Şule: Bilgisayara hakimiyet yönünle ilgili konuşalım. Erkekler bilgisayara daha meraklı. Kadınlar bu alanda çok yeterli değiller. Yaratıcı yönün çok güçlü. Bilgisayarı nasıl öğrendin? Riper programını kullanıyorsun.
Eylem: Riper programı için kursa gittim, Bora Fırlangeç’ten ders aldım. Çocukluktan beri bilgisayarı hep sevmişimdir. Bilgisayar insanı, hele bir körü özgürleştiriyor. Son zamanlarda bilgisayara ilgi duyan kadınların arttığını görüyorum. Esma Sülü adlı arkadaşımızın teknik bir youtube kanalı var. Keyfi bir insan olduğumu fark ettim. Sevdiğim şeyleri ilerletiyorum. Bu da hayatı idareli kullanmak.
Şule: Bilgisayarda neler yapıyorsun?
Eylem: Video düzenliyorum. Yapay zekâya yazdığım şiirleri besteletiyorum. Radyo programı yapıyordum. Kayıtları montajlıyordum. Kitap tarıyordum. Aklıma ne geliyorsa onu araştırıyorum. Bu da internet hakimiyeti gerektiriyor. Bulabilmek için pratik zekânla çözmen gerekiyor. Merak ettiklerinin ardından dolaşman gerekiyor. Bu da internet kullanımını geliştiriyor. Öğrendiklerinden tatmin olmuyorsun ve daha çok araştırıyorsun. Daha çok program bulup yeni denemeler yapıyorsun.
Şule: Riper dışında başka kurslara gittin mi? Daha çok birbirimizden öğreniyoruz.
Eylem: Çocukken aile dostumuz bana bilgisayar kursu vermişti. Kurs az sürdü ve kurcalayarak öğrendim. 12 yaşındaki bir çocuktan Visual Basic yani programcılık dersi aldım. Sonra programcılığı, Sarper Arıkan’ın derslerinden yararlanarak kendim öğrenmeye başladım. Bir şeyi bilmediğimde, anlamadığımda başka kaynaklardan da yararlandım. Bir kaynaktan anlayamadığın oluyor bazen. Bu, aptal olduğun anlamına gelmiyor. Bazı insanlar kendilerine hemen öyle diyorlar. Bir şeyi anlayamamak, sunulan bilginin senin anlayacağın formatta olmadığından kaynaklanabilir. İnsanın böyle düşünerek olaya bakması, başka yollar bulmaolasılığını da artırıyor. Birisine bir şey öğretirken gündelik örnekler kullanırım ki onu daha rahat öğrensin diye.
Şule: Bildiğim kadarıyla site yapıyordun.
Eylem: Mehmet Aykut adında bir arkadaşım site yapma konusunda bana çok yardımcı oldu. İlk zamanlarda Word Pres sitesinden yararlanarak bir şeyler yapmaya çalışmıştım ama istediğim gibi olmamıştı. Arkadaşım Word Presi alan adına bağlamayı ve onu kullanmayı sağlayacak eklentileri bana öğretti. Daha sonra da yürüdüm gittim, ona teşekkürü bir borç bilirim. Ne istediğime bakarak eklentiler kurdum. Aslında çok basit bir format ama ilk başlarda zorlandım. Programlama diliyle geliştirmeye çalıştım. Bu arada yapay zekâ çıktı. İstediklerimi yazdıktan sonra programlamayı öğrenmedim çünkü site yazdıklarımı insanlara ulaştırmamı sağlıyordu. Programlama öğrenmek amaç değildi. Yapay zekâ sayesinde şu an site tam istediğim gibi. Son zamanlardaki tüm başarıların kenarında yapay zekâ duruyor, benim de başarım değil.
Şule: Biraz da yazmayla ilgili konuşalım. Üç kitabının olduğunu biliyoruz. Kitapların adları ne? Yazma merakın küçüklükten mi başladı?
