YAZAN: Fatma Işık KAYA (Fadime)
Geçmiş neden bu kadar özlenir bir türlü anlayamamışımdır.
Ah keşke hep çocuk kalabilseydik. Ah nerede o eski bayramlar?... Ah bizim zamanımız şöyle güzeldi, böyle güzeldi.
Neymiş efendim; su kuyudan çekilirmiş. Her evin bahçesi varmış. Kızlara nenelerinin, oğlanlara dedelerinin adı verilirmiş. Komşular teklifsizce birbirlerine gidip gelirlermiş. Her çocuk bir komşunun evinde doyabilirmiş vs. vs.
Sanırsınız geçmişte hiç sorun yoktu. Herkesin hayatı muhteşemdi. Her şey tıkır tıkır işliyordu. Fakirlik yok, pahalılık yok, aile içi şiddet yoktu. Herkes lâylâylom yaşayıp gidiyordu.
Bir tutturmuşlar çocukluğumda çocukluğum. Yahu kardeşim, her zaman çok mu mutluydunuz çocukluğunuzda?... Büyük çoğunluğu fakir ve orta halli olan Türk ailelerinde kaç anne, baba çocuklarına gerektiği gibi davranmayı biliyordu ki?... Zar zor aile geçimini sağlamaya çalışan babalar. Bitmeyen ev işlerinden bunalmış, canı burnunda anneler. Kocalarına sinirlenen kadınlar korkudan seslerini çıkaramayınca hırslarını çocuklarından almıyorlar mıydı?... Çocuklar sanki oyuncağıydı ailelerin. Kızmaları için bahane mi yoktu. Düşüp bir yerini yaralarsın kabahat. Üzerin kirlenir kabahat. Masumca yapılan her davranış yaramazlık sayılmaz ya dayak atılıp ya da ceza verilmez miydi?... Kendisi çocuk olduğu hâlde kardeşinin bakımından sorumlu tutulup, küçüğün başına en ufak bir şey gelse, neden kardeşine bakmadın diye dayak yiyen birkaç yaş büyük abla ve ağabeylerden biri sanki kendileri değil. Kazara evde bir şey kırsa ya da herhangi bir eşyasını kaybetse dayaklardan dayak beğenen sanki onlar değil.
Çamaşırlar elde yıkanırdı. Bulaşıklar da. Ev çalı süpürgesiyle süpürülür, yerler elle silinirdi. Annelerin elleri yumuşacık olmazdı. Her zaman çatlak ve pütürlüydü. Bu yüzden çocuk üzerini kirletse kıyamet kopardı. Çünkü günümüzdeki gibi çeşit çeşit giysisi yoktu ki kimsenin, birini çıkarıp, diğerini giydirsinler. Tabii otomatik çamaşır makinesi de mevcut değildi kadıncağızlar kirlileri hemen makineye atıp, düğmesine basıversinler de çamaşırlar yıkansın. Yerlere dökülenleri süpürmek, silmek ayrı problem. Beklenmedik bir anda misafir kapıyı çalınca, buyruuuunnnnn. Hoşgeldiniiiiizzzzz. Diyerek güler yüzle karşılayıp, mutfakta kahve yaparken sinirden söylenen, kendi kendini yiyen kadınlar unutuldu gitti. Eşini hiçe sayıp, olmadık bir zamanda eve misafir getirebilirdi kocalar. Gıkını çıkaramazdı hiçbir kadın. Az olanı vardan yoktan çoğaltmaya, misafiri doyurmaya çalışır, için için de kendini paralardı. Günlerce kalan, gitmek bilmeyen yatılı misafirlere söz söylemek ne haddine?...
Birebir tanıklık ettiğim, anlattıklarımın bazıları yüzünden sinirleri zayıf bir annenin en güzel yıllarının canına okunmuş çocuğu olduğum için yazma gereği duydum bu satırları.
Geçmişi tamamen karalamak da istemem elbette. Kabul ediyorum, o zamanlar hava tertemizdi. İnsanlar daha saygılı, yediklerimiz çok sağlıklıydı. Günümüzde benim de gerek doğamızla gerek ülkemizle ilgili endişelendiğim çok şey var. Buna rağmen ille de geçmiş diyemiyorum.
