YAZAN: Ergür ALTAN
Altmış iki yaşındayım evladım. Bu mektubu kim okuyorsa, yaşı benden büyük de olsa evladımdır. Kaç evladım olduğunu bilmiyorum. İnsanların nüfusundan haberim yok. Sincapların, ağaçların, leylakların nüfusundan bahsedilmedi bana.
Gülümser ismim. Kederli bakan ve çok güzel gülümseyenmişim, öyle derler. Her sene Diyarbakır`dan Niğde`ye gelirim, kuru soğan sökmeye. “Soğan sökmek” derler, yara olur ellerin, nasır tutar hemencecik. Öyle kolay değildir soğanı topraktan ayırmak. Acından uyuyamazsın evladım. Sonra alışıyorsun ellerinin acısına. Ruhunun acısına alıştığın gibi alışıyorsun. Ruhum da yaralı benim, ruhum da nasır tutmuş...
Ruhumu anlatayım sana evladım. Geçende demiştim gencecik bir cana, “anamı babamı çok özlüyorum” diye. “Öldüler mi Gülümser Teyze?” diye sordu. “He” dedim, “gittiler, çok oldu gideli.” “Alışsana” dedi, “kaç sene geçmiş bak.” “Kaç seneden sonra unutuluyor acılar?” dedim. Anlamadı beni, garipliğimi, ruhumu…
Bu akşam aynaya baktım evladım. Aynada yüzümü seyrettim öylece. Lekeleri gördüm yüzümde ilk önce. Yaşlılık lekesi sanırlar, değil. Güneşin altında, sabahın yedisinden akşamın sekizine kadar çalışan bir kadının emek lekesi. Yaşlı, yorgun, yüzünde lekeler olan bir kadınım ben. İlk kez gülümsedim lekelerime. “Gülümser” dedim, “sen dünyanın en güzel kadınısın...” Lekelerime de dedim ki, “Sen dünyanın en güzel ışığısın…”
Ben bir karar verdim evladım, hatta birçok karar verdim ve o kararlara uyacağıma söz verdim. Hele bir kadının kendine söz vermesi öyle kıymetli ki. Kararlarımı sana açıklayayım mı?
Her sabah ve her akşam aynanın karşısına geçip “Sen dünyanın en güzel kadınısın Gülümser” diyeceğim kendime. Defalarca yapacağım bunu bıkmadan, usanmadan, utanmadan… Diyeceksin ki, “sen dünyanın en güzel kadını değilsin, hatta güzel bile değilsin…” Ona sen değil, ben karar veririm evladım! Bir kadın, güzelliğini o yaralı ruhuna doğru fısıldıyorsa samimiyetle, sanma ki kapanır ruhundaki yara, ama o kadın kendi kendini güzelleştirmiştir bir defa, hatta binlerce defa. Bir kadını güzelleştiren kendisidir evladım, senin ya da bir başkasının gözleri, duyumsaması düşüncesi değil…
Hamama gideceğim evladım. Ben hiç hamama gitmedim ve bunun eksikliğini bu yaşımda anlayabildim. Günlerce yıkanmak istiyorum ben. Yüzümdeki lekeler geçmeyecek biliyorum. Sızım, yorgunluğum, solgunluğum dinmeyecek asla. Ilık bir suda yıkanmak istiyorum, şarkılar söylemek, yüzüme dokunmak, tenimi okşamak ve nihayetinde ölmek istiyorum. Kimse yıkamasın beni öldüğümde. Her şeyi kendim becerdim bu hayatta ve bunu da kendim becereceğim evladım. Size yalnızca gömmek kalsın beni, onu da kendim becermek isterdim… İzin verirsen böyle olsun benim hamam fantezim!
