YAZAN: Şule SEPİN İÇLİ
Yaklaşık 6 yaşındayken, babamın beni arkadaş ortamına götürdüğü bir gün, bir adam bana çikolata uzattı. Biraz utangaç bir tavırla sevinerek aldım elinden. Tam yiyecektim ki çocuk merakıyla ne iş yaptığını sordum. Ceza evinden çıktığını söyledi. Suçunun ne olduğunu sorunca, gururla, “Ben bacımı vurdum” demesin mi? Çikolatayı adama uzattım ve çocuk aklımla, “Sen kötü bir adamsın. İnsan hiç bacısını öldürür mü?” dedim.
Şimdi düşünüyorum bu gurur nereden geliyor? Aradan yıllar geçmiş, sanki şimdi olsa yine yapacakmış gibi bir tavırdı bu. Tıpkı eşini yaraladıktan sonra ceza evine giren bir erkeğin, çıkınca eşini öldüreceğini söylemesi gibi.
Adları beynimize kazınan öldürülen kadınlardan Emine Bulut’un taziye ziyaretinden dönerken, bir lokantada mola verdik. İşini canla başla yapan kadın, konuşmalarımıza kulak kesilmiş olmalı ki “Eşimin çıkmasına 5 ay kaldı. Benim de sonum Emine Bulut gibi olur diye çok korkuyorum. En rahat günlerim bu günler” dedi. Kadınları yaraladıklarında ya ceza evinden çıkınca yarım kalan işmiş gibi eşlerini öldürüyorlar ya da öldürüp mahkemede saygılı davranarak indirim alıp kısa süre hapis yatıp çıkıyorlar. Adaletin olmadığı bir yerde, vicdan sorgulaması da olmuyor anlaşılan.
Ceza evlerinde benzer davranışları yapanların yanında daha çok bileniyorlar. Adeta kötülük yapmak için eğitim alıyorlar. Kendi davranışlarına değil, öldürdükleri ya da yaraladıkları kadınlara kızıyorlar. Kim bilir o ne yaptı ki öldürüldü gibi yaşama hakkının ihlal edildiği bir hikâye var ya, ta kendisi.
Kadınları öldürmek o kadar kolay oldu ki evlilik ilişkisinde ya da sevgiliyken, en ufak bir tartışmada, “Öldürürüm, birkaç sene yatar çıkarım” sözlerini pek çok kişiden duyuyoruz. Olumsuzluklar daha çabuk öğreniliyor ve kolayı seçmek, zor durumlarla uğraşmaktan daha cezbedici sanki. Kötülük, bulaşıcı bir hastalık gibi çabuk yayılıyor. Zamanında aşı yapılmazsa, gereken önlemler alınmazsa, kötülükler şimdi olduğu gibi yayılıp gider. Kadın cinayetlerinin failleri için “Bunlar psikolojik olarak normal değiller, hastalar” demek, sorundan kaçmak. Toplum hastalanıyor, travmatik bir toplum olduk. Bizim haberimiz var bundan ama yetkililerin hiç mi haberi yok?
Artık sadece kadınlar öldürülmüyor. Çocuklar da öldürülüyor. Öldürme türleri de hemen öğreniliyor. Silah, bıçak, boğma, yakma, daha neler neler… ölüm bahaneleri de hazır. Kendisi ölmek istedi, intihar etti gibi saçma sapan uydurmalar. Yani şüpheli ölümler.
2000’li yıllarda kadın cinayetleri şeklinde bir tanımlama yoktu. 2008 yılında, bir yıl içerisinde 66 kadın öldürülmüş. 2016 yılından sonra kadın cinayetleriyle ilgili anıt sayaç işlemeye başladı. Aradan çeyrek asır geçmiş. Bu cinayetlerin yaşanmaması gerekirken, neden artıyor o halde? 2025 yılında, ağustos ayının sonuna kadar öldürülen kadın sayısı, 263.
