YAZAN: Emine KAMÇI
Jack London’ın ‘Yıldız Gezgini’ kitabını okurken birden düşüncelerim çok eskilere kaydı. Oldum olası Jack London’ın kitaplarını okumayı severim. Onun kitaplarında macera, farklı dünyalar, insan yaşamının farklı evreleri, dahası, insanın gerçek yüzü vardır.
Ben de maceralı kitapları severdim ve yıllar önce Jack London’ın okumuş olduğum ‘Dehşet Ülkesinde’ adlı kitabında anlattığı dehşetli geçen ayları, yılları, ben birkaç günde yaşadım. Yaşatılan vahşeti içimde, yüreğimin ta derinliklerinde hissettim.
Ölümü tanıdım çok yakından. Vahşi kafatası avcılarıyla iç içe oldum. Sonra, barınaklarına gittim ve onca beyazın acı sonunu gördüm. Yakılan ateşler üzerinde sallanan başların dumanlarını, ciğerlerime doldurdum ve kin üfledim, nefret üfledim her bir yana.
Güçlü sevgiler, aşklar tanıdım. Sabır ve sağduyu sonucu kazanılan aşkı gördüm. Umut ve sevgi bir arada hep yeşil kalmış ve sabırla beslenmişti.
‘Yıldız Gezgini’ndeki tabloysa biraz farklıydı. Yine suç vardı, ölüm vardı ama içerik başka, nedenler bambaşkaydı. Kitabı tamamen anlatmak niyetinde değilim. Benim ilgimi çeken, farklı unsurlardı. Örneğin mahkumların hücreler arasında iletişim kurma, anlaşma yöntemleri çok ilginçti. Alfabedeki harfleri bir sıraya koymak suretiyle duvarı yumruklayarak şifreli bir biçimde konuşmadan bir dil oluşturmuşlardı. Ancak bu konuşma sisteminde gürültü oluştuğundan mahkumlar her defasında gardiyan tarafından bağlanarak cezalandırılıyorlardı
Mahkumlardan biri yani romanın baş kahramanı, başka yaşamlardan, başka dünyalardan söz ediyordu. Gözlerinin önünde birtakım imgelerin canlandığını fakat bu yaşamında söz konusu görüntülerin hiçbir zaman yer almadığını ifade ederken yine de bütün bunların kendisine gerçekten yaşanmış gibi geldiğini savunuyordu.
Diğer yandan, uzun süre karanlığa maruz bırakılan mahkumların gözleri, ışığa kavuşunca körlük yaşıyordu. Gerçek sanılan yalanlar zorla söyletilmek isteniyor, bunları itiraf etmeyen mahkumlarsa bir daha, bir daha acımasızca işkenceye maruz bırakılıyordu. Bu mahkumların bir bölümü roman kahramanı gibi asılmayı bekliyor, bir kısmı da müebbete çarptırılıyordu. Olası bir hata ya da bir suç sonunda o mahkûma brandadan oluşan deli gömleği giydirilip sımsıkı bağlanıyordu. Bu duruma dayanamayan bazı mahkumlar, kısa zamanda çıldırıp tımarhaneyi boyluyorlardı. Kimileriyse deli gömleğine girdikten bir saat kadar sonra ölüyor ya da bir zaman sonra kötürüm kalıyordu. Romanın başkarakterlerinden biriyse çektiği acılardan sonra gömleğin içindeyken ayaklarından başlamak üzere tüm bedenini aşama aşama böldürerek ya da yok sayarak ruhunu bedeninden ayırma deneyimi yaşıyor, böylelikle tüm acılarından kurtuluyordu. Birkaç kez başarıyla uyguladığı bu deneyimini, diğer hücrelerdekilere de anlatıyor ve öneriyordu. Sonuç olarak, bedenin üzerindeki ruhun efendiliğine inanıyordu.
Derken tek bir zihin halindeyken ışık çakışlarıyla ayrılıp uzaklaşmayı deneyimliyordu. Bir sıçrayışta hapishanenin duvarlarını, çatısını aşıp California göklerinden yıldızlara ulaşıyordu. Daha sonra da yanlış bir deneyim sonucu sarsıntılı, yıkıcı ızdıraplı bir kopuş yaşayarak yeniden kendini hücresinde buluyordu. Yine onun kafasında hayalle gerçek birbirine karışıyordu. Geçmişi, geleceği ve şimdiki durumu. Aşkları, ölümün korkunç yüzü, çocukluğunun öfkeli çığlığı ve daha birçok görüntüye tutsak oluyordu. Henüz küçük bir çocukken bile iyi bir Yıldız Gezgini’ olduğunun bilincini taşıyordu.
