Armut şeklinde bir gövdeye ve uzun bir sapa sahip telli bir çalgı, bir mandolin. Gövdesi ahşap ve cilalı, sapı koyu renkli ahşaptan yapılmış. Gövdenin üst kısmında, ses deliğinin etrafında çiçek desenli bir süsleme bulunuyor. Mandolin, eski ve ahşap bir yüzeyin üzerine yerleştirilmiş. Arka planda ahşap bir kutu veya sandık var.

1972 yılında geldiğimiz İzmir'de, Kemal Reis ilkokulunda dördüncü sınıfa başladım. Babam, bir müzik âleti çalarsam toplumda saygın bir yerimin olacağını söylerdi hep. Beni oldukça heveslendirmişti. Okulumuzda mandolin kursu açılınca hemen yazıldım. Mandolinimi çok sevdim. Eskidi, yıprandı ama hâlâ duruyor. Kurs akşamüstleri başlıyordu. Günler kısa olduğundan karanlık hemen bastırıyordu. Gözlerimdeki tavukkarası rahatsızlığı yüzünden karanlık en büyük düşmanımdı. (Şimdilerde bacı-gardaş olduk, gül gibi geçinip gidiyoruz.) Kendim gidiyordum, babam gelip alıyordu. Okul hayatım boyunca tahtayı hiçbir zaman göremediğimden doğal olarak bu durum kursta da değişmedi. Kısa zamanda şakır şakır mandolin çalmaya başladım da nota okuyup, yazmayı öğrenemedim. Çocukluk işte. Görme sorunumu kimseye belli etmemenin saçmalığını idrak edemiyordum. Öğretmen de pek ilgili olmadığından anlamamıştı bile.



Ortaokulda da en iyi dersim müzikti. Babam sağ olsun beni kırmadı, çok istediğim melodikayı da aldı. O yıllarda hemen her çocuğun mandolini ve melodikası olurdu. Hohner marka yeşil melodikam da duruyor. Tahsilimi sonlandıracağım lise birinci sınıfta blok flüt zorunluydu. Kimseler sevemedi, ben bayram ettim ve hemen öğrendim. Benim için müzik âleti olsun da isterse çamurdan olsun. Dinletebilecek kadar ses çıkarabiliyorsam düdük bile çalarım hiç fark etmez.



Tahtayı görememek ve o yıllardaki utangaçlığım, pasifliğim yüzünden haklarımı aramayı bilmemem, derdimi anlatmaktan çekinmem beni müzik ve tahtayı görmeyi gerektirmeyen dersler dışında çok başarısız bir öğrenci yapmıştı. İlkokulda babam çalıştırırdı matematiğe. Ortaokulda başımıza belâ ettikleri modern matematiği hiç bilmediğinden bana faydalı olamadı. Fizik, kimya tıntın. Mutlaka ikmale kalır, yine başarılı olamaz, Eylül'e kalırdım. Eylül'de de başarılı olamazdım tabii. O derslerden hep kurulla geçebildim. O yıllarda öğretmenler kurulu uygun görürse zayıf olan dersten de sınıf geçilebiliyordu.



Hiçbir zaman unutamadığım, mezun olmayı istemediğim, bir ömür okuyabileceğim Karşıyaka Ortaokulu ve birkaçı hariç hepsi anlayışlı, sevecen öğretmenlerim. Beni sevdiler, koruyup kolladılar. Kimselerin pek sevmediği iki müdür yardımcımız bile.



İstemeden de olsa mezuniyet gelip çattığında son derece iyi niyetle matematik, fizik ve kimyanın yok denecek kadar az olduğu ama beni mutsuz eden, benimsemeyen öğretmenlerle dolu Karşıyaka Kız Meslek Lisesine yönlendirdiler. Ben de tuttum, çocuk gelişimi bölümünü seçtim. Hay seçmez olaydım. Bu okulda her bölüm elişi ağırlıklı olduğundan yarı görür, yarı görmez gözlerle hiçbir işi beceremiyordum. Bu yaşımda yaptığım elişlerime bakmayın. Hepsi görme yetimi kaybedip, parmaklarımı gözlerimin yerine koymaya başladıktan sonra gelişti. Çocuğun anne rahmine düşmesinden doğuma kadar olan sürecin anlatıldığı dersleri de hiç mi hiç sevmedim. Yalnızca çocuklarla ilgileneceğimi, onlara birşeyler öğreteceğimi sanmıştım. Bana göre bir bölüm değilmiş. Derslere girip çıktıkça daha iyi anlıyordum.



O okulda bir müzik, bir de tarih öğretmenimi sevebildim. Arkadaşlarımın da pek azını sevebildim. Karşıyaka Ortaokulunda çok iyi yetiştirilmiş olan ben, kız meslek lisesinin sevgilisi olmayanı adam yerine koymayan, özel günlerde birbirlerine hediye alırken aman sakın kitap almayalım diyen boş kafalı kızlarına ısınamamıştım. Müzik öğretmenim: Senin yeteneğin yabancı dil ve müzik. Bu okulda ne işin var deyince iyice soğudum her şeyden ve okulu terkettim.



