eylemyurtsever@gmail.com
Kısa, siyah saçları ve siyah gür kaşları var. Açık gri kazağıyla, gözleri kapalı, ağzı hafif aralık.
Sokakta ayakkabı boyacılığı yapan iki genç çocuk. Önde oturan, bir taburede ve bir müşterinin ayakkabısını boyuyor. Üzerinde koyu renkli bir kazak ve yırtık bir kot pantolon var. Yanında, başka bir taburede oturan ikinci bir çocuk gülümsüyor ve üzerinde mont benzeri bir giysi var. Arka planda, demir parmaklıklar ve ağaçlar görülüyor. Fotoğraf siyah-beyaz çekilmiş.

Peduka ülkesinde ayakkabı yapan biri olmak hiç de küçümsenen bir şey değildi. Bu mesleği yapanların yükleri sahip oldukları itibarı hak edecek kadar ağırdı. Pedukalılar ayakkabıları dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanlardan çok daha fazla önemserlerdi. Birisinin sınıfı giydiği ayakkabının çıkardığı sesten anlaşılırdı.



Genelde benzer giysileri giyiyorlardı. Çünkü öğretileri sade giyinmeyi gerektiriyordu. Öğretilerinin bir açıklarını bulmakta gecikmeyen Peduka halkı, her ne kadar öğretiye riayet edip sade giyinse de ayakkabılarını bir kast aracı olarak kullanmakta da gecikmedi. Sade giyme kuralı ayakkabılar için de geçerli olduğundan, ayakkabıların görünümüne değil çıkardığı sese göre belirlediler kast sistemini.



Sıradan halk ses çıkarmayan lastik ayakkabılar giyiyordu. Polis ve askerlerin tehditkâr bir ses çıkaran, ağır ve zarar verebilen demir ayakkabıları vardı. 



Diğerleri, yani patronlar, politikacılar, tüccarlar… Kısacası güçlü ve zengin olanlar da kösele ayakkabılar giymeyi tercih etmişlerdi.



Ayakkabı yapımcılarıysa ayaklarına hiçbir şey giymiyorlardı kalın deriden yaptıkları çoraplar dışında. Henüz sekiz yaşında olan oğlan da büyüdüğünde bu zanaatı icra edecekti. Şimdiden babasına yardım ederken bir şeyler öğrenmeye başlamıştı bile.



Oğlanın en büyük hayali kösele ayakkabıları giyip yürümek, onların çıkardıkları sesi dinlemek ve çıkan o kaliteli sesin müsebbibinin kendisi olduğunu bilmekti. Giymeyi hayal ettiği ayakkabının kösele olmasının sebebi bu ayakkabıların güçlü ve zengin olanların hakkı olması değildi. Onun için önemli olan şey onlardan çıkan sesti. Büyüklenen, kaliteli olduğunu iddia eden o tok ses…



Oğlanın tek başına bir ayakkabıyı üretebilir hale geldiği günlerden birinde, ısrarlarına dayanamayan baba, oğlunun bir kösele ayakkabıyı tek başına yapmasına izin verdi. Kösele tutkusunu fark etmiş olsaydı çok büyük ihtimalle yapmazdı bunu.



Oğlan bundan sonra kösele ayakkabıları kendisinin yapmak istediğini babasına söyleyebilmek için ayakkabıyı mükemmel halde teslim etmeye kararlıydı.



İşini istediğinden daha mükemmel yapmış, gönül rahatlığıyla babasından kösele ayakkabıların üretilme görevinin kendi omuzlarına yüklemesini istemişti. Oğlunun bu bariz hevesinden şüphelenmek aklına bile gelmeyen adam, kösele ayakkabıların sorumluluğunu oğluna vermişti.



Beklediği fırsat eline geçince bir an bile zaman kaybetmeyen çocuk, oyun oynamak için gittiği gizli yerine küçük bir tezgâh kurmak için babasının eski aletlerini götürdü. Bu iş çok zor olmuştu; çünkü kırık aletler bile devletin malzeme deposu tarafından değiştirildiğinde yenileriyle takas ediliyordu. Bunun nedeni eski aletlerin onarılıp kaçak ayakkabı üretiminin yapılmasını engellemekti.



