eylemyurtsever@gmail.com
Kısa, siyah saçları ve siyah gür kaşları var. Açık gri kazağıyla, gözleri kapalı, ağzı hafif aralık.
Yaşlı bir adam gülümseyerek sağ tarafa bakıyor. Beyaz sakalı ve bıyığı var. Başında kırmızı ve beyaz desenli bir takke bulunuyor. Üzerinde mavi bir ceket ve koyu renkli bir gömlek giymiş. Yüzünde yaşlılığa bağlı kırışıklıklar ve lekeler mevcut. Arka plan bulanık, bu da adamın yüzüne odaklanmayı sağlıyor.
YAZAN: Eylem YURTSEVER

“Sevgili Dadaist kardeşlerim,” diye başlamak uygun olur mu bilmiyorum. Böylesinin uygun olmayacağına dair ciddi şüphelerim var üstelik. Öncelikle “kardeş” dediğim bu insanlar benden on yıllar önce yaşayıp ölmüşler. Yine de onlarla aynı şeyi hissettiğimden karında olmasa bile zihinde, NE ZİHNİ! Hâşâ, ruhta eş, olduğumuz için çokça kullanılan “kardeş” tabirini seçtim, seçmiştim… Sonra “dedelerim,” demeye karar verdim. Yazarken değiştirdim bu kararımı hem de. Kim Bilir, belki de gerçekten kanımız bir savaşta, o malum eylem yüzünden karışmıştır. Barışta suç, savaşta hak olmuş olan o malum eylemden… Belki de bir aşk bağlamıştır kanlarımızı. Bu arada siz görmeyeli, barışta suç, savaşta hak olan o malum eylem, artık barış zamanlarında da bir hak haline geldi, biliyor muydunuz ey benim zamanın gerisinde kalmış, şanslı dedelerim!
Ya da hiçbir kan bağımız yoktur. Hangisi geçerli olursa olsun, ben sizlere “dedelerim,” demeyi tercih ediyorum. Böylece sizlere ne kadar saygı duyduğumu da belirtmiş olurum hem.
Varlığınızdan, zorunlu olarak seçtiğim; ama seçmeli olan Sanat Tarihi dersinde haberdar oldum. Üniversitede okumaktaydım o sıralar. Biraz geç olmuş değil mi? Her neyse… Üniversitede, oldukça görsel bir ders olan Sanat Tarihi dersinde sıkıntıdan patlayacağımı düşündüğüm bir gündü. Lisedeymişiz gibi, birkaç kişi birleşerek anlatıyorduk akımları. Dadaizmi de iki ya da üç kişi anlatıyordu. Anlatmaya başladıklarından itibaren, daha ilk cümlede, içimdeki o saksağan uyanıp gözlerini faltaşı gibi açmıştı bile. O günden sonra, içimde, ta ruhumda, gizli bir Dadaist yaşamaya başladı muhterem dedelerim…
Sonra düşündüm. İşte bugünlerde özellikle düşündüm. Savaşın ensemize soluduğu, etrafta homurtularıyla büzüştüğümüz savaşın, pis kokan o nefesinin kokusundan soluk alamadığımız bu günlerde…
Bu kez sizin o harikulade tekniğinizi bile kendilerine yontmayı başardılar, biliyor muydunuz benim her şeyden bihaber dedelerim? İyi ki yaşamıyorsunuz ve iyi ki şahit olmadınız bu yaşananlara… Artık her şey o kadar gerçek üstü ki, o kadar akıl dışı ki, sizin o tekniğinize göre işliyor her şey. Kolajlar, fotoshoplar yapılıyor her yerde. Bilgi kirliliğinden neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilemediğimiz için tavşan gibi donup kalıyoruz ve bu da yaptığımız en aptalca şey oluyor. Yani akıl dışı işte.
Tam sizin dediğiniz gibi… Sonra her şey o kadar deforme oldu ki, sanat olan ne, saçma olan ne, kopya olan ne… Hiçbirini ayırt edemez olduk. Böylece, tıpkı sizin söylediğiniz gibi geçerli tüm sanat akımları kalkıverdi aslında. Tıpkı sizin istediğiniz gibi, artık tüm sözcükler, çizgiler ve olaylar; sanki şans eseri art arda gelmeye başladı.
