sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Söyleşen Şule Sepin İçli ve Saliha Kılıç, yan yana duruyor ve gülümsüyorlar. Kılıç, siyah zemin üzerine kırmızı desenli bir elbise giymiş ve boynunda bir yaka kartı asılı. İçli, mavi, beyaz ve siyah desenli bir elbise giymiş. Arka planda, üzerinde "Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı" yazılı bir afiş ve bazı sosyal medya ikonları bulunan bir pano var. Zemin kırmızı ve sarı desenli bir halı ile kaplı.
SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ

Şule: Sevgili izleyicilerimiz, sizlere Adana’dan, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı’nın düzenlemiş olduğu Kadın Sağlığı Seminerleri Buluşmasından sesleniyoruz. Son derece aktif bir arkadaşımız var. Ben onu gönüllü eğitmen kimliğiyle tanımlayacağım, Saliha Kılıç. Özgeçmişini anlatarak başlayacak.
Saliha: Yaklaşık 12 yıldır sivil toplumda hem gönüllü, hem de profesyonel olarak emek veriyorum. Üniversite öğrencisiyken Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfında başladı gönüllülük sürecim. Akabinde Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Hayata Destek Derneği gibi birçok kurumda, birçok projede yer aldım. Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfında da çalıştım. Maya Vakfında travmaya duyarlı okul programını bir dönem yönettim Urfa’da. Bu sürecin neredeyse tamamında kadın koruma üzerine çalışıyorum. Çünkü, kişisel olarak akademide kendimi geliştirdiğim ekolojik feminizm alanı. Özellikle afet ve kriz durumlarında kadınların dezavantajlı durumlarını ortadan kaldırmak için kadın sağlığı seminerleri vermeyi çok önemli buluyorum. Sahaya çıktığımızda psikososyal projesi kapsamında bir araya geliyoruz. Bu seminerler sırasında vakalara ulaşıyoruz. Afet ve kriz durumları sonrası kadınlar hizmete erişimde ciddi sorunlar yaşıyorlar. Şiddet gören kadın da hizmete erişimde sorun yaşıyor. Kadınların ihtiyaçları öncelenmiyor. “Bir afet ve kriz yaşadık, derdiniz bu mu?” deniyor. Özellikle kadının cinsel yaşamı, cinsel sağlığı öteleniyor. Ped ihtiyacı karşılanmıyor. Seminer oturumunu sonlandırırken uygun bir alanda ya da eğitimi gerçekleştirdiğimiz alanda kadınlara diyorum ki: “Yaklaşık bir saat kadar burada olacağım. Özel olarak soru sormak isteyen var mı? Gelmek isteyen varsa gelebilir.” Her oturumdan sonra bunu yapmayı çok önemsiyorum. Bireysel sorular geldiğinde esas vakalara ulaşıyoruz. Adet gören, ciddi enfeksiyon yaşayan, sağlık sorununa erişim problemleri yaşayan kadınlarla karşılaşıyoruz. Onları gerekli kurum ve kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine yönlendirme sağlayarak bu dezavantajlı durumları ortadan kaldırmaya, bir şekilde hizmetlere erişimlerini desteklemeye çalışıyoruz.
Şule: Eril kafanın bazı görüşleri vardı. Sunumunda unları somut olarak paylaşmıştın. Örnekler paylaşabilir misin?
Saliha: Karar verici pozisyonlarda maalesef erkekler çalışıyor. Amirler, müdürler vs... Depremin ilk günlerinde iyi niyetli yardımlar yola çıkmıştı. Bu yardımlar sağlanırken özellikle depremin stresi ve korkusuyla insanlar bir alanda yoğun bir şekilde toplanmıştı. O dönemde sahaya çıktık ve kadınların ihtiyaçlarını öğrenmeye çalıştık. Bizden ihtiyaç analizi yapmamızı, depodaki malzemeleri eşleştirip dağıtıma çıkmamızı istediler. Kadınlar bize deprem korkusundan erken adet gördüklerini söylediler. Bu durumlarda erken doğumlar, psikolojik olarak etkilenip hormonal denge sebebiyle uzun süre adet göremeyen kadınları görüyoruz. Deprem gecesi adet gören pek çok kadın, “Yanımızda bir hazırlığımız yok. Pedimiz yok. Evimizden kaçarak çıktık. Pede ihtiyacımız var.” dediler. Depodaki görevliler, günlük pedin ne işe yaradığını, uzun ve kısa pedin ne olduğunu, bir pedin ne kadar süre kullanıldığını, kaç pedin bir kadın için yeterli olduğunu bilmiyorlar ve bize sürekli soru soruyorlardı. Deprem oldu, biz yardımı örgütleyen insanlara günlük ped ile kısa ve uzun pedin farkını anlatmaya çalışıyoruz. Bu, bir kadının her ay yaşadığı son derece basit ve doğal bir ihtiyacı var. Bunlara hâkim olmayan bir anlayışla çalışmak zorundaydık.
Şule: Deprem oldu, her yer yıkıldı. Siz hala ped derdindesiniz şeklinde yorumlar geliyordu sanırım.
Saliha: “Bir paketin içinde on tane ped var. On kişiye dağıtsanız yetmez mi?” gibilerden garip sorularla karşılaşıyoruz. Bunlar bize gelecek afet durumlarında kadınların ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir KİT oluşturmamız gerektiğini öğretti. Yetkililer hazırlık anlamında KİT içeriği oluşturabilir. Bu insanlar kadınların ihtiyaçlarını önemseyen bir anlayış geliştirebilirler. Bunlar önden yapılması gereken kıymetli uygulamalar. Her afet ve kriz döneminde kadınların cinsel sağlık, ziynet eşyası taşıma, küpe takma gibi talepleri çok öteleniyor. “Biz depremi yaşadık, senin derdin küpe takmak mı, etek almak mı?” Adıyaman’da tırnak içinde hayat normale döndü. Alışveriş merkezleri, bakkallar açık. Kadınlar hala pede erişimde ciddi sorunlar yaşıyorlar. Hala depremi yaşama konusunun yanında ped ihtiyacı bir dertmiş gibi algılanıyor.
Şule: Afet sonrasında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini; özellikle travmanın tetiklenmesi sonucu doğumların artması, istenmeyen gebelikleri daha çok görüyoruz. Fatura yine kadınlara çıkıyor. Cinsel ilişkiyi sanki sadece kadın talep ediyor, erkeğin talebi yokmuş gibi. Sevişme konusunda bazı çarpıcı örnekler vardı. Onları da paylaşabilir misiz?
Saliha: Depremden sonra istenmeyen gebelikler arttı. Çünkü doğum kontrol yöntemlerine erişim kısıtlı. Aynı durumlar pandemide de yaşandı. Uzun süre evde kalma sonucu istenmeyen gebeliklerle karşılaşmıştık. Afet ve deprem sonrası gebeliklerin artması psikolojik bir durum. Ayakta kalmak, hayatı sürdürülebilir kılmak meselesi var. Kadınlar gebelik halini başkalarıyla paylaşmaktan çekiniyorlar. “Deprem oldu siz hala sevişiyorsunuz” gibi yargılamalar sonucu “Beni ayıplarlar.” Endişesi var. Belki erkekler de paylaşmak istemiyorlardır. Bilmiyorum, çünkü hiç erkek danışanım olmadı.
Şule: Depremden sonra erkeklerde artan ereksiyon sorunu kadına şiddet şeklinde yansıyor meselesini paylaşabilir misin?
Saliha: Toplumsal cinsiyet normları kadınları ne kadar etkiliyorsa, erkekleri de o kadar etkiliyor. Hatta Pınar Selek’in bir kitabı var çok önemsediğim, ‘Sürüne Sürüne Erkek Olmak’. Üç aşamadan söz eder: Birincisi sünnet olmak ki, bu çocuğun bedenine izinsiz dokunmaktır. İkincisi askere gitmek. Her erkek rüştünü ve erkekliğini ispatlamak için silah tutmak zorundadır. Üçüncüsü, çocuğunun olması. Bunların hiçbiri yetmiyor, sağlıklı bir erkek tanımlaması için onun çocuğunun olmasını bekliyoruz. Bu üçünden herhangi birini yerine getirmezse erkek sayılmıyor toplumda. Bunun aynen yansımasını sahada da görüyoruz. Erkekler ereksiyon problemlerini bir sağlık kuruluşuna ya da bir uzmana danışarak gideremiyor. Bu da bir şekilde aile içinde kadına şiddet sorununu yaşatıyor. Bu psikolojik buhran maalesef yine kadınlara yansıyor.
Şule: Bunu erkek dile getirmiyor, kadın dile getiriyor.
Saliha: Dile getiremiyor, çünkü toplumsal cinsiyetin erkekleri negatif etkilediği bir durum. Ben başka bir yerden veya çevremizden hiç duymadım, bir erkeğin ereksiyon problemini kolay kolay destek alarak hallettiğini. Kadınlar vajinismus olduğunda bu daha kolay aktarılabiliyor. Kadınların sağlık sorunları daha kolay paylaşılabilir halde. Erkeklik kavramına toplumdan gelebilecek zedelenme yaftası için erkek bunları paylaşmamayı tercih ediyor. Hatta gündelik dilde kullandığımız bir espri vardır. Hep arkadaşın problemidir, asla kişinin kendi problemi değildir. Eğer toplumsal cinsiyet normlarının sadece kadınlara yüklendiğini ve onları dezavantajlı konuma iten bir durum olduğunu düşünürsek, ayrımcılık yapmış oluruz. Erkeğin evin direği olması, para getirme zorunluluğunun olması, evlenmek istediğinde mesleğinin sorulması durumları var.
Şule: Erkek bu sorunu, eşini suçlayarak, ona şiddet uygulayarak tırnak içinde çözmüş oluyor, ama çözülmüyor. Sen depremi yaşamışsın. O süreçte travmalarından nasıl kurtuldun. Depremi yaşar yaşamaz bir de çalışmaya başladın. Bu süreci de bizimle paylaşmak ister misin?
Saliha: Genelde afet ve kriz odaklı çalışıyorum. Depreme hazırlıklıydım cümlesini yine kuramıyorum. Afet ve kriz durumlarında insanlara nasıl destek vereceğimizi konuşuyoruz, ama deprem gecesi kendimi koruyacak bir harekette bulunamadığımı fark ettim. Uyuduğumuz ve derin uykuda olduğumuz gece dördü 17 geçe bir saatte gelen bir afet olduğu için yataktan fırlayıp koşarak gardırop üstüme düşmesin diye tuttuğumu hatırlıyorum sadece. Her ne kadar bu konuda eğitimli de olsak afet durumunda insani olarak verdiğimiz refleks tepkilerinin içine dahil edemiyoruz. O anda uyanıp ben şu şu eğitimleri almıştım, şunları uygulamam gerekiyor gibi bir durumu o anda uygulayacak bir konumda olamıyorsunuz. Ne kadar yanlış bir davranış içinde olduğumu sonradan fark ettim. Bir de hiç bu kadar büyük bir afetin varlığına tanık olmadım. Biz hep afet bölgelerine giderek çalışıyorduk. Krizin sıfır noktası olduğu yanımızdaki Suriye savaşını yaşayan insanlarla çalıştık. Bu kadar büyük bir afeti ilk kez kendim yaşayarak işin içine girdim. Çok şükür bir yara almadık, evimiz yıkılmadı. Daha sonra sahaya çıkarak yavaş yavaş insanlara destek olmaya başladık.
Şule: Depremden kaç saat sonra sahaya çıktın?
Saliha: İkinci günün akşamında, Şanlıurfa’da, belediyenin organize ettiği bir depodaydık. Bütün insanlar sokaktaydı. Çok soğuk vardı. Önce ihtiyaç analizi yaptık. Depoda az bir miktardaki odunu paketleyerek insanlara dağıtmaya çıktık
Şule: Üniversitede hangi bölümden mezunsun?
Saliha: Siyaset bilimini bitirdim, akabinde siyaset biliminde ekolojik feminizm üzerine yüksek lisans yaptım. Ekolojik feminizm; kadın tahakkümü ile doğanın tahakkümünü birlikte yok etmek üzerine var olan siyasi bir görüş. Türkiye’de çok yoğun değil, ama ne zamanki en özel alanlara dokunulduğunda, Karadeniz’de hidroelektrik santrallerinin yıktığı köylerde zeytin ağaçlarının yok edildiği projelerde, eylemlerde kadınlar ön plana çıkıyor. Bunun da sebebi kadın ve doğanın yakın ilişkisidir. Kapitalizm üretim üzerine kurulmuş bir sistem. İki şeyi tahakküm altına almak zorundadır. Birincisi, işçiyi doğuran özne olan kadın; doğurganlığını kontrol ederse aslında işgücünü kontrol etmiş olursunuz. İkincisi de doğaya sınırsız bir hammadde kaynağı olarak bakıp doğayı tahakküm altına alırsanız hammaddeyi sağlarsınız. Onu işleyecek işçi de var. O zaman sürekli üretim ve tüketim ağını döndürmüş olursunuz. Ekolojik feminizm savunucuları sistemle doğrudan bir mücadele içine girişmiştir.
Şule: İnsanlar öğrenme sürecini örneklerle ve deneyimlerle daha kolay gerçekleştirebiliyorlar. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortaya koyan daha çarpıcı örneklerin ve deneyimlerin var mı acaba?
Saliha: Toplumsal cinsiyet normları, kız çocukların farklı yetiştirilmesinden tutun, devletin bas bas bağıran insanları “hamile kadın sokağa çıkmasın, seviştiği belli oluyor” gibi sözlerle süregelen politik bir mesele. Kadın meselesi son derece politik bir mesele. Giderek daha çok şiddete ve katliama maruz kalan kadına yönelik erkek şiddetinin feci şekilde arttığını görüyoruz Çünkü Türkiye’de caydırıcı nitelikte herhangi bir ceza yok. Afet sonrasında kadının iş yükü daha çok arttı. Çünkü belli bir mesafeden su taşımak, o çadırın içinde yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik gibi sürdürülebilirliği sağlamak arka planda tamamen kadınlara ait. Yanı başlarında bir muslukları yok, yıkanabilecekleri bir yerleri yok. Tuvalete gitmek kadınlar için daha sorunlu bir hale geldi. Çünkü tuvalet ve banyolar ortak. Gece üçte tuvaleti gelen bir kadın korkuyla dışarı çıkıyor. Tuvalete gitmeye çekiniyor.
Şule: Cinsellik yaşadığı zaman!
Saliha: O çok korkunç bir durum. Ebeveynler çocuklarla aynı odayı paylaşmak zorunda kaldılar. Bütün ilişkiler çocukların önünde gerçekleşiyor. Maalesef yine kadının üzerine yıkılan bir yük. Temizlik meselesi burada ciddi bir problem. Cinsellik gerçekleştikten sonra vajinanın temizlenmesi. Toplumsal olarak kadının erkeği reddetmesi gibi toplumsal cinsiyet açısından bir vasfının olmadığı bir durumda kadınların çok da düşünülmediği bir mesele haline geliyor partner ilişkisinde.
Şule: Temizlik için hangi yöntemi öneriyordunuz?
Saliha: Bu soruyla ilk kez karşılaştığım için eğitim sorumlumuzu aradım ve kadınlardan iki dakika süre istedim. “Gece saat üçte yaşanan sevişme sonucu kadının vajinasını temizlemesi için hatırı sayılır bir mesafedeki tuvalete gitmesi gerekiyor. Giyinip hazırlanması lazım. Nasıl acil bir önlem alınabilir? Kadınlar temizlik için ıslak mendil kullandıklarını söylediler. Bu çok korkunç, enfeksiyona açık hale getiren bir yöntem. Alkollü bir mendil olduğu için vajinayı tahrip ediyor.” dedim. “Bir peçeteye su döküp o bölgeyi temizlesinler. Sadece suyla temizlik yapılabilir.” bilgisini paylaştı TAP Vakfından Nurşen Hanım. Bu çok kıymetli bir bilgiydi. Bu afet hepimize çok şey öğretti.
Şule: Akran ilişkilerinde de çocukların bu ilişkiyi görme ve gözlemlemeleri sonucunda yansımaları