sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Kanepede bir arada olmaktan çok mutlu görünen dört neşeli kadın. Sol başta mavi kazağı ile baş örtülü, gözlüklü orta yaşlarının başındaki kadının eli yanında bulunduğu, yaslandığı siyah kazaklı kadının elinin üstünde.  Onun yanındaki siyah kazaklı kadın saçlarını sarıya boyatmış, çizgili fitilli kadife pantolonu var ve sol koluyla da yanındaki kadına sarılmış.  Kadın kırmızı kazağıyla iki kadının ortasında olmaktan mutlu görünüyor, kolları havada, kanepenin sırtına yaslanmış şekilde, keyifli.
YAZAN: Şule SEPİN İÇLİ

Çocukken, oturduğumuz yerde bir hareket oldu mu, büyüklerimiz, “yine yer oynadı” derlerdi. O zaman endişe duymaz ve korkmazdım. Deprem soğuk yüzünü Erzincan’da göstermişti ilk bana. Bir otobüs dolusu öğrenci kan vermeye gitmiştik ve benden kan almadıkları için bayağı üzülmüş ve kızmıştım. Sonra Gölcük, Sakarya, Elazığ, Van ve İzmir peşinden geldi. Marmara depreminde günlerce televizyon karşısında donakalarak izlemiştim olayları. Aradan üç-beş gün geçince, kendimi katıla katıla ağlarken bulmuştum. Bu depremlerde bir yakın canımı kaybetmemiştim.
Son olarak 11 ilde birden yaşadığımız depremin sonuçları çok ağır oldu. Sabahın erken saatinde herkes beni arıyor, Gaziantep’te yakınlarımdan haber alıp alamadığımı soruyordu. Yakınlarım güvendeydi. Kahramanmaraş ilinin adını duyunca, bir bir arkadaşlarım geldi aklıma. Umut var ya insanın içinde, depremin etkisinin çok az olacağını düşünmek ve yakın arkadaşlarının hayatta olduğuna inanmak istiyorsun. Daha üç ay önce Kahramanmaraş’ta görmüştüm dostlarımı. Şermin arkadaşımı ve diğer tanıdıklarımı aradım, yanıt alamayınca mesaj bıraktım. Defalarca aramama karşın, Şermin ve ablasından hiç yanıt yoktu. Arkadaşlar aracılığıyla ev adreslerine ulaştık ve o binaların yerle bir olduğunu öğrendik. İnternet üzerinden gelen numaralara evlerinin adresini yazıyor, müdahale edilmesi için girişimlerde bulunuyorduk. Sonunda Şermin’in oğluna ulaştık. Binaya 20 saat sonra görevlilerin geldiğini, bir gün akşam 21’e kadar çalıştıktan sonra sabah saat 11’e kadar ara verdiklerini, yan binaya parti il başkanının akrabaları olduğu için öncelik verdiklerini öğrendik. Hatta ilk gün Şermin’in eniştesinin “kurtarın beni” yalvarışlarını duymuşlar, sonra ses kesilmiş. Şermin’in oğlu Çağrı’yı her gün en az iki kez aramama karşın, enkazın önünde gürültü olduğundan telefonu duyamadığı için ya da bir haber gelmediği için aramalarıma çok seyrek yanıt veriyordu. Onun adını Şermin’den çok duymuş fakat bir türlü tanışamamıştım. Bu süreçte yalnız benim telefonuma yanıt veriyordu.
Sonunda kendisi beni aradı. “Çıktılar mı?” diye sordum. Daha sözüm bitmeden, “teyzem ve eniştemi defnettik” demesin mi? Oysa içimdeki umudu canlı tutuyordum. Şermin’den haber yoktu. Depremin üzerinden bir hafta geçti ve hala Şermin’den hiç ses yoktu. Enkazdan sağ çıkarılamayacağını söylemişler Çağrı’ya. Arkadaşımın defnedildiğini beş gün sonra öğrenebildim. Bunları yazıya dökerken, bu olaylar bir çırpıda yaşanmış ve bitmiş gibi görünüyor. Oysa o belirsizlik, o bekleyiş, her telefon çaldığında delirmiş gibi telefona koşmalar ve haber alamamak… Kendimi parçalara ayrılmış gibi hissediyordum.
