SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, biliyorsunuz son günlerde Akbelen ormanıyla, İkizköy’le ilgili olaylar gündemde. Biz de bu olayları ‘Rol Modellerimiz’ köşemize taşımak istedik. Karşımızda İkizköy’den ve Akbelen ormanlarındaki olayları yakından takip eden, aynı zamanda da kooperatiflerle, üretimle ilgisi olan Nejla Işık arkadaşımız var. Hoş geldiniz Nejla Hanım.
Nejla: Hoş buldum, merhabalar.
Şule: Sizi televizyondan biliyorlar ama yine de izleyicilerimiz için kendimizi tanıtın isterseniz. “Nejla Işık kimdir” dediğimiz zaman, nerelisiniz, nerede doğdunuz, çoluk çocuk var mı gibi oradan başlayalım.
Nejla: İkizköy’de doğdum, burada büyüdüm. 2 çocuk annesiyim. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorum. Burada üretiyorum, üreticiyim. Çiftçiyim, çobanım, yörüğüm. Her zaman kendimi bu şekilde tanıtıyorum.
Şule: Ne zaman başladı bu çiftçilik hayatı sizde?
Nejla: Aslında doğdum doğalı buradayım. Kendimi bildim bileli tütünün içindeyim. Ta ki 1998’de evleninceye kadar. Aynı köyde evlendim. Eşim de buralı, İkizköylü, Işıkdere mevkiinden. Hep bahsediyoruz, yok olan kaybettiğimiz köyden diye. Aslında tek köy ama mevkileri farklı. Tarımla, hayvancılıkla diyemem ama buğdaydır, yulaftır, arpadır, domates, biber, patlıcan yetiştirmekle uğraşıyorum. Çocukluğumda, gençliğimde tütünle daha çok haşır neşir olurduk ve zeytincilik ile büyüdüm aynı zamanda. Çocukken ve gençliğimdeki zeytincilik ile şimdiki zeytincilik arasında tabii ki farklar var. O zaman şartlar daha ağırdı. Şimdi makinalar, traktörler var. Ulaşım da rahat. Zeytin silkme makineleri var. Eskiden biz sırıklarla yapardık. Tek tek düşürürdük. Bir-2 ay daha fazla uğraşırdık. Çuvallarda çok beklerdi. Belki asitlenmesi de ondan olmuştur diye bazen konuşuruz babamlarla, ninemlerle. Köyde doğduğum için kendimi bildim bileli tarımın içindeyim diyebilirim.
Şule: Kadınların gerçekten üretimle çok yakından ilgileri var. Her ne kadar çok görünür olmasalar da bu üretimle ilgili biraz konuşmak istiyorum. İzleyicilerimiz de merak ediyorlardır. Hangi ürünleri üretiyorsunuz? Şu anda satış yapıyor musunuz? Biraz onlardan da bahsederseniz bize.
Nejla: Satış yapıyor muyum? Çok da yapamıyorum aslında. Niye yapamıyorum? Artık tarım alanlarımızın, topraklarımızın malum termik santraller, açık ocak maden işletmeciliği tarafından su kaynaklarımızın, topraklarımızın, ormanlarımızın yok oluşu sebebiyle şu an kendi kendimize yeten durumdayız. Onda bile zorlanıyoruz. Buğday yulaf, arpa, nohut, mercimek, sarımsak, soğan, yazın aklınıza gelebilecek bütün sebzeler; domates, biber, patlıcandan tutun da kavun, karpuz, börülceden bamyaya kadar bugün pazara gittiğinizde hemen hemen filenizi, çantanızı neyle dolduruyorsanız hepsini üretiyoruz biz burada. Büyük baş hayvanlarım var. Aynı zamanda küçükbaşım var sütümüzü yoğurdumuzu yapıyoruz. Tereyağı yapmıyoruz. ‘Tortu’ dediğimiz, tereyağına eşdeğer bir ürün var. Bütün hayvansal gıdalarımız, tavuklarımız, yumurtamız kendimizden. Kendimizi çok çok şanslı görüyoruz. Bu topraklarda doğmuş, böyle kıymetli topraklara sahip olmanın, kendimizi ve hayatımızı burada geçirmenin kıymetini çok denli bildiğimiz için belki de bu mücadeleye bu kadar sıkı sıkı sarılmamızın sebebi bu.
Şule: Tabii bu çok önemli. Sizi zaten söyleşilerinizde de izledim. “Ben sadece İkizköy için değil, Türkiye için” diyerek görüşlerinizi paylaşıyorsunuz. Bu doğal ürünleri bulmak her zaman için mümkün olmayabiliyor. Biz de hep gidip doğal ürünü arıyoruz. “Doğal ürün, organik ürün” diyorlar ama ne kadar doğal? Ne kadarı doğal değil hiç bilemiyoruz da. O yüzden de siz de söylediniz. “Şu anda kendimize yetiyor” diye. O zaman ürettiğimiz ürünlerden herhangi bir satış yapamıyorsanız, şu anda köydekiler geçimlerini nasıl sağlıyorlar?
Nejla: Genelde eşler çalışıyor burada. Tarım da hayvancılık da artık çok zorlandığı için aynı şekilde ekip biçmek, hayvanları yetiştirmek için otlatacak meranız kalmıyor. Yem fiyatları artmış, bir tarlayı ekeceksiniz, Kira veriyorsunuz, mazot fiyatından tutun gübre fiyatına kadar biçerdövere verdiğiniz para, hepsini hesapladığınızda bırakın yanınıza kâr kalmayı daha cebinizden borçlanarak elde ediyorsunuz orada verimi. Öyle olduğu için de burada artık kadınlarda çok fazla ekip biçen kalmadı. Muğla Milas dediğiniz zaman birincisi havalimanı var burada biliyorsunuz. Oteller var turizm olduğu için kadınların birçoğu hemen hemen erkekler de aynı şekilde turizm bölgesinde balık sektöründe çalışıyorlar. Kılıç gibi ünlü aletler de burada mevcut. Bu üretim çiftliklerinde çalışıyorlar. Bundan dolayı üreten bizler azalıyoruz. Aslında çiftçilik de burada can çekişiyor. Tarım hayvancılık da Milas'ta can çekişiyor. En büyük geçim kaynağımız zeytin. Zeytini bile artık çok zor buluyor insanlar çünkü veriminde çok düşüş var zeytinin. Çok etkileniyor buradaki o santrallerden, o kükürtten, karbondioksitten, asit yağmurlarından. Toprağımızın zehirlendiği yetmiyor, burada ağaçlarımız, bitkilerimiz, meyvelerimiz, her şeyimiz zehirleniyor.
Şule: Evet, gerçekten çok can alıcı sorunlardan biri. Biz de böyle izliyoruz. 4 yıldan beri verdiğiniz mücadeleyi ve bizim gözlemimiz şu: Üretim kadınların daha çok ilgi alanları olduğu için daha doğrusu doğal ortamda hep ürettikleri için çok güzel sahip çıkıyorlar ve oradaki kadınlar da bu şekilde sizin gibi duyarlı mı yoksa duyarsızlık da kadınlarda artıyor mu acaba?
