e_mine_ortakaya@hotmail.com
Beyaz örtülü bir kanepede oturmuş, uzun siyah saçları omuzlarının arkasında, koyu lacivert kazağı var.
Bir grup insan sokakta yürüyüş yapıyor. Ellerinde çeşitli pankartlar taşıyorlar ve bazı pankartlarda "Climate Action Now" ve "Oceans are rising and so are we" gibi İngilizce çevre ile ilgili sloganlar yazıyor. İnsanlar genç ve aktivist bir grup. Yürüyüşe katılanlar kararlı ve ciddi.

Tüm dünyada; Batı’da da Osmanlı’da da siyaset öncelikle asillerin, onların da erkek olanlarının hakkı ve işi olarak görülmüştür. Fransız İhtilaliyle birlikte siyaset orta sınıfa doğru inmeye başlamış ama yine de eşitlik temelinde özgür siyaset erkeğin hakkı yani Fransız Devrimi’nin temelini oluşturan 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi de cinsiyetli bir dil olan Fransızca’da esasen “erkek yurttaş”ların haklarından bahseden bir metindi. İhtilalden sonra da çok uzun süreler boyunca kadın, tabi ki erkekler tarafından ‘aciz, hassas, hatta biraz kıt akıllı’ olarak görülmeye devam etmiştir. Her türlü hukukî konuda kocasının izniyle hareket etmek zorunda kalmıştır. 



Elbette kadınlar önceleri biraz pasif ve gizlice bu duruma ses çıkarmaya, karşı çıkmaya başladı. ‘Önlerinin açılması halinde kadınların da çok akıllı, becerikli, acar olacaklarını savunan erkekler de vardı. Fakat kadınların hakça eşit olabilmeleri için batıda ve Osmanlı’da çok yol kat etmesi gerekti.



Uzun zaman yalnızca asillerin ve mülk sahibi zengin sınıfların alanı olarak görülen siyasetin demokratikleşmesi, genel oy hakkının yaygınlaşması, yani vatandaşlık temelinde geniş toplumsal kesimlerin siyasete katılması ile mümkün oldu fakat 18. yüzyıldan başlayarak bu kesimleri harekete geçiren eşitlik, özgürlük, adalet gibi ilkeler, her ne kadar evrensel iddialarla tartışılmışsa da aslında başlangıçta erkeklerin erkekler için dile getirdiği ilkelerdi. Oy hakkı talebi, cinsiyetçi bir anlayışla kadınları dışarıda bırakıyor, modern ulus devletler, bu anlayışı temel alan bir cinsiyet sözleşmesine dayanıyordu. 



Kadınlar, vatandaşlık tanımından ve oy ve siyasi temsil hakkından dışlanmalarına daha en başından tepki vermekte gecikmedi. Fransa’da kadın hakları mücadelesinin öncülerinden kabul edilen Olympe de Gouges’in, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne cevaben kaleme aldığı ve Fransız Devrimi’nin evrensellik iddiasının ancak kadınların da hakları tanındığında tamamlanacağının altını çizen 1791 tarihli ‘Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’, bu tepkilerin en erken örneklerinden biridir. Fakat kadınların eşit yurttaşlık talebi ve bu talep çerçevesinde gelişen siyasal haklar mücadelesi, esas olarak 19. yüzyılın ortasından itibaren Amerika ve İngiltere gibi ülkelerden başlayarak, bu mücadeleyi temel alan kadın örgütlerinin kurulmasıyla etkili bir harekete dönüştü. Bu hareket, eğitim, aile, çalışma hayatı gibi alanlarda kadın-erkek eşitliğini savunan, yasal düzenlemelerle bu eşitliğin sağlanmasını talep eden ve yaygın olarak Birinci Dalga olarak adlandırılan feminist hareketin bir parçasını oluşturdu.



Kadınların siyasal haklarını elde etmeye odaklanan eylemlilik süreci ve örgütler Süfraj Hareketi olarak bilinir. Latince oy anlamına gelen suffragium kelimesinden türemiş süfraj, oy verme ya da seçme hakkı demektir. Dolayısıyla da aslında Evrensel Süfraj Hareketi, vatandaşlık temelli seçme ve seçilme hakkı mücadelelerinin genel adıyken, giderek kadınların oy hakkı mücadelesi ile özdeşleşmiştir. Bunda, kadınların oy mücadelesinin, onlarca ülkeye yayılan ve yüzlerce örgüt ve bu örgütlere üye on binlerce kadının sayısız eylem, konferans ve yayınıyla, bütünüyle uluslararası bir harekete dönüşmesinin payı vardır. Bu harekette yer alan kadınlara “süfrajist” denildiğinden, hareket Süfrajist Hareket olarak da bilinir.



Süfraj Hareketi’nin en etkili olduğu ülkelerden biri İngiltere idi. İngiltere örneği, diğer ülkelerde oy hakkı için mücadele eden kadınları özellikle eylem repertuarı ve yöntem tartışması açısından etkilemiştir. İngiltere’de kadınların oy hakkı mücadelesi 19. yüzyılın ortalarına kadar gitse de bu erken talepler, daha çok politik liberalizm çerçevesinde ve sınıf temelli seçme ve seçilme düzenlemelerinin, orta sınıf yani aynı mülkiyet kriterlerine uyan kadınları da içermesi gerektiği argümanı etrafında formüle ediliyordu. Liberal süfrajistler, oy hakkının üst ve orta sınıf erkeklerden işçi sınıfı erkeklere doğru genişlemesinden hareketle, kadınlar için de benzer bir tedrici genişleme öngörüyor, dolayısıyla da daha “meşru” görünen, sınıf temelli bir argümanla başlamayı uygun buluyorlardı. Mücadelenin hem kapsamı hem de talepleri zaman içinde daha demokratik bir içerik kazandı ve özellikle 1880’lerden sonra daha çok kadınların yurttaşlık hakkına odaklanan bir strateji benimsenmeye başladı. Bunda liberal süfrajistlerin dönüşümü kadar, kadınların ikincil konumuna temelden itiraz eden feminist analizlerin ve sosyalist feministlerin etkisinin artmasının rolü vardır. Bir yandan da kadınların yerel seçimlerde oy verme hakkı kazanması ve siyasi partilerin kadın kollarının kurulmaya başlamasıyla Süfraj Hareketi odağını, asıl olarak, parlamento siyasetine çevirdi. Yine de 19. yüzyıl İngilteresi’nde, parçalı, birçok grup ve yaklaşımdan oluşan bir hareketten söz etmek gerekir. Bu parçalılık, farklı grupların Kadınların Oy Hakkı Cemiyetleri Ulusal Birliği (National Union of Women’s Suffrage Societies, NUWSS) adıyla 1897’de birleşmesiyle önemli ölçüde aşıldı (Hume, 2016). NUWSS çevresinde birleşen İngiliz süfrajistler, lobi faaliyetleri ile meclis üyelerini etkilemek, dilekçe vermek, konferanslarda konuşma yapmak, toplantılar düzenlemek yoluyla seslerini duyurma yöntemini benimsemişti.



Oy hakkı mücadelesinin daha etkili eylemlerle ve esas olarak sokakta verilen mücadeleyle devam etmesi gerektiğini savunan feministler ise 1903’te Kadınların Sosyal ve Siyasi Birliği (Women’s Social and Political Union, WSPU) adıyla ayrı bir örgüt kurdu. Ünlü aktivist Emmeline Pankhurst öncülüğünde kurulan ve süfrajistlerin on yıllardır benimsediği çizgiye göre daha radikal olduğu için, biraz da alaycı bir ima ile “süfrajet” olarak anılmaya başlanan bu grup açlık grevi yapmak, kendilerini parmaklıklara zincirlemek, duvarlara slogan yazmak, boş binaları ateşe vermek gibi yolları kullanarak kadınların oy hakkı mücadelesinin görünürlüğünü ve etkisini önemli ölçüde arttırdı. Kendilerine biçilen süfrajet tanımlamasını benimseyen ve zamanla Süfrajet Hareketi olarak da anılmaya başlanan WSPU ve çevresinden yüzlerce kadın, “söz değil eylem” şiarıyla yaptıkları eylemler nedeniyle tutuklandı. Aslında WSPU içinde de yönteme ilişkin bir tartışma vardı ve tartışmalı görülen bazı eylem biçimlerinin bütün süfrajetler tarafından destek gördüğünü söylemek zordur.



Yine de giderek “anayasal” diye nitelendirilmeye başlanan süfrajistler (constitutional suffragists) ile militan ya da radikal olarak tanımlanan süfrajetler arası ayrım, İngiltere’de kadınların oy hakkı hareketini şekillendiren ve feminist hareket içi ilişkileri etkileyen en önemli tartışmalardan biri oldu. Kimi feminist tarihçiler, kadınların siyasi haklar mücadelesinin bu gibi ikiliklerin belirttiğinden çok daha akışkan, iç içe geçen stratejilerle şekillendiğini, örneğin militanlığın WSPU ile sınırlandırılamayacak, daha erken dönemlere giden köklerini göstermesine rağmen, anayasal—militan ayrımı, feminist yazında bile Süfraj Hareketi’ni okumak için kullanılan bir çerçeve olmayı sürdürmektedir. Zira kadınların siyasal haklar mücadelesinde izlenecek yol ve eylem biçimleri üzerine tartışma, aslında bütün ülkelerdeki kadın hareketlerinde önemli bir gündemdi. Örneğin Amerika’da 1916’da kurulan Ulusal Kadın Partisi (National Women’s Party, NWP), oy hakkı için mücadele eden kadın örgütlerini 1890’da birleştiren Kadınların Oy Hakkı Amerikan Milli Derneğinden ( National American Woman Suffrage Association) yine yöntem tartışması sonucu ayrılan bir grup feminist tarafından kurulmuştu. Amerika’da sivil itaatsizliğin öncüleri kabul edilen NWP’li aktivistler, iki buçuk yıl boyunca Beyaz Saray’ın önünde oy hakları için nöbet tutmuş, “Sessiz Nöbetçiler” olarak da anılan bu feministlerin çoğu, tamamen barışçıl eylemleri nedeniyle tartaklanmış, hapse atılmıştı



Kadınların seçme ve seçilme hakları için ilkin kendi ülkelerinde örgütledikleri mücadele, 20. yüzyılın başlarında uluslararası alanda bütün feministleri birleştirerek ortak bir kampanyaya dönüştü. 1904’te Berlin’de bir araya gelen birkaç ulusal dernek, Kadınların Oy Hakkı Uluslararası Birliği (International Woman Suffrage Alliance) adıyla bu ortak mücadeleyi örecek bir uluslararası örgüt kurdu. Her iki yılda bir farklı bir ülkede kongre düzenleyen ve böylelikle ulusal oy hakkı hareketlerine destek olmak ve onu güçlendirmek amacıyla birliğe katılan kadın örgütlerinin sayısı hızla arttı. 1913’te 26, 1929’a gelindiğinde ise 51 ülkeden kadın örgütü birliğin üyesiydi. 1926’da Paris’te yapılan kongrede adını Kadınların Oy Hakkı ve Eşit Yurttaşlık Uluslararası Birliği (International Alliance of Women for Suffrage and Equal Citizenship, IAWSEC) olarak değiştiren örgüt, bugün de Uluslararası Kadınlar Birliği (International Alliance of Women) olarak varlığını sürdürmektedir.



Uluslararası Süfraj Hareketi’nin lokomotifi IAWSEC’in 1935 yılında yapılan 12. kongresi, birliğe 1926 yılında üye olan Türk Kadınlar Birliği’nin (TKB) ev sahipliğinde İstanbul’da toplandı. Geç Osmanlı—erken Cumhuriyet dönemi kadın hareketinin örgütsel olarak son halkası olan TKB, kadınların siyasal haklar mücadelesini, bir bakıma, Batılı süfrajistleri yakından takip eden ve oy hakkı talebini 1921’de programına alan Osmanlı Müdâfaa-yı Hukuk-u Nisvân Cemiyeti’nden devralmıştı. TKB, Türkiyeli feministleri uluslararası hareketle buluştururken, kendisini de dünya kadınlarının siyasal haklar mücadelesinin bir parçası olarak konumlandırmıştı. Nitekim 20. yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran Süfraj Hareketi, kadınların ulus-aşırı örgütlenmesinin ilk örneği olarak birçok ulusal feminist harekete hem ilham olmuş hem de destek ve meşruiyet sağlamıştır.



KAYNAKÇA:



Feminist Bellek



Wikipedia



17 Ocak 2024

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.