Artık kâğıtlarımızı attığımız şapkalar yağsız, sanki turnusol kâğıdından yapılmışlar… Ve bizim asidik bazik oluşumuza göre renk değiştirip bize ona göre davranıyor. Hâsılı kelam, artık şapkalar bile adil değil benim cennetmekân dedelerim. Düşünsenize, şapkaya attığınız kâğıttan ne geleceğini aşağı yukarı biliyorsunuz artık. Şans bile şansını kaybetti, o kadar söylüyorum. Artık kurgu dediğimiz şey o kadar tuhaflaştı ki, komplo ustaları türedi… Sırf bizi ürkek birer tavşan gibi hareketsiz kılmak için.
Belki biraz mizah, aziz dedelerim, bir nebze de olsa mizah, bıraktığınız gibi kalmış olabilir. En azından gördüğünüzde tanıyabileceğiniz tek şey mizah, benim cefakâr dedelerim. O bile kirlendi de ona hiç girmeyeyim…
Ben en iyisi, sizi daha fazla üzmeyeyim de sadede geleyim. Neden sizi o tatlı uykunuzdan uyandırmak istedim, onu söyleyeyim:
Gördüm ki, artık akıl da akılsızlık, yani aklı hiçe saymak da bir tek şeye hizmet ediyor. Bir tek dürtüye… Hırsa… O zaman da öyleydi, şimdi de öyle…
Ha, gördüğünüzde tanıyacağınız bir şey daha var… O da hırs, benim nur yüzlü dedelerim. Aklı da şansı da sanatı da… Hep delip geçen, deforme eden şey, işte o hırs.
Aman ha, benim naif dedelerim, olur da bu mektupla uyanırsanız, uyanır uyanmaz bir elinizle burnunuzu tıkamayı unutmayın. Yok, kendi ölü kokunuzdan değil benim pirüpak dedelerim. Hırsın o kesif, o hiçbir şeye benzetemediğim, hatta pis bile diyemeyeceğim, o almamanız gereken kokusu yüzünden burnunuzu kapatın diyorum. Gerçi bu ne işe yarayacak bilmiyorum. Sonuçta o ağızdan girecek burundan çıkacak… Bir virüs gibi bulaşacak.
Size ne diyeyim benim kelebek ömürlü dedelerim? Altı yıl yaşattığınız Dadaizmin, aklımda ve yüreğimde yaşamaya devam ettiğini söylemekten başka ne diyeyim?
Bir de mekânınızın cennet olmasını, ya da gittiğiniz yer neresiyse orada mutlu olmanızı dilemekten başka ne dileyeyim?
Mektuplara bir imzayla son verilir; ama ne ben önemserim bu imzayı ne de siz umursarsınız. Hem sizin bile isimlerinizi umursamazken kendi imzamı atmak ne kadar dürüstçe olur, öyle değil mi benim bağışlayan dedelerim?
Affedin, uykunuzdan uyandırdım; ama ne yalan söyleyeyim, hiçbir işe yaramamış olsa da bu mektubu yazmasaydım asla rahat edemezdim.
Not: Dadaizm, 20. yüzyılın başlarında, özellikle I. Dünya Savaşı'nın ardından ortaya çıkan bir sanat ve edebiyat akımıdır. Dadaistler, geleneksel sanat anlayışlarına karşı çıkarak, mantıksızlık, rastlantısallık ve absürtlük gibi öğeleri ön plana çıkarmışlardır. Amaçları, savaşın getirdiği yıkım ve anlamsızlığa karşı bir tepki olarak, sanatın ve hayatın anlamını sorgulamak ve geleneksel normlara meydan okumaktır.
Dadaist sanat eserleri genellikle absürd, sıra dışı ve hatta bazen "anlamsız" olabilir. Bu akımda önemli isimler arasında Marcel Duchamp, Tristan Tzara ve Hannah Höch gibi sanatçılar yer alır.
Dadaizm, daha sonra sürrealizm gibi diğer sanat akımlarına da ilham vermiştir.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.