Bana gelince, otuz küsur yıl önce başkarakterin deneyimlediklerinin küçük bir benzerini yaşamıştım. Çok yorgun olduğum günün gecesinde, yatağıma yatmış, tüm bedenimi gevşeterek uykuyu çağırmıştım. Ancak uyku yerine, başka bir şey gelmişti. Yorganı başıma dek çektiğim halde, yatağın içi ışıkla dolmuştu. Büyük kameraların ışığı gibi televizyon ekranının ışığı gibiydi bunlar. Bense bu aydınlığın ortasında ürpertiyle, döne döne yukarıya doğru yükseliyordum. Bu deneyimden aklımda kalanlardan biri de yükselirken dört bir yanımda hissetmiş olduğum esintiydi. Sanırım ürpermemin nedeni de buydu. Kısa bir süre sonra bu esinti ve yükselme duygusu beni korkuttu ve bütün gücümle kendimi sarsarak geri döndüm. ‘Döndüm’ diyorum, çünkü bu durumu yalnızca bu sözcükle açıklayabilirdim. Yatağımı hissetmeye başladığımda korktuğum için kendime biraz kızdım. Oysa düşününce öyle korkulacak da bir deneyim olmadığını fark etmiştim.
Sonraları bu yaşadıklarımı başkalarına anlattığımda, çoğu bana inanmadı. Ancak ben yaşadıklarımdan emindim. Astral seyahat diye bir şey vardı ve bazı insanlar buna inandığını söylüyordu. Dahası, bazı kitaplar bu gibi deneyimlerle doluydu. Tabii ki bugün ben, böyle şeylere takıldığımı söylemeyeceğim. Ancak o gün yaşadıklarımı da kesinlikle yadsıyamam. Bugün şunları düşünmeden edemiyorum. Ben de astral seyahate çıksam; ruhtan bedenimle, nurdan ayaklarımla yıldızlarda bir bir gezinsem; son olarak da dünyamıza gelsem ve ne kadar kötü varsa o kötü başların üzerinde nurdan ayaklarımla ter ter tepinsem; ayaklarımın nur ateşleriyle o kötü başları yakıp yok etsem.
Kötülerin ve tüm kötülüklerin yok olması dileklerimle.
Umutla kalın.
Jack London’ın ‘Yıldız Gezgini’ kitabını okurken birden düşüncelerim çok eskilere kaydı. Oldum olası Jack London’ın kitaplarını okumayı severim. Onun kitaplarında macera, farklı dünyalar, insan yaşamının farklı evreleri, dahası, insanın gerçek yüzü vardır.
Ben de maceralı kitapları severdim ve yıllar önce Jack London’ın okumuş olduğum ‘Dehşet Ülkesinde’ adlı kitabında anlattığı dehşetli geçen ayları, yılları, ben birkaç günde yaşadım. Yaşatılan vahşeti içimde, yüreğimin ta derinliklerinde hissettim.
Ölümü tanıdım çok yakından. Vahşi kafatası avcılarıyla iç içe oldum. Sonra, barınaklarına gittim ve onca beyazın acı sonunu gördüm. Yakılan ateşler üzerinde sallanan başların dumanlarını, ciğerlerime doldurdum ve kin üfledim, nefret üfledim her bir yana.
Güçlü sevgiler, aşklar tanıdım. Sabır ve sağduyu sonucu kazanılan aşkı gördüm. Umut ve sevgi bir arada hep yeşil kalmış ve sabırla beslenmişti.
‘Yıldız Gezgini’ndeki tabloysa biraz farklıydı. Yine suç vardı, ölüm vardı ama içerik başka, nedenler bambaşkaydı. Kitabı tamamen anlatmak niyetinde değilim. Benim ilgimi çeken, farklı unsurlardı. Örneğin mahkumların hücreler arasında iletişim kurma, anlaşma yöntemleri çok ilginçti. Alfabedeki harfleri bir sıraya koymak suretiyle duvarı yumruklayarak şifreli bir biçimde konuşmadan bir dil oluşturmuşlardı. Ancak bu konuşma sisteminde gürültü oluştuğundan mahkumlar her defasında gardiyan tarafından bağlanarak cezalandırılıyorlardı
Mahkumlardan biri yani romanın baş kahramanı, başka yaşamlardan, başka dünyalardan söz ediyordu. Gözlerinin önünde birtakım imgelerin canlandığını fakat bu yaşamında söz konusu görüntülerin hiçbir zaman yer almadığını ifade ederken yine de bütün bunların kendisine gerçekten yaşanmış gibi geldiğini savunuyordu.