Eylem: Çocukluktan beri yazıyorum. Tiyatro öğretmenim teşvik etti. Nasıl başladığımı bilmiyorum, bana hep yazmışım gibi geliyor. Çocukken insanlarla oynama gibi bir özelliğim yoktu. Hep insanları gözlemlerdim, düşünürdüm. Bir akrabam bana, çok düşündüğüm için ‘Hindi’ derdi. İnsan düşündüklerini yazıyor. Gözlemlemek için gözlemlerdim. Çok soru sorardım. Çocukları çağırır, onların oynamalarını izlerdim. İnsanları, etrafımı merak eder, onlar hakkında fikir yürütürdüm. Dokunurdum, otları tadardım. Kaç kez zehirleniyordum bu yüzden. Sonuna kadar duyu organlarımın sınırlarını zorlardım. Bu da yazmaya itti beni. Çok kötü yazardım. Bu yetenekten çok, çalışmaydı. Özellikle ‘İsimsiz Hikâyeler’ sitem için bütün varlığımla çalıştım. Yaratıcı yazma konusunda bir sürü kursa gittim. Yazmayı öğretsinlerden öte insanlarla bir şeyleri yapmak için gidiyordum. Yazmayı teknik olarak öğrenebiliyorsun, bununbölümleri var. Deneyimlenen bir şey olduğu için insanlarla birlikte deneyimlemek için gittim. Engelsiz Erişim Derneğinde ‘Yaratıcı Yazarlık’ kursunu verdim. Çok bildiğimden değil, deneyimlemek isteyenlerin katılımlarıyla ilgiliydi. Kitaplarıma gelince: Önce küçük öykülerle başladım. İlk kitabım ‘Tuzaklar.’ Bunu kitap olarak çıkarmamın sebebi, yazmakta olduğum romanımı daha iyi yayımlatmak, daha tecrübeli olmaktı. İyi ki de yapmışım, gayet büyük bir tecrübe kazandım. Uzun zaman sonra ‘Büyük Tufan’ adlı kitabım çıktı. Bu bir roman. 15 yaşında başladım yazmaya, toplam 9 yıl sürdü. Bundan sonra üç kitap daha yazdım. Onlar henüz yayımlanmadı. Bir kısmını tefrika olarak yazmıştım. İnsanlar çok beğeniyordu. Kiminle karşılaşsam, ‘Tefrikayı neden yazmıyorsun? Niçin devam etmiyorsun?” diyorlardı. Hatta cenaze töreninde anneme sormuşlardı. Çok mutlu olmuştum. Cenazede insanın aklına kitap kurgusu geliyorsa, demek ki güzel bir şey oldu diye düşündüm. Henüz yayınevleri bunu değerlendirmedi. Bir yılda yazdığım bir kitabı E Kitap olarak yayımlattım. ‘Vızıltı, flüt Islık.’ Bu kitapta, bir müzik öğretmeninin başından geçenler anlatılıyor. Karakter müzik öğretmeni ve çoğunlukla müzikle ilgili olsa da romantik bir kitap. Hiç ilgim yokmuş gibi gelir insanlara, çoğunlukla da öyledir aslında. Yazmak istedim, neden yazdığımı da bilmiyorum bu kitabı. Diğer kitaplarımın hepsinin bir sebebi var. Kitabı yayınevine gönderdim. Bu kitabı o yayınevinin kabul edeceği için yazdım. Sipariş üzerineymiş gibi görünüyor ama hayır. Editörlük giriş kursuna gittim. Gençsen, yeni yazarsan, son zamanlarda uzun yazılmış kitaplar kesinlikle kabul edilmez. Çünkü yayınevi için çok büyük bir risktir. Kâğıt masrafları da malum. Bu kitabı, uzun ve istediğim gibi yazdım. Çünkü E Kitap olarak yayımlatmak istiyordum. Yayınevinin kabul edeceğini biliyordum. Yayınevinin kabul edeceği hayali, beni özgürleştiriyordu. Bu romanı tamamıyla kendim için yazdım. Yazdıklarımın tümü, her harf Terapötikamaçla yazılsa da ben özellikle Terapötik amaçla yazmak istedim. Yazılar, sanat istesen de istemesen de terapi amacıyla yapılır. Bu benim fikrim. Okuduğum kitaplara göre, Varoluşçu Psikolojide, Psikanalizde söylenir bu. Sanat psikolojisiyle ilgili araştırma da yapmıştım. Bu kitabım bir iki ay önce çıktı zaten.
