YAZAN: Gülümsüm CAMBAZOĞLU
Hayallerim çok ötelere geçti, ben yakalayamadım. Hep bir mani çıktı, yollara düşemedim. Nazlı bir aşık gibi o kaçtı ben tutamadım. Ve nihayet kavuştum. Mardin’den söz ediyorum.
Düşlerim düşmeden düştük yollara... Kardeşimin doğum günü hediyesiydi kucak açtığım Mardin.
Verimli Mezopotamya ovasında yükselen taşın dile geldiği, inançların tek yürek olduğu, etnik çeşitliliğin zenginleştirdiği Mardin, tarihi boyunca Subarılar’la başlayıp Artuklu/ Akkoyunlu ve daha nicelerine keyifle ev sahipliği yapmış.
12-15 yy.’da inşa edilen eserleri ve dantel gibi işlenmiş taş evleri ile etkileyici bir film setinde gibiydik.
Zamanın durmuşluğunda az sonra bir Artuklu bana seslenecek, labirenti andıran daracık sokaklardaki Abbaraların gölgesinde sohbet edeceğim kendisiyle...
Kiliseleri, kadim Süryani toplumu ve manastırlarının ardından Artukluların başkentliğinde Türk-İslam kimliği kazanmış Mardin.
Geçmişin tüm gizemi akşam olduğunda Mezopotamya ovasına çöküyor. Gözlerim; ovayı bir deniz sonsuzluğunda köylerin ışıklarını ise denizkızlarının saçlarını süsleyen yıldızlar parlaklığında görüyor. Sihirli bir geceydi bu...
Hayali ile uzun zaman önce buluştuğum DARA antik kentinde yürüyorum şu an. Kalbimin gümbürtüsü adımlarıma ritim veriyor adeta... M.Ö. 3. yy’da Partlar tarafından kurulan (Darayuvasi) kent sürekli el değiştirmiş Roma ve İran arasında.
Bir Roma garnizonu olan Dara tümüyle kayalara oyulmuş bir şehir. Nekropol alanları, agorası, sarayı, sivil mimarisi, sarnıcı, yeniden dirileceklerine inanılan 300 Romalının kemiklerinin bulunduğu Mezar Galerisi ve daha birçok yapı ile etkileyici... Ruhuma işleyen dinginlik ve merak beklentime çok iyi geldi doğrusu.
Kasımiye Medresesi Artuklular tarafından başlanıp Akkoyunlular tarafından bitirilmiş. Sultan Kasım astronomi, tıp, matematik, felsefe eğitimi veren bir külliye yapmış. Asıl vurucu atışı ise çeşme ve havuz yapmış. Çeşmeden çıkan su doğumu; döküldüğü yer gençliği; oluk olgunluğu; dar kanal ölümü temsil ediyor. Düşünüp kalakaldım öylece!
Dıştan yivli kubbesi, göz alıcı silindirik gövdesi, süslü minaresi ile Ulu Camii... Güzel bir fotoğrafı hakkediyor.
Güneşin kızıllığını yansıtan kadim Ortodoks cemaatin merkezlerinden Deyrul Zaferan Manastırı Şemsilere ait bir güneş tapınağı üstünde yükselmiş. Safranı, çayı- kahvesi, hurmalı kurabiyesi ve hayli pahalı Süryani şarapları istenirse alınabiliyor.
Mor Gabriel Manastırı 1600 yıllık. Bizans dönemi mozaikleri kubbe ve kapılarıyla müthiş... 15 adet nişin içine gömülmüş azizlerin mezarlarının bulunduğu Azizler Evi manastırın içinde... Theodora kubbesi ise çok etkileyici.
Bir de ilk kez gördüğüm Ezidi Köyü ve mezarlığı beni hem şaşırttı hem de zenginleştirdi.
Süryani ustaların gümüş tellerle imtihanı olan Telkariler birer şiir sanki...
Bilge yılanlar kraliçesi Şahmeran cam çalışmalarda hayat bulmuş.
Bölgede yetişen Lahor Ağacından elde edilen kök boya ile mor mavileşen badem şekeri çok lezzetli.
Leblebisi, peksimeti, mırrası, harire bulamacı tadılmalı derim. Ama bana en yakın gelen meyve ile pişen yemekleri; Alluciye, Kitel Raha, İncasiye, Irok, Sembusek.
Bunlar da ne demeyin. Merak edin, gelin, yiyin...
Hasankeyf macerasını unuttuğumu sanmayın, o da başka bir yazıya kalsın...
Kardeşim ve ben ruhumuzu ele geçiren Mardin’den ayrılırken ne kadar çok göremediğimiz yer var diye düşündük.
Yine yeniden düşlendim.
Gelecekte gelinceye kadar bekle beni Mardin!
Hayallerim çok ötelere geçti, ben yakalayamadım. Hep bir mani çıktı, yollara düşemedim. Nazlı bir aşık gibi o kaçtı ben tutamadım. Ve nihayet kavuştum. Mardin’den söz ediyorum.
Düşlerim düşmeden düştük yollara... Kardeşimin doğum günü hediyesiydi kucak açtığım Mardin.