Yetenek küpüyüm ya, beni havada kapacaklarını düşündüm. İlle opera sanatçısı olacağım diye tutturdum. 70'li-80'li yıllarda çok izlenen kaynanalar dizisinin Tijen Hanım'ı, değerli soprano Sevda Aydan'ın öğretim görevlisi olduğu konservatuara babamla gittik. Bizi güler yüzle ve sevgiyle karşıladı. Önce bir şarkı söyletti. Sonra piyanoda tuşlara basarak aynı sesleri çıkarmamı istedi. Tiz seslere gelince boğazımdan bir ciiikkk çıktı ve kalakaldım. Daha sonra yıllarca beni dinleyici olarak derslerine kabul edecek, telefonla sık sık görüşeceğim sevgili Sevda ablam sesimin güzel olduğunu ama operaya uygun olmadığını söyledi. Kös kös döndüm eve. Bir zaman kendimi toparlayamadım. Cahil kafamla liseyi bitirmeden bülbül sesli olsam bile şan bölümüne kabul edilemeyeceğim aklımın ucundan geçmemişti. Görme problemimle de opera sanatçısı olamazdım elbette. Çok sesli korolar ve opera korolarında da görev vermezlerdi Türkiye şartlarında.



Zaman her şeyin ilacıymış. Opera acısını unutup mûsikî derneklerine gidip gelmeye başladım ve TRT sanatçısı olmaya karar verdim. Lise mezunu olma şartı da yoktu o dönemlerde. Kaç kez girdim sınavlara kaç keezzz. Devlet klâsik Türk musikisi korosu da kurulmuştu İzmir'de. Oranın sınavlarına da defalarca girdim. Olmadı da olmadı. Gözümüzün önünde bazı öğrencilerine torpil yapan, görmeyenleri almıyoruz diyen artık hepsi rahmetli olmuş Hocalarımızı pek de sevgi ve saygıyla anamıyorum. Hele bir tanesi; kızımsın, çocuklarımın ablasısın, gülüm, çiçeğim, canım, yavrum dedi demesine de evinde hizmetçilik, sahneye çıkarken arkasında vokalistlik yapan öğrencilerini kayırdı. Ne yapıp etti, hepsini klâsik koroya yerleştirdi.



Her şeye rağmen umut etmekten yıllarca vazgeçmedim. Babam yaz sıcağı, kış soğuğu demeden beni musikiderneklerine taşıdı ve çalışmalarımızın bitiş saatine kadar oturup bekledi. Hakkını asla ödeyemem. Görmüyorum diye konserlerde solo bile vermiyorlardı. Yukarıda bahsettiğim Hocamızdan yalnızca bir solo koparabilmiştim. Bir müddet sonra yine solo istediğimde vermeyince ben de musiki derneği sayfasını bir daha açmamak üzere kapattım. Günümüzde korolarda körler cirit atıyor ve şakır şakır solo da yapıyorlar.



80'li yılların başlarında babam bana ud da aldı. Rahmetli bestekâr Ali Ulvi Baradan Hocamdan altı ay ders aldım. Ortaokulda çat pat öğrendiğim Notaları Ali Ulvi Hocamla pekiştirdim. Maalesef rahatsızlandı ve canım Hocamı çok çabuk kaybettim. Mandolin çalmak hayli işime yaramış, uda hemen alışmıştım. Musiki derneklerinde de Hocalarımızın işine gelmiş, ayakaltında dolaşmayayım diye hemen saza oturtmuşlardı beni. Oysa elime aldığım müzik âletlerinin kimilerinden dinlenebilecek kadar ses çıkarabildiğim halde hiçbirini ustalıkla çalmayı beceremedim. Bu durumu bilen hocalarımın udumla saz heyetinde uslu uslu oturmam işlerine gelmişti.



