Yalnızlık, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi pek çok alanın konusu. Tüm insanların da gündeminde. Öyle ki bu gündem yalnızlıkla ilgili sözlere, şiirlere, yazılara ve şarkılara taşınmış durumda. Biz burada duygusal yalnızlık, yalnızlık korkusu, yalnızlık hissi ve yalnızlıkla baş etme konularına değinmeyle yetinelim. Aksi halde işin içinden çıkamayız.
Yalnızlık, Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘Kimsesizlik’ anlamına geliyor. Bir bakıma kendi isteğimiz dışında, maruz kaldığımız durumlardır yalnızlık.
Bir bebek yalnız dünyaya gelse de aslında yalnız değildir. Ana rahmine tutunduğu andan itibaren, annenin sıcaklığıyla kuşatılır. Onun sevincini, üzüntüsünü hisseder. Bunları yaparken yalnız değildir ve çevresiyle sürekli iletişim halindedir. Doğarken yanında mutlaka bir sağlık görevlisi bulunur. Ana-babası ve ailenin diğer bireyleriyle iletişimi sürer. Bu iletişimin ne kadar sağlıklı olup olmadığı tartışılır. En azından fiziksel olarak yalnız değildir. Konuştuğu, dinlediği, dokunduğu insanlar aracılığıyla yalnızlıkla baş eder. 6 aylık bir bebek, odada kimse olmadığı zaman, yüksek sesle ağlayarak yalnızlığa direnir.
Ne oluyor da insanlar yalnızlıktan yakınıyor? Çözülmesi güç olan bu düğümün sırrı duygusal bağlanmada yatıyor. Fiziksel olarak insanlar arasında olanlar, neden kendini yalnız hissediyor? Dijital çağın bizi esir aldığı günümüzde, özellikle gençlerin kucağında birer tablet var. Dünya ile bağlantıları bu araçlarla kuruluyor. Fiziksel olarak hep meşguller. Ama ruhen bir boşluk içindeler.
Doktor Gülcan Özer’e göre, duygusal yalnızlığın üç önemli bağlantısı var. Ait olma, bağlanma ve yakınlık kurma. Bir insan kendini bulunduğu ortama nasıl ait hisseder? Yeterince sevgi görüyorsa, sadece fiziksel değil, ruhsal gereksinimleri fark ediliyor ve karşılanıyorsa, yakınlarına güven duymaya başlar. Sağlıklı bir iletişimde güvendiğimiz ortama kendimizi ait hissederiz. İlişkide olduğumuz insanlara bağlanır, yakınlık duyarız. Bağlanma ve bağımlılık arasındaki ince çizgiye dikkat etmemiz gerekir. Bağımlı bir kişiliğimiz varsa, yalnızlık hissini daha fazla duyarız. Yakınımızdaki insanlarla bizi bırakacaklarmış gibi korkuyla onlara sıkı sıkı sarılıp yapışıyorsak, bağımlı bir ilişki kurmuşuz demektir. Sağlıklı bir ortamda büyümüşsek, ne olursa olsun yakınlarımızın bizi bırakmayacaklarına, onların hep yanımızda olduklarına inanırız. Annemiz, babamız ve kardeşlerimizle kurduğumuz bağa ve onlara bağımlı olarak ilişkilenmemize göre yalnızlıkla yüzleşmemiz farklılaşır. Sözde annemiz babamız vardır ama onlarla sağlıklı bir yakınlık kuramadığımız için başkalarıyla da yakınlık kuramaz, kendimizi yalnızlığa mahkûm ederiz. Yalnızlık hissinin bağlarında sorun varsa, eylemsel olarak yalnız kalır, hatalara açık hale geliriz.
Şöyle bir örnek vermenin tam da yeri: annesi, babası ve kardeşleriyle uzun zaman bir arada olmuş bir insan, meslek sahibi oluyor, çalışıyor, evi, arabası ve çocukları da var. Eşini genç yaşta yitirmiş. Ne yaparsa yapsın, hep yalnız. İçinde bulunduğu yalnızlık hissinden bir türlü kurtulamıyor. Ona göre, yalnızlığını giderecek tek ilişki, romantik ilişki. Bu ilişkisinde de istediğini bulamıyor. Süreci yönetemiyor. Yanında biri var ama o yine yalnız. Oysa çocukları, arkadaşları var. Onlarla zaman geçirmekle ilgili planlar yapabilir. Fakat o çocuklarıyla ilgilenmekten sıkılıyor, onlarla zaman geçirmek yetmiyor, kendisini yalnız hissediyor. Bu kez takılıp kaldığı romantik eş bulma yerine sürekli geziyor, alışveriş yapıyor, eğleniyor ama yine yalnız. Sizce bu insan ailesiyle sağlıklı bir bağ, bir yakınlık kurabilmiş mi? Yanıt: Hayır. Bir ilişki tarzına takılıp kaldığı için sahip olduğu değerlerin farkında değil. Romantik ilişki beklentisi içerisinde olması gayet doğal ama sadece Böyle bir ilişkiye kavuşunca yalnızlığını giderebileceğini düşünmesi bir saplantı. Romantik ilişkiyle baş etmek oldukça zor. Oysa dostlarıyla ilişki kurması, onlarla yaşadığı sorunlara çözüm bulması daha kolay.