“Teyze, sen normal değilsin” diyeceksin şaşkınlıkla. Anormal olmak bana iyi geliyor ve sizin normalliğiniz beni çok incitiyor! Ben hiç kadın olmadım biliyor musun? Şu dünyada gördüğüm en tatlı şey yazmamdaki üzüm işlemesidir. Başımın üstünde bir tatlılık var, canımın içindeyse acılık. Ben bu işlemeye bakıp ağlayarak uyuyorum evladım. Sen yazma deyip geçersin, ben onu yorgun argın ömrüme can bellerim. Anamın işlemesidir, ben gibi kadın olmayan anamın işlemesi. Kilimlere, yazmalara, dantellere işleriz özlemlerimizi ve üzüm senin sandığın gibi yalnızca bir meyve değildir! Bunu anladığın gün, ya mezarıma bir salkım üzüm bırak, ya bir kadeh şarap iç, ya da bana dua oku. Ama bir şey yap evladım, içten bir şey…
“Sen ne yaşadın da böyle saçmalıyorsun?” diye düşünüyorsundur belki. Ben hiç saçmalamadım şimdiye kadar, sorun burada! Bir kadının öncelikli özgürlüğü saçmalamak olmalı mesela. Neler saçmalamak istiyorum, biliyor musun? Pişirdiğim çorbayı herkes gülümseyerek içsin istiyorum. Süslenmek istiyorum gecenin üçünde, sabahın beşinde. En çok kendimi yıkarken ağlıyorum. Banyo yaparken gülümsemek istiyorum artık! Benim ismim Gülümser evladım. Banyo yaparken, anamı babamı düşünürken ve hayaller kurarken gülümsemek istiyorum...
Biri öz, dört anam oldu. Yirmi kardeşiz toplam Dördümüz hayatta. Ben kardeş diye nice canları bağrıma basmışım. Kadınları, çocukları, kedileri ve nicesini…Arpaya, buğdaya da gittim çocukluktan beri, çaya, fındığa da. Şimdi de soğana geliyorum işte. Nice şehirlerini gördüm bizim ellerin, en çok da şehirlerin kırsallarındaki tarlaları ve kadınları ve çocukları.
Tarlalarımız çok güzel evladım, ekinlerimiz çok güzel. Ama en güzeli ne biliyor musun? Kadınlar ve çocuklar…Ne kadınlar kadınlığını duyumsuyor ne de çocuklar çocukluğunu. Oysa öyle güzeliz ki biz. Ben güzel bir kadınım evladım. Biz kadınlar dünyanın en güzel kadınıyız.
Bir mektup yazmak istedim sana. Okurken gülümse Gülümser`in mektubunu. Altmış iki yaşında kendisini güzelleştiren bir kadınım ben…
Artık ağlamayacağım. Gülümsemek benim de hakkım evladım. Rimelin ne olduğunu bile bilmezdim. Gecenin bir vakti süslenip, belki de ilk kez mutlu olmak neymiş, kavrayacağım…
Unutma evladım, ben dünyanın en güzel kadınıyım…
Altmış iki yaşındayım evladım. Bu mektubu kim okuyorsa, yaşı benden büyük de olsa evladımdır. Kaç evladım olduğunu bilmiyorum. İnsanların nüfusundan haberim yok. Sincapların, ağaçların, leylakların nüfusundan bahsedilmedi bana.
Gülümser ismim. Kederli bakan ve çok güzel gülümseyenmişim, öyle derler. Her sene Diyarbakır`dan Niğde`ye gelirim, kuru soğan sökmeye. “Soğan sökmek” derler, yara olur ellerin, nasır tutar hemencecik. Öyle kolay değildir soğanı topraktan ayırmak. Acından uyuyamazsın evladım. Sonra alışıyorsun ellerinin acısına. Ruhunun acısına alıştığın gibi alışıyorsun. Ruhum da yaralı benim, ruhum da nasır tutmuş...
Ruhumu anlatayım sana evladım. Geçende demiştim gencecik bir cana, “anamı babamı çok özlüyorum” diye. “Öldüler mi Gülümser Teyze?” diye sordu. “He” dedim, “gittiler, çok oldu gideli.” “Alışsana” dedi, “kaç sene geçmiş bak.” “Kaç seneden sonra unutuluyor acılar?” dedim. Anlamadı beni, garipliğimi, ruhumu…
Bu akşam aynaya baktım evladım. Aynada yüzümü seyrettim öylece. Lekeleri gördüm yüzümde ilk önce. Yaşlılık lekesi sanırlar, değil. Güneşin altında, sabahın yedisinden akşamın sekizine kadar çalışan bir kadının emek lekesi. Yaşlı, yorgun, yüzünde lekeler olan bir kadınım ben. İlk kez gülümsedim lekelerime. “Gülümser” dedim, “sen dünyanın en güzel kadınısın...” Lekelerime de dedim ki, “Sen dünyanın en güzel ışığısın…”
Ben bir karar verdim evladım, hatta birçok karar verdim ve o kararlara uyacağıma söz verdim. Hele bir kadının kendine söz vermesi öyle kıymetli ki. Kararlarımı sana açıklayayım mı?
