HAZIRLAYAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT
Merhabalar, değerli umudun kadınları dergisi takipçileri. Biz yine sizlerle yeni bilimsel araştırma deneyimlerini paylaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Önce başlıklar:
• Kol Saati Takan İnsanların Meğer Bu Yeteneği Çok Yüksekmiş
• Günde 1-3 Fincan Kahve İçen Kadınlar İçin Çarpıcı Araştırma Sonucu
• Depresyon Oranı En Yüksek Olan Meslekler Belli Oldu
• Kısa Boylu Erkeklerde Bu Özellik Öne Çıkıyor
• Travmatik Çocukluk Geçiren Kadınlarda Endometriozis Riski Yüzde 60 Daha Yüksek
• Hobi Olarak Yapsanız Bile Yeterli! Bunama Riskini Yüzde 40 Azaltıyor
• Yeni Araştırma Tedirginlik Yarattı: Boşanma Çocuklarda Ölüm Riskini Yüzde 55 Artırıyor
Kol Saati Takan İnsanların Meğer Bu Yeteneği Çok Yüksekmiş
Günümüzde çoğu kişi zamanı cep telefonundan kontrol ederken, kol saati takanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. Ancak yapılan son araştırmalar, saat takmanın sadece zamanı öğrenmekle sınırlı olmadığını, takan kişilerde bazı kişilik özelliklerinin belirgin şekilde öne çıktığını ortaya koydu.
İngiltere merkezli psikoloji dergisi Personality and Individual Differences’ta yayımlanan bir çalışmaya göre, kol saati takan bireylerin “disiplin ve dakiklik” düzeyi oldukça yüksek. Araştırmada, 500’den fazla kişiyle yapılan kişilik testi sonuçları incelendi ve saat takan bireylerin, zamanı yönetme ve sorumluluk alma konusunda çevresine göre çok daha başarılı olduğu görüldü. Çalışmaya katılan uzmanlardan Dr. Richard Evans, “Saat takmak basit bir alışkanlık gibi görünebilir ama aslında bu kişilerde ortak bazı eğilimler var. Zaman algıları kuvvetli, plan yapma becerileri gelişmiş ve ani stres durumlarında daha kontrollü davranıyorlar” dedi. Sosyal psikologlara göre kol saati takmak, kişinin hem kendine hem de çevresine bilinçaltında bir mesaj vermesi anlamına geliyor: “Ben zamanı önemsiyorum.” Özellikle iş yaşamında kol saati, güvenilirlik ve profesyonellik simgesi olarak değerlendiriliyor.
Günde 1-3 Fincan Kahve İçen Kadınlar İçin Çarpıcı Araştırma Sonu
Amerikan Beslenme Birliği'nin Orlando'da düzenlediği toplantıda, kahve ile sağlıklı yaşlanma arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı bir çalışma paylaşıldı.
Toronto Üniversitesi'nden Dr. Sara Mahdavi'nin liderliğinde yapılan araştırma, özellikle kahve içenlerin yaşlanma süreçlerinde daha sağlıklı sonuçlar elde ettiğini gösteriyor. Çalışmanın bulgularına göre, günde bir ila üç fincan kahve içen 50'li yaşlarındaki kadınların, kahve içmeyenlere kıyasla kronik hastalıklar gibi sağlık problemleriyle karşılaşma oranları daha düşük. Dr. Mahdavi, bu grubun daha sağlıklı yaşlandığını ve bilişsel, fiziksel ve zihinsel sağlık açısından avantajlar sağladığını belirtiyor. Araştırmaya dahil edilen 47 bin kadının verileri incelendiğinde, kafeinli kahve tüketiminin bu olumlu etkileri sağladığı, ancak kafeinsiz kahvelerin aynı sonucu vermediği tespit edilmiştir. Öte yandan, kafein içeren gazlı içeceklerin bu tür faydalar sağlamadığı vurgulanıyor.
Bazı araştırmacılar, bu bulguları temkinli bir şekilde ele alıyor ve sağlıklı yaşlanmayı değerlendirirken kahve tüketiminin yanı sıra yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları ve coğrafi faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade ediyor. Dr. Mahdavi, "Kahve uzun ömür için faydalı olabilir, ancak bunu mucizevi bir çözüm olarak görmemek gerekiyor," diyor. Araştırmaya göre, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi rahatsızlıkları olan kişilerin kahve tüketimini dikkatli bir şekilde değerlendirmesi önerilmektedir. Kahve içmenin bazı bireylerde olumsuz etkiler yaratabileceği unutulmamalıdır.
