20.08.1976 tarihinde Berlin Üniversitesi kliniklerinde geçirmiş olduğum göz ameliyatı ve gecesi. Belki de hayatımın, en zorlu duygularımın acı, tatlı en uçta yoğunlaştığı gecesi. Narkozun etkisinden bir üşüyor bir terliyordum. Bu nöbetler sırasında farkında olmadan uykuya dalmışım. Ne kadar zaman geçti tahmin edemiyorum. Bir elin beni uyandırmak için sağ ayakucumu dürttüğünü hissettim. Gözüm bandajlıydı, gelenin hemşire hanım olduğunu anladım.Uyandığımı belli etmek için sağ elimi göğsümün üzerine getirdim. “Günaydın” dedi yumuşak bir tonla ve devam etti.Birkaç kelimelik bilgiye sahip olduğum Almancayı konuşacak derecede değildim. Bazı güncel konularda ekseriya kullanılan kelimeleri anlayabiliyordum. Almanca lisanında kulak dolgunluğum vardı. Hemşire hanım beni oturtacak duruma getirmek amacıyla yatağımın başucunu yükseltti. Gece boyu sırt üstü yatmanın vermiş olduğu yorgunluğu üzerimden atmak için hafifçe gerindim. Demek ki biraz sonra doktorlar gelecek ve gözümü açacaktı. Bunu düşünmek bana tarifi mümkünsüz heyecan veriyor, içim tıpkı bir arabanın boşluğa düşüp yeniden zemine çıkmasında olduğu gibi boşalıyordu.Bu durumu vasıta tutması olanlar çok iyi bilirler. Hemşire hanım sol elime bir tas, sağ elime de üzerine diş macunu bulunan bir diş fırçası tutuşturdu. Tasa doğru başımı eğdiğimde ani bir hareketle başımı tuttu.
O anda başımı fazla eğmemin gözüm için sakıncalı olduğunu anladım.
Dişlerimi fırçaladıktan sonra plastik bir bardakla su vererek ağzımı çalkalamamı istedi. Hemşire hanımın hastaya gösterdiği bu yakın ilgi dikkatimi çekiyordu ama bir yandan da doktorların ne zaman geleceğinin heyecanını duyuyordum.
Hemşire hanım ellerini boynuma getirerek ameliyat gömleğimin düğmelerini çözmeye başladı. Galiba beni doktor muayenesine hazırlıyordu. Öylesine yumuşak dokunmalarla hareket ediyordu ki hastayı incitmekten çekiniyordu ve ne derece nezaketli olduğunu gösteriyordu.
Pijamalarımı elime vereceğini beklerken sıcak suyla sabunlanmış bir bezle sırtımı silmeye başladı. Bana da ayrıca bir bez uzatarak göğsümü ve kollarımı silmemi istedi.Söylediklerine harfiyen riayet ederken, içimden de kendimi düşünmekten alamıyordum. “Şu Alman'lar hasta bakımını ne güzel yapıyorlar.” Memleketimin hasta bakımı konusunda da aynı paralellik içerisinde olmasını ne kadar isterdim. Her hareketi beni hayretten hayrete düşürüyordu. Silme işleminden sonra sıra kurulanmaya gelmişti. Vücudumun kendi kendine kurumasını dahi beklemiyorlardı. Bir başka bezi de uzatarak ellerimi silmemi istedi. Ben de nasıl olsa yüzümü silmemi de isteyecek diyerek yüzümü silmeye başlıyordum ki daha hareket etmeden başka bir bez verdi elime.
Meğerse ellerimi sileceğim bezle yüzümü sileceğim bez ayrıymış.
Ayağa kalkmamı istedi, hafifçe sendeliyordum. Koltuk altlarımdan destekleyerek beni bir sandalyeye oturttu.
Bu arada yatağımı düzelttiğini hissediyordum. Oysa bizim ülkemizde bunu hastabakıcılar yapar. Sonradan öğreniyorum ki Almanya’da hasta bakıcılar yokmuş, onların görevini de hemşireler yaparmış.
Tekrar yatağa dönmemi sağlayan hemşire hanım,“Görüşmek üzere” diyerek ayrıldı.
Biraz sonra yerine başka bir hemşire geldi, çok tatlı bir ses tonuyla “Günaydın Arslan” dedi. Oturduğum yerde kahvaltı yapmamı istedi. Sağ elimi tablo üzerinde bulunan kahvaltılıklara teker teker dokundurarak yerlerini ezberletti.
Uzaklaştığında benim kendi başıma kahvaltı yapıp yapamayacağımı kontrol ettiğini hissediyordum.
Doktorların gelmesini bekliyordum ve bunun heyecanıyla iştahım kapanmıştı ve bir lokma yiyemiyordum.
Zoraki bir dilim ekmeği üzerindeki kaşar dilimiyle yiyebildim ve bir fincan kahveyi içebildim.