Nejla: Kadınlar tabii ki erkeklere göre daha çok duyarlı. Erkekler daha çok sigorta durumundan bakmakla yükümlü gibi düşünülüyor. Genelde ev geçindirmek ile yükümlü gibi. Öyle olduğundan erkekler genelde hep dışarıda, bu bahsettiğim yerlerde çalışıyor ama artık kadınlar dışarıda çalışsa bile köydeki ekonomik özgürlükleri daha avantajlı. Çünkü dışarıda çalıştığı maaşını direkt cebine indirebiliyor. Başka bir yere yatırım yapabiliyor. Köyde de bir yandan orada çalışırken kendi yiyeceğini, her şeyi burada yetiştiriyor, bunlara para vermiyor. Bu da kadının elini daha da çok güçlendiriyor. Erkeğin de öyle ama kadının köydeki özgürlüğü, ekonomik özgürlüğü çok önemli. Çocuklarının da salçasını, biberdir, kışlıklarıdır, onları da hazırlar. E şimdi durum tabii böyle olunca da kadın toprağına, köyüne sahip çıkmasın da kim sahip çıksın diyorsun. Anaç olması, toprakla bağı, ormanla bütünlüğü konuları var. Orman içindeki otların (Ege otları meşhurdur biliyorsunuz.) dağdaki otların hangisinin zehirli, hangisinin yenebilir olduğunu çoğu erkek bilmez ama hemen hemen çoğu kadın bilir köyde yetişmiş, köyde büyümüşse. O yüzden dışarıda çalışıyor bile olsa o toprakta her şeyini yetiştirir, kadın eve de gelir, evdeki işine de yeter, bahçesine de yetmeye çalışır. Kadınlar daha çok direnişte, burada kadınlar daha çok farkında çok şeyin. Şöyle baktığımız zaman aslında Türkiye genelinde kadınların niçin ön planda olduğu sorusunun cevabı burada bence.
Şule: Evet, gerçek anlamda da üretimin başında olsalar, idareci konumunda olsalar, her şey çok daha farklı bir düzende olacak diye hep umut etmek istiyorum.
Nejla: Kesinlikle kesinlikle, böyle evde her şeyden bir şey çıkarırız, israftan kaçınırız. Çoğu öyledir. Kadınlara yönetim verilse, birçok sorunun önüne geçilir ama ne yazık ki ülkemizde öyle bir şey göremiyoruz hala daha günümüzde.
Şule: Bu işleri çok severek de yapıyorsunuz öyle anlaşılıyor. En çok yapmayı sevdiğiniz, üretmekle ilgili hangi işler var? “Şu işi yaparken çok mutlu oluyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum” dediğimiz.
Nejla: Zeytinle uğraşmak güzel. Mesela onu budaması, bakımı, temizliği benim çok hoşuma gider. Bağ makasıyla kadınlar çok yapar mı bilmiyorum. Bizim burada genelde hep erkekler yapıyor ama ben hemen eşimle giderim. Orada zeytinin dibindeki zeytine zarar veren kelleri ayıklamasını, dibine samra yaymasını, sürmesini, tarlaya tohum ve gübre atmayı çok seviyorum. Bahçeyi yetiştirmesi; bir şey küçücükken, bir tohumdan, bir çekirdekten ekiyorsun ve birçok oluyor onun verimini alınca çok mutlu oluyorum. Nohut atıyorsun, bir tane nohuttan onlarca nohut çıkıyor ve bunu paylaşabiliyorsun. Elinde fazlaysa satıyorsun, senin eksiğin neyse onu alıyorsun. Dağda ot, çıntar, mantar toplaması. Evinde dut varsa, başka meyvelerin varsa, onları toplayıp reçel yapması hem kendi kışlığın çıkıyor. Biz şimdiye kadar şunu gördük, aslında hep bir imece usulü, hep bir paylaşma vardı. Fazlasını paylaşırdık, satma yoktur bizde aslında. O satma şimdi şimdi günümüzde var. 10 senedir var çünkü artık insanlar yetmediği için yetişemediği için maddi anlamda da şu anda da kendi çevresine bile satmak zorunda kalıyor. Biz eskiden satmazdık, gelene gidene verirdik. İncirimiz, cevizimiz, zeytinimiz, zeytinyağımız çok boldur. Hep hediye şeklinde veririz elimizde ne bolsa. O kadar çok kıymetli topraklarımız var ki hakikaten “İyi ki köydeyim, iyi ki buradayım” dedirtiyor insana düşündüğünüz zaman. Pazara haftalarca hiç gitmedim. Bugün gittim bir börülcenin, fasulyenin kilosu 100 TL olmuş. İnanın şunu düşündüm, şehirdeki insanlar nasıl geçinebilir acaba? Gerçi ben gittiğimde bunların hiçbirine para ödemedim. Üzümümüz bile olurdu. Bu sene çok aşırı yağmurlardan dolayı hiç asma yaprağı yapamadık. Biz bakamadık. Normalde üzüm de hiç yok bu sene. Sadece 1-2 meyve aldım pazardan. Bunu çok sorguladım. 3 mısır olmuş 10 TL.
Şule: Gerçekten biz de çok zorlanıyoruz. Nejla Hanım sizi bulmuşken, bir konu daha var çok merak ettiğim. Pazara gidiyoruz, alıyoruz. Bazen köylülerden alıyoruz bazen halden getiriyorlar. Orada kullandıkları tohumun ne, nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu konuda nasıl bir fark var? Mesela siz kendinize tohumları alırken doğal bir tohum mu alıyorsunuz? Bizim piyasadan aldıklarımız arasındaki fark ne acaba?
Nejla: Bizim ata tohumlarımız var. Köyde kendi atalarımızdan beri ninelerimizden getirdiğimiz, hâlâ daha onları ektiğimiz. Mesela kurşun domates, çeri domatesi mi geçiyor sizde?
Şule: Evet.
Nejla: Biz burada ona kurşun domatesi deriz. Başka bir ismi de vardır. Çok bol verir, çok lezzetlidir. Su dahi istemez. Ama şu anda günümüzde bu ata tohumları çok da yok Yerli patlıcanlarımız vardır. Köy patlıcanı da olarak görülür. İnce ve uzundur, mor renklidir. Beyaz renkli olanı bile vardır. Şaşırırsınız, görmüşsünüzdür muhtemelen. Onu zaten hemen ayırt ediyorsunuz. ‘Ziraat Tohumu’ diyorlar. Şimdi ondan da ekenler oluyor ama bizim ata tohumunun verdiği lezzeti, tadı biz bulamıyoruz şu anda. İri çekirdeklidir, çok büyük olur. O yerli tohumun çekirdeği, karpuzun çekirdeği. Sulu olur. Ne kadar sularsan, o kadar sulu olur zaten, lezzeti, buram buram kokar. Tabii ki eskisinin tadı yok. Burada kendi yiyeceğimi çıkarttığım için inatla 5 senedir kesinlikle gübre kullanmıyorum. Sadece organik gübre diyorlar. Samra deriz burada, hayvan gübresidir. Büyük başım olduğu için ilaç kesinlikle kullanmıyoruz. Kendi yiyeceğimi ilaçlamamak için kül gibi doğal ilaçlar duyuyorum mesela. Küllü su yapıyoruz. Külün marazı diyoruz. Böyle bembeyaz oluyor patlıcanların yaprakları onlardan veriyoruz ama artık sizin de dediğiniz gibi gerçekten organik tarım yapmak çok zor, Çok zor. Yapıp o kadar fazla üretmek çok zor.