Millet ud dinlemeye amma meraklıymış haaa. Evimize her gelen misafir ille çalıp okumamı istiyordu. Benim isteyip istemememin hiç önemi yoktu. Mübarekler sanki bir eğlence mekânına gelmişler, ben de onları eğlendirecek müzisyenim. Bedava ses, bedava saz üstelik. Adam gibi dinleseler canım feda. O yıllarda çok meşhur olan, beni ise gıcık eden bir mastika vardı. O saçmalıkla çok misafir çocuğu oynattım. Falanca amcan ya da teyzen ud dinlemek istiyor dendiğinde sıkıysa çalma, ya da oynamak isteyen çocuğu oynatma. Ailemden bir dolu lâf ve asılan suratlar. Dinleyicilerin istekleri de hep aynı. Akşam oldu hüzünlendim ben yine. Nasıl geçti habersiz. Eski dostlar, eski dostlar. Sakın yanlış anlaşılmasın. Bu muhteşem eserlere ben de bayılıyorum bayılmasına da hep aynı şeyler istenince gına geliyor arkadaş. Kendi bestelerimden ya da çok sevdiğim Türk dünyası ezgilerinden birini çalar, okurdum kimi zaman. Biter bitmez; tamam. Şimdi de bir tane Türk sanat müziği söyle. İstenenler yine aynı. Haaa ille kendileri de benimle bir söyleyecek. Kardeşim dur, bir dinle ne olur yaaa!... Yok olmaaazzz. Bilir bilmez ille katılacak. İnsan yeni bir ezgi dinlemek istemez mi?... Bu nasıl bir sığlık?... Nasıl bir dar görüşlülük?... Severek, isteyerek çalıp okuduğum çok az insan oldu hayatımda. Beni yürekten dinleyen, icra ettiğim her eseri alkışlayan, maalesef bazıları aramızdan ayrılmış sanatsever birkaç güzel yürek.



Gel zaman, git zaman birileri gelip ud çalmamı isteyecek diye ödüm kopar oldu. Bir müddet sonra hayır demeyi de öğrendim. Bu yaşımda kimseler ısrar da etmiyor eskisi gibi.



Babacığımın mutlaka müzik âleti öğrenmem konusundaki ısrarının nedeni toplumda yer edinmem içindi. Ben bu yeri beğenmedim arkadaş. İnsanları eğlendirmek bana göre değil. Ya adam gibi dinleyecekler ya hiç istemeyecekler. Eğlenmek istiyorlarsa eğlence yerlerine gidecekler. Oralarda çalışanlara saygım sonsuz. Yalnızca ben eğlence müzisyeni değilim hepsi bu. Müziğe böylesi âşık olup, ciddîye alacağımı, meslek edinmeyi isteyeceğimi bilse herhalde yönlendirmezdi beni. Çok acı çektim ve hayatıma yön veremedim müzik aşkım yüzünden. Yine de kısa sap bağlama ve ritim kurslarına gitmekten de geri kalmadım haaa. Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Gaziemir Şubesinin hayatımda tanıdığım en sert hocanın çalıştırdığı Türk halk müziği korosuna da katıldım. Dernek başkanımız, koro arkadaşlarım hep destekçim, koruyucum oldular da hocamızın sert tutumu tüm enerjimi düşürdü. Konsere yakın neden solo istemediğimi sordu yine de sağ olsun. Hadi yaaaa. Solo isteyeyim de alayım yine boyumun ölçüsünü dimi?... Yağma yoookkk. Yemezleeerrr. Bu yaştan sonra hiiiççç çekemem doğrusu.



Gönül verdiğim Türk dünyası için besteler de yaptım. Başkurt, Uygur, Kazak ve Kerkük radyolarında yayınladılar. Bir arkadaşım Gagavuz radyosunda da çalındığını haber vermişti. Onlar biraz teselli oldu. Yine de bir burukluk var yüreğimde. Konuyla ilgili kitaplar, şiirler yazan, resimler yapanlara Türk dünyasına hizmet ödülleri veriliyor. Benden başka beste yapan yok ama Türk dünyası beni pek benimseyemedi ve çok az duyabildi.



İmkân sağlansa, elimden tutanlarım olsaydı iyi bir ses sanatçısı ve bestekâr olarak ülkeme, musikimize, hatta Türk dünyasına hizmet vermekten onur ve gurur duyardım. Kader, kısmet, şans mı, yoksa hocalarımızın, ustalarımızın duyarsızlığı mı demeli bilemiyorum.



Şu günlerde hayatımda resim, yazı ve elişleri ağırlıkta. Müzikten tamamen kopamadım eski şevkim ve arzum kalmasa da. Kendim için çalıp okuyorum ara ara. Yapabileceğim başka bir şey yok. Yaşımın ilerlemeye başlamasından dolayı olsa gerek sesimde hafiften bozulmalar ve ellerimde, kollarımda güç kaybıyla birlikte müzik aletlerimi çalma zorluğu da başladı. Ben müziğe âşık oldum ama bu aşk plâtonik olarak kaldı. Müzik dünyası beni kabullenemedi. Öyle garip ki. Resim yapmak, yazı yazmak, CD kitap dinleyip örgü yapmak istediğimde zaman bol bol yeterken müzik yapmak istediğimde ya başka bir iş çıkıyor ya biri telefon ediyor. Tanrı da hayat da artık müzik yapmamı istemiyor mu ne?... Müzik de “Düş yakamdan. Sevmiyorum seni işte. Bu işler zorla olmaz” diyor galiba ben arsız âşığa.



13 Temmuz 2021 Salı

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.