Diğer yandan, uzun süre karanlığa maruz bırakılan mahkumların gözleri, ışığa kavuşunca körlük yaşıyordu. Gerçek sanılan yalanlar zorla söyletilmek isteniyor, bunları itiraf etmeyen mahkumlarsa bir daha, bir daha acımasızca işkenceye maruz bırakılıyordu. Bu mahkumların bir bölümü roman kahramanı gibi asılmayı bekliyor, bir kısmı da müebbete çarptırılıyordu. Olası bir hata ya da bir suç sonunda o mahkûma brandadan oluşan deli gömleği giydirilip sımsıkı bağlanıyordu. Bu duruma dayanamayan bazı mahkumlar, kısa zamanda çıldırıp tımarhaneyi boyluyorlardı. Kimileriyse deli gömleğine girdikten bir saat kadar sonra ölüyor ya da bir zaman sonra kötürüm kalıyordu. Romanın başkarakterlerinden biriyse çektiği acılardan sonra gömleğin içindeyken ayaklarından başlamak üzere tüm bedenini aşama aşama böldürerek ya da yok sayarak ruhunu bedeninden ayırma deneyimi yaşıyor, böylelikle tüm acılarından kurtuluyordu. Birkaç kez başarıyla uyguladığı bu deneyimini, diğer hücrelerdekilere de anlatıyor ve öneriyordu. Sonuç olarak, bedenin üzerindeki ruhun efendiliğine inanıyordu.
Derken tek bir zihin halindeyken ışık çakışlarıyla ayrılıp uzaklaşmayı deneyimliyordu. Bir sıçrayışta hapishanenin duvarlarını, çatısını aşıp California göklerinden yıldızlara ulaşıyordu. Daha sonra da yanlış bir deneyim sonucu sarsıntılı, yıkıcı ızdıraplı bir kopuş yaşayarak yeniden kendini hücresinde buluyordu. Yine onun kafasında hayalle gerçek birbirine karışıyordu. Geçmişi, geleceği ve şimdiki durumu. Aşkları, ölümün korkunç yüzü, çocukluğunun öfkeli çığlığı ve daha birçok görüntüye tutsak oluyordu. Henüz küçük bir çocukken bile iyi bir Yıldız Gezgini’ olduğunun bilincini taşıyordu.
Bana gelince, otuz küsur yıl önce başkarakterin deneyimlediklerinin küçük bir benzerini yaşamıştım. Çok yorgun olduğum günün gecesinde, yatağıma yatmış, tüm bedenimi gevşeterek uykuyu çağırmıştım. Ancak uyku yerine, başka bir şey gelmişti. Yorganı başıma dek çektiğim halde, yatağın içi ışıkla dolmuştu. Büyük kameraların ışığı gibi televizyon ekranının ışığı gibiydi bunlar. Bense bu aydınlığın ortasında ürpertiyle, döne döne yukarıya doğru yükseliyordum. Bu deneyimden aklımda kalanlardan biri de yükselirken dört bir yanımda hissetmiş olduğum esintiydi. Sanırım ürpermemin nedeni de buydu. Kısa bir süre sonra bu esinti ve yükselme duygusu beni korkuttu ve bütün gücümle kendimi sarsarak geri döndüm. ‘Döndüm’ diyorum, çünkü bu durumu yalnızca bu sözcükle açıklayabilirdim. Yatağımı hissetmeye başladığımda korktuğum için kendime biraz kızdım. Oysa düşününce öyle korkulacak da bir deneyim olmadığını fark etmiştim.
Sonraları bu yaşadıklarımı başkalarına anlattığımda, çoğu bana inanmadı. Ancak ben yaşadıklarımdan emindim. Astral seyahat diye bir şey vardı ve bazı insanlar buna inandığını söylüyordu. Dahası, bazı kitaplar bu gibi deneyimlerle doluydu. Tabii ki bugün ben, böyle şeylere takıldığımı söylemeyeceğim. Ancak o gün yaşadıklarımı da kesinlikle yadsıyamam. Bugün şunları düşünmeden edemiyorum. Ben de astral seyahate çıksam; ruhtan bedenimle, nurdan ayaklarımla yıldızlarda bir bir gezinsem; son olarak da dünyamıza gelsem ve ne kadar kötü varsa o kötü başların üzerinde nurdan ayaklarımla ter ter tepinsem; ayaklarımın nur ateşleriyle o kötü başları yakıp yok etsem.
Kötülerin ve tüm kötülüklerin yok olması dileklerimle.
Umutla kalın.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.