Şule: Gerçekten öyle bir anlatıyorsunuz ki sanki kendimi orada, ağaçların arasında ürünler var. Elimi her yere dokunduruyorum. Öyle hissediyorum.
Nejla: Herkesin evinin önünde asma, üzüm bağları, ceviz vardır. İki tane de olsa, hiç yoksa bir tane muhakkak vardır. İncir ağaçları boldur. Her yer zeytin bahçesidir. Eğer yolunuz düşerse bekliyoruz. Burada beni dinleyenleri de davet ediyorum İkizköy’e. Akbelen çok güzel. Bir ucu denize gider. Bir ucu zeytin bahçelerinde, bir ucu denizdedir. Gerçekten köyümüz, ülkemiz çok güzel. Zaten Türkiye'nin her köşesi ayrı güzel. Bu ülkede bulunmaktan dolayı her ne kadar her yeri istila altında olsa da her ne kadar birbirimize artık savaşıyor durumunda gözüksek de çok şanslı hissediyorum. Gözünüzün aldığı yer yemyeşil ama su kaynaklarımız gidiyor. Şimdi sular giderse bırakın bahçe yetiştirmeyi, bırakın Buğday ekmeyi ne diktiğimiz meyveler ne de zeytinlerimiz olacak. Çok da korkulan o kıtlık, gıda krizi, su krizinin artık içindeyiz zaten ve biz bile bunu burada yaşamaya başladık.
Şule: Aslında çözüm belli fakat. “Kıtlık olacak, kuraklık olacak” diye bizi korkutuyorlar. O çözümlerin hepsi hayata geçse hiç öyle bir durum olmayacak. Akbelen’e nasıl gidiliyor? Tarif ederseniz belki yolu düşen izleyicilerimiz size bir selam vermek isterler.
Nejla: Öncelikle buraya gelirseniz çok mutlu oluruz. İki şekilde ulaşılıyor. Burada Milas Bodrum Havalimanı var. Uçakla geliyorsanız orası en yakın. Milas’a geliyorsunuz, Milas'a geldikten sonra Ören’e gitmek için Ören minibüsüne bindiğinizde zaten hemen Akbelen’in içinden geçiyorsunuz. Pankartların birçoğunu indirdiler ama alanda mevcut. Üç noktada durduruluyorsunuz. Zaten hemen tomaları hissediyorsunuz. Pankartlarda ‘Akbelen İşgal Altında’ yazıyor. Aslında ulaşımı çok kolay. Ören, Karaca Hisarköy, Çam Köyü, Yeniköy yazan araçlar getiriyor. Milas'a inince “Ören’e gideceğim” dedikten sonra her şekilde ulaşabiliyorsunuz buraya.
Şule: Otobüsle gelsek?
Nejla: Otobüsle geldiğinizde zaten Bodrum diye söylediğiniz zaman Muğla'ya gelirseniz yine Milas aracına binmeniz gerekiyor aktarmalı geliyorsanız. Direkt otobüs bulursanız Bodrum otobüsüne bindiyseniz Milas otogarına indiriyor. Milas'tan da Ören aracıyla direk Akbelen’e ulaşabiliyorsunuz.
Şule: Ağaçlar kesiliyor siz orada nöbet tutuyorsunuz. Peki, halktan şu anda ne bekliyorsunuz?
Nejla: Daha hâlâ geç değil, ‘Akbelen’e sahip çıkabilirsiniz’ diyoruz. Bizi izleyenlere. Biz burada üretmek için canla başla çalışıyoruz kaynaklarımız için. Hep diyorlar, “Onların derdi başka, 3-5 ağaç dertleri değil.” Bizim aslında derdimiz köylerimizin yok edilmemesi, tarımın bitirilmemesi, ormanların yok edilmemesi, su kaynaklarımızın bitirilmemesi. Gerçekten de 3-5 ağaç ve daha da ötesi, meselemiz vatan meselesi dedik. Akbelen’i kestiler, o güzelim canım ormana kıydılar. Büyük bir alandı ve bunu 6 gün gibi kısa bir sürede yaptılar. Çünkü hiç durmadılar. Onlarca askeri yığarak ellerindeki bütün imkanları zorlayarak yolları tıkayarak 6 günde güzelim ormanı kestiler. Ama şu an bugün 23. günündeyiz. Şunu söylüyoruz: Madene vermemek için bu güzelim Akbelen’in o kıymetli verimli toprağını mücadele ediyoruz. Samralı, organik gübre var burada. İnsanlar gelince görüyor. “Burada ne dökülü?” diye soruyorlar. Bu orman gübresidir. Daha koyudur. Çiçeklerde orkidelerde çok kullanırdık alıp. O kıymetli verimli toprağını ve altındaki su akiferlerini, Bodrum'u, Milas’ı besleyen ve bizim tarım arazilerimizi, zeytinlerimizi besleyen su havzalarını kaybetmemek için bizim mücadelemiz. Gerçekten en başta topun ağzında İkizköy, Çamköy, Karacahisar var ama iş buradan da büyük, su krizlerine yol açacak bir su sorunumuz var. İnsanların gerçekten Akbelen’e sahip çıkması lazım. Üzerimizdeki ölü toprağını atmamız lazım. En başta kendi mirasımıza sesleniyorum. Muğla bölgemize sesleniyorum ve tüm Türkiye'ye sesleniyorum. Henüz geç değil, burası henüz madene başlamadı. Madene teslim etmeyelim. Ömrünü doldurmuş 2 termik santral için artık bu kadar verdiğimiz ormanlık alan yeter. 12 köy yok edildi. Burada daha 12 köyle birlikte 60 köy var yok edilecek. Bugün bunu burada durduramazsak, bunun önüne bundan sonra hiç kimse geçemeyecek. Ne olur İkizköylüleri, Akbelen mücadelesini, bizleri burada yalnız bırakmayın. “Orada orman kesilmiş, boşuna uğraşıyorlar, boşuna direniyorlar. Niye gidelim ki?” demeyin. Burada daha savunulacak toprak var, su var, temiz hava var. Çünkü burada ölüyoruz. Kanser hastalarından geçit yok burada. Küçücük köyde bile her yıl onlarca insan ölüyor, daha da artacak. Bunu ben hissediyorum. Bugün Milas'ta 2-3 tanıdığım akrabamla görüştüm. Bir tanesi “Göğsümde bir kitle çıktı, kötü” dedi. Bir tanesi “boğazımda” dedi. Bu sorun hepimizin sorunu. Sağlığa, toprağa verdiği maliyet, zarar gözler önünde. Uzmanlar bas bas bağırıyor, iklimi nasıl değiştirdiğini. Ne olur uzmanlara kulak verilsin ve Akbelen’e sahip çıkılsın. Sadece Akbelen’e değil, Türkiye'mize, vatanımıza sahip çıkılsın. Kıyım neredeyse oraya koşalım ama şu an burası çok önemli gerçekten. Biz buna dur demezsek, burada birliktelik kuramazsak, “Burada hayır artık bunu yapamazsın” demezsek, güçlü bir yumruk olmazsak, şirket, askeri, devleti, onu bunu kullanarak hayallerini gerçekleştirecek. Zaten 23 gündür ormanını yok etti ama geri kalanı da yok etmesine izin vermeyelim, bunu söylüyorum sadece.