Kahvaltı tablasını almaya gelen hemşire hanım kahvaltılıkları beğenmediğimi zannederek bana pasta getirdi.
Oysa ben görüp göremeyeceğimin heyecanıyla yiyemiyordum.
“Lütfen bir şeyler daha yiyin Arslan” dedi hemşire ısrarla.
Gördüğüm aşırı ilgiden kendisini kırmanın üzüntüsünü yaşıyordum ama bir türlü yiyemiyordum.
Hemşire hanım yatağımın başucunu indirerek yatağımı yatay duruma getirdi.
Çok hoş bir tonla “Görüşmek üzere” deyip ayrıldı.Duygularımla baş başa kalmıştım.
Biraz sonra göreceğimi düşünüp tatlı hayaller kurmaya başladım. Diğer gözümün de görme yeteneğini daha önce kaybetmiş olması beni ayrıca endişeye düşürüyordu.
Tekrar görebilmek ne güzel olacaktı. Birden tam aksidüşünceler beni evhama sürükledi.
Ya göremezsem bu ihtimali de düşünmeliyim ama ben hep düşüncelerimi göreceğim üzerine yoğunlaştırıyordum.
Bu fikir mücadelesi de beni perişan ediyordu. İçimdeki iki karşıt duygudan hangisi galip çıkacaktı bilmiyordum.
Birden kapı çalındı, “Günaydın” diyen, bir erkek sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Arkasından birçok ses daha duyuldu belli ki asistanları ve hemşireleriyle gelmişti doktorbey. “Nasılsın Arslan” dedi doktor bey sağ elimi sıkarak. Sol tarafındaki hemşire hanım olmalıydı. Kendi aralarında anlamadığım tarzda tıbbi terimlerle konuştular.
Zaten o sırada anlamını bildiğim almanca kelimeleri anlayacak ruh yapısına sahip değildim.
Hemşire hanım gözümdeki bandajı sökmeye başladı ve biraz sonra da gözümün etrafını temizledi.
ALLAH’IM saniyeler asırlar kadar uzun muydu? Görebilmem için ALLAH’A dua ederken, gözlerimi de açmaya cesaret edemiyordum. Doktor keskin bir ışığı gözüme tuttu ve “İyi” dedi, hemşire hanım da ilaç damlattı.
Gözümü sağa sola döndürmeden yeniden bandı sarmaya başladı. Doktor bey de yanağımı okşayıp ayrıldı.
Sadece kulağımda doktorun “iyi” kelimesi tekrar tekrar yankılanıyordu.
Hemşire hanım tansiyonumu ölçüp bir de iğne yaptı ve ayrıldı.
Daha fazla bilgi edinmem artık öğleden sonra ziyaretime gelecek olan ağabeyimin yardımına kalmıştı.
Gözüme tutulan ışığı fark etmiş olmam ve doktorun iyi demiş olması beni çok ümitlendiriyordu.
Saatler ilerlemek bilmiyordu. Yanımdaki yatakta yaşlı bir Alman hasta vardı. Bana parmaklarımı saydırarak saatleri anlamayı öğretiyordu.
Saatin buçuk olduğu zamanlarda ise parmağımı yarım büküyordu.
Bu görmeyenlerin işaret dilimiydi yoksa yaşlı hastanın kendi uygulaması mıydı hiçbir bilgim yoktu.
Ağabeyim öğleden sonra dört buçuk civarlarında geldi.Hemen doktordan daha fazla bilgi almasını rica ettim.Ağabeyim doktorumu görememişti ama hemşire hanımdan gerekli bilgiyi almıştı.
Heyecanlanmam için bir sebep olmadığını ve yarın daha iyi görebileceğimi söylemiş hemşire hanım.
Ağabeyimin gidişinden sonra duygularım yine iki zıt yönde yoğunlaşmaya başladı.
Ağrım, sızım yoktu, ama sırt üstü yatmak hem de kıpırdamadan yatmak, çok zordu.
Başımı kıpırdatmadan sadece vücudumu döndürmeye çalışıyordum. Ertesi sabah yine aynı ağız ve beden temizliğini yaptırdı hemşire hanım.
Kahvaltıdan sonra doktorum geldi ve hemşire hanım bandı sökmeye başladı. Bendeki artık kalp atışı değil sanki bir motorun teklemesiydi.
Gözüme tuttukları ışığın şiddetine dayanamayıp gözümü kapattım. Tekrar açmamı istediler ve mavi bir ışık tuttular bu defa. Mavi ışık gözümü dinlendirdi, göz kapaklarımı kısarak bakmamı istediler. Bir iki bakındıktan sonra karşı duvarda asılı tablodaki manzara resmini gördüm, öyle heyecanlandım ki bir ara kalbimin yerinde olup olmadığını anlamak için elimi kalbimin üstüne getirdim.