Her sabah ve her akşam aynanın karşısına geçip “Sen dünyanın en güzel kadınısın Gülümser” diyeceğim kendime. Defalarca yapacağım bunu bıkmadan, usanmadan, utanmadan… Diyeceksin ki, “sen dünyanın en güzel kadını değilsin, hatta güzel bile değilsin…” Ona sen değil, ben karar veririm evladım! Bir kadın, güzelliğini o yaralı ruhuna doğru fısıldıyorsa samimiyetle, sanma ki kapanır ruhundaki yara, ama o kadın kendi kendini güzelleştirmiştir bir defa, hatta binlerce defa. Bir kadını güzelleştiren kendisidir evladım, senin ya da bir başkasının gözleri, duyumsaması düşüncesi değil…
Hamama gideceğim evladım. Ben hiç hamama gitmedim ve bunun eksikliğini bu yaşımda anlayabildim. Günlerce yıkanmak istiyorum ben. Yüzümdeki lekeler geçmeyecek biliyorum. Sızım, yorgunluğum, solgunluğum dinmeyecek asla. Ilık bir suda yıkanmak istiyorum, şarkılar söylemek, yüzüme dokunmak, tenimi okşamak ve nihayetinde ölmek istiyorum. Kimse yıkamasın beni öldüğümde. Her şeyi kendim becerdim bu hayatta ve bunu da kendim becereceğim evladım. Size yalnızca gömmek kalsın beni, onu da kendim becermek isterdim… İzin verirsen böyle olsun benim hamam fantezim!
“Teyze, sen normal değilsin” diyeceksin şaşkınlıkla. Anormal olmak bana iyi geliyor ve sizin normalliğiniz beni çok incitiyor! Ben hiç kadın olmadım biliyor musun? Şu dünyada gördüğüm en tatlı şey yazmamdaki üzüm işlemesidir. Başımın üstünde bir tatlılık var, canımın içindeyse acılık. Ben bu işlemeye bakıp ağlayarak uyuyorum evladım. Sen yazma deyip geçersin, ben onu yorgun argın ömrüme can bellerim. Anamın işlemesidir, ben gibi kadın olmayan anamın işlemesi. Kilimlere, yazmalara, dantellere işleriz özlemlerimizi ve üzüm senin sandığın gibi yalnızca bir meyve değildir! Bunu anladığın gün, ya mezarıma bir salkım üzüm bırak, ya bir kadeh şarap iç, ya da bana dua oku. Ama bir şey yap evladım, içten bir şey…
“Sen ne yaşadın da böyle saçmalıyorsun?” diye düşünüyorsundur belki. Ben hiç saçmalamadım şimdiye kadar, sorun burada! Bir kadının öncelikli özgürlüğü saçmalamak olmalı mesela. Neler saçmalamak istiyorum, biliyor musun? Pişirdiğim çorbayı herkes gülümseyerek içsin istiyorum. Süslenmek istiyorum gecenin üçünde, sabahın beşinde. En çok kendimi yıkarken ağlıyorum. Banyo yaparken gülümsemek istiyorum artık! Benim ismim Gülümser evladım. Banyo yaparken, anamı babamı düşünürken ve hayaller kurarken gülümsemek istiyorum...
Biri öz, dört anam oldu. Yirmi kardeşiz toplam Dördümüz hayatta. Ben kardeş diye nice canları bağrıma basmışım. Kadınları, çocukları, kedileri ve nicesini…Arpaya, buğdaya da gittim çocukluktan beri, çaya, fındığa da. Şimdi de soğana geliyorum işte. Nice şehirlerini gördüm bizim ellerin, en çok da şehirlerin kırsallarındaki tarlaları ve kadınları ve çocukları.
Tarlalarımız çok güzel evladım, ekinlerimiz çok güzel. Ama en güzeli ne biliyor musun? Kadınlar ve çocuklar…Ne kadınlar kadınlığını duyumsuyor ne de çocuklar çocukluğunu. Oysa öyle güzeliz ki biz. Ben güzel bir kadınım evladım. Biz kadınlar dünyanın en güzel kadınıyız.
Bir mektup yazmak istedim sana. Okurken gülümse Gülümser`in mektubunu. Altmış iki yaşında kendisini güzelleştiren bir kadınım ben…
Artık ağlamayacağım. Gülümsemek benim de hakkım evladım. Rimelin ne olduğunu bile bilmezdim. Gecenin bir vakti süslenip, belki de ilk kez mutlu olmak neymiş, kavrayacağım…
Unutma evladım, ben dünyanın en güzel kadınıyım…
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.