Uzun siyah saçlarını toplamış, gözlüklü, açık mavi hırka içinde, mavi çizgili beyaz gömleği var. İki eli, önünde açık olan laptopun üzerinde.
Sarı bir zeminde yanan ve kollarının olduğu gösterilen iki tane sarı mum birbirine sarılıyor.
YAZAN: Sultan ÇAMUR KARATAŞ

Merhaba Umudun Kadınları izleyicileri.
Bu yazıyı çok zor yazacağımı bilerek yazmaya başladım. Öncelikle tüm insanlığa başsağlığı ve yaralılara acil şifa ve hepimize dayanma gücü diliyorum.
6 Şubat 2023 saat 04.17’de başımıza gelen felaket öyle bir boyutta ki bu günümüzü ve yarınımızın çok uzun bir sürecini etkileyecek. Hatta kuşaklararası etkiye sahip. Kahramanmaraş merkezli ve 11 kenti doğrudan sarsan ancak Türkiye’nin tamamını etkileyen bir deprem yaşadık. Yaşamını kaybeden, yaralanan, sakat kalan, yakınlarını kaybeden, evini ve tüm ekonomik varlığını kaybeden, güven duygusunu ve gelecek umudunu kaybeden insanlarımız travma ve yas içinde. Bütün toplum birlikte kitlesel travma geçiriyoruz ve yas tutuyoruz. Yaşadıklarımız o kadar ağır ki bu travmanın etkilerinden kolay kolay çıkabileceğimizi sanmıyorum.
Bu depreme doğal afet demeye dilim varmıyor. Evet, çok güçlü bir deprem oldu. Ancak yıkılan kentlerde yerle bir olan binalar ile camı bile kırılmamış binaların yan yana durduğunu görmek, doğal afetin yanı sıra insanın neden olduğu bir vahşetle karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Binaların çürük yapılması, denetimsiz ruhsat verilmesi, sıklıkla çıkarılan imar afları karşımıza korkunç kayıp sayıları çıkardı. Şu anda vefat sayısı 44218, yaralı sayısı en az 108068. Bu yazı yayınlandığı sırada gerçekleşmiş olacak sayılar beni korkutuyor. Depremin ilk günlerinde vatandaşın çabasıyla çıkarılıp defnedilenler, başında duracak yakını kalmadığı ya da tanınmayacak durumda olduğu için kimliği belirlenemeyenler, enkaz kaldırma aşamasına gelindiği için molozlarla birlikte kaldırılanlar bu sayıya dâhil değil. Bu sayıların her biri, birinin evladı, eşi, ebeveyni, akrabası, arkadaşı, hayalleri, planları olan bir can.
Yaralıların çoğunluğu ezilme nedeniyle yapılan müdahaleler ya da enkaz altında geçirdikleri uzun saatler nedeniyle oluşan süreğen hastalıklar sonucunda maalesef engelli olarak yaşamlarına devam edecekler. Türkiye’de engelli sayısı bilinmiyor, dünya oranlarına göre tahmin ediliyordu. Artık dünya oranlarının çok üstünde bir oran olduğunu düşünmemiz ve hizmetleri buna göre yeniden belirlememiz ve ulaştırmamız gerekiyor. Önümüzde yapılacak ne çok iş var.
Yaşamımız travmalarla geçiyor. 1999 Adapazarı, Van, Elazığ, İzmir depremleri, Ankara Garı katliamı, Zonguldak, Soma, Bartın maden kazaları, patlamalar, savaşlar, seller, yangınlar, pandemi…
10 Ekim 2015’te Ankara Garı katliamı sonrasında Kibele dergisi için Travma ile ilgili bir yazı yazmıştım. O yazıda travmanın ne olduğunu şöyle tanımlamıştım: Travma, kişinin kendisinin ya da sevdiklerinin fiziksel ya da psikolojik bütünlüğüne bir tehdit oluşturan, tehlikeli, baş edilmez ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan, korku, çaresizlik ve dehşet gibi duygulara yol açan, dünyaya, kendimize ve insana dair bildiklerimize uymayan, yani benliğe yabancı olan, olumsuz, stresli yaşantılardır.
Psikolojik travmayı Judith Herman daha basit bir tarifle, 'kişinin içsel kaynaklarının kısa süre için de olsa, olan olayla ya da olaylarla baş etmekte yetersiz kaldığı, uzun süreli psikolojik belirtiler üreten, aşırı ölçüde üzücü bir olay', diye açıklıyor.
Bu duruma verdiğimiz tepkiler de elbette alışık olmadığımız tepkiler oluyor. Olağanüstü duruma verdiğimiz olağan tepkiler. Yaşadığımız tepkileri konuşmak için bir araya geldiğimiz bir kadın grubunda en çok söz edilen duygusal tepkinin öfke olmasını da bu felaketin hem doğal afet hem de vahşet olmasından kaynaklanmasına bağlıyorum. Travmanın nedeni doğal afet olduğunda kabullenmenin daha kolay olduğu ancak insan eliyle oluşması durumunda daha zor olduğu bilgisine sahibiz. Travma tepkileri kişilerin özelliklerine göre pek çok biçimde ortaya çıkıyor.
Ben depremi duyduğumdan bu yana üşüyorum. Gece deprem oldu ve kurtulabilenler o soğukta evlerinden pijamalarıyla canlarını dışarıya attılar, ben üşüdüm. Enkaz altında kalanlar soğuk betonların ve demirlerin altında yaralı olarak kaldılar, ben üşüdüm. Birinci ve ikinci gün devlet yoktu, vatandaşın çabalarıyla kurtarılanlar oldu. Çıkarılanlar hastanelere gönderilemediler, ben üşüdüm. 14. günde bile çıkarılan yaralılar oldu. Onlar enkaz altında üşüdü, ben üşüdüm. Depremzedeler hala sıcak bir yuva bulamadılar. Çadırlarda yirmi kişi bir arada yaşıyorlar. Soba kuracak yer bile yok, üşüyorlar, ben üşüyorum. Evlerinin enkazını bırakıp tanımadıkları yerlere gönderilmek isteniyorlar. Memleketlerini ve yuvalarını bırakıp gitmeyi istemedikleri için üşüyorlar, ben üşüyorum.
Bedenim üşüyor, zihnim üşüyor, ruhum üşüyor.
Sorumluluklarını yerine getirmeyen devlet yetkililerinin duyması gereken utancı onların yerine ben yaşıyorum.
Depremzedelerin, tüm toplumun ve dünyanın bu deprem karşısında gösterdiği, işbirliği ve dayanışma hayranlık verici. Herkes gücünün yettiği kadar dayanışma gösteriyor. Herkes bir işe yarama çabası içinde. Bu çabalar yaşantımızda kontrol edebildiğimiz bir alan açmaya ve bizi iyileştirmeye destek oluyor.
Umudun Kadınları Dergisinin bu sayısını, depremzedelere ve dayanışma içinde olan herkesin emeğine saygı için hazırladık.
Dayanışma iyileştirir. Hem depremzedeleri hem de bizi. Kendinize iyi bakın, umutlu kalın.
25 Şubat 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.