Diyelim ki zaman makinesi icat edildi ve geçmişe özlem duyanlar istedikleri yıllara geri döndü. Kaç kişi, kaç saat durabilir acaba çok merak ediyorum. Bilgisayar, akıllı telefon, internet yok. Ellerde kumanda kanal kanal dolaşılan televizyonlar, otomatik çamaşır ve bulaşık makineleri, bırakın bunları musluktan akan su bile yok. Bahçedeki kuyudan çekeceksin suyu. Elektrik süpürgesi yok. Asansörlü, doğalgazlı, apartman görevlisi, güvenlik görevlisi, hatta havuzu olan siteler, bir telefonla geliveren hazır yemekler yok. İçlerinde cirit atılan, paranın hesapsızca harcandığı alışveriş merkezleri yok. Yukarıda saydığım unsurlara da katlanmak gerek.
İstisnalar kaideyi bozmaz ama ezici çoğunluğun bir an önce zaman makinesinin düğmesine basıp günümüze kaçacağından adım gibi eminim.
Ben çocukluğumu ve geçmişi hiç mi hiç özlemiyorum arkadaş. Yaşlanma yolunda olsam da aşırı disiplinli bir ailenin kısıtlamalarla yetiştirdiği bireyi olarak en rahat ve özgür olduğum yıllardayım. Küçükken gelmesini sabırsızlıkla beklediğim genç kızlığımı da özlemiyorum. Elimde olsaydı, 20'li, 30'lu yıllarda, canım, biricik ATATÜRK BABAMIN yakın çevresinde yaşamayı çok isterdim. Bu da mümkün olamayacağına göre ama mutlu, ama mutsuz yaşayıp gidiyorum işte.
Geçmişe mâzi, yenmişe kuzu derlermiş.
Ne demiş benim sevgili Mevlana Dedem?...
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
26-Haziran-2023-Perşembe
Geçmiş neden bu kadar özlenir bir türlü anlayamamışımdır.
Ah keşke hep çocuk kalabilseydik. Ah nerede o eski bayramlar?... Ah bizim zamanımız şöyle güzeldi, böyle güzeldi.
Neymiş efendim; su kuyudan çekilirmiş. Her evin bahçesi varmış. Kızlara nenelerinin, oğlanlara dedelerinin adı verilirmiş. Komşular teklifsizce birbirlerine gidip gelirlermiş. Her çocuk bir komşunun evinde doyabilirmiş vs. vs.
Sanırsınız geçmişte hiç sorun yoktu. Herkesin hayatı muhteşemdi. Her şey tıkır tıkır işliyordu. Fakirlik yok, pahalılık yok, aile içi şiddet yoktu. Herkes lâylâylom yaşayıp gidiyordu.
Bir tutturmuşlar çocukluğumda çocukluğum. Yahu kardeşim, her zaman çok mu mutluydunuz çocukluğunuzda?... Büyük çoğunluğu fakir ve orta halli olan Türk ailelerinde kaç anne, baba çocuklarına gerektiği gibi davranmayı biliyordu ki?... Zar zor aile geçimini sağlamaya çalışan babalar. Bitmeyen ev işlerinden bunalmış, canı burnunda anneler. Kocalarına sinirlenen kadınlar korkudan seslerini çıkaramayınca hırslarını çocuklarından almıyorlar mıydı?... Çocuklar sanki oyuncağıydı ailelerin. Kızmaları için bahane mi yoktu. Düşüp bir yerini yaralarsın kabahat. Üzerin kirlenir kabahat. Masumca yapılan her davranış yaramazlık sayılmaz ya dayak atılıp ya da ceza verilmez miydi?... Kendisi çocuk olduğu hâlde kardeşinin bakımından sorumlu tutulup, küçüğün başına en ufak bir şey gelse, neden kardeşine bakmadın diye dayak yiyen birkaç yaş büyük abla ve ağabeylerden biri sanki kendileri değil. Kazara evde bir şey kırsa ya da herhangi bir eşyasını kaybetse dayaklardan dayak beğenen sanki onlar değil.