Cumhurbaşkanının açıklamalarına baktığımızda, kadın cinayetleriyle ilgili özel olarak yapılmış bir açıklama, bir önlem yok. İstanbul Sözleşmesinden bir gecede çıkılması, üç çocuk doğurmanın yararları, eş bulma stratejileriyle ilgili tavsiyeler, kürtajı Uludere cinayetine benzetmeler var. Şiddeti önlemek için gerekenin yapılacağını söylemiş. Sayılar ortada. Önceden uzak yerlerden duyardık kadın cinayetlerini. Şimdi yanı başımıza kadar geldi. Ucunun bize dokunmayacağını kimse iddia edemez. Sokaklar, silah ve bıçak taşıyanlarla dolu. Üstelik söylendiği gibi sadece eğitim düzeyi düşük erkekler öldürmüyor kadınları. Üniversite mezunları, kariyer yapmış insanlar da kadın cinayetlerinde yerlerini almış durumda.
Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamaları, merhamet duygusunu temel alıyor. Camilere giden binlerce insana, Cuma hutbelerinde kadının miras hakkına göz dikme, giyim kuşam konuları anlatılıyor. Neden kadın cinayetleriyle ilgili tek bir açıklama yok camilerde? Kendilerini din adamı zannedenler, hamile kadının sokağa çıkmasının sakıncalarını, kadının kahkaha atmasının zararlarını, 6 yaşındaki çocukla evlenilebileceğini anlatıyorlar. Bunları söyleyenlere hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Çünkü planlı yapılan işler bunlar.
Emine Bulut’un annesi, “Bu ülkede kadının canından ucuz başka bir şey yok” demişti. Ne kadar anlam dolu bir söz bu. Kadınların güçlenmesini istemiyorlar. Çünkü Cumhuriyet rejimini değiştirmek kadınlar üzerinden yapılabilir. O da nasıl olur? Kadını zayıflatarak daha sonra da zayıf halkaya çökerek.
2000’li yıllarda kadın cinayetleri tanımlamasının olmaması bir rastlantı değil. O dönem Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ile bir protokol yapılmıştı. Kadınlara grup eğitimleri veriliyordu. Haklarını öğrenen kadınlar, haklarını aramaya, bilinçlenmeye başladılar. Aile eğitimleri yapılıyordu bu protokol kapsamında. Babalarla toplantılar düzenleniyordu. Daha sonra protokolü iptal ettiler. Evlere giderek birebir eğitim verilsin uygulamasını getirdiler. Eğitimlerin içini boşaltmak tam da böyle bir durum. Artık insanlar kısa süreli eğitimlere bile gitmek istemiyorlar. Çünkü bu eğitimler, yaptık oldu tarzı eğitimler.
Asıl neden, kadınların güçlenmesinden duydukları rahatsızlık. Eğitimler olmayınca, kol kırılacak ve yen içinde kalacak. Biz kadınlar kollarımızın kırılmasını istemiyoruz. O kollar üretmemiz için bize lazım. Kadının İnsan Hakları Eğitimine katılan bir kadınla basın yoluyla bir söyleşi yapılıyor. Kadın, bir yere giderken eşinden izin almadığını söyleyince, kopuyor kıyamet. Vay efendim, aile ilişkileri bozuluyormuş, boşanmalar artıyormuş.
Kadın cinayetlerinin bazı bahaneleri var. Bunlardan birisi, boşanmak istedikleri için. Boşanmanın geleneklerimize aykırı olduğunu düşünenler, pompalıyorlar boşanmayla ilgili yanlış bilgileri. Ailesiz kalırmış çocuklar, aile çok önemliymiş. Öyle bir hale getirdiler ki kadının boşanması, erkek için kıyamet koparma nedeni.
Bu yıl aile yılı. İstiyorlar ki kadınlar okumasın, çalışmasın, evlerden çıkmasın, çocuk doğursun, şiddet görüp kaderine razı olsun. Bunun adı da aile. Öyle bir aile ki işine gelmeyince amiyane bir tabirle, “Siktir ol git” diyerek evden kovdukları eşleriyle sözüm ona mesut mutlu yürütülen ilişkiler… Adamlar aile içinde olmaz hakaretleri ederler ceza almazlar, sokakta ana-avrat düz giderler, yine ceza almazlar. Ama bir siyasi tartışmada “Çirkinleşme” diyen Ekrem İmamoğlu’na dava açılır, ceza verilmek istenir.