Şule: Henüz yayımlatmadığın üç kitabını yayımlatmayı düşünüyor musun?
Eylem: Onları çok fazla yayınevine gönderdim. Bu E Kitaptan çok umutluyum açıkçası. Bu kitap beğenildikten sonra bu yayınevi de bana güvenip bu üçlememin yayımlanması sürecine sokacaklardır diye umut ediyorum. Umut fakirin ekmeğidir.
Şule: Yazdığın kitaplarla herhangi bir kitap fuarına katıldın mı?
Eylem: İki kere imza günüm oldu. Tanınmadığım,öylesine bir imza günüydü. Arkadaş, eş-dostun katıldığı, biraz da ısmarlama bir imza günüydü. Kedi uzanamadığı ciğere pis der misali olacak ama imza günlerinin çok da önemli olmadığını gösterdi. İnsanların kitapla ilgili fikirlerini sana söylemesi çok önemli. Bunu da İsimsiz Hikâyeler gibi pek çok süreçte gördüm. Çok geri bildirim aldım. “Yazma” diyenler de oldu.
Şule: Okumayı çok seven bir toplum olmadığımız için imza günlerinde genelde eş-dost geliyor. Yayınevleri kampanya düzenlediklerinde daha etkili olabiliyor. Genelde insanlar öykü, roman yazarlar ya da sadece şiir yazarlar. Hem öykü hem şiir hem de deneme tarzının hepsini bir arada yapmak birazcık daha farklı bir iş. Sen bunların hepsini bir arada yapıyorsun? Bu nasıl oluyor?
Eylem: İşin içine şiir yazayım ya da öykü yazayım şeklinde girmiyorum. O an nasıl açıklanması gerekiyorsa, süreç evriliyor. Örneğin, arkadaşıma heykel yaptığımda, heykel formatında girilmesi gerekiyordu. Çünkü kalıcılığa ihtiyacı vardı ve bir cismaneliği olması gerekiyordu. Herkes tarafından görülen bir şekli olması gerekiyordu. Bazen bir duygunun şiirle anlatılmaya ihtiyacı vardır. Şu an yapay zekânın yaptığı videoları kanalımda paylaşıyorum. Ben besteledim, yapay zekâ yapıyor gibi görünse de tam anlamıyla yapmıyor. Ona, “Şöyle bir şarkı, şu tarzda yaz” diye komut veriyorum. Bu da bir format ama sanatın bir parçası. Senin çok dahil olmadığın şeklinde görünen bir şey. Yaptığımdan tatmin olup onu sergiliyorsam, insanların beğenisine sunuyorsam, beğenim ve filtrasyonumdan geçtiği için sanatın bir alt türü olduğunu düşünüyorum.
Şule: İlham seni nereye götürüyorsa onu yazıyorsun.
Eylem: İlham diye bir şeyin olduğunu zannetmiyorum. İlham, bilinçaltı ya da bilinç dışımızın istediğini yapma biçimi.
Şule: Genellikle yazarlar kendi hayatlarını yazarlar ya da çevrelerindeki örnekleri karakterize ederler diye hayal ediyorum. Ama çok farklı karakterler oluyor. Bunları kendiniz kurguluyor musunuz, yoksa özellikle sen gerçekten yaşam hikâyelerinden mi esinleniyorsun?
Eylem: Herkes der ki “Bildiğini yaz.” Bildiğimi yazıyorum ama bildiğimi başka bir formda yazmak en doğalım. Bu yetenekse, en doğal melekem. Diyelim ki senin kalın bir sesin vardır, sesini alırım. Başkasının hoş bir üslubu vardır, konuşuşunda bir kelimeyi fazla kullanır. Onun o özelliğini alırım. Bir bakmışsın ki bir karakter oluşmuş. Bir insanı ille bir özelliğiyle yazmak, yazarlık değildir. Bir yerden bir bakteri, başka yerden bir bakteri alırsın ve bakteriyi çoğaltırsın. O bakteriyi işe yarar hale getirmek için bir kültür alanı yapman gerekiyor.
Şule: Parçaları birleştirip farklı bir şekle sokuyorsun aslında, tam olarak bu sanırım.