Depresyon Oranı En Yüksek Olan Meslekler Belli Oldu
ABD'nin 37 eyaletinde yapılan bir araştırma, depresyon oranlarının en yüksek olduğu meslekleri ortaya koydu. 2015-2019 yılları arasında gerçekleştirilen bu geniş çaplı anket, 536 bin 279 çalışanı kapsıyordu. Araştırmaya göre, kadınlar arasında depresyon oranı erkeklere göre daha fazla bulunuyor. Depresyon oranlarını meslek gruplarına göre inceleyen araştırma, toplumsal ve sosyal hizmetlerde çalışanların yaşam boyu depresyon teşhisi konma oranının en yüksek olduğunu gösterdi.
Anketin sonuçlarına göre, toplumsal ve sosyal hizmetlerde çalışanların %20,5’lik bir oranla yaşam boyu depresyon tanısı alma oranı en yüksek olarak belirlendi.
Bu meslek grubunu ise %20,1’lik oranla gıda hazırlama ve servis işleri izliyor. Depresyon oranı yüksek diğer meslek grupları ise şu şekilde sıralandı:
Sanat, eğlence, spor ve medya: %18,6
Konaklama ve yemek hizmetleri: %18,4
Sağlık ve sosyal yardım: %18,2
Perakende ticaret: %17,7
Hukuk, eğitim ve kütüphane işleri: %16,1
Independent Türkçe'nin haberine göre, Öte yandan, yaşam boyu depresyon tanısı alma oranı en düşük sektörler arasında madencilik (%6,7), inşaat (%8,9) ve tarım ile mühendislik işleri (%9) yer alıyor. Ancak dikkat çeken bir diğer durum, bu sektörlerde depresyon oranı düşük olsa da, işçiler arasında intihar oranlarının en yüksek olduğu sektörlerin başında madencilik ve inşaatın gelmesi.
Araştırmalar, iş hayatındaki stresin ve ruhsal zorlukların meslek gruplarına göre büyük değişiklikler gösterdiğini ortaya koyuyor. Bazı sektörler, çalışanların mental sağlığı üzerinde daha fazla olumsuz etkiye sahipken, diğer sektörlerde depresyon oranları daha düşük seyrediyor. Bu durum, iş ortamlarında ruh sağlığına daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kısa Boylu Erkeklerde Bu Özellik Öne Çıkıyor
Avustralya Katolik Üniversitesi'nde yürütülen yeni bir araştırma, kısa boylu erkeklerin romantik ve sosyal ilişkilerde daha fazla kıskançlık, rekabetçilik ve içsel huzursuzluk sergilediğini ortaya koydu. Toplamda 302 katılımcıyla gerçekleştirilen çalışmada bireylerin boyları, boy algıları ve hemcinsleriyle olan rekabet seviyeleri analiz edildi. Araştırmanın sonuçları ise oldukça çarpıcı... Özellikle erkek katılımcılar arasında kısa boylu olanların içsel rekabet, kıskançlık ve hırs puanları daha yüksek çıktı. Dahası, hem erkek hem de kadın katılımcılarda, boylarından memnun olmayan bireyler daha rekabetçi davranışlar sergiliyordu.
Araştırma ekibinden Daniel Talbot, çalışmanın sonuçlarını şöyle özetledi:
"Boy algısı, bireylerin sosyal hiyerarşide kendilerini nasıl konumlandırdığını doğrudan etkileyebiliyor. Bu bulgular, olumlu beden imajının ve zihinsel sağlığın geliştirilmesi açısından önem taşıyor.””
Travmatik Çocukluk Geçiren Kadınlarda Endometriozis Riski Yüzde 60 Daha Yüksek
Endometriozis, dünya genelinde her 10 kadından birini etkileyen ve rahim dokusunun rahim dışında büyümesiyle karakterize edilen bir hastalık. Adet döneminde ve cinsel ilişkide şiddetli ağrıya, kısırlığa, şişkinliğe, yorgunluğa ve psikolojik sorunlara yol açabiliyor. Kesin nedeni ve tedavisi henüz bilinmeyen bu hastalıkla ilgili yeni bulgular, risk faktörlerinin anlaşılmasına katkı sağlıyor.