Şule: Çok teşekkür ediyoruz. Buradan da Umudun Kadınları Dergisi olarak Akbelen’in, İkizköy’ün kadınlarının ya da orada yaşayan insanların umutlarını, mücadelelerini, dergimize taşımak için kapımız her zaman açık sizin çözümlerinizi, sıkıntılarınızı paylaşmaya, onu da buradan söylemiş olalım. Eğitim durumunuz nedir? Sanıyorum bir dernek başkanlığınız var. Onlarla da ilgili paylaşımlar yaparsanız.
Nejla: Ortaokul mezunuyum. 4 senedir bu mücadelenin içerisindeyim. İlk mücadelemize başladığımızda dernek yoktu. Bir whatsapp grubuyla çevre komitesini kurduk ve halen daha o komite işliyor. Aslında burada karar verici, İkizköylüler. Çevre komitesi 4 senedir bu mücadeleyi götürüyor. 2 seneyi aşkındır nöbet alanını götürdü. Onca zorluğa, onca baskıya rağmen şirketin her türlü psikolojik baskısına rağmen dernek başkanıyım. İkizköy derneği sayılır ama burada yok edilecek olan en baştaki Karadam, Karahisar mahalleleri. Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği. İsmi uzunca bir isim ama aslında İkizköy Derneği, kısa ismi de ‘Kardok.’ Bu derneğin başkanlığını yürütüyorum. 2020’nin aralık ayında kurulmuş bu derneğin ilk geçici yönetim kurulu başkanımız, Kaptan Yorulmaz adlı emekli öğretmen kendisi. Daha sonra bana bu görev layık görüldü. Elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum ve en önde eğer bu toprakları kurtarırsak ki öyle düşünüyorum, öyle umut etmek istiyorum. Sonrasında bizim de ilk hedefimiz burada bir kooperatif kurmak. Buranın balı çok meşhurdur mesela Çam Balı. Milas zeytinyağı, Avrupa Birliği coğrafi işaret almış. Zeytinyağlı sabunlarımız burada çok meşhurdur. Babalarımız, dedelerimiz halen daha yapar. Sofralık zeytinlerimiz çok güzel. Kendimiz yapıyoruz. Doğal otlarımız var. Bunlarla gözlemeler yapıyoruz. Kaysılarımız, yerli dutlarımız var. O kadar çok hayallerimiz var ki burada kadınlarla bizim yapmak istediğimiz ama önce şu gerçekten termik santrali belasını ve başımızdaki bu gölgeyi artık üstümüzden yok etmek istiyoruz. Önceliğimiz onu bir durduralım. Yenilenebilir enerjiye geçelim. 15-16 km boyunca yok ettikleri devasa bir alan var, oraya o güneş panellerini kursunlar. Gerekirse çatılarımıza da kuralım. 20 lamba yakacağımıza on lamba yakalım. İki dolap çalıştıracağımıza bir dolap çalıştıralım. Her zaman her şeyin israfından kaçınalım. Suyu da çok hor kullanıyoruz. Sanki sınırsız bir suyumuz varmış gibi. Toprağı da öyle kullanıyoruz. Her şeyi çok hoyratça kullanıyoruz. İnsanız, bu dünyada hep var olmayacağız. Bugün varsak yarın yokuz, bir kiracıyız gözüyle bakıyoruz. Atalarımız nasıl en güzel şekilde bıraktıysa, onca kıtlığa rağmen, onca savaşa rağmen kanlarını döküp bu vatanı bize en güzel şekilde nasıl emanet ettilerse, bizim de hedefimiz çocuklarımıza, gelecek nesillere en iyi, en güzel şekilde emanet bırakmaktır. Düşüncem, temennim bu. Bunun için mücadele ediyoruz burada. O yüzden bizim de kooperatif hayalimiz var, umarım onu birlikte gerçekleştiririz sizlerle de diye düşünüyorum.
Şule: Bu hayallerinizin gerçekleşmesini Umudun Kadınları Dergisi olarak biz de umut ediyoruz. Gerçekten çok güzel mesajlar vererek sanki söyleşimizi de bir yerde sonlandırıyoruz ve bu kadar yoğunluk içerisinden bize de zaman ayırarak katıldığınız için çok teşekkür ediyoruz. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, ortaokul mezunusunuz. O kadar güzel, öyle düzgün konuşuyorsunuz ki değme üniversite mezunlarına taş çıkartıyorsunuz. Çok çok keyifli bir söyleşi oldu. Eğer söylemek istediğiniz başka bir konu yoksa isterseniz artık “Hoşça kalın.” diyelim birbirimize.
Nejla: Ben de çok teşekkür ederim bu güzel sohbet için bu güzel davet için, çok memnun oldum. Çok da gurur duydum. Burada kadınlar adına, köylü kadınlar ve aslında tüm ülkemizdeki üreten üretici kadınlar adına konuşmaktan gurur duydum. İltifatınız için düşünceleriniz için ayriyeten onur duydum. Akbelen Üniversitesi bizlere çok şey öğretti. Burada onu söylüyoruz. 4 senedir hakkımızı nasıl aramayı, hakkımızı nasıl savunmayı, en azıyla nasıl geçinmeyi ve elindekinin kıymetini bilmeyi, konuşmayı, burada gün gün, an be an bu üniversite öğretti bize. Buraya tahsilli, doktorlarından tutun da avukatlarına kadar o kadar vicdanlı insanlar geldi. Her şeyi kitap okumakla, onu okumakla bunu okumakla özdeşleştiriyoruz ya, vicdanlı, merhametli, toprağına, doğasına, her bir canlıya önem veren, seven, koruyan kollayan insanlar geldi. Böyle güzel insanlardan da o kadar çok güzel şeyler aldık ki biz o kadar şey kaptık ki aslında benim teşekkürüm hepsine olsun. Bize destek veren o kocaman Akbelen ailesine, İkizköy dostlarına olsun, sizlere olsun, çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız diyorum
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, biz de Akbelen ormanında yaşananları, İkizköy’ü, onların sıkıntılarını ve çözüm önerilerini az da olsa sizlerle paylaşmak istedik. Yaşamın içinden çok güzel bir örnek oldu. Başka bir ‘Rol Modellerimiz’ köşemizde buluşmak üzere hoşça kalın, umutla kalın. Akbelen ormanı mücadelesinden de ayrılmayalım. Elimizden ne geliyorsa yapalım.