Çamaşırlar elde yıkanırdı. Bulaşıklar da. Ev çalı süpürgesiyle süpürülür, yerler elle silinirdi. Annelerin elleri yumuşacık olmazdı. Her zaman çatlak ve pütürlüydü. Bu yüzden çocuk üzerini kirletse kıyamet kopardı. Çünkü günümüzdeki gibi çeşit çeşit giysisi yoktu ki kimsenin, birini çıkarıp, diğerini giydirsinler. Tabii otomatik çamaşır makinesi de mevcut değildi kadıncağızlar kirlileri hemen makineye atıp, düğmesine basıversinler de çamaşırlar yıkansın. Yerlere dökülenleri süpürmek, silmek ayrı problem. Beklenmedik bir anda misafir kapıyı çalınca, buyruuuunnnnn. Hoşgeldiniiiiizzzzz. Diyerek güler yüzle karşılayıp, mutfakta kahve yaparken sinirden söylenen, kendi kendini yiyen kadınlar unutuldu gitti. Eşini hiçe sayıp, olmadık bir zamanda eve misafir getirebilirdi kocalar. Gıkını çıkaramazdı hiçbir kadın. Az olanı vardan yoktan çoğaltmaya, misafiri doyurmaya çalışır, için için de kendini paralardı. Günlerce kalan, gitmek bilmeyen yatılı misafirlere söz söylemek ne haddine?...
Birebir tanıklık ettiğim, anlattıklarımın bazıları yüzünden sinirleri zayıf bir annenin en güzel yıllarının canına okunmuş çocuğu olduğum için yazma gereği duydum bu satırları.
Geçmişi tamamen karalamak da istemem elbette. Kabul ediyorum, o zamanlar hava tertemizdi. İnsanlar daha saygılı, yediklerimiz çok sağlıklıydı. Günümüzde benim de gerek doğamızla gerek ülkemizle ilgili endişelendiğim çok şey var. Buna rağmen ille de geçmiş diyemiyorum.
Diyelim ki zaman makinesi icat edildi ve geçmişe özlem duyanlar istedikleri yıllara geri döndü. Kaç kişi, kaç saat durabilir acaba çok merak ediyorum. Bilgisayar, akıllı telefon, internet yok. Ellerde kumanda kanal kanal dolaşılan televizyonlar, otomatik çamaşır ve bulaşık makineleri, bırakın bunları musluktan akan su bile yok. Bahçedeki kuyudan çekeceksin suyu. Elektrik süpürgesi yok. Asansörlü, doğalgazlı, apartman görevlisi, güvenlik görevlisi, hatta havuzu olan siteler, bir telefonla geliveren hazır yemekler yok. İçlerinde cirit atılan, paranın hesapsızca harcandığı alışveriş merkezleri yok. Yukarıda saydığım unsurlara da katlanmak gerek.
İstisnalar kaideyi bozmaz ama ezici çoğunluğun bir an önce zaman makinesinin düğmesine basıp günümüze kaçacağından adım gibi eminim.
Ben çocukluğumu ve geçmişi hiç mi hiç özlemiyorum arkadaş. Yaşlanma yolunda olsam da aşırı disiplinli bir ailenin kısıtlamalarla yetiştirdiği bireyi olarak en rahat ve özgür olduğum yıllardayım. Küçükken gelmesini sabırsızlıkla beklediğim genç kızlığımı da özlemiyorum. Elimde olsaydı, 20'li, 30'lu yıllarda, canım, biricik ATATÜRK BABAMIN yakın çevresinde yaşamayı çok isterdim. Bu da mümkün olamayacağına göre ama mutlu, ama mutsuz yaşayıp gidiyorum işte.
Geçmişe mâzi, yenmişe kuzu derlermiş.
Ne demiş benim sevgili Mevlana Dedem?...
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
26-Haziran-2023-Perşembe
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.