanımıza gelmelerini sağlamayı başardı.
Silivri’de oturuyorduk, apartmanın 3. katında. Babaannem öğrenmiş ki yedinci kata yalnız bir genç taşınmış. Baktım babaannem haftada birkaç akşam yedinci kata gidiyor. Dedim ki “hayırdır?” “Bir genç taşınmış apartmana torunum, ailesi Antakya’daymış, ona akşamları yemeklerimizden götürüyorum. Uğraşamaz genç delikanlı yemekle falan” dedi. Sonra aile dostu olduk Erkan abiyle. Zamanla ailesi geldi Hatay’dan onlarla da çok yakınlaştı babaannem. Apartmanda herkesi tanıyordu. Herkesle kaynaşıyordu. Aynı köydeki gibi devam ediyordu yaşamı. Şehir değil ülke değiştirmişti ama iletişim gücünden hiçbir şey kaybetmemişti. Bu dönemlerde köyden gelip de sadece kendi akrabalarıyla haşır neşir olan, başka insanlarla ilişki kurmayan kişiler tuhaf geliyordu ona. Anlayamıyordu insanların birbirine karşı oluşturduğu önyargıyı. Haftada bir veya 2 gün bir şeyler yapar bütün apartman komşularımıza ve mahallede oynayan çocuklara dağıtırdı.
Erzincanlı bir kadınla tanışmış, sevgili Behice ablayla. Zamanla o kadar gelişmiş ki ilişkileri, Behice abla ona anam diye hitap ederdi daima. Sonra başka bir yere taşınmasına rağmen sürekli geldi ve ziyaret etti kendisini. Ölümünde görmeliydiniz Behice ablayı, sanki öz kızıydı. Hangi arkadaşım evimize gelse misafir olarak ne yapacağını şaşırıyordu sevgili babaannem. Hediyeler verir, güzel yemekler yapar, uzun uzun sohbetler ederdi. Hangi arkadaşımın, hangi yemeği sevdiğini öğrenir ve bir daha aynı arkadaşım gelirse, yine onun sevdiği yemekleri pişirirdi. Bacakları çok ağrıyordu ancak dizlerinin üzerinde sürünür, ama yine de temizliğini yapardı. Vileda kullandığını bile hatırlamıyorum. “Temizlik bir insanın aynasıdır” derdi her zaman. Nerede bir zorluk varsa Asiye Sultan koşardı problemi halletmeye. Daima yapıcı yaklaşırdı sorunlara. Küçükle küçük, büyükle büyük olmasını başarırdı. Mahallenin çocukları özellikle onun ziyaretine gelirlerdi 2 dakika da olsa. Sevgisi koşulsuz, şefkati sonsuzdu. Sert bir kadın olmadı hiçbir zaman. Hani asla vurduğu yeri titretmezdi. 30 yıl aynı evi paylaşmış geliniyle. İnanamazsınız ama bir kere bile tartışmamış. Mutlaka olmuş alındığı şeyler. Olmaz olur mu? Ama yansıtmamış anneme, kırılır duygusuyla. Ne zaman oğlu ve gelini tartışsa, daima gelinini desteklermiş. Her zaman aklı olan bir kadının, gelinini incitmeyeceğine inanırdı. “Oğlunla zaten ana oğulsun, tartışsan geçer sonradan. Ama gelinin kalbini acıtırsan, onun kırgınlığı çabuk geçmeyebilir.” derdi. Onun için en kötü şey birini üzmekti. Konuşurken hesapsız olmayı seçerdi. Yüreğinde ne varsa, o dökülüyordu dilinden ama asla patavatsızca değil. Pot kırardı bazen belki, ama en ufak bir yanlışlığında çocuk olsun, büyük olsun, kim ona darılmışsa gönlünü almasını bilir, özrünü de dilerdi.
Ben hayatımda babaannem ve dedemi hiç kavga ederken görmedim. Birbirlerini severek evlenmişler. Saygıları daima karşılıklıydı. Kişilik olarak dedem de muhteşem bir insandı. Asla eşinin özgürlüğünü kısıtlamamış, hatta onu daima çağdaşlık yönünde teşvik etmiş ve atmak istediği her adımında onu desteklemişti. Düşünüyorum da bu insanlar etraflarındaki insanlara davranışlarıyla ilgili eğitim almış olsalardı bile bu kadar güzellikleri başaramazlardı, yürek işi bu bence.