Enkazdan sağ çıkarılamayacağını öğrendiğim gün, sanki üzerime büyük bir ağırlık çökmüş de hiç kalkamayacakmışım gibi hissettim. Gerçekten ateş düştüğü yeri yakıyormuş. İnsanın çok sevdiği bir yakınını depremde kaybetmesi tarifi mümkün olmayacak bir acıymış. Arkadaşımla ilgili keşkelerim yoktu, iyikilerim vardı. Zor günlerinde onun yanındaydım. Onun çok sevdiği ve benim de çok yakın dostum olan arkadaşımızın ölüm haberini ona ben vermiştim. Şimdi de Şermin, ablası ve eniştesinin ölüm haberini dostlarına haber vermek bana düşmüştü. Üç ay önce evlerine konuk olmuş ve saatlerce sohbet etmiş, gülüp eğlenmiştik. Uzun zamandır birbirimizi görememiştik. Onunla görüştüğüm için içim çok rahat fakat sanki kısa bir zaman önce görüşmek farklı bir bağ oluşturdu yüreğimde. Onlara konuk olduktan bir gün sonra hastalanmıştım. İki kardeş, bana pekmezli, zencefilli şifalı karışımlar mı hazırlayıp göndermediler, her gün en az iki kez arayıp halimi hatırımı mı sormadılar, dostluğumuz tazelenmişti. O en son görüşmemizden sonra beni sık sık ararken, ben onun için hiçbir şey yapamadım beklemekten ve oğlunu aramaktan başka.
Birçok insan gibi evimde ilaç, kuru gıda, giysi, oyuncak, para gönderme gibi destekleri sunmama karşın, içimdeki acıyı dindiremedim. Eşimle konuşup eve misafir almaya karar verdik. Şermin’den umudumuzun kesildiği gece, aynı zamanda hemşerim, üç engelli yetişkin çocuğu olan, bir aile için kalacak yer arandığını öğrendik. Görme engellilik ve aynı memleketten olma gibi ortak konularımızın olması da çok güzeldi. Aileyi bize yönlendiren arkadaş çekinerek ve biraz da şirinleştirerek “bir de kediciğimiz var” dedi. Hemen gelmelerini istedik. Acımı dindirmek öyle kolay değildi ama bir çocuk gibi avunmaya ihtiyacım vardı. Artık birazcık da olsa yatağımda utanmadan uyuyabilecektim. Evimizde sokakta kalmaktan kurtulan bir aile vardı. Hepsiyle çok iyi anlaştık ve birbirimizle can bağı kurduk. Hele adı Bekir olan kedi, bana can oldu, evimize canlılık getirdi. Evlat acısının çok ağır olduğunu duymayanınız yoktur. Bebeğini kaybeder etmez, yeniden hamile kalan anneleri bu süreçte daha iyi anladım. Çevremde böyle annelerle çok karşılaşmıştım ve “bebeğin sesiyle uyuyabiliyor ve avunuyorum. Öleni unutmam mümkün değil tabii” diyorlardı. Ben de bu aileyle avundum. Yüreğime su serpildi, içimdeki umut yeniden yeşermeye başladı.
Travmatik olaylar insanda öylesi derin izler bırakıyor ki çoğu zaman bu olaylar öyküleştiriliyor. Eminim anlatacaklarımız hiç bitmeyecek ve romanlar yazılacak. Bu olayları sürekli duyuyoruz ama yaşamak çok farklı. Sizinle birkaç örnek paylaşmak istiyorum. Kahve içmek artık keyif değil, sıradan bir rutin bizler için. Öyle ki sosyal medyada bu anları resim çekerek paylaşıyoruz. “Kahve içer misiniz?” diye sorunca, genç kızlardan biri, “şimdi keyif yapma zamanı değil. Herkes sokakta üşürken, bunu yapamayız” dedi. Bunu derin derin düşünmekten başka ne yapılabilirdi ki?