Verimli Mezopotamya ovasında yükselen taşın dile geldiği, inançların tek yürek olduğu, etnik çeşitliliğin zenginleştirdiği Mardin, tarihi boyunca Subarılar’la başlayıp Artuklu/ Akkoyunlu ve daha nicelerine keyifle ev sahipliği yapmış.
12-15 yy.’da inşa edilen eserleri ve dantel gibi işlenmiş taş evleri ile etkileyici bir film setinde gibiydik.
Zamanın durmuşluğunda az sonra bir Artuklu bana seslenecek, labirenti andıran daracık sokaklardaki Abbaraların gölgesinde sohbet edeceğim kendisiyle...
Kiliseleri, kadim Süryani toplumu ve manastırlarının ardından Artukluların başkentliğinde Türk-İslam kimliği kazanmış Mardin.
Geçmişin tüm gizemi akşam olduğunda Mezopotamya ovasına çöküyor. Gözlerim; ovayı bir deniz sonsuzluğunda köylerin ışıklarını ise denizkızlarının saçlarını süsleyen yıldızlar parlaklığında görüyor. Sihirli bir geceydi bu...
Hayali ile uzun zaman önce buluştuğum DARA antik kentinde yürüyorum şu an. Kalbimin gümbürtüsü adımlarıma ritim veriyor adeta... M.Ö. 3. yy’da Partlar tarafından kurulan (Darayuvasi) kent sürekli el değiştirmiş Roma ve İran arasında.
Bir Roma garnizonu olan Dara tümüyle kayalara oyulmuş bir şehir. Nekropol alanları, agorası, sarayı, sivil mimarisi, sarnıcı, yeniden dirileceklerine inanılan 300 Romalının kemiklerinin bulunduğu Mezar Galerisi ve daha birçok yapı ile etkileyici... Ruhuma işleyen dinginlik ve merak beklentime çok iyi geldi doğrusu.
Kasımiye Medresesi Artuklular tarafından başlanıp Akkoyunlular tarafından bitirilmiş. Sultan Kasım astronomi, tıp, matematik, felsefe eğitimi veren bir külliye yapmış. Asıl vurucu atışı ise çeşme ve havuz yapmış. Çeşmeden çıkan su doğumu; döküldüğü yer gençliği; oluk olgunluğu; dar kanal ölümü temsil ediyor. Düşünüp kalakaldım öylece!
Dıştan yivli kubbesi, göz alıcı silindirik gövdesi, süslü minaresi ile Ulu Camii... Güzel bir fotoğrafı hakkediyor.
Güneşin kızıllığını yansıtan kadim Ortodoks cemaatin merkezlerinden Deyrul Zaferan Manastırı Şemsilere ait bir güneş tapınağı üstünde yükselmiş. Safranı, çayı- kahvesi, hurmalı kurabiyesi ve hayli pahalı Süryani şarapları istenirse alınabiliyor.
Mor Gabriel Manastırı 1600 yıllık. Bizans dönemi mozaikleri kubbe ve kapılarıyla müthiş... 15 adet nişin içine gömülmüş azizlerin mezarlarının bulunduğu Azizler Evi manastırın içinde... Theodora kubbesi ise çok etkileyici.
Bir de ilk kez gördüğüm Ezidi Köyü ve mezarlığı beni hem şaşırttı hem de zenginleştirdi.
Süryani ustaların gümüş tellerle imtihanı olan Telkariler birer şiir sanki...
Bilge yılanlar kraliçesi Şahmeran cam çalışmalarda hayat bulmuş.
Bölgede yetişen Lahor Ağacından elde edilen kök boya ile mor mavileşen badem şekeri çok lezzetli.
Leblebisi, peksimeti, mırrası, harire bulamacı tadılmalı derim. Ama bana en yakın gelen meyve ile pişen yemekleri; Alluciye, Kitel Raha, İncasiye, Irok, Sembusek.
Bunlar da ne demeyin. Merak edin, gelin, yiyin...
Hasankeyf macerasını unuttuğumu sanmayın, o da başka bir yazıya kalsın...
Kardeşim ve ben ruhumuzu ele geçiren Mardin’den ayrılırken ne kadar çok göremediğimiz yer var diye düşündük.
Yine yeniden düşlendim.
Gelecekte gelinceye kadar bekle beni Mardin!
Yorumlar
Mardin bir Aşktır
Gülümsün hocamm. Bir Mardin'li ve Mardin'e aşık biri olarak yazınızı su içer gibi dinledim ve mest oldum. Ruhunuza ve kaleminize sağlık. 40 yıl aradan sonra tekrar gördüm canım Mardin imi.. Her taşı değerli, her yeri ayrı güzel.. O muhteşem Reyhanisinin muhteşem ezgileri insanın içine işler. Çok teşekkür ediyorum inin tınısı yüreğimi dağlar.. İyi ki varsınız. İyi k
Daha dün gezdigim yerleri bu…
Daha dün gezdigim yerleri bu kadar güzel yorumlamak inanılmaz.Cok teşekkür ediyorum ruhuma isledi yazdiklarin.