2005 yılının Mayıs ayında beyin kanaması geçirdi yüreğimin yarısı. Bu durumu kabullenmekte çok zorlandım. Felç olmuştu benim nur yüzlü meleğim. Çok üzüldüm. Yıkıldım adeta. Canımdan can koptu sanki. “O bunu hiç hak etmiyor” diyordum. İmkân olsa kendi ömrümü feda ederdim onun için. 2 yıl kendi hayatını yalnız sürdüremeyecek şekilde yaşadı. Annem ona bebekler gibi bakıyordu. Konuşma merkezi de felçte zarar gördüğü için kendini ifade etmekte zorlanıyordu. Ama annem onunla sohbetler ediyordu. Anlamadığı şeyleri ona defalarca izah ediyordu. Mis gibi gezdiriyordu onu. Haftada 2 defa banyosunu yaptırıyordu annem tek başına. Bir kere “Aman” bile demedi. Düşünüyorum da annemi üzseydi, böyle olur muydu? Bu kadar iyi davranır mıydı? Güzellik ekmişti, güzel şeyler bulmuştu. Son altı ayında tamamen kayboldu bilinci. Artık hiç tepki veremiyordu. Ve 15 Haziran 2007 tarihinde bir cuma akşamı aramızdan ayrıldı. Sanki hayatımın yarısı elimden alınmıştı. Artık hiç kimse bana onun kadar özel hissettiremeyecekti. Artık onunla sohbet edemeyecek olmak bile kötü geliyordu. Onun mezarına gitmek hala çok zor geliyor bana. Mezar ziyaretinden sonra birkaç gün iyi bir duygu durumunu yaşayamıyorum.
Seni çok özlüyorum babaanne. Yüreğimde daima yaşatıyorum seni. Ailecek anılarımızda, sohbetlerimizde, paylaşımlarımızda hep sen ve senin ilmek ilmek kalplerimize işlediğin insan sevgisi var.
Bana koşulsuz sevmeyi öğrettiğin için sana binlerce teşekkürler. Soğuktur biraz bizim Bulgaristan insanı, fazla iletişim kurmayı sevmez, ama beni sen yetiştirdiğin için farklı olmamı sağlamış olduğun için de teşekkürler.
En kötü olaylara bile sağduyulu yaklaşmaya beni teşvik ederek bana pozitif yaşam bilinci aşıladığın için teşekkürler.
Zaman zaman aşırı iyi niyetim yüzünden çok zarar görsem de yıpratılsam da yaşadıklarıma öfkeyle değil insan sevgisiyle yaklaşma yolunu gösterdiğin için teşekkürler.
Seninle büyüdüm ve seni örnek aldım hep, ama her zaman her yerde ince düşünmenin bedelleri ağır bu ülkede, kolay kırılıyorsun, yine de verdiğin sonsuz şefkat ve sevgi için teşekkürler.
“Sen her şeyi başarabilirsin, bacaklarda, gözlerde, kulaklardaki engeller değil, beyindeki engeller önemlidir.” diyerek, beni daima desteklediğin için teşekkürler.
İnsanları hatalarından dolayı hemen hayatından çıkarmamayı, yanlışlarından ders alma fırsatı vermek gerektiğini anlattığın için teşekkürler.
Özeleştiri yapmayı, açık sözlü olmayı, özür dilemeyi yaşam pratiği içinde uygulayarak benimsememi sağladığın için teşekkürler.
Bencillik ve kibrin insanlığın en büyük düşmanı olduğunu örnek yaşamınla anlattığın için ve bizi egonun esiri olmaktan korumak için verdiğin emeğe teşekkürler.
Bütün bu yazdıklarımı bana söyleseydin aklımda kalamazdı. Ben daima senin hayata bakış açını, davranışlarını, sonsuz kucaklayıcılığını modelleme fırsatı buldum. Bence en harika öğrenme şekli bu. Sonsuz teşekkürler sana.
Görüyorsun ya, ne kadar da borçluyum sana yüreğim. İyi ki vardın. İyi ki yaşadın. İyi ki senin torununum. İyi ki yaşamın bir kesitini seninle paylaşabildim. İlkelerin, kucaklayıcılığın ve yaşamımda önderlik ettiğin bütün değerler, daima rehberim olacak. Rahat uyu gülümseyen güzelliğim. Yıldızlar yağsın üzerine, tonton kraliçem. Yüreğimde her zaman benimle yaşıyorsun ve içimdeki sen daima yön veriyor davranışlarıma
17 Temmuz 2023
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.