15 Ağustos 2023.
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, biliyorsunuz son günlerde Akbelen ormanıyla, İkizköy’le ilgili olaylar gündemde. Biz de bu olayları ‘Rol Modellerimiz’ köşemize taşımak istedik. Karşımızda İkizköy’den ve Akbelen ormanlarındaki olayları yakından takip eden, aynı zamanda da kooperatiflerle, üretimle ilgisi olan Nejla Işık arkadaşımız var. Hoş geldiniz Nejla Hanım.
Nejla: Hoş buldum, merhabalar.
Şule: Sizi televizyondan biliyorlar ama yine de izleyicilerimiz için kendimizi tanıtın isterseniz. “Nejla Işık kimdir” dediğimiz zaman, nerelisiniz, nerede doğdunuz, çoluk çocuk var mı gibi oradan başlayalım.
Nejla: İkizköy’de doğdum, burada büyüdüm. 2 çocuk annesiyim. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorum. Burada üretiyorum, üreticiyim. Çiftçiyim, çobanım, yörüğüm. Her zaman kendimi bu şekilde tanıtıyorum.
Şule: Ne zaman başladı bu çiftçilik hayatı sizde?
Nejla: Aslında doğdum doğalı buradayım. Kendimi bildim bileli tütünün içindeyim. Ta ki 1998’de evleninceye kadar. Aynı köyde evlendim. Eşim de buralı, İkizköylü, Işıkdere mevkiinden. Hep bahsediyoruz, yok olan kaybettiğimiz köyden diye. Aslında tek köy ama mevkileri farklı. Tarımla, hayvancılıkla diyemem ama buğdaydır, yulaftır, arpadır, domates, biber, patlıcan yetiştirmekle uğraşıyorum. Çocukluğumda, gençliğimde tütünle daha çok haşır neşir olurduk ve zeytincilik ile büyüdüm aynı zamanda. Çocukken ve gençliğimdeki zeytincilik ile şimdiki zeytincilik arasında tabii ki farklar var. O zaman şartlar daha ağırdı. Şimdi makinalar, traktörler var. Ulaşım da rahat. Zeytin silkme makineleri var. Eskiden biz sırıklarla yapardık. Tek tek düşürürdük. Bir-2 ay daha fazla uğraşırdık. Çuvallarda çok beklerdi. Belki asitlenmesi de ondan olmuştur diye bazen konuşuruz babamlarla, ninemlerle. Köyde doğduğum için kendimi bildim bileli tarımın içindeyim diyebilirim.
Şule: Kadınların gerçekten üretimle çok yakından ilgileri var. Her ne kadar çok görünür olmasalar da bu üretimle ilgili biraz konuşmak istiyorum. İzleyicilerimiz de merak ediyorlardır. Hangi ürünleri üretiyorsunuz? Şu anda satış yapıyor musunuz? Biraz onlardan da bahsederseniz bize.
Nejla: Satış yapıyor muyum? Çok da yapamıyorum aslında. Niye yapamıyorum? Artık tarım alanlarımızın, topraklarımızın malum termik santraller, açık ocak maden işletmeciliği tarafından su kaynaklarımızın, topraklarımızın, ormanlarımızın yok oluşu sebebiyle şu an kendi kendimize yeten durumdayız. Onda bile zorlanıyoruz. Buğday yulaf, arpa, nohut, mercimek, sarımsak, soğan, yazın aklınıza gelebilecek bütün sebzeler; domates, biber, patlıcandan tutun da kavun, karpuz, börülceden bamyaya kadar bugün pazara gittiğinizde hemen hemen filenizi, çantanızı neyle dolduruyorsanız hepsini üretiyoruz biz burada. Büyük baş hayvanlarım var. Aynı zamanda küçükbaşım var sütümüzü yoğurdumuzu yapıyoruz. Tereyağı yapmıyoruz. ‘Tortu’ dediğimiz, tereyağına eşdeğer bir ürün var. Bütün hayvansal gıdalarımız, tavuklarımız, yumurtamız kendimizden. Kendimizi çok çok şanslı görüyoruz. Bu topraklarda doğmuş, böyle kıymetli topraklara sahip olmanın, kendimizi ve hayatımızı burada geçirmenin kıymetini çok denli bildiğimiz için belki de bu mücadeleye bu kadar sıkı sıkı sarılmamızın sebebi bu.
Şule: Tabii bu çok önemli. Sizi zaten söyleşilerinizde de izledim. “Ben sadece İkizköy için değil, Türkiye için” diyerek görüşlerinizi paylaşıyorsunuz. Bu doğal ürünleri bulmak her zaman için mümkün olmayabiliyor. Biz de hep gidip doğal ürünü arıyoruz. “Doğal ürün, organik ürün” diyorlar ama ne kadar doğal? Ne kadarı doğal değil hiç bilemiyoruz da. O yüzden de siz de söylediniz. “Şu anda kendimize yetiyor” diye. O zaman ürettiğimiz ürünlerden herhangi bir satış yapamıyorsanız, şu anda köydekiler geçimlerini nasıl sağlıyorlar?
Nejla: Genelde eşler çalışıyor burada. Tarım da hayvancılık da artık çok zorlandığı için aynı şekilde ekip biçmek, hayvanları yetiştirmek için otlatacak meranız kalmıyor. Yem fiyatları artmış, bir tarlayı ekeceksiniz, Kira veriyorsunuz, mazot fiyatından tutun gübre fiyatına kadar biçerdövere verdiğiniz para, hepsini hesapladığınızda bırakın yanınıza kâr kalmayı daha cebinizden borçlanarak elde ediyorsunuz orada verimi. Öyle olduğu için de burada artık kadınlarda çok fazla ekip biçen kalmadı. Muğla Milas dediğiniz zaman birincisi havalimanı var burada biliyorsunuz. Oteller var turizm olduğu için kadınların birçoğu hemen hemen erkekler de aynı şekilde turizm bölgesinde balık sektöründe çalışıyorlar. Kılıç gibi ünlü aletler de burada mevcut. Bu üretim çiftliklerinde çalışıyorlar. Bundan dolayı üreten bizler azalıyoruz. Aslında çiftçilik de burada can çekişiyor. Tarım hayvancılık da Milas'ta can çekişiyor. En büyük geçim kaynağımız zeytin. Zeytini bile artık çok zor buluyor insanlar çünkü veriminde çok düşüş var zeytinin. Çok etkileniyor buradaki o santrallerden, o kükürtten, karbondioksitten, asit yağmurlarından. Toprağımızın zehirlendiği yetmiyor, burada ağaçlarımız, bitkilerimiz, meyvelerimiz, her şeyimiz zehirleniyor.
Şule: Evet, gerçekten çok can alıcı sorunlardan biri. Biz de böyle izliyoruz. 4 yıldan beri verdiğiniz mücadeleyi ve bizim gözlemimiz şu: Üretim kadınların daha çok ilgi alanları olduğu için daha doğrusu doğal ortamda hep ürettikleri için çok güzel sahip çıkıyorlar ve oradaki kadınlar da bu şekilde sizin gibi duyarlı mı yoksa duyarsızlık da kadınlarda artıyor mu acaba?