Cemaatler, tarikatlar yetkilileri ele geçirmişler ve kadınlara savaş açmış durumdalar. Kıyafetimize, nafakaya, her şeyimize dil uzatabiliyorlar. Kadın cinayetlerine sessiz kalıyorlar ki kadınlar korksun, boşanmasınlar, seslerini çıkarmasınlar.
Korkarsak ve susarsak, daha çok üzerimize gelecekler. Kadın cinayetleriyle ilgili, başta Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu olmak üzere yüzlerce kadın örgütünün sayısız açıklamaları ve eylemleri var. Öldürülen kadınların cenazelerini sırtlayıp gömüyorlar, duruşmalara katılıyorlar, öldürülen kadınların fotoğraflarını sergileyerek kadın cinayetlerine karşı tepkilerini ortaya koyuyorlar. O kadar hak ihlali ve kadınlarla ilgili geriye giden uygulamalar var ki hangi konuda eylem yapacağımızı şaşırıyoruz. Yine de yılmadan mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Ellerinden geldiğince yarış halinde yağdırdıkları hak ihlallerine karşı direniyorlar.
Seslerini duyamadığımız kadınlara ulaşmalıyız. Artık ayağa kalkma zamanı geldi. Köklü bir değişim olmadan, bu gerici anlayışı başımızdan def etmemiz mümkün değil. Bu nedenle evlerde iş yaparak, çocuk bakarak bir yere varamayız. Sokaklar bizi bekliyor. Sesimizi birlikte daha güçlü duyuralım ki öldürülen kadınlara can olalım, birbirimize can katalım. Doğurganlığımızın, üretkenliğimizin bize kattığı güçle varlığımızı göstermeliyiz.
Mücadelemizi ve umudumuzu büyüteceğiz. Pes etmeyeceğiz. Teslim olmayacağız bu gerici anlayışa. Kadınların yaşam hakkı ellerinden alınamaz.
23 Eylül 2025
Yaklaşık 6 yaşındayken, babamın beni arkadaş ortamına götürdüğü bir gün, bir adam bana çikolata uzattı. Biraz utangaç bir tavırla sevinerek aldım elinden. Tam yiyecektim ki çocuk merakıyla ne iş yaptığını sordum. Ceza evinden çıktığını söyledi. Suçunun ne olduğunu sorunca, gururla, “Ben bacımı vurdum” demesin mi? Çikolatayı adama uzattım ve çocuk aklımla, “Sen kötü bir adamsın. İnsan hiç bacısını öldürür mü?” dedim.
Şimdi düşünüyorum bu gurur nereden geliyor? Aradan yıllar geçmiş, sanki şimdi olsa yine yapacakmış gibi bir tavırdı bu. Tıpkı eşini yaraladıktan sonra ceza evine giren bir erkeğin, çıkınca eşini öldüreceğini söylemesi gibi.
Adları beynimize kazınan öldürülen kadınlardan Emine Bulut’un taziye ziyaretinden dönerken, bir lokantada mola verdik. İşini canla başla yapan kadın, konuşmalarımıza kulak kesilmiş olmalı ki “Eşimin çıkmasına 5 ay kaldı. Benim de sonum Emine Bulut gibi olur diye çok korkuyorum. En rahat günlerim bu günler” dedi. Kadınları yaraladıklarında ya ceza evinden çıkınca yarım kalan işmiş gibi eşlerini öldürüyorlar ya da öldürüp mahkemede saygılı davranarak indirim alıp kısa süre hapis yatıp çıkıyorlar. Adaletin olmadığı bir yerde, vicdan sorgulaması da olmuyor anlaşılan.
Ceza evlerinde benzer davranışları yapanların yanında daha çok bileniyorlar. Adeta kötülük yapmak için eğitim alıyorlar. Kendi davranışlarına değil, öldürdükleri ya da yaraladıkları kadınlara kızıyorlar. Kim bilir o ne yaptı ki öldürüldü gibi yaşama hakkının ihlal edildiği bir hikâye var ya, ta kendisi.