Eylem: Evet. Bir bakteri o bakteri bir tane olduğunda, anlaşılmaz bakteri olur. O bakterinin çok olması lazım. Bir şeyi abartmak da yazmanın başka bir yönüdür.
Şule: Yazma konusunda başka hayallerin var mı? Kitap çıkarmak gibi. Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?
Eylem: On yaşındayken yatır gibi bir yere gitmiştik. Herkes dilek diliyordu. Benim tek dileğim bir kitap çıkarmaktı. O zaman bir tane olan kitap, şimdi hayatımı bu yönde harcamak oldu. Herkes beğenmek zorunda değil ama herkes okusun. İnsanlar o zaman gözüm için gitmişti belki.İnsanla iletişim kursan da her yönüyle kuramıyorsun. Kitaplarını okuyan kişi, senin özellikle tanıtmak istediğin yönlerini yanındakinden daha iyi tanıyor. Sırf tanınmak için değil, ifade etmek istediklerini çok daha rahat ifade edebiliyorsun, heykelle, şiirle ya da şarkıyla. Bu bir sanat. Onun için yazmak ve okunmak istiyorum.
Şule: Kitaplarının okunabilirliğini nasıl öğreniyorsun? Satılma sayısı ya da bir miktar ücret ödenmesinden mi anlıyorsun?
Eylem: Son kitabım 300 kez indirilmiş ama kim okudu, kim okumadı, bana hiçbir geri bildirim gelmedi.
Şule: Önemli olan kaç kişinin okuduğu, zaten niteliğini bilemezsin. Diğer kitapların ne kadar sattı?
Eylem: Büyük Tufan 26 kez okunmuş, çok az bir oran. Bu tanınmamakla ilgili.
Şule: Kitaplarını hep E Kitap formatında mı çıkarıyorsun? Satın almıyorlar öyle mi?
Eylem: Büyük Tufan ve Tuzaklar basıldı. Büyük Tufan’ın okunma sayısını Kitap Yurdundan öğreniyorum. Tuzaklar 1000 tane basıldı ama okunma sayısını bilmiyorum. Çok geri bildirim geldi bana bu kitapla ilgili. Yazdığım bir öykü yüzünden iletişimlerini kesmek isteyen insanlar oldu. Hayatımı etkileyen olaylardı bunlar.
Şule: Bu konularda da eş-dost ilişkileri çok önemli oluyor. Bazıları kitabını almasını istiyor ya da başkaları yardımcı oluyor.
Eylem: İşte o işi hiç başaramam.
Şule: Bu kitap daha güzel okunmuş. 300 okuyucu önemli, niteliğini bilemesek de. Kitapların seslendirilerek herhangi bir kütüphaneye verildi mi?
Eylem: Büyük Tufan, tanıdığım seslendirmen Mavisel Yener aracılığıyla TÜRGÖK’te başka bir seslendirmen tarafından seslendirildi. Tuzaklar GETEM’de Engin Yılmaz tarafından, başka bir versiyon da başka bir seslendirmen tarafından seslendirildi. Metin hali de var orada. Vızıltı Flüt Islık kitapcumhuriyeti.net’te E Kitap halinde var. Pdf halinde orada olduğu için başka bir kütüphaneye vermem doğru değil. Yasal da değil. Eylem Yurtsever Kitap Cumhuriyeti diye yazsanız çıkar. Linkini belki dergiye de koyabiliriz.
Şule: Umarız, daha iyi koşullarda yazarsın ve okunurluk oranı da artar.
Eylem: Bu arada Vızıltı Flüt Islık kitabı bedava. Kitap Cumhuriyeti’nin misyonu bu. Normalde orada geçmiş romanlar yayımlanıyor. Benimki ilk telif hakkı verilmiş roman.
Şule: Seni kompozisyon yarışmalarındaki derecelerinden de tanıyoruz. Dergimize katıldığında Umudun Kadınları olduğu için kadınlık konularına da ilgin olduğunu ve bu konuda da kendini geliştirmek istediğini söylemiştin. Bu konuda neler yapıyorsun? Kadın hareketi meselesinde neredesin acaba?