Nejla: Kadınlar tabii ki erkeklere göre daha çok duyarlı. Erkekler daha çok sigorta durumundan bakmakla yükümlü gibi düşünülüyor. Genelde ev geçindirmek ile yükümlü gibi. Öyle olduğundan erkekler genelde hep dışarıda, bu bahsettiğim yerlerde çalışıyor ama artık kadınlar dışarıda çalışsa bile köydeki ekonomik özgürlükleri daha avantajlı. Çünkü dışarıda çalıştığı maaşını direkt cebine indirebiliyor. Başka bir yere yatırım yapabiliyor. Köyde de bir yandan orada çalışırken kendi yiyeceğini, her şeyi burada yetiştiriyor, bunlara para vermiyor. Bu da kadının elini daha da çok güçlendiriyor. Erkeğin de öyle ama kadının köydeki özgürlüğü, ekonomik özgürlüğü çok önemli. Çocuklarının da salçasını, biberdir, kışlıklarıdır, onları da hazırlar. E şimdi durum tabii böyle olunca da kadın toprağına, köyüne sahip çıkmasın da kim sahip çıksın diyorsun. Anaç olması, toprakla bağı, ormanla bütünlüğü konuları var. Orman içindeki otların (Ege otları meşhurdur biliyorsunuz.) dağdaki otların hangisinin zehirli, hangisinin yenebilir olduğunu çoğu erkek bilmez ama hemen hemen çoğu kadın bilir köyde yetişmiş, köyde büyümüşse. O yüzden dışarıda çalışıyor bile olsa o toprakta her şeyini yetiştirir, kadın eve de gelir, evdeki işine de yeter, bahçesine de yetmeye çalışır. Kadınlar daha çok direnişte, burada kadınlar daha çok farkında çok şeyin. Şöyle baktığımız zaman aslında Türkiye genelinde kadınların niçin ön planda olduğu sorusunun cevabı burada bence.
Şule: Evet, gerçek anlamda da üretimin başında olsalar, idareci konumunda olsalar, her şey çok daha farklı bir düzende olacak diye hep umut etmek istiyorum.
Nejla: Kesinlikle kesinlikle, böyle evde her şeyden bir şey çıkarırız, israftan kaçınırız. Çoğu öyledir. Kadınlara yönetim verilse, birçok sorunun önüne geçilir ama ne yazık ki ülkemizde öyle bir şey göremiyoruz hala daha günümüzde.
Şule: Bu işleri çok severek de yapıyorsunuz öyle anlaşılıyor. En çok yapmayı sevdiğiniz, üretmekle ilgili hangi işler var? “Şu işi yaparken çok mutlu oluyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum” dediğimiz.
Nejla: Zeytinle uğraşmak güzel. Mesela onu budaması, bakımı, temizliği benim çok hoşuma gider. Bağ makasıyla kadınlar çok yapar mı bilmiyorum. Bizim burada genelde hep erkekler yapıyor ama ben hemen eşimle giderim. Orada zeytinin dibindeki zeytine zarar veren kelleri ayıklamasını, dibine samra yaymasını, sürmesini, tarlaya tohum ve gübre atmayı çok seviyorum. Bahçeyi yetiştirmesi; bir şey küçücükken, bir tohumdan, bir çekirdekten ekiyorsun ve birçok oluyor onun verimini alınca çok mutlu oluyorum. Nohut atıyorsun, bir tane nohuttan onlarca nohut çıkıyor ve bunu paylaşabiliyorsun. Elinde fazlaysa satıyorsun, senin eksiğin neyse onu alıyorsun. Dağda ot, çıntar, mantar toplaması. Evinde dut varsa, başka meyvelerin varsa, onları toplayıp reçel yapması hem kendi kışlığın çıkıyor. Biz şimdiye kadar şunu gördük, aslında hep bir imece usulü, hep bir paylaşma vardı. Fazlasını paylaşırdık, satma yoktur bizde aslında. O satma şimdi şimdi günümüzde var. 10 senedir var çünkü artık insanlar yetmediği için yetişemediği için maddi anlamda da şu anda da kendi çevresine bile satmak zorunda kalıyor. Biz eskiden satmazdık, gelene gidene verirdik. İncirimiz, cevizimiz, zeytinimiz, zeytinyağımız çok boldur. Hep hediye şeklinde veririz elimizde ne bolsa. O kadar çok kıymetli topraklarımız var ki hakikaten “İyi ki köydeyim, iyi ki buradayım” dedirtiyor insana düşündüğünüz zaman. Pazara haftalarca hiç gitmedim. Bugün gittim bir börülcenin, fasulyenin kilosu 100 TL olmuş. İnanın şunu düşündüm, şehirdeki insanlar nasıl geçinebilir acaba? Gerçi ben gittiğimde bunların hiçbirine para ödemedim. Üzümümüz bile olurdu. Bu sene çok aşırı yağmurlardan dolayı hiç asma yaprağı yapamadık. Biz bakamadık. Normalde üzüm de hiç yok bu sene. Sadece 1-2 meyve aldım pazardan. Bunu çok sorguladım. 3 mısır olmuş 10 TL.
Şule: Gerçekten biz de çok zorlanıyoruz. Nejla Hanım sizi bulmuşken, bir konu daha var çok merak ettiğim. Pazara gidiyoruz, alıyoruz. Bazen köylülerden alıyoruz bazen halden getiriyorlar. Orada kullandıkları tohumun ne, nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu konuda nasıl bir fark var? Mesela siz kendinize tohumları alırken doğal bir tohum mu alıyorsunuz? Bizim piyasadan aldıklarımız arasındaki fark ne acaba?
Nejla: Bizim ata tohumlarımız var. Köyde kendi atalarımızdan beri ninelerimizden getirdiğimiz, hâlâ daha onları ektiğimiz. Mesela kurşun domates, çeri domatesi mi geçiyor sizde?
Şule: Evet.
Nejla: Biz burada ona kurşun domatesi deriz. Başka bir ismi de vardır. Çok bol verir, çok lezzetlidir. Su dahi istemez. Ama şu anda günümüzde bu ata tohumları çok da yok Yerli patlıcanlarımız vardır. Köy patlıcanı da olarak görülür. İnce ve uzundur, mor renklidir. Beyaz renkli olanı bile vardır. Şaşırırsınız, görmüşsünüzdür muhtemelen. Onu zaten hemen ayırt ediyorsunuz. ‘Ziraat Tohumu’ diyorlar. Şimdi ondan da ekenler oluyor ama bizim ata tohumunun verdiği lezzeti, tadı biz bulamıyoruz şu anda. İri çekirdeklidir, çok büyük olur. O yerli tohumun çekirdeği, karpuzun çekirdeği. Sulu olur. Ne kadar sularsan, o kadar sulu olur zaten, lezzeti, buram buram kokar. Tabii ki eskisinin tadı yok. Burada kendi yiyeceğimi çıkarttığım için inatla 5 senedir kesinlikle gübre kullanmıyorum. Sadece organik gübre diyorlar. Samra deriz burada, hayvan gübresidir. Büyük başım olduğu için ilaç kesinlikle kullanmıyoruz. Kendi yiyeceğimi ilaçlamamak için kül gibi doğal ilaçlar duyuyorum mesela. Küllü su yapıyoruz. Külün marazı diyoruz. Böyle bembeyaz oluyor patlıcanların yaprakları onlardan veriyoruz ama artık sizin de dediğiniz gibi gerçekten organik tarım yapmak çok zor, Çok zor. Yapıp o kadar fazla üretmek çok zor.
