YAZAN: Buse KARA
Kum saati çalışmaya başladı.
İnsan evladı gelişiyle belli edermiş kendisini.
Bizim yaramazın gelişinden belli oldu, ne kadar ilginç olacağı.
Doğumu bile olaylıydı.
İnsanın, doğumu bile ilginçliklerle dolu olur mu?
Aslına bakarsanız bizim ufaklıkta sorun yokta karşısına çıkanlarda sorun var...
Aylardan Ağustos, bizimkinin doğumuna iki ay var.
Yumurtaya can veren rabbim, bizimkine verdi de anasının sancıları tutmaya başladı.
İnsanlara bir rahat vermedi ki gezip dolaşsınlar.
Evet, kum saatinin başlama noktası olan ufaklığımızın doğum saati geldi.
Nice kutlu zaferlere şahitlik yapan, kutlu gün olan 30 Ağustos gününde güneşin en dik olan saat 12’de dünyaya geldi.
Bizim ufaklık kız olarak dünyaya sapa sağlam geldi.
Anası ismini Buse olarak koydu. Sarı saçlı, masmavi gözlü olan bizim kız anasından almış güzelliğini.
Gelelim, bizim kız niye erken doğmuş olayına, Aslında bizim kız erken değil de tam saatinde doğmuş.
EEE! ben, size boşuna demedim, bizimkinin karşısına çıkanlarda sorun.
Bizim doktorcuğumuz iki ay geç hesaplamış ufaklığı.
O yüzden hiç kimse beklemezken gelivermiş.
Buse'nin kum saati çalıştıkça, iniş çıkış dönüm noktaları, hayatının gidişatını değiştiren olaylar meydana gelmeye başladı.
Her dönüm noktalarında, Hayatın çizgi rotasıyla oynamak zorunda kaldı.
O yüzden hayatla hep kavga eden, hep yeni yeniden başlamak zorunda olduğu keskin virajları oldu.
Daha beş yaşlarında iken, Babasıyla kavga edip, evi terk etmeye çalışıp geri dönüşünün olmadığını anlayınca, Babası özür dilemek zorunda kaldı, Buse'den, Bu olayın aynısı yedi yaşlarındayken de olmuştu.
Bu sefer babası gitmesine ses çıkarmayınca, bizim deli kız durur mu giymiş ayakkabılarını.
Bir elinde valiz inmeye başlamış merdivenleri.
Bakmış bu deli gerçekten gidiyor, peşinden koşturup zor ikna edip döndürmüş.
Bizim kız çocukluğundan itibaren hep mücadeleci, inatçı olmak zorunda kaldı.
Yaşadığı hayat buna zorladı.
Bu ruh halini anlatabilmek için, kum saatini biraz geri sarmamız gerekiyor.
Buse daha iki aylıkken, babası, göz bebeklerinin olmadığını fark etti. Doktora götürdüklerinde göz tansiyonu olduğu fark edildi.
Daha bebekliğinde ameliyat olmaya başladı. Tansiyonu çıktıkça düşürmek için ameliyata alıyorlardı. Bununla kalırlar mı, Buse'nin üstünde deney yapalım diye gören gözünün birine tüp koymuşlar. O gözü öyle gitmiş, buse hiç iki gözünün gördüğünü hatırlamıyor.
Doktor babasına buralarda çok oyalanmadan yurt dışına götür kızını demiş. Daha sonra bakmış her müdahalede, para geliyor, yolunacak kaz varken durur mu o da yolmaya başlamış.
Babası buse biraz büyüyünce, özledikçe birkaç aylığına yanına çağırıyor, ilk gidişi dört buçuk, beş yaşlarındayken oluyor.
Orada da ortalığı karıştırmaya devam ediyor. Yaramaz çocuk olan Buse babasının şirketine ait olan minibüse binip müzik dinliyor, arada arabayı çalıştırıyor. Milletin yüreğini ağzına getiriyor.