Eylem: Kendimi toplumsal cinsiyet konusunda geliştirmeye çalışıyorum. Bu tür kitapları çok okuyorum. Kitap okumak, birçok insana basit bir eylem gibi gelebilir. Okuyunca olayları öğreniyorsun. İlk bilgimi, Bell Huks’un ‘Feminizm Herkes İçindir’ kitabını okuyarak öğrenmiştim. Bu işe giriş yapmıştım. Feminizme insanların çok fazla önyargısı var. Benim de saçma sapan önyargılarım vardı. Önyargıların olmasının pek çok sebebi var ama oraya girmek istemiyorum. Feminizm herkes içindir aslında. Bu kitabı öneriyorum. Son zamanlarda kadın yazarların kitaplarını çok okuyorum. Sadece feminizmle, toplumsal cinsiyetle ilgili değil. Sanatta ve edebiyatta çok önemli bir teşhis olduğunu düşündüğüm bir durumu dergi aracılığıyla söylemek istiyorum. Kadın olduğu söylenenler tarafından yürütülen iki akım var. Birisi; inanılmaz bir biçimde kadınlığın hafifletildiği, alçaltıldığı bir akım. Daima bir erkek olur. ‘Grinin Elli Tonu’ gibi yapıtlar. Sadomazoşizmden başlar. Adam istekli kadın yetiştirir. Kadınlığın bir sürü özelliğini aşağılar bu tür edebiyat yapıtları. Bunlar hiç de az değil. İnanılmaz bir satış pr’ı var.
Şule: Önyargıları kaşıdığı için olabilir.
Eylem: Bu çok tehlikeli. Çünkü insanlar her şeyi deneme peşinde. Muhafazakâr bir insan olmak istemiyorum. Onun için bunları okudum. Belli bir yere kadar doğru bir yerden başlayıp gidiyorlar. İşin tehlikesi de bu. Kendi isteğiyle tasma vermeye kadar işi götürüyorlar. Diğer bir akım daha var. Vızıltı Flüt Islık kitabımı, bu akımı çok okuduğum ve çok etkisinde kaldığım için bu akımın temsilcisi olma amacını güderek yazdım. Dolaylı olarak yaptım bunu. Zaten doğrudan bir amaç gütmek, bir yazarın sanat yapanın işi olmamalı. Bu akım, kadınların birer birey olarak kendilerini güçlü hissetmelerini temsil eden bir akım. Ama bunu dikte ederek, didaktik bir üslupla değil, sadece canı yandığında “Canım yanıyor” demek tabiri caizse. olanı söyleyerek, olanı yazarak ve olanı çizerek tüm kusurlarını dile getirmek. Bu tür karakterlerin bir sürü kusurları vardır. Yapmacıkla yapılacak olaylar değildir. Bu tür sanatsal yapıtlar, toplumsal cinsiyetin işlenmesi için çok önemli oluyor. Bu dergiyi okuyorsanız, bu tür olgularla ilgileniyorsunuz demektir. Kendim yazdığım için değil, kurgusal bir yapıt okumak istiyorsanız, kitabımdan devam edebilirsiniz. Umarım kitabımı övmek şeklinde anlaşılmamışımdır.
Şule: Dergimizin Sanatın Kadın Sesleri köşesinde, böyle bir kitap tanıtılabilir. Bunu köşemizi hazırlayan Selvet Bayraktar Tokat arkadaşımıza önerelim. Son olarak dergimize ileteceğin mesajları da almak istiyoruz.
Eylem: Dergiye yazıyorum zaten. Muhtemel bir mesajım olursa, orada da yazarım. Bu söyleşide beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Umarım sıkılmamışsınızdır.
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, Eylem Yurtsever’i tanıyordum ama bu kadar ayrıntıyı bilmiyordum. Son derece dolu dolu bir arkadaşımız. Herhalde bu kadar işi yaparken, 7-24 çalışıyor, hiç uyumuyordur. En kısa sürede kitaplarını da tanıtalım. Dergimizin gönüllüsü olmaya devam etmesini de rica ediyoruz kendisinden. Eylem gerçekten bayağı bal veren bir arıymış. Başka bir Arı Kovanı köşemizde buluşmak dileğiyle.
6 Ağustos 2024
KAYNAK
https://kitapcumhuriyeti.net/
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.