1974-2001 yılları arasında İsveç’te doğan 1,3 milyondan fazla kadını kapsayan araştırmada, 24 binden fazla kadına endometriozis teşhisi kondu. Travmatik çocukluk geçiren kadınların endometriozis riskinin yüzde 20 daha yüksek olduğu, beş veya daha fazla olumsuz deneyim yaşayanlarda ise bu riskin yüzde 60'a kadar çıktığı görüldü.
Araştırmada olumsuz deneyimler arasında ebeveynin akıl hastalığı, madde bağımlılığı, maddi sorunlar, ergen yaşta ebeveyn olma, şiddet ya da cinsel istismara maruz kalma veya tanıklık etme gibi durumlar yer aldı. Ancak ailede ölüm gibi bazı deneyimlerin hastalıkla doğrudan bağlantılı olmadığı belirlendi.
Karolinska Enstitüsü’nden Dr. Marika Rostvall, bu sonuçların "yalnızca semptomlara değil, kişinin tüm yaşam geçmişine odaklanan bir sağlık yaklaşımının" önemine işaret ettiğini belirtti.
Rostvall, çocukluk stresinin bağışıklık sistemini etkileyerek endometriyal dokunun vücuttan temizlenmesini zorlaştırabileceğini ve ağrıya karşı duyarlılığı artırarak hastalığın teşhisine neden olabilecek semptomları şiddetlendirebileceğini dile getirdi.
Bilim insanları çocuklukta yaşanan travmalar ile kalp hastalığı, diyabet ve kanser gibi birçok sağlık sorununa ilişkin bağlantılar olduğunu zaten ortaya koymuştu. Endometriozis de bu listeye eklenerek, erken yaşta yaşanan olumsuzlukların uzun vadeli etkilerini bir kez daha gündeme taşıdı.
Hobi Olarak Yapsanız Bile Yeterli! Bunama Riskini Yüzde 40 Azaltıyor
500 binden fazla Britanyalı üzerinde yapılan çalışmada, bisikleti birincil ulaşım aracı olarak kullanan bireylerde tüm demans türlerine yakalanma riskinin %19 daha düşük olduğu tespit edildi. Çalışmanın en çarpıcı bulgularından biri, bisiklet süren kişilerin genç yaşta başlayan bunamaya yakalanma riskinin yüzde 40 oranında azalmış olması. Alzheimer kaynaklı bunamalarda ise risk yüzde 22 oranında düştü. Huazhong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden bilim insanları, bu etkinin fiziksel ve zihinsel faydaların birleşiminden kaynaklandığını belirtiyor.
Araştırmacılar, bisiklet sürmenin beyne giden kan akışını artırarak iltihaplanmayı azalttığını ve obezite gibi demansla bağlantılı risk faktörlerini de düşürdüğünü belirtti. Aynı zamanda, yolda dikkat gerektiren bir aktivite olması nedeniyle zihinsel uyarımı da artırarak hafızayı güçlendiren hipokampus hacminde büyümeye yol açabileceği ifade edildi. JAMA Network Open dergisinde yayımlanan çalışmada, bisikletin hem kolay ulaşılabilir hem de sürdürülebilir bir yaşam alışkanlığı olarak beyin sağlığını korumada önemli bir araç olabileceği vurgulandı. Önemli bir detay da APOE-e4 genine sahip bireylerde ortaya çıktı. Alzheimer hastalığıyla doğrudan ilişkili bu genetik risk faktörüne sahip kişilerde bile bisiklet sürmenin belirli bir koruyucu etkisi olduğu gözlemlendi. Araştırmacılar, bu kişilerin bile bisiklet sürerek demans riskini azaltabileceğini söylüyor.
Araştırma, katılımcıların sadece dört haftalık ulaşım alışkanlıkları temel alınarak yapıldığı için sınırlamalara sahip olsa da, 13 yıl süren takip sürecinde 9 bin demans ve 4 bin Alzheimer vakası kaydedildi. Veriler, bisikletin özellikle oturarak yapılan ulaşım türlerine göre belirgin koruma sağladığını ortaya koydu.