Evet, doktoru da görebiliyordum. Uzun zamandır göremediğim için insanların kaşlarının, kirpiklerinin,gözlerinin, gözbebeklerinin görülebildiğini unutmuştum.
Hemşire hanım sarışın ve yeşil gözlüydü. Gülümseyen o yüzü görünce, “Görmeyi ne kadar da unutmuşum” dediğimi hatırlıyorum. Hemşire hanım tekrar yatağıma uzanmamı istedi. Hemşire hanımın hareketlerini sezerek değil görerek takip ettiğim için ne kadar mutlu oluyordum. Bir an için “Acaba rüyada mıyım, ya uyandığımda yeniden göremezsem”diyordum ve kendimi çimdikliyor acıyı hissedince de rüyada olmadığımı anlıyordum.
Hemşire hanımın elinde damlalığı ve gözüme damlattığı damlaları gördükçe kesin olarak gördüğüme hükmediyordum. Doktor ve hemşiresi diğer hastaların yanına gittiklerin de göz ucuyla takıp ederek görmenin mutluluğunu yaşıyordum.
Birazdan odanın diğer yanlarına göz gezdirmeye başladım. Görülecek ne çok şey olduğunu fark ettim birden, oysa bu kadar teferruat daha önce hiç dikkatimi çekmemişti.
Görme yeteneğim tam olduğu zamanlarda etraftaki böylesi eşyalara hiç aldırış etmezdim bile.
Meselâ; iki, üç metre ilerideki kapıyı, kapının kolunu,kolundan sarkan zinciri. Karşı duvardaki prizi, prizin deliklerini görebiliyor neyi nereye kadar görebildiğimi ölçüyordum. Doktor ve hemşire bulunduğumuz odayı terk edince daha da serbest hissettim kendimi. Başımı kaldırarak sağa, sola bakınıyordum.
Diğer hastalar başımı kaldırmamam hususunda beni ikaz ettiler, sırt üstü yatmamı önerdiler.
Oysa ben senelerdir isteyip de alamadığı oyuncağına kavuşmuş bir çocuk heyecanı içerisindeydim. Biraz sonra hemşire hanım gelerek karyolamın yanındaki dolaptan robdöşambrımı çıkardı, giymemi istedi. Odanın diğer tarafındaki masaya kadar kolumdan tutarak getirdi beni.
Bir porsiyon pasta ve bir fincan kahve getirdi. Hepsini bitirmemi istedi. Pastayı iştahla yedim, kahveyi de afiyetle içtim. Odadaki diğer iki hasta oturma salonuna geçmiş olacak ki odanın boş olduğunu gördüm.
Yerimden kalkıp pencere kenarına gittim. Pervazına dayanarak dışarıyı seyretmeye koyuldum. Seyretmemdeki amaç da neyi ne kadar görebileceğimin merakıydı tabii.Uzaklara baktıkça gözüm kamaşıyor, ben de gözümü bir kısıp bir açıyordum. Daha uzakları görebilmem için de daha çok açıyordum. Hastanenin önünde iki yanı yeşilliklerle bezenmiş bir ana yol uzanıyordu. Kenarında da arabalar park etmişti. Gelip geçen insanları da gördükçe içim içime sığmıyordu. Arabaların kapı kollarını insanların ayakkabılarını ellerindeki çantaları da görebiliyordum. Hastanenin beşinci katındaydım ve uzaktaki villa tipi evlerin de çatılarını görebiliyordum.
O anda sevincimi tarif edemiyordum. Benim için hayat artık neyi görebildiğimin neyi göremediğimin muhasebesiydi.
Birdenbire içimi bir karamsarlık bürüdü bu kadar sevinmemin nedeni acı bir haberin işareti olabilir miydi acaba?
Ya tekrar günün birinde görme yeteneğimi kaybedersem. Aman ALLAH’IM bu karamsarlık beni altüst ediyor, ruhumu öldürüyordu. Bu ameliyat, hayatımda bir dönüm noktası mıydı, kara günlerimin aydınlık devamı mı?
Acaba o göremediğim günleri unutturacak mıydı bana? Birkaç gün birkaç ay, birkaç yıl, evet gördüm ama bizim üstümüzde kaderimizi çizen güçlü bir varlık var, bizi yaratan yüce rabbim, hep boyun eğmişiz ona. 18 yıl aydınlık günlerden sonra ışığı bile göremediğim karanlığa dönmek. Evet, işte gerçek hayatımdan bir kesit. 18 yıl sonra yine görme yeteneğimi yitirdim, yine hiç görmüyorum. Kaderim işte ebruli bir yaşam. Bekliyorum hep bekleyeceğim. Günün birinde yine bir ameliyat sayesinde görebilecek miyim o aydınlık günleri?
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.