Yetenekleriyle, buluşlarıyla, yaptıkları işlerle ilgili ünlü olanlar ya hep övülüyor ya da hep yeriliyor. Hem övgü hem de yanlışlarının ele alındığı yazılar bile, o kişilerin hayranları tarafından pek hoş karşılanmıyor. Çünkü hayranları yanlışların vurgulanmasını istemiyor, hatta yanlışları kabul etmiyor, görmek istemiyor.
Bu kısa girizgâhtan sonra gelelim sözünü edeceğimiz Nazım Hikmet’e. Öncelikle şunu söyleyeyim: Nazım Hikmet’in şiirlerini çok severek büyük bir hayranlıkla okurum. Mücadeleci yaşamı da çok etkileyici. Bir kişinin güzel ve yaratıcı şiirler yazması, zorlu ve mücadeleci bir yaşamının olması, onun hatalarını görmezden gelmeyi gerektirmemeli. Hele kadınları önemseyen, şiirlerinde kadınlara büyük ölçüde yer veren usta şairin kadın bakış açısının yaşamında nasıl yer bulduğu, bu olumlu bakış açısını ne kadar içselleştirdiği konularını irdelemeden olur mu hiç? Enver Aysever’in yazdığı ‘Tepeden Tırnağa İsyan Nazım Hikmet’ adlı kitabını tavsiye üzerine okuma fırsatı buldum. Enver Aysever’i televizyon programlarından takip etmeye çalışırım ve tarzını çok beğenirim. Son derece naif, içten ve duygusal bir anlatımı vardır. Kitapta Nazım Hikmet’in zorlu, mücadeleci yaşamını, ailesini, arkadaşlarını, aşklarını, dünya görüşünü, zorlu geçen mahpus yaşamını, şiirlerini pek çok kaynaktan tarayarak gerçekçi bir bilgi deneyim birikimiyle anlatıyor. Pek çok mektuptan alıntı yaparak olayların kanıtlarını derlemiş. İlgimi çeken daha çok Nazım Hikmet’in hayatına giren kadınların durumu, oğlu Mehmet’in babasına karşı hissettikleri oldu. Beni en çok düşündüren kitabın yazarının değerlendirmeleriydi. İlk başta yazarın objektif olduğunu düşündürüyor. Ama kitabın sonlarına doğru ortaya koyduğu gerçeklerle ilgili öyle ilginç yorumlar yapıyor ki şaşkınlığınız, inanamayışınız giderek büyüyor. Nazım’a duyduğu saygı ve borçluluk sanki onu kör etmiş gibi. Üstelik Enver Aysever, kadınların toplumda var olmalarını, güçlenmeleri gerektiğini savunanlardan. Demek ki hayran olduğumuz birinin yaşamı olunca söz konusu olan, olay sadece şairi anlamaya evriliyor. Taraflı bir değerlendirme çıkıyor ortaya. Umarım bu yazı kendisine ulaşır ve birlikte değerlendirme fırsatı buluruz.
Nazım’ın hayatına giren kadınların çoğu evli ve ona duydukları aşktan sonra evliliklerini bitiriyorlar. İlk eşlerinden çocukları var. Nazım’ın şiir yazmadığı kadınlar, onun hayatında olsa bile çok önemsenerek anlatılmıyor. Nazım’ın âşık olduğu kadınlardan söz ediliyor hep. Nazım’ın babası çok çapkın ve daha sonra eşinden bu yüzden ayrılıyor. Nazım ressam annesine çok bağlı. Çok çok kıskanç ve yalnızlıktan çok korkuyor. Bu nedendendir ki bir kadın onun hayatından giderken, hemen bir başkası katılıyor Nazım’ın hayatına.
Rusya’da kaldığı sürede Lena ile ilk evliliğini yapıyor. Fakat siyasi olaylara bakış açıları farklı. Anlaşamıyorlar ve ayrılıyorlar.
Piraye’ye Nazım aşık. Şiirlerinde de çokça o var. Fakat Nazım Piraye ile birlikteyken dayısının kızı Münevver’e âşık oluyor. Bunu dürüstçe Piraye’ye söylüyor. Bana göre Piraye’nin davranışları çok sağlıklı. Tamamıyla çıkarıyor hayatından Nazım’ı. Haklı olarak ona karşı büyük bir öfke duyuyor ama dostlukları baki. Sonra Münevver Nazım’a pas vermeyince Nazım yeniden Piraye’ye dönmek istiyor. Bu tutum çok itici geldi bana. Piraye kabul etmiyor. Yazarın yorumu da Piraye’nin Nazım’ın duygularına yeterince hitap etmemesi ve çok az bir arada olmaları. Âşıkken birbirlerine hitap ederken, daha sonra duygulara ne oluyor? Birlikteyken duygu seli, ayrılırken tam tersi değerlendirmeler. Yazar Nazım’ın hemen bütün ayrılıklarında kısa süre birlikte olma meselesini dillendiriyor. Oysa önemli olan birlikte olma süresi değil, birbirleri için yaptıkları özveriler daha önemli. Madem Piraye onun duygusal dünyasına hitap etmiyor, o halde Münevver geri durunca neden Piraye yeniden gündeme geliyor?