Yakınlık kurmada sorunu olan insanlar, geçici olarak kendi başlarına kalmak istemezler. Sürekli kalabalıklara karışmak ihtiyacı duyarlar. Uzun bir yolculuktan sonra yorgun olan kişi, odasında dinlenme lüksünü bile kendisine çok görür. Sürekli bir hareket halinde olmayı arzular.
Evinden hiç dışarı çıkmayan birinin yalnız olduğunu düşünürüz ama sürekli evinin dışında zaman geçirmeyi planlayan birinin yalnızlık hissi içinde olabileceğini hiç aklımıza getirmeyiz.
‘Yalnızlık Allah’a mahsus’ sözü çok doğru ama toplumun yapıştırdığı olumsuz önyargılar, bizleri çok yanlış yerlere götürüyor. Örneğin, eşini kaybeden ya da boşanan birine, “Yalnızlık Allah’a’ mahsus, mutlaka birini bulup evlenmelisin” demek, o insanı sadece bir objeye takılmaya itmekten başka ne olabilir ki? Yalnız kalan kişi, başka bir yakınıyla bir evi paylaşabilir, ihtiyaç duyan bir öğrenciyi yanına alabilir. Dostlarıyla zaman geçirebilir.
‘Bir süre yalnız kalmak istiyorum’ sözünü sıklıkla duymuşuzdur. Bu, çok sağlıklı bir süreçtir. İnsanın kendisiyle Bir başına kalma gereksinimidir. Bir başına kalma isteğiyle yalnızlık karıştırılıyor. Geçici bir süre, kendi isteğimizle yalnız kalabilmek, kendimizle ilgili bir nevi mühendislik yapmamız, muhakeme etmemiz, içinde bulunduğumuz durumu gözden geçirmemiz kendimizi fark etmemizdir. Bunu yapmazsak, dışarıdan gelen tehlikeli uyarılara maruz kalırız. Modadan medet umma, giderek depresyona girme gibi sonuçlar bekler bizi. Zihnimizle yalnız kalmama mücadelesi içerisindeyiz aslında. Zaman zaman kendimizi yalnız hissedebiliriz ya da yalnız kalmak isteyebiliriz. Ancak sürekli yalnız kalmak, çok sıkıntılı bir süreçtir. Pek çok olanak varken, kendimizi hapishanede hissetmek gibi tanımlayacağımız bir duygudur.
Bir başına kalmayla yalnızlığın karıştırıldığı bir örnek daha verelim. Bir kafede yalnız oturup kitabını okuyan, bir şeyler içen birini görünce, onun yalnız olduğunu zannederiz. Kişinin kendi seçimi olamaz mı bu? Ona acırız, onu zavallı görürüz. Hüzünlü birini gördüğümüzde yalnız olduğu yargısına varırız. Bu tutumlar, yalnızlık korkusunu besler. “Eğer tek başıma bir yere gidersem, insanlar yalnız olduğumu düşünür’ önyargısına inandığımız ve kabul ettiğimiz için bu yorumlardan etkileniyoruz. Bu olumsuz düşünceler bizi esir alıyor, giderek otomatikleşiyor. Sonuç olarak hiç istemediğimiz ortamlarda bulunur, yanlış insanları seçeriz.
‘Yalnız kalmayı seviyorum’ diyen bir insan, acaba istediği için mi yoksa kendisini kandırdığı için mi, zorunluluktan mı böyle söylüyor? Yapılan araştırmalara göre, insanların %45’i kendisini yalnız hissediyor. Peki neden? Yalnızlıktan kurtulmak için bir çaba içine giriyor mu? İnsanlarla iletişiminde aşırı derecede seçici olan, karşısındakine tepeden bakan ya da geyik muhabbetlerden kendisini uzak tutan, yalnızlıktan yakınıp bundan kurtulmak için bir çaba içine girmiyor demektir.
Anladık ki sürekli yalnızlık hiç sağlıklı değil. Yaşlılık, engellilik gibi pek çok faktörler yalnızlığı tetikleyebiliyor. Yalnızlıkla baş etmek için yapabileceklerimiz var: Önce bir plan yapabiliriz. Ne zamanlar kendimizi yalnız hissediyoruz? Kapasitemizi keşfedebiliriz. Ne durumdayız? Çevremizde bize kimler eşlik edebilir? Beklentilerimiz çok fazla mı? Dernek, vakıf gibi gönüllü kuruluşlara dahil olmak, tiyatro, sinema gibi kültürel etkinliklere katılmak, yalnızlığımızı gidermeye katkıda bulunur ama beklentilerimize ve girdiğimiz ortamların bize ne ölçüde hitap ettiğine bakmamız gerekir. Kendimizi sorgulamalıyız. Bunu gerçek anlamıyla yapabilirsek, içimizdeki çıkmaz sokaklarımıza kapılar açılır. Çıkmaz sokaklarımızın azalması ve yalnızlıkla baş etmemiz umuduyla.
21 Eylül 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.