Arada da babasının Mercedes’ine binip sürüyordu. Başka ülkelere de giden Buse’nin ilk rotası Almanya oldu.
Buraya, göz tedavisi için gitti. Burada ilk önce birkaç gün otelde kaldılar. Otelde kaldıkları sürede buse, hep bir ses duyuyordu. Bu sesin ne olduğunu anlamaya çalıştı ama bir anlam veremeyince babasına sordu.
Bu zırt pırt çalan şeyin ne olduğunu sorunca, babası “Çan çalıyor” dedi. “O ne?” deyince Kiliseye çağırıyorlar diye cevap alınca, “Niye çağırıyorlar ki” diye tekrar sordu.
“Dua etmek için” deyince babası, “Dua etmek için çan mı çalınırmış yahu” diye söylendi.
Hastaneye yattı. Hastanede kendine bir de erkek arkadaş buldu. Aynı oda da kalıyorlardı. Onunla da yaramazlık yapmaya devam etti. Hastaneyi gezmek isteyince çocukla birlikte gezmeye başladılar. Daha sonra geri döndüklerinde, bölüm kapısının açılma yeri çok yüksek olunca, nasıl bir şey yapmak gerektiğini düşünürken, Buse'nin aklına odalardan birine dalıp yardım istemek geldi. Odalardan birine girince, bir doktorun odasına girdiğini anladı. Burada sözü yanındaki arkadaşa bıraktı. Çünkü arkadaşı Almanca biliyordu. Neyse; adamlardan biri kapıyı açtı da koridora girince hemşirelerin onları aradığını gördüler.
Ameliyatını oldu, burada sonra bir daha oldu. Gözüne takılan mercek işe yaramayınca tekrar çıkardılar.
Daha sonra hastaneden çıkıp akrabalarının yanına gittiler. Oradan da halasına geçtiler. Biraz zaman geçirdikten sonra Türkiye'ye geri döndüler.
Sonraki rotası Rusya'ydı, Buse burayı çok beğendi. Burada hastanede kaldı ama bu hastane otel görünümlü bir hastaneydi.
Bu hastanenin içinde kuş bahçesi bile vardı. Orada da çözüm olmayınca geri döndü.
Beş buçuk, altı yaşlarındayken okumayı çözdü. İki buçuk yaşındayken renkleri öğrendi. Çarpım tablosunu okula gitmeden biliyordu.
Dokuz buçuk yaşında, Sabancı ilköğretim okuluna başladı.
Burada bir hafta içinde, Braille alfabesini çözdü.
Çalışkan Buse arkadaşlarının arasından sıyrılıyordu. Diğer çocuklara göre, daha atılgan, hazır cevap, pratik zekâlıydı.
Erkek gibi yetişen Buse, biraz da agresif olduğundan kavga etmekten geri durmuyordu. Erkek arkadaşlarını dövmüşlüğü vardır.
Ergenlik çağına gelince bu öfke kontrolünü ele alması gerektiğini düşündü. Çünkü, erkek arkadaşları ondan çekindikleri için, hoşlansalar da yaklaşamıyorlardı.
Sonra düşündü bu böyle olmayacak, sinirlerine hâkim olması ve sabırlı olması gerektiğine karar verdi. Bunu da başardı.
Sınıfında hep yarış içerisindeydi.
Yavaş yavaş geliyoruz kum saatinin bir diğer dönüm noktasına.
Ortaokulun birinci sınıfının başındayken, evde kaza geçirdi.
Kartonpiyere çarpıp retinasını yırttı, gören gözünü de öyle kaybetti. Bu dönem çok zor geçti onun için. Tekrar eskisi gibi olacağına inanıyordu.
Kaç ay yemek yiyemedi, sürekli kusuyordu. Çok kilo verdi. Kokulara karşı baya bir hassasiyeti oluştu.