Şule: Gerçekten öyle bir anlatıyorsunuz ki sanki kendimi orada, ağaçların arasında ürünler var. Elimi her yere dokunduruyorum. Öyle hissediyorum.
Nejla: Herkesin evinin önünde asma, üzüm bağları, ceviz vardır. İki tane de olsa, hiç yoksa bir tane muhakkak vardır. İncir ağaçları boldur. Her yer zeytin bahçesidir. Eğer yolunuz düşerse bekliyoruz. Burada beni dinleyenleri de davet ediyorum İkizköy’e. Akbelen çok güzel. Bir ucu denize gider. Bir ucu zeytin bahçelerinde, bir ucu denizdedir. Gerçekten köyümüz, ülkemiz çok güzel. Zaten Türkiye'nin her köşesi ayrı güzel. Bu ülkede bulunmaktan dolayı her ne kadar her yeri istila altında olsa da her ne kadar birbirimize artık savaşıyor durumunda gözüksek de çok şanslı hissediyorum. Gözünüzün aldığı yer yemyeşil ama su kaynaklarımız gidiyor. Şimdi sular giderse bırakın bahçe yetiştirmeyi, bırakın Buğday ekmeyi ne diktiğimiz meyveler ne de zeytinlerimiz olacak. Çok da korkulan o kıtlık, gıda krizi, su krizinin artık içindeyiz zaten ve biz bile bunu burada yaşamaya başladık.
Şule: Aslında çözüm belli fakat. “Kıtlık olacak, kuraklık olacak” diye bizi korkutuyorlar. O çözümlerin hepsi hayata geçse hiç öyle bir durum olmayacak. Akbelen’e nasıl gidiliyor? Tarif ederseniz belki yolu düşen izleyicilerimiz size bir selam vermek isterler.
Nejla: Öncelikle buraya gelirseniz çok mutlu oluruz. İki şekilde ulaşılıyor. Burada Milas Bodrum Havalimanı var. Uçakla geliyorsanız orası en yakın. Milas’a geliyorsunuz, Milas'a geldikten sonra Ören’e gitmek için Ören minibüsüne bindiğinizde zaten hemen Akbelen’in içinden geçiyorsunuz. Pankartların birçoğunu indirdiler ama alanda mevcut. Üç noktada durduruluyorsunuz. Zaten hemen tomaları hissediyorsunuz. Pankartlarda ‘Akbelen İşgal Altında’ yazıyor. Aslında ulaşımı çok kolay. Ören, Karaca Hisarköy, Çam Köyü, Yeniköy yazan araçlar getiriyor. Milas'a inince “Ören’e gideceğim” dedikten sonra her şekilde ulaşabiliyorsunuz buraya.
Şule: Otobüsle gelsek?
Nejla: Otobüsle geldiğinizde zaten Bodrum diye söylediğiniz zaman Muğla'ya gelirseniz yine Milas aracına binmeniz gerekiyor aktarmalı geliyorsanız. Direkt otobüs bulursanız Bodrum otobüsüne bindiyseniz Milas otogarına indiriyor. Milas'tan da Ören aracıyla direk Akbelen’e ulaşabiliyorsunuz.
Şule: Ağaçlar kesiliyor siz orada nöbet tutuyorsunuz. Peki, halktan şu anda ne bekliyorsunuz?
Nejla: Daha hâlâ geç değil, ‘Akbelen’e sahip çıkabilirsiniz’ diyoruz. Bizi izleyenlere. Biz burada üretmek için canla başla çalışıyoruz kaynaklarımız için. Hep diyorlar, “Onların derdi başka, 3-5 ağaç dertleri değil.” Bizim aslında derdimiz köylerimizin yok edilmemesi, tarımın bitirilmemesi, ormanların yok edilmemesi, su kaynaklarımızın bitirilmemesi. Gerçekten de 3-5 ağaç ve daha da ötesi, meselemiz vatan meselesi dedik. Akbelen’i kestiler, o güzelim canım ormana kıydılar. Büyük bir alandı ve bunu 6 gün gibi kısa bir sürede yaptılar. Çünkü hiç durmadılar. Onlarca askeri yığarak ellerindeki bütün imkanları zorlayarak yolları tıkayarak 6 günde güzelim ormanı kestiler. Ama şu an bugün 23. günündeyiz. Şunu söylüyoruz: Madene vermemek için bu güzelim Akbelen’in o kıymetli verimli toprağını mücadele ediyoruz. Samralı, organik gübre var burada. İnsanlar gelince görüyor. “Burada ne dökülü?” diye soruyorlar. Bu orman gübresidir. Daha koyudur. Çiçeklerde orkidelerde çok kullanırdık alıp. O kıymetli verimli toprağını ve altındaki su akiferlerini, Bodrum'u, Milas’ı besleyen ve bizim tarım arazilerimizi, zeytinlerimizi besleyen su havzalarını kaybetmemek için bizim mücadelemiz. Gerçekten en başta topun ağzında İkizköy, Çamköy, Karacahisar var ama iş buradan da büyük, su krizlerine yol açacak bir su sorunumuz var. İnsanların gerçekten Akbelen’e sahip çıkması lazım. Üzerimizdeki ölü toprağını atmamız lazım. En başta kendi mirasımıza sesleniyorum. Muğla bölgemize sesleniyorum ve tüm Türkiye'ye sesleniyorum. Henüz geç değil, burası henüz madene başlamadı. Madene teslim etmeyelim. Ömrünü doldurmuş 2 termik santral için artık bu kadar verdiğimiz ormanlık alan yeter. 12 köy yok edildi. Burada daha 12 köyle birlikte 60 köy var yok edilecek. Bugün bunu burada durduramazsak, bunun önüne bundan sonra hiç kimse geçemeyecek. Ne olur İkizköylüleri, Akbelen mücadelesini, bizleri burada yalnız bırakmayın. “Orada orman kesilmiş, boşuna uğraşıyorlar, boşuna direniyorlar. Niye gidelim ki?” demeyin. Burada daha savunulacak toprak var, su var, temiz hava var. Çünkü burada ölüyoruz. Kanser hastalarından geçit yok burada. Küçücük köyde bile her yıl onlarca insan ölüyor, daha da artacak. Bunu ben hissediyorum. Bugün Milas'ta 2-3 tanıdığım akrabamla görüştüm. Bir tanesi “Göğsümde bir kitle çıktı, kötü” dedi. Bir tanesi “boğazımda” dedi. Bu sorun hepimizin sorunu. Sağlığa, toprağa verdiği maliyet, zarar gözler önünde. Uzmanlar bas bas bağırıyor, iklimi nasıl değiştirdiğini. Ne olur uzmanlara kulak verilsin ve Akbelen’e sahip çıkılsın. Sadece Akbelen’e değil, Türkiye'mize, vatanımıza sahip çıkılsın. Kıyım neredeyse oraya koşalım ama şu an burası çok önemli gerçekten. Biz buna dur demezsek, burada birliktelik kuramazsak, “Burada hayır artık bunu yapamazsın” demezsek, güçlü bir yumruk olmazsak, şirket, askeri, devleti, onu bunu kullanarak hayallerini gerçekleştirecek. Zaten 23 gündür ormanını yok etti ama geri kalanı da yok etmesine izin vermeyelim, bunu söylüyorum sadece.