Kadınları öldürmek o kadar kolay oldu ki evlilik ilişkisinde ya da sevgiliyken, en ufak bir tartışmada, “Öldürürüm, birkaç sene yatar çıkarım” sözlerini pek çok kişiden duyuyoruz. Olumsuzluklar daha çabuk öğreniliyor ve kolayı seçmek, zor durumlarla uğraşmaktan daha cezbedici sanki. Kötülük, bulaşıcı bir hastalık gibi çabuk yayılıyor. Zamanında aşı yapılmazsa, gereken önlemler alınmazsa, kötülükler şimdi olduğu gibi yayılıp gider. Kadın cinayetlerinin failleri için “Bunlar psikolojik olarak normal değiller, hastalar” demek, sorundan kaçmak. Toplum hastalanıyor, travmatik bir toplum olduk. Bizim haberimiz var bundan ama yetkililerin hiç mi haberi yok?
Artık sadece kadınlar öldürülmüyor. Çocuklar da öldürülüyor. Öldürme türleri de hemen öğreniliyor. Silah, bıçak, boğma, yakma, daha neler neler… ölüm bahaneleri de hazır. Kendisi ölmek istedi, intihar etti gibi saçma sapan uydurmalar. Yani şüpheli ölümler.
2000’li yıllarda kadın cinayetleri şeklinde bir tanımlama yoktu. 2008 yılında, bir yıl içerisinde 66 kadın öldürülmüş. 2016 yılından sonra kadın cinayetleriyle ilgili anıt sayaç işlemeye başladı. Aradan çeyrek asır geçmiş. Bu cinayetlerin yaşanmaması gerekirken, neden artıyor o halde? 2025 yılında, ağustos ayının sonuna kadar öldürülen kadın sayısı, 263.
Cumhurbaşkanının açıklamalarına baktığımızda, kadın cinayetleriyle ilgili özel olarak yapılmış bir açıklama, bir önlem yok. İstanbul Sözleşmesinden bir gecede çıkılması, üç çocuk doğurmanın yararları, eş bulma stratejileriyle ilgili tavsiyeler, kürtajı Uludere cinayetine benzetmeler var. Şiddeti önlemek için gerekenin yapılacağını söylemiş. Sayılar ortada. Önceden uzak yerlerden duyardık kadın cinayetlerini. Şimdi yanı başımıza kadar geldi. Ucunun bize dokunmayacağını kimse iddia edemez. Sokaklar, silah ve bıçak taşıyanlarla dolu. Üstelik söylendiği gibi sadece eğitim düzeyi düşük erkekler öldürmüyor kadınları. Üniversite mezunları, kariyer yapmış insanlar da kadın cinayetlerinde yerlerini almış durumda.
Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamaları, merhamet duygusunu temel alıyor. Camilere giden binlerce insana, Cuma hutbelerinde kadının miras hakkına göz dikme, giyim kuşam konuları anlatılıyor. Neden kadın cinayetleriyle ilgili tek bir açıklama yok camilerde? Kendilerini din adamı zannedenler, hamile kadının sokağa çıkmasının sakıncalarını, kadının kahkaha atmasının zararlarını, 6 yaşındaki çocukla evlenilebileceğini anlatıyorlar. Bunları söyleyenlere hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Çünkü planlı yapılan işler bunlar.
Emine Bulut’un annesi, “Bu ülkede kadının canından ucuz başka bir şey yok” demişti. Ne kadar anlam dolu bir söz bu. Kadınların güçlenmesini istemiyorlar. Çünkü Cumhuriyet rejimini değiştirmek kadınlar üzerinden yapılabilir. O da nasıl olur? Kadını zayıflatarak daha sonra da zayıf halkaya çökerek.