Nazım Münevver’le birlikteyken bir oğulları oluyor, adı da hepimizin bildiği Mehmet. O zamanın koşullarında evli değiller ve Mehmet Nazım’ın nüfusuna bile kayıtlı değil. Nazım baskılardan dolayı yurt dışına, Sovyetler Birliği’ne kaçıyor. Münevver oğluyla Türkiye’de. Hem zorlu bir yaşam sürüyor hem baskı altında. Nazım nasıl olsa uzakta ya hayatına kadınları almayı sürdürüyor. Sanki bu çok doğal bir durummuş gibi anlatılıyor. Münevver ise çocuğuyla birlikte Nazım’ı bekliyor ve kavuşmaları için çaba gösteriyor. Başka bir adamı hayatına almak diye bir olay söz konusu bile değil. Çünkü seviyor Nazım’ı. Eşinden ayrılmayı göze almış bir kadından söz ediyoruz. Nazım’ın hayatında Galina adlı bir doktor var. Koskoca 8 yıl birlikteler ve Nazım’ın sağlık sorunlarının çözümünde aktif bir rol oynuyor. Galina’yı ilk kez bu kitaptan öğrendim. Başka bir kaynakta Galina, “Ben Münevver ile Nazım’ın kendisinden sonraki sevgilisi Vera için geçici istasyonum” tanımlamasını yapıyor. Çok acı bir tanımlama. Bir kadın neden ara istasyon rolünü üstlensin ki? O kadar kariyeri var. Biliyoruz ki kariyer güçlü duruş için tek bir kriter değil. Nazım’ın Galina’ya âşık olmadığı için ondan sonra Vera’ya âşık olmasını, Galina’yı bırakmasını doğal karşılıyor yazar. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Âşıkdeğilsen ve yeterince sevmiyorsan birlikte olmayacaksın. Karşındaki kadına dürüstçe bunu söylemek yetmez. Çünkü dostluk var. Vefa duygusuna ne oluyor peki? Kadının iç dünyasında nasıl kıyametler koptuğunu bilmiyoruz. Nitekim terkedilince öfke duyuyor Galina Nazım’a. Eğer iki taraf bunu gerçekten özümsemişse, buna itirazım yok. İnsan farkında olmadan kendini kandırabiliyor. Sadece kendi duygularımızı ön plana çıkararak bir yaşam sürdürmemeliyiz.
Nazım’ın kadınlarla ilgili çok anlamlı, uzun bir şiiri var.Kısa bir bölümü şöyle:
Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen
Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
Ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
Işıltısında yere saplı bıçakların
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
Kadınlar,
Bizim kadınlarımız
Münevver ile ilgili öğrendiğim hikâye, şairin bu şiirle ilgili kadın bakış açısını, içselleştirme konusundaki duygu ve düşüncelerimi yerle bir etti. Nazım Vera ile birlikte. Vera kendisinden 30 yaş küçük. Evliyken kadını söz ve tavırlarıyla baştan çıkaran da Nazım. Kadın da baştan çıkmasın ama burada konumuz şair. Lusu adında bir kadın Münevver’in Nazım’a ve Mehmet’in babasına kavuşmasını çok istiyor. Türkiye’ye geliyor ve Münevver ile Mehmet’i Nazım’ın yanına deniz yoluyla götürmeyi başarıyor. Münevver de onları görünce Nazım’ın Vera ile ilişkilerinin biteceğini düşünüyor. Bu da çok talihsiz bir inanış ve çok da sağlıksız. Sen bu kadar sıkıntı çekerken adam gönlünü eğlendirsin, sen de onun ayrılmasını bekle. Neyse biz hikâyemize dönelim. Sözüm ona Nazım’la birlikte kalacaklar. Üç somya alınıyor. Kimler için? Münevver, Münevver’in ilk eşinden olan oğlu ve Mehmetiçin. Yani Nazım yok çünkü o Veracığıyla birlikte. Peki, bu kadın iki çocuğuyla taşı toprağı altın olan vatanından ayrılıp bilmediği bir ülkeye niçin gelsin? Üstelik Nazım Münevver’in gelmesini çok istiyor. Oğlu için özlem dolu şiirler yazıyor. Yazar bu olayı da geçiştiriyor. Bu haksızlığı kaldırmak ve anlamak mümkün değil.
Mehmet babasından nefret ediyor. Babasının ona 15 günlük babalık ettiğini söylüyor. Oğlunun gazetelere Nazım karşıtı açıklamalarda bulunmasına tepkili yazar. Neymiş efendim Nazım çok iyi bir babaymış. Eşlerinin çocuklarını benimsemiş. Yuvalarda ve yurtlarda kendi çocuğunu bu kurumlara verip de evlendiği ikinci eşlerinin çocuklarına bakan pek çok ana-baba biliyoruz. Bu bir ölçü olmamalı. Baba özlemiyle yanıp tutuşan küçük bir çocuğun, hiç bilmediği yaban bir ilde yaşadıkları çok çok travmatik.
Kitapta Montaigne’den, ‘İnsanın İçinde İnsanlar’ şeklinde bir söz var. Kitapta geçenler, bu sözle anlam buluyor. Nazım yaptıkları ve yaşattıklarından dolayı kendisini günahkâr olarak tanımlıyor. Ama yazar toz kondurmuyor. Bundan 70 yıl önce yaşananlardan konuşuyoruz. Belki şimdi olsa durum daha farklı olabilir. Ama yazarın değerlendirme yaparken bu çağın koşullarını dikkate alması gerekmez miydi?
Nazım’ın hayatına giren Lena ve Piraye dışındaki kadınlar yitik kadınlar bence. Nazım’ın aşkları ön planda hep. 70 yıl öncesinde kendi kişiliğini yok sayan, başarılı, ünlü olmanın gücünü büyümseyen kadınlar olmuş. Peki, bu çağda, bu durumda olan kadınlar yok mu? Ne yazık ki var. Biz güçlü durmayı öğrenmedikçe, karşımızdaki ne kadar eşitlikten yana olduğunu söylerse söylesin, tavırlarıyla hayata geçirmesi çok zor. Bu, biz kadınların güçlü durması ve eşitlikten yana olmayı yaşama geçirmesiyle başlayacak.
14 Ocak 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.