Kendi acısını yaşayamadı annesinin üzüntüsünden. O üzülecek diye normalmiş gibi davranıyordu. Aslında onun içinde ne fırtınalar kopuyordu, tabi ki bunu kimse bilmez, anlamazdı.
Hep de böyle olmamış mıydı? Hayatı boyunca, evde ne kıyametler kopardı, o bunu hiç dışarıya aksettirmezdi. Çevresindekiler onu mutlu sanırlardı. Esasen gerçek öyle değildi.
Daha küçükken annesiyle babası kavga ederken onları ayırmaya çalışmaz mıydı, kardeşi korkup bir kenara çekilir, ağlamaya başlardı. O yüzden Buse hep çocukluğundan beri, sürekli koruyucu bir sıfata sahip oldu hayatı boyunca. Daha sonra büyüyünce de bu sıfatı hiç değişmedi. Arkadaşları hep onu kendileri için koruyucu kalkan ve güvenilir olarak gördüler.
Kaza sonrasına gelecek olursak, Buse babasının yanına gelmesini bekliyordu. Nerden bilebilirdi ki ilk ihanetini alacağını, ilk defa güveninin sarsılacağını.
Bekledi, bekledi, bekledi, ama gelmedi. Ta! üç ay sonra geldi. Buse o zamana kadar gözünden ameliyat olmuştu, tekrar beynine mikrop kapma ihtimali olunca, gözünden iğne vuruldu.
O dönem bir karar vermesi gerekiyordu. Ya içine kapanıp evde her şeyden vazgeçip oturacaktı, ya da her şeyi bir kenara atıp, her zaman ki gibi, yeniden başlayacaktı. Oda her zaman ki gibi yeniden başlamayı seçti.
Derslerden biraz geri kalmıştı ama arkadaşlarının desteğiyle yeniden toparlayıp eskisi gibi çalışkan Buse olmaya devam etti.
Daha sonraki sene okulun gollball takımına, ertesi sene de milli takıma girdi. Milli takımla Avrupa Şampiyonasına katıldı. Orada da sorunlar başladı, sonraki senelerde takımın hocası değişince. Hoca belli başlı kişileri almaya başladı, yeteneğine göre değil de yüz bulduğu kişileri. Defalarca saçma sapan sebeplerle seçilmedi daima sanki cezalandırılıyordu.
Âşık olduğu adam onu uyarmıştı, hocalarının ne mal olduğuyla ilgili. Tabi o bunu biliyordu fakat belli etmemeye çalıştı. Ne diyecekti; adamın gözünün onda olduğunu, yüz bulamadığı için takıma alınamadığını mı anlatacaktı.
Evet, geliyoruz kum saatinin bir diğer dönüm noktasına daha.
Lise sondayken ailevi sorunları hepten tavan yapmış, çok sıkıntılar yaşamıştı. Babası annesini başkasıyla aldatıp, para göndermemeye başlamıştı.
Başka yerlerde kalıp, göçebe hayatı yaşıyordu resmen; Ergenlik çağlarında aldığı kararından dönmemeye çalışıyordu, sabretmeye gayret gösteriyordu.
Sorunlar bununla da bitmiyordu ki, hayatında; ilk defa aşık olduğu ve hiçbir zaman unutamayacağı, ilk defa babasından sonra ilk güvendiği erkek olan kişiden de ayrılacağını bilemezdi ki.
Yaşadığı hayal kırıklığı anlatılmaz, yaşanması da tavsiye edilmezdi.
Kurduğu bütün hayalleri, sevdiği adama olan sevgisi, inancı tuz buz olması gerekirken,
O hep bir sebep bulmaya çalıştı, kendine kızdı. Buse ondan hiç vazgeçmedi, geçemezdi ki zaten, nasıl geçebilirdi ki ilk göz ağrısından.
O da yetmedi, bunların üstüne Buse milli takıma tekrar seçilemeyince, o can havliyle bırakırım her şeyi deyip, milli takımı bıraktı.