Oğlan eski aletlerin yerine birebir ölçülerinde, kilden yapılmış benzerlerini koymuştu.



Gizli yerine tezgâhını kurar kurmaz kendi ayağının kalıbını çıkarttı. Artık tek yapması gereken, bir kösele ayakkabı siparişi gelmesini beklemekti.



Birkaç gün sonra sipariş geldi. Bu konuda o kadar titizlerdi ki, malzeme fazlalığı olmasın, ayakkabı yapanlar o fazlalığı biriktirip kaçak üretim yapmasın diye kimliklerinde insanların ayak numarası yazılıyor, lastik ayakkabılılar malzemeyi ona göre veriyordu.



Çocuğun ayakları küçük olduğundan onun için bir şey fark etmeyecekti. Fazladan malzeme çıkacaktı sadece. Bu durumun da onun için hiçbir önemi yoktu.



Siparişin geldiği gün fazladan iş çıkarıp kösele ayakkabıyı yapmayı geceye ertelemeye çalıştı. Bereket versin, babasının işi başından aşkın olduğundan adam çocuğun bu ihmalini fark etmemişti.



Gece olduğunda, elinde devlet tarafından ayakkabı yapması için verilen malzeme olduğu halde, ölü gibi uyuyan babasını uyandırmamaya çalışarak gizli yerine, tezgâhına yollandı. Kendisi için yaptığı kalıba göre; sağlam, daha öncekinden de mükemmel bir ayakkabı yapmaya koyuldu.



Çok geçmeden, yapabileceği en büyük özeni göstererek sağlam ve kullanışlı bir ayakkabı yapmayı başarmıştı. Bir mucizeydi! Bu ayakkabıyı kendisi için yapmıştı. Başka biri için değil…



Kendi kendisine gülerek:



“Devletin malzemeleri harcanmamalı. Artan bu deriyle de ayakkabımı süslemeliyim… Biraz ahşap da kalmış, onu da bu iş için değerlendirsem çok daha iyi olur” diye geçirdi.



Bu kez öğretiye de karşı gelmiş olacaktı gerçi…



“Olsun” dedi kendi kendisine.



“İnceldiği yerden kopsun…”



Ayakkabıdan artakalan malzemelerle basitliğine karşın göz alıcı süsler yapabilmişti. Sadece kendisi için!



Sağlamlaşsın diye biraz bekledikten sonra onları ayaklarına giyecek ve boş yollarda kendi ayak sesini dinleyerek yürüyecekti.



Sonunda ayakkabılar demlenmiş, tam giyilecek kıvama gelmişti. Yollarda insan görünmüyordu. Hava yeni yeni aydınlanmaya başlıyordu.



Oğlan önce ayaklarına giydiği deri çorapları özenle çıkardı ve ayakkabılarını merasimle giydi. Artık yola çıkmaya hazırdı.



Yürürken ayakkabılarından çıkan sesi dinlemek ona öyle yoğun hissettirmişti ki, hislerinin yoğunluğundan ayrıntılarına duyarsızlaşmış, yerçekimsiz bir yerdeymişçesine hissetmeye başlamıştı.



Zihninde oluşan hengâmede çevresine de duyarsızlaştığı için demir ayakkabılıların, yani polislerin seslerini duyamamıştı. Zihninde sadece kösele sesleri vardı.



Demir sesleri yaklaşmış, yaklaşmıştı. Demir ayakkabılılardan birisi çocuğun ayakkabısındaki süsleri görmüştü. Peduka halkının bir insanı gördüğünde göz attığı kısmı başı değil ayağıydı çünkü.



Çocuğu ayaktan başa süzen polis, hemen diğerlerinin dikkatlerini de o yana, çocuğa çevirmişti.



Öğretiye karşı gelmek… O bile çok ağır bir suçken çocuk kendisinin ayakkabı yapan birisi olduğunu söylüyordu.