Yeni Araştırma Tedirginlik Yarattı: Boşanma Çocuklarda Ölüm Riskini Yüzde 55 Artırıyor
Newsweak'ın haberine göre, Amerika’da yayımlanan yeni bir araştırma, erken yaşta ebeveyn boşanmasının çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkilerini çarpıcı biçimde ortaya koydu. 5 yaşından küçükken boşanma deneyimi yaşayan çocukların ileriki yaşamlarında daha düşük gelir elde ettikleri, genç yaşta hamile kalma, suça karışma ve hatta erken ölüm gibi risklerle karşılaştıkları belirlendi. University of Maryland'dan Prof. Nolan Pope, University of California Merced’den Andrew C. Johnston ve ABD Nüfus Bürosu’ndan Maggie R. Jones’un ortak imzasını taşıyan araştırma, boşanmanın çocuklar üzerinde çok katmanlı bir etkisi olduğunu ortaya koydu. Araştırmacılar, boşanmanın yalnızca anne ve babanın yollarını ayırması olmadığını; hane gelirinde sert bir düşüş, annenin ve babanın çalışma saatlerinde artış, yeni mahallere taşınma ve aile yapısının bozulması gibi bir dizi zincirleme etki yarattığını vurguladı. Araştırma, 1988-1993 yılları arasında doğan 5 milyondan fazla Amerikan çocuğunun federal verileri analiz edilerek gerçekleştirildi. Sonuçlara göre, ebeveynleri çocuk 5 yaşından küçükken boşanan bireylerde erken ölüm riski %55, genç yaşta hamilelik olasılığı ise %60 oranında artıyor. Özellikle finansal dengesizlik ve sık taşınmanın, eğitime erişimi ve sosyal çevreyi olumsuz etkilediği, Aileden biriyle birlikte yaşarken yeni bir üvey ebeveynin dahil olması da çocukların duygusal gelişimi üzerinde karmaşık sonuçlar doğurabiliyor.
Gelecek sayımızda yeniden birlikte bilgileneceğimiz bilimsel gelişmelerle buluşmak üzere umutla kalın.
23.06 .2025
Merhabalar, değerli umudun kadınları dergisi takipçileri. Biz yine sizlerle yeni bilimsel araştırma deneyimlerini paylaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Önce başlıklar:
• Kol Saati Takan İnsanların Meğer Bu Yeteneği Çok Yüksekmiş
• Günde 1-3 Fincan Kahve İçen Kadınlar İçin Çarpıcı Araştırma Sonucu
• Depresyon Oranı En Yüksek Olan Meslekler Belli Oldu
• Kısa Boylu Erkeklerde Bu Özellik Öne Çıkıyor
• Travmatik Çocukluk Geçiren Kadınlarda Endometriozis Riski Yüzde 60 Daha Yüksek
• Hobi Olarak Yapsanız Bile Yeterli! Bunama Riskini Yüzde 40 Azaltıyor
• Yeni Araştırma Tedirginlik Yarattı: Boşanma Çocuklarda Ölüm Riskini Yüzde 55 Artırıyor
Kol Saati Takan İnsanların Meğer Bu Yeteneği Çok Yüksekmiş
Günümüzde çoğu kişi zamanı cep telefonundan kontrol ederken, kol saati takanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. Ancak yapılan son araştırmalar, saat takmanın sadece zamanı öğrenmekle sınırlı olmadığını, takan kişilerde bazı kişilik özelliklerinin belirgin şekilde öne çıktığını ortaya koydu.
İngiltere merkezli psikoloji dergisi Personality and Individual Differences’ta yayımlanan bir çalışmaya göre, kol saati takan bireylerin “disiplin ve dakiklik” düzeyi oldukça yüksek. Araştırmada, 500’den fazla kişiyle yapılan kişilik testi sonuçları incelendi ve saat takan bireylerin, zamanı yönetme ve sorumluluk alma konusunda çevresine göre çok daha başarılı olduğu görüldü. Çalışmaya katılan uzmanlardan Dr. Richard Evans, “Saat takmak basit bir alışkanlık gibi görünebilir ama aslında bu kişilerde ortak bazı eğilimler var. Zaman algıları kuvvetli, plan yapma becerileri gelişmiş ve ani stres durumlarında daha kontrollü davranıyorlar” dedi. Sosyal psikologlara göre kol saati takmak, kişinin hem kendine hem de çevresine bilinçaltında bir mesaj vermesi anlamına geliyor: “Ben zamanı önemsiyorum.” Özellikle iş yaşamında kol saati, güvenilirlik ve profesyonellik simgesi olarak değerlendiriliyor.