Kum saati çalışmaya başladı.
İnsan evladı gelişiyle belli edermiş kendisini.
Bizim yaramazın gelişinden belli oldu, ne kadar ilginç olacağı.
Doğumu bile olaylıydı.
İnsanın, doğumu bile ilginçliklerle dolu olur mu?
Aslına bakarsanız bizim ufaklıkta sorun yokta karşısına çıkanlarda sorun var...
Aylardan Ağustos, bizimkinin doğumuna iki ay var.
Yumurtaya can veren rabbim, bizimkine verdi de anasının sancıları tutmaya başladı.
İnsanlara bir rahat vermedi ki gezip dolaşsınlar.
Evet, kum saatinin başlama noktası olan ufaklığımızın doğum saati geldi.
Nice kutlu zaferlere şahitlik yapan, kutlu gün olan 30 Ağustos gününde güneşin en dik olan saat 12’de dünyaya geldi.
Bizim ufaklık kız olarak dünyaya sapa sağlam geldi.
Anası ismini Buse olarak koydu. Sarı saçlı, masmavi gözlü olan bizim kız anasından almış güzelliğini.
Gelelim, bizim kız niye erken doğmuş olayına, Aslında bizim kız erken değil de tam saatinde doğmuş.
EEE! ben, size boşuna demedim, bizimkinin karşısına çıkanlarda sorun.
Bizim doktorcuğumuz iki ay geç hesaplamış ufaklığı.
O yüzden hiç kimse beklemezken gelivermiş.
Buse'nin kum saati çalıştıkça, iniş çıkış dönüm noktaları, hayatının gidişatını değiştiren olaylar meydana gelmeye başladı.
Her dönüm noktalarında, Hayatın çizgi rotasıyla oynamak zorunda kaldı.
O yüzden hayatla hep kavga eden, hep yeni yeniden başlamak zorunda olduğu keskin virajları oldu.
Daha beş yaşlarında iken, Babasıyla kavga edip, evi terk etmeye çalışıp geri dönüşünün olmadığını anlayınca, Babası özür dilemek zorunda kaldı, Buse'den, Bu olayın aynısı yedi yaşlarındayken de olmuştu.
Bu sefer babası gitmesine ses çıkarmayınca, bizim deli kız durur mu giymiş ayakkabılarını.
Bir elinde valiz inmeye başlamış merdivenleri.
Bakmış bu deli gerçekten gidiyor, peşinden koşturup zor ikna edip döndürmüş.
Bizim kız çocukluğundan itibaren hep mücadeleci, inatçı olmak zorunda kaldı.
Yaşadığı hayat buna zorladı.
Bu ruh halini anlatabilmek için, kum saatini biraz geri sarmamız gerekiyor.
Buse daha iki aylıkken, babası, göz bebeklerinin olmadığını fark etti. Doktora götürdüklerinde göz tansiyonu olduğu fark edildi.
Daha bebekliğinde ameliyat olmaya başladı. Tansiyonu çıktıkça düşürmek için ameliyata alıyorlardı. Bununla kalırlar mı, Buse'nin üstünde deney yapalım diye gören gözünün birine tüp koymuşlar. O gözü öyle gitmiş, buse hiç iki gözünün gördüğünü hatırlamıyor.
Doktor babasına buralarda çok oyalanmadan yurt dışına götür kızını demiş. Daha sonra bakmış her müdahalede, para geliyor, yolunacak kaz varken durur mu o da yolmaya başlamış.
Babası buse biraz büyüyünce, özledikçe birkaç aylığına yanına çağırıyor, ilk gidişi dört buçuk, beş yaşlarındayken oluyor.
Orada da ortalığı karıştırmaya devam ediyor. Yaramaz çocuk olan Buse babasının şirketine ait olan minibüse binip müzik dinliyor, arada arabayı çalıştırıyor. Milletin yüreğini ağzına getiriyor.