Hiç bilmedikleri bir ile daha önce hiç tanımadıkları bir ailenin evine geliyorlar. En güvenli ve ait oldukları evlerinden başka bir evdeler. Kendilerini nelerin beklediğini hiç bilmiyorlar. “Duş alır mısınız?” diye sordum. Genç kızlardan biri duşa girdi. Önce muslukta kalan su sıcak, sonra soğuk akıyor ve daha sonra sıcaklaşıyor. Çok su harcamamak için suyu bir türlü ayarlayamadı. Oysa kendi evlerinde de böyledir suyun durumu. O yaşanan çekingen davranışları unutmam mümkün değil.
Bu dönem, insanın çok hassas olduğu bir dönem. Sözcükleri seçerek konuşmak gerekiyor. Örneğin, bir konuğunuz gelmek istedi ve siz de doğal olarak evde konuğunuzun olduğunu söyleyerek konuklarınızın gelmesini ertelediniz. Bu başka koşullarda son derece doğal karşılanırken, onlar yük olduklarını düşünmeye başlıyorlar.
Birbirimize sürekli ne kadar çok ısındığımızı ve ne kadar iyi anlaştığımızı söylüyoruz. Ailenin babası, “biz burada uzun süre kalırsak, ayrılmamız çok zor olacak. Size çok alıştık” dedi. Gel de duygulanma ve gözlerin dolmasın şimdi.
İşte böyle Şermin dostum ve Berrin arkadaşım. Son görüşmemizdeki sözleriniz hep kulaklarımda. Şermin, oğlunla tanışmak sen öldükten sonra mı gerçekleşecekti? Senden kalan bir emanet Çağrı bana. Senden önce giden arkadaşlarımın çocuklarını da aramaktan başka bir şey yapamıyorum. Senin yerini tutamam. Başka bir nedenle gitseydin, çok üzülürdüm ama bu çok ağır geliyor bana. Ortak dostumuzun cenazesine pandemiden dolayı gidemedik. Sana veda bile edemeden gittin. Hasta olsaydın, en azından bir telefon edip geçmiş olsun dileklerimi iletir, vücudunun hangi yerinde acı duyduğunu sorar, seni rahatlatmaya çalışırdım. Erkek kardeşin, ablan ve eniştenin gidişine de çok üzüldüm. Senin üzüntün beni yaktı kavurdu adeta. Eleştirilerime hiç kızmadan dinlerdin. Hak versen de hayata geçiremezdin. Varsın olsun, kaçımız kolay değişebiliyoruz ki. Birlikte tatildeyken, denizde sizi çok güldürmüştüm. İki kardeş, yüzünüzde gülmekten dolayı kalacak izler için bana şaka yollu takılmıştınız. Yaşadıklarımızın hepsi anılarda kaldı.
Ben bu kayıplarım için bu kadar üzülüyorum. Ailesi yok olan insanların duyduğu acıyı hayal bile edemiyorum. Sağlam binalar olsa, depremdeki kayıplar bu kadar etkilemezdi bizi, bu kadar öfke duymazdık. Kim bilir belki zamanında ulaşsalardı, nice Şerminler hayatta kalabilecekti. Sağlam binalar yapılsaydı, nice Şerminler yaralı kurtulacaktı belki.
Bu yaşananları aklımdan geçirirken her şey tamam gibi geliyor bana fakat yazarken, sanki hiçbir şey anlatamıyormuşum gibi hissediyorum. Sözcükler düğüm düğüm oluyor. İnsanların destek seferberliği ilan ederek depremde sıkıntı yaşayanların yanında olmaları bana umut veren güçlü bir dayanışma sadece.
21 Şubat 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.