Günde 1-3 Fincan Kahve İçen Kadınlar İçin Çarpıcı Araştırma Sonu
Amerikan Beslenme Birliği'nin Orlando'da düzenlediği toplantıda, kahve ile sağlıklı yaşlanma arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı bir çalışma paylaşıldı.
Toronto Üniversitesi'nden Dr. Sara Mahdavi'nin liderliğinde yapılan araştırma, özellikle kahve içenlerin yaşlanma süreçlerinde daha sağlıklı sonuçlar elde ettiğini gösteriyor. Çalışmanın bulgularına göre, günde bir ila üç fincan kahve içen 50'li yaşlarındaki kadınların, kahve içmeyenlere kıyasla kronik hastalıklar gibi sağlık problemleriyle karşılaşma oranları daha düşük. Dr. Mahdavi, bu grubun daha sağlıklı yaşlandığını ve bilişsel, fiziksel ve zihinsel sağlık açısından avantajlar sağladığını belirtiyor. Araştırmaya dahil edilen 47 bin kadının verileri incelendiğinde, kafeinli kahve tüketiminin bu olumlu etkileri sağladığı, ancak kafeinsiz kahvelerin aynı sonucu vermediği tespit edilmiştir. Öte yandan, kafein içeren gazlı içeceklerin bu tür faydalar sağlamadığı vurgulanıyor.
Bazı araştırmacılar, bu bulguları temkinli bir şekilde ele alıyor ve sağlıklı yaşlanmayı değerlendirirken kahve tüketiminin yanı sıra yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları ve coğrafi faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade ediyor. Dr. Mahdavi, "Kahve uzun ömür için faydalı olabilir, ancak bunu mucizevi bir çözüm olarak görmemek gerekiyor," diyor. Araştırmaya göre, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi rahatsızlıkları olan kişilerin kahve tüketimini dikkatli bir şekilde değerlendirmesi önerilmektedir. Kahve içmenin bazı bireylerde olumsuz etkiler yaratabileceği unutulmamalıdır.
Depresyon Oranı En Yüksek Olan Meslekler Belli Oldu
ABD'nin 37 eyaletinde yapılan bir araştırma, depresyon oranlarının en yüksek olduğu meslekleri ortaya koydu. 2015-2019 yılları arasında gerçekleştirilen bu geniş çaplı anket, 536 bin 279 çalışanı kapsıyordu. Araştırmaya göre, kadınlar arasında depresyon oranı erkeklere göre daha fazla bulunuyor. Depresyon oranlarını meslek gruplarına göre inceleyen araştırma, toplumsal ve sosyal hizmetlerde çalışanların yaşam boyu depresyon teşhisi konma oranının en yüksek olduğunu gösterdi.
Anketin sonuçlarına göre, toplumsal ve sosyal hizmetlerde çalışanların %20,5’lik bir oranla yaşam boyu depresyon tanısı alma oranı en yüksek olarak belirlendi.
Bu meslek grubunu ise %20,1’lik oranla gıda hazırlama ve servis işleri izliyor. Depresyon oranı yüksek diğer meslek grupları ise şu şekilde sıralandı:
Sanat, eğlence, spor ve medya: %18,6
Konaklama ve yemek hizmetleri: %18,4
Sağlık ve sosyal yardım: %18,2
Perakende ticaret: %17,7
Hukuk, eğitim ve kütüphane işleri: %16,1
Independent Türkçe'nin haberine göre, Öte yandan, yaşam boyu depresyon tanısı alma oranı en düşük sektörler arasında madencilik (%6,7), inşaat (%8,9) ve tarım ile mühendislik işleri (%9) yer alıyor. Ancak dikkat çeken bir diğer durum, bu sektörlerde depresyon oranı düşük olsa da, işçiler arasında intihar oranlarının en yüksek olduğu sektörlerin başında madencilik ve inşaatın gelmesi.