Arada da babasının Mercedes’ine binip sürüyordu. Başka ülkelere de giden Buse’nin ilk rotası Almanya oldu.
Buraya, göz tedavisi için gitti. Burada ilk önce birkaç gün otelde kaldılar. Otelde kaldıkları sürede buse, hep bir ses duyuyordu. Bu sesin ne olduğunu anlamaya çalıştı ama bir anlam veremeyince babasına sordu.
Bu zırt pırt çalan şeyin ne olduğunu sorunca, babası “Çan çalıyor” dedi. “O ne?” deyince Kiliseye çağırıyorlar diye cevap alınca, “Niye çağırıyorlar ki” diye tekrar sordu.
“Dua etmek için” deyince babası, “Dua etmek için çan mı çalınırmış yahu” diye söylendi.
Hastaneye yattı. Hastanede kendine bir de erkek arkadaş buldu. Aynı oda da kalıyorlardı. Onunla da yaramazlık yapmaya devam etti. Hastaneyi gezmek isteyince çocukla birlikte gezmeye başladılar. Daha sonra geri döndüklerinde, bölüm kapısının açılma yeri çok yüksek olunca, nasıl bir şey yapmak gerektiğini düşünürken, Buse'nin aklına odalardan birine dalıp yardım istemek geldi. Odalardan birine girince, bir doktorun odasına girdiğini anladı. Burada sözü yanındaki arkadaşa bıraktı. Çünkü arkadaşı Almanca biliyordu. Neyse; adamlardan biri kapıyı açtı da koridora girince hemşirelerin onları aradığını gördüler.
Ameliyatını oldu, burada sonra bir daha oldu. Gözüne takılan mercek işe yaramayınca tekrar çıkardılar.
Daha sonra hastaneden çıkıp akrabalarının yanına gittiler. Oradan da halasına geçtiler. Biraz zaman geçirdikten sonra Türkiye'ye geri döndüler.
Sonraki rotası Rusya'ydı, Buse burayı çok beğendi. Burada hastanede kaldı ama bu hastane otel görünümlü bir hastaneydi.
Bu hastanenin içinde kuş bahçesi bile vardı. Orada da çözüm olmayınca geri döndü.
Beş buçuk, altı yaşlarındayken okumayı çözdü. İki buçuk yaşındayken renkleri öğrendi. Çarpım tablosunu okula gitmeden biliyordu.
Dokuz buçuk yaşında, Sabancı ilköğretim okuluna başladı.
Burada bir hafta içinde, Braille alfabesini çözdü.
Çalışkan Buse arkadaşlarının arasından sıyrılıyordu. Diğer çocuklara göre, daha atılgan, hazır cevap, pratik zekâlıydı.
Erkek gibi yetişen Buse, biraz da agresif olduğundan kavga etmekten geri durmuyordu. Erkek arkadaşlarını dövmüşlüğü vardır.
Ergenlik çağına gelince bu öfke kontrolünü ele alması gerektiğini düşündü. Çünkü, erkek arkadaşları ondan çekindikleri için, hoşlansalar da yaklaşamıyorlardı.
Sonra düşündü bu böyle olmayacak, sinirlerine hâkim olması ve sabırlı olması gerektiğine karar verdi. Bunu da başardı.
Sınıfında hep yarış içerisindeydi.
Yavaş yavaş geliyoruz kum saatinin bir diğer dönüm noktasına.
Ortaokulun birinci sınıfının başındayken, evde kaza geçirdi.
Kartonpiyere çarpıp retinasını yırttı, gören gözünü de öyle kaybetti. Bu dönem çok zor geçti onun için. Tekrar eskisi gibi olacağına inanıyordu.
Kaç ay yemek yiyemedi, sürekli kusuyordu. Çok kilo verdi. Kokulara karşı baya bir hassasiyeti oluştu.
Kendi acısını yaşayamadı annesinin üzüntüsünden. O üzülecek diye normalmiş gibi davranıyordu. Aslında onun içinde ne fırtınalar kopuyordu, tabi ki bunu kimse bilmez, anlamazdı.
Hep de böyle olmamış mıydı? Hayatı boyunca, evde ne kıyametler kopardı, o bunu hiç dışarıya aksettirmezdi. Çevresindekiler onu mutlu sanırlardı. Esasen gerçek öyle değildi.
Daha küçükken annesiyle babası kavga ederken onları ayırmaya çalışmaz mıydı, kardeşi korkup bir kenara çekilir, ağlamaya başlardı. O yüzden Buse hep çocukluğundan beri, sürekli koruyucu bir sıfata sahip oldu hayatı boyunca. Daha sonra büyüyünce de bu sıfatı hiç değişmedi. Arkadaşları hep onu kendileri için koruyucu kalkan ve güvenilir olarak gördüler.
Kaza sonrasına gelecek olursak, Buse babasının yanına gelmesini bekliyordu. Nerden bilebilirdi ki ilk ihanetini alacağını, ilk defa güveninin sarsılacağını.
Bekledi, bekledi, bekledi, ama gelmedi. Ta! üç ay sonra geldi. Buse o zamana kadar gözünden ameliyat olmuştu, tekrar beynine mikrop kapma ihtimali olunca, gözünden iğne vuruldu.
O dönem bir karar vermesi gerekiyordu. Ya içine kapanıp evde her şeyden vazgeçip oturacaktı, ya da her şeyi bir kenara atıp, her zaman ki gibi, yeniden başlayacaktı. Oda her zaman ki gibi yeniden başlamayı seçti.
Derslerden biraz geri kalmıştı ama arkadaşlarının desteğiyle yeniden toparlayıp eskisi gibi çalışkan Buse olmaya devam etti.
Daha sonraki sene okulun gollball takımına, ertesi sene de milli takıma girdi. Milli takımla Avrupa Şampiyonasına katıldı. Orada da sorunlar başladı, sonraki senelerde takımın hocası değişince. Hoca belli başlı kişileri almaya başladı, yeteneğine göre değil de yüz bulduğu kişileri. Defalarca saçma sapan sebeplerle seçilmedi daima sanki cezalandırılıyordu.
Âşık olduğu adam onu uyarmıştı, hocalarının ne mal olduğuyla ilgili. Tabi o bunu biliyordu fakat belli etmemeye çalıştı. Ne diyecekti; adamın gözünün onda olduğunu, yüz bulamadığı için takıma alınamadığını mı anlatacaktı.
Evet, geliyoruz kum saatinin bir diğer dönüm noktasına daha.
Lise sondayken ailevi sorunları hepten tavan yapmış, çok sıkıntılar yaşamıştı. Babası annesini başkasıyla aldatıp, para göndermemeye başlamıştı.
Başka yerlerde kalıp, göçebe hayatı yaşıyordu resmen; Ergenlik çağlarında aldığı kararından dönmemeye çalışıyordu, sabretmeye gayret gösteriyordu.
Sorunlar bununla da bitmiyordu ki, hayatında; ilk defa aşık olduğu ve hiçbir zaman unutamayacağı, ilk defa babasından sonra ilk güvendiği erkek olan kişiden de ayrılacağını bilemezdi ki.
Yaşadığı hayal kırıklığı anlatılmaz, yaşanması da tavsiye edilmezdi.
Kurduğu bütün hayalleri, sevdiği adama olan sevgisi, inancı tuz buz olması gerekirken,
O hep bir sebep bulmaya çalıştı, kendine kızdı. Buse ondan hiç vazgeçmedi, geçemezdi ki zaten, nasıl geçebilirdi ki ilk göz ağrısından.
O da yetmedi, bunların üstüne Buse milli takıma tekrar seçilemeyince, o can havliyle bırakırım her şeyi deyip, milli takımı bıraktı.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.