Şule: Çok teşekkür ediyoruz. Buradan da Umudun Kadınları Dergisi olarak Akbelen’in, İkizköy’ün kadınlarının ya da orada yaşayan insanların umutlarını, mücadelelerini, dergimize taşımak için kapımız her zaman açık sizin çözümlerinizi, sıkıntılarınızı paylaşmaya, onu da buradan söylemiş olalım. Eğitim durumunuz nedir? Sanıyorum bir dernek başkanlığınız var. Onlarla da ilgili paylaşımlar yaparsanız.
Nejla: Ortaokul mezunuyum. 4 senedir bu mücadelenin içerisindeyim. İlk mücadelemize başladığımızda dernek yoktu. Bir whatsapp grubuyla çevre komitesini kurduk ve halen daha o komite işliyor. Aslında burada karar verici, İkizköylüler. Çevre komitesi 4 senedir bu mücadeleyi götürüyor. 2 seneyi aşkındır nöbet alanını götürdü. Onca zorluğa, onca baskıya rağmen şirketin her türlü psikolojik baskısına rağmen dernek başkanıyım. İkizköy derneği sayılır ama burada yok edilecek olan en baştaki Karadam, Karahisar mahalleleri. Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği. İsmi uzunca bir isim ama aslında İkizköy Derneği, kısa ismi de ‘Kardok.’ Bu derneğin başkanlığını yürütüyorum. 2020’nin aralık ayında kurulmuş bu derneğin ilk geçici yönetim kurulu başkanımız, Kaptan Yorulmaz adlı emekli öğretmen kendisi. Daha sonra bana bu görev layık görüldü. Elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum ve en önde eğer bu toprakları kurtarırsak ki öyle düşünüyorum, öyle umut etmek istiyorum. Sonrasında bizim de ilk hedefimiz burada bir kooperatif kurmak. Buranın balı çok meşhurdur mesela Çam Balı. Milas zeytinyağı, Avrupa Birliği coğrafi işaret almış. Zeytinyağlı sabunlarımız burada çok meşhurdur. Babalarımız, dedelerimiz halen daha yapar. Sofralık zeytinlerimiz çok güzel. Kendimiz yapıyoruz. Doğal otlarımız var. Bunlarla gözlemeler yapıyoruz. Kaysılarımız, yerli dutlarımız var. O kadar çok hayallerimiz var ki burada kadınlarla bizim yapmak istediğimiz ama önce şu gerçekten termik santrali belasını ve başımızdaki bu gölgeyi artık üstümüzden yok etmek istiyoruz. Önceliğimiz onu bir durduralım. Yenilenebilir enerjiye geçelim. 15-16 km boyunca yok ettikleri devasa bir alan var, oraya o güneş panellerini kursunlar. Gerekirse çatılarımıza da kuralım. 20 lamba yakacağımıza on lamba yakalım. İki dolap çalıştıracağımıza bir dolap çalıştıralım. Her zaman her şeyin israfından kaçınalım. Suyu da çok hor kullanıyoruz. Sanki sınırsız bir suyumuz varmış gibi. Toprağı da öyle kullanıyoruz. Her şeyi çok hoyratça kullanıyoruz. İnsanız, bu dünyada hep var olmayacağız. Bugün varsak yarın yokuz, bir kiracıyız gözüyle bakıyoruz. Atalarımız nasıl en güzel şekilde bıraktıysa, onca kıtlığa rağmen, onca savaşa rağmen kanlarını döküp bu vatanı bize en güzel şekilde nasıl emanet ettilerse, bizim de hedefimiz çocuklarımıza, gelecek nesillere en iyi, en güzel şekilde emanet bırakmaktır. Düşüncem, temennim bu. Bunun için mücadele ediyoruz burada. O yüzden bizim de kooperatif hayalimiz var, umarım onu birlikte gerçekleştiririz sizlerle de diye düşünüyorum.
Şule: Bu hayallerinizin gerçekleşmesini Umudun Kadınları Dergisi olarak biz de umut ediyoruz. Gerçekten çok güzel mesajlar vererek sanki söyleşimizi de bir yerde sonlandırıyoruz ve bu kadar yoğunluk içerisinden bize de zaman ayırarak katıldığınız için çok teşekkür ediyoruz. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, ortaokul mezunusunuz. O kadar güzel, öyle düzgün konuşuyorsunuz ki değme üniversite mezunlarına taş çıkartıyorsunuz. Çok çok keyifli bir söyleşi oldu. Eğer söylemek istediğiniz başka bir konu yoksa isterseniz artık “Hoşça kalın.” diyelim birbirimize.
Nejla: Ben de çok teşekkür ederim bu güzel sohbet için bu güzel davet için, çok memnun oldum. Çok da gurur duydum. Burada kadınlar adına, köylü kadınlar ve aslında tüm ülkemizdeki üreten üretici kadınlar adına konuşmaktan gurur duydum. İltifatınız için düşünceleriniz için ayriyeten onur duydum. Akbelen Üniversitesi bizlere çok şey öğretti. Burada onu söylüyoruz. 4 senedir hakkımızı nasıl aramayı, hakkımızı nasıl savunmayı, en azıyla nasıl geçinmeyi ve elindekinin kıymetini bilmeyi, konuşmayı, burada gün gün, an be an bu üniversite öğretti bize. Buraya tahsilli, doktorlarından tutun da avukatlarına kadar o kadar vicdanlı insanlar geldi. Her şeyi kitap okumakla, onu okumakla bunu okumakla özdeşleştiriyoruz ya, vicdanlı, merhametli, toprağına, doğasına, her bir canlıya önem veren, seven, koruyan kollayan insanlar geldi. Böyle güzel insanlardan da o kadar çok güzel şeyler aldık ki biz o kadar şey kaptık ki aslında benim teşekkürüm hepsine olsun. Bize destek veren o kocaman Akbelen ailesine, İkizköy dostlarına olsun, sizlere olsun, çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız diyorum
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, biz de Akbelen ormanında yaşananları, İkizköy’ü, onların sıkıntılarını ve çözüm önerilerini az da olsa sizlerle paylaşmak istedik. Yaşamın içinden çok güzel bir örnek oldu. Başka bir ‘Rol Modellerimiz’ köşemizde buluşmak üzere hoşça kalın, umutla kalın. Akbelen ormanı mücadelesinden de ayrılmayalım. Elimizden ne geliyorsa yapalım.
15 Ağustos 2023.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.