Araştırmalar, iş hayatındaki stresin ve ruhsal zorlukların meslek gruplarına göre büyük değişiklikler gösterdiğini ortaya koyuyor. Bazı sektörler, çalışanların mental sağlığı üzerinde daha fazla olumsuz etkiye sahipken, diğer sektörlerde depresyon oranları daha düşük seyrediyor. Bu durum, iş ortamlarında ruh sağlığına daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kısa Boylu Erkeklerde Bu Özellik Öne Çıkıyor
Avustralya Katolik Üniversitesi'nde yürütülen yeni bir araştırma, kısa boylu erkeklerin romantik ve sosyal ilişkilerde daha fazla kıskançlık, rekabetçilik ve içsel huzursuzluk sergilediğini ortaya koydu. Toplamda 302 katılımcıyla gerçekleştirilen çalışmada bireylerin boyları, boy algıları ve hemcinsleriyle olan rekabet seviyeleri analiz edildi. Araştırmanın sonuçları ise oldukça çarpıcı... Özellikle erkek katılımcılar arasında kısa boylu olanların içsel rekabet, kıskançlık ve hırs puanları daha yüksek çıktı. Dahası, hem erkek hem de kadın katılımcılarda, boylarından memnun olmayan bireyler daha rekabetçi davranışlar sergiliyordu.
Araştırma ekibinden Daniel Talbot, çalışmanın sonuçlarını şöyle özetledi:
"Boy algısı, bireylerin sosyal hiyerarşide kendilerini nasıl konumlandırdığını doğrudan etkileyebiliyor. Bu bulgular, olumlu beden imajının ve zihinsel sağlığın geliştirilmesi açısından önem taşıyor.””
Travmatik Çocukluk Geçiren Kadınlarda Endometriozis Riski Yüzde 60 Daha Yüksek
Endometriozis, dünya genelinde her 10 kadından birini etkileyen ve rahim dokusunun rahim dışında büyümesiyle karakterize edilen bir hastalık. Adet döneminde ve cinsel ilişkide şiddetli ağrıya, kısırlığa, şişkinliğe, yorgunluğa ve psikolojik sorunlara yol açabiliyor. Kesin nedeni ve tedavisi henüz bilinmeyen bu hastalıkla ilgili yeni bulgular, risk faktörlerinin anlaşılmasına katkı sağlıyor.
1974-2001 yılları arasında İsveç’te doğan 1,3 milyondan fazla kadını kapsayan araştırmada, 24 binden fazla kadına endometriozis teşhisi kondu. Travmatik çocukluk geçiren kadınların endometriozis riskinin yüzde 20 daha yüksek olduğu, beş veya daha fazla olumsuz deneyim yaşayanlarda ise bu riskin yüzde 60'a kadar çıktığı görüldü.
Araştırmada olumsuz deneyimler arasında ebeveynin akıl hastalığı, madde bağımlılığı, maddi sorunlar, ergen yaşta ebeveyn olma, şiddet ya da cinsel istismara maruz kalma veya tanıklık etme gibi durumlar yer aldı. Ancak ailede ölüm gibi bazı deneyimlerin hastalıkla doğrudan bağlantılı olmadığı belirlendi.
Karolinska Enstitüsü’nden Dr. Marika Rostvall, bu sonuçların "yalnızca semptomlara değil, kişinin tüm yaşam geçmişine odaklanan bir sağlık yaklaşımının" önemine işaret ettiğini belirtti.
Rostvall, çocukluk stresinin bağışıklık sistemini etkileyerek endometriyal dokunun vücuttan temizlenmesini zorlaştırabileceğini ve ağrıya karşı duyarlılığı artırarak hastalığın teşhisine neden olabilecek semptomları şiddetlendirebileceğini dile getirdi.
Bilim insanları çocuklukta yaşanan travmalar ile kalp hastalığı, diyabet ve kanser gibi birçok sağlık sorununa ilişkin bağlantılar olduğunu zaten ortaya koymuştu. Endometriozis de bu listeye eklenerek, erken yaşta yaşanan olumsuzlukların uzun vadeli etkilerini bir kez daha gündeme taşıdı.
Hobi Olarak Yapsanız Bile Yeterli! Bunama Riskini Yüzde 40 Azaltıyor
500 binden fazla Britanyalı üzerinde yapılan çalışmada, bisikleti birincil ulaşım aracı olarak kullanan bireylerde tüm demans türlerine yakalanma riskinin %19 daha düşük olduğu tespit edildi. Çalışmanın en çarpıcı bulgularından biri, bisiklet süren kişilerin genç yaşta başlayan bunamaya yakalanma riskinin yüzde 40 oranında azalmış olması. Alzheimer kaynaklı bunamalarda ise risk yüzde 22 oranında düştü. Huazhong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden bilim insanları, bu etkinin fiziksel ve zihinsel faydaların birleşiminden kaynaklandığını belirtiyor.
Araştırmacılar, bisiklet sürmenin beyne giden kan akışını artırarak iltihaplanmayı azalttığını ve obezite gibi demansla bağlantılı risk faktörlerini de düşürdüğünü belirtti. Aynı zamanda, yolda dikkat gerektiren bir aktivite olması nedeniyle zihinsel uyarımı da artırarak hafızayı güçlendiren hipokampus hacminde büyümeye yol açabileceği ifade edildi. JAMA Network Open dergisinde yayımlanan çalışmada, bisikletin hem kolay ulaşılabilir hem de sürdürülebilir bir yaşam alışkanlığı olarak beyin sağlığını korumada önemli bir araç olabileceği vurgulandı. Önemli bir detay da APOE-e4 genine sahip bireylerde ortaya çıktı. Alzheimer hastalığıyla doğrudan ilişkili bu genetik risk faktörüne sahip kişilerde bile bisiklet sürmenin belirli bir koruyucu etkisi olduğu gözlemlendi. Araştırmacılar, bu kişilerin bile bisiklet sürerek demans riskini azaltabileceğini söylüyor.
Araştırma, katılımcıların sadece dört haftalık ulaşım alışkanlıkları temel alınarak yapıldığı için sınırlamalara sahip olsa da, 13 yıl süren takip sürecinde 9 bin demans ve 4 bin Alzheimer vakası kaydedildi. Veriler, bisikletin özellikle oturarak yapılan ulaşım türlerine göre belirgin koruma sağladığını ortaya koydu.
Yeni Araştırma Tedirginlik Yarattı: Boşanma Çocuklarda Ölüm Riskini Yüzde 55 Artırıyor
Newsweak'ın haberine göre, Amerika’da yayımlanan yeni bir araştırma, erken yaşta ebeveyn boşanmasının çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkilerini çarpıcı biçimde ortaya koydu. 5 yaşından küçükken boşanma deneyimi yaşayan çocukların ileriki yaşamlarında daha düşük gelir elde ettikleri, genç yaşta hamile kalma, suça karışma ve hatta erken ölüm gibi risklerle karşılaştıkları belirlendi. University of Maryland'dan Prof. Nolan Pope, University of California Merced’den Andrew C. Johnston ve ABD Nüfus Bürosu’ndan Maggie R. Jones’un ortak imzasını taşıyan araştırma, boşanmanın çocuklar üzerinde çok katmanlı bir etkisi olduğunu ortaya koydu. Araştırmacılar, boşanmanın yalnızca anne ve babanın yollarını ayırması olmadığını; hane gelirinde sert bir düşüş, annenin ve babanın çalışma saatlerinde artış, yeni mahallere taşınma ve aile yapısının bozulması gibi bir dizi zincirleme etki yarattığını vurguladı. Araştırma, 1988-1993 yılları arasında doğan 5 milyondan fazla Amerikan çocuğunun federal verileri analiz edilerek gerçekleştirildi. Sonuçlara göre, ebeveynleri çocuk 5 yaşından küçükken boşanan bireylerde erken ölüm riski %55, genç yaşta hamilelik olasılığı ise %60 oranında artıyor. Özellikle finansal dengesizlik ve sık taşınmanın, eğitime erişimi ve sosyal çevreyi olumsuz etkilediği, Aileden biriyle birlikte yaşarken yeni bir üvey ebeveynin dahil olması da çocukların duygusal gelişimi üzerinde karmaşık sonuçlar doğurabiliyor.
Gelecek sayımızda yeniden birlikte bilgileneceğimiz bilimsel gelişmelerle buluşmak üzere umutla kalın.
23.06 .2025
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.