2000’li yıllarda kadın cinayetleri tanımlamasının olmaması bir rastlantı değil. O dönem Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ile bir protokol yapılmıştı. Kadınlara grup eğitimleri veriliyordu. Haklarını öğrenen kadınlar, haklarını aramaya, bilinçlenmeye başladılar. Aile eğitimleri yapılıyordu bu protokol kapsamında. Babalarla toplantılar düzenleniyordu. Daha sonra protokolü iptal ettiler. Evlere giderek birebir eğitim verilsin uygulamasını getirdiler. Eğitimlerin içini boşaltmak tam da böyle bir durum. Artık insanlar kısa süreli eğitimlere bile gitmek istemiyorlar. Çünkü bu eğitimler, yaptık oldu tarzı eğitimler.
Asıl neden, kadınların güçlenmesinden duydukları rahatsızlık. Eğitimler olmayınca, kol kırılacak ve yen içinde kalacak. Biz kadınlar kollarımızın kırılmasını istemiyoruz. O kollar üretmemiz için bize lazım. Kadının İnsan Hakları Eğitimine katılan bir kadınla basın yoluyla bir söyleşi yapılıyor. Kadın, bir yere giderken eşinden izin almadığını söyleyince, kopuyor kıyamet. Vay efendim, aile ilişkileri bozuluyormuş, boşanmalar artıyormuş.
Kadın cinayetlerinin bazı bahaneleri var. Bunlardan birisi, boşanmak istedikleri için. Boşanmanın geleneklerimize aykırı olduğunu düşünenler, pompalıyorlar boşanmayla ilgili yanlış bilgileri. Ailesiz kalırmış çocuklar, aile çok önemliymiş. Öyle bir hale getirdiler ki kadının boşanması, erkek için kıyamet koparma nedeni.
Bu yıl aile yılı. İstiyorlar ki kadınlar okumasın, çalışmasın, evlerden çıkmasın, çocuk doğursun, şiddet görüp kaderine razı olsun. Bunun adı da aile. Öyle bir aile ki işine gelmeyince amiyane bir tabirle, “Siktir ol git” diyerek evden kovdukları eşleriyle sözüm ona mesut mutlu yürütülen ilişkiler… Adamlar aile içinde olmaz hakaretleri ederler ceza almazlar, sokakta ana-avrat düz giderler, yine ceza almazlar. Ama bir siyasi tartışmada “Çirkinleşme” diyen Ekrem İmamoğlu’na dava açılır, ceza verilmek istenir.
Cemaatler, tarikatlar yetkilileri ele geçirmişler ve kadınlara savaş açmış durumdalar. Kıyafetimize, nafakaya, her şeyimize dil uzatabiliyorlar. Kadın cinayetlerine sessiz kalıyorlar ki kadınlar korksun, boşanmasınlar, seslerini çıkarmasınlar.
Korkarsak ve susarsak, daha çok üzerimize gelecekler. Kadın cinayetleriyle ilgili, başta Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu olmak üzere yüzlerce kadın örgütünün sayısız açıklamaları ve eylemleri var. Öldürülen kadınların cenazelerini sırtlayıp gömüyorlar, duruşmalara katılıyorlar, öldürülen kadınların fotoğraflarını sergileyerek kadın cinayetlerine karşı tepkilerini ortaya koyuyorlar. O kadar hak ihlali ve kadınlarla ilgili geriye giden uygulamalar var ki hangi konuda eylem yapacağımızı şaşırıyoruz. Yine de yılmadan mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Ellerinden geldiğince yarış halinde yağdırdıkları hak ihlallerine karşı direniyorlar.
Seslerini duyamadığımız kadınlara ulaşmalıyız. Artık ayağa kalkma zamanı geldi. Köklü bir değişim olmadan, bu gerici anlayışı başımızdan def etmemiz mümkün değil. Bu nedenle evlerde iş yaparak, çocuk bakarak bir yere varamayız. Sokaklar bizi bekliyor. Sesimizi birlikte daha güçlü duyuralım ki öldürülen kadınlara can olalım, birbirimize can katalım. Doğurganlığımızın, üretkenliğimizin bize kattığı güçle varlığımızı göstermeliyiz.
Mücadelemizi ve umudumuzu büyüteceğiz. Pes etmeyeceğiz. Teslim olmayacağız bu gerici anlayışa. Kadınların yaşam hakkı ellerinden alınamaz.
23 Eylül 2025
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.