“Bir an önce idam edilmeli” dedi demir ayakkabılının biri.



Onların bu işi yapmak için herhangi bir yetkileri bulunmadığından çocuğu nöbetçi bir kösele ayakkabılının yanına götürdüler.



“Ayakkabı giymenin ayakkabı yapıcılarına yasak olduğunu, bu suçun cezasının idam edilmek olduğunu bilmiyor musun?” diye terslendi kösele ayakkabılı adam. Bu cümleleri sarf ederken gözlerini ovuşturmaktaydı. Olaysız bir akşam olduğu için biraz kestirmişti.



“Biliyorum Sayın Kösele” diyebildi oğlan.



Ayakkabılarının hâlâ ayağında olduğuna seviniyor, arada sırada ayağını yavaşça yere vurup çıkan hafif sesle mest oluyordu.



“Bilmiyor musun ki sizler ayakkabı giyerseniz ülkenin düzeni sarsılır? Kimlik değiştirenler çıkıp hak etmedikleri ayakkabıları giyer, rüşvet alanlar çıkar…”



“Evet…”



“Bu ülkede neden kimse kimseden rüşvet almıyor biliyor musun?”



“Hayır Sayın Kösele.”



“Çünkü siz varsınız. Siz rüşvet almazsınız. Senin baban hiç rüşvet aldı mı çocuk?”



“Hayır. Benim babam dürüst bir adamdır Sayın Kösele. Bu ayakkabıyı yaptığımı bilmiyor. Eğer bilseydi…” 



“Tabii ki baban dürüst biri. Tüm ayakkabı yapanlar gibi… Bunun nedeni kaybedecek hiçbir şeylerinin olmaması. Kazanacak şeylerinin olmadığı gibi…”



Arkasına yaslanıp uzun uzun esnedikten sonra:



“Yeme içme bedava, muayene, ilaç bedava… Eee! Bir insan daha ne ister ki? Sen daha ne istedin de bu ayakkabıları yaptın, yetmiyormuş gibi onları pervasızca sokak ortasında giydin çocuk? Söyle bakalım…”



“Çıkarttığı sesleri seviyordum…”



“Bana Sayın Kösele diye hitap edeceksin!”



“Çıkarttığı sesleri seviyordum Sayın Kösele.”



“Gücün sesi her zaman çekici gelmiştir!” dedi odada yankılanan bir kahkaha atarak.



“Neden büyümeyi beklemedin çocuk? Sınava girip bir kösele ayakkabı kazanabilirdin.”



Sesi neredeyse şefkatliydi.



“Bilmiyorum… Sayın Kösele.”



“Peki neden ayakkabıyı süsledin? Öğretiyi bilmiyor musun?”



“Malzeme fazla gelmişti… Onu değerlendirmek istedim.”



“Hmmm! İdam! İdam edilmesini istiyorum!”



Bu cümleyi duyan demir ayakkabılılar anında hareketlendiler. Tam çocuğu götüreceklerken kösele ayakkabılı onları durdurup:



“Ayakkabılarını verin… Çocuğuma götüreceğim onları,” diye buyurdu.



Ayakkabısını bağlamakta olan bir demir ayakkabılı:



“Sayın Kösele… Çocukların sadece deri çoraplar giymeleri gerekmiyor mu?” diye sorduğunda köseleli, konuşan demir ayakkabının yüzüne dikkatlice bakıp ayağını tehditkâr bir edayla yere vurmakla yetindi. Ardından başka bir demir ayakkabılının çocuğun ayağından çıkarıp ona verdiği ayakkabıları masasının yanındaki dolaba koydu ve bir el hareketiyle çocuğu alıp gitmelerini emretti.



“Demir ayakkabılı doğru söylüyor” diye düşündü çocuk.



“Hem hani bu ayakkabılar öğretiye uygun değildi?”



Yine de zihninden gelip gırtlağında biriken düşüncelerini söylemeyip idam edilmeye sessizce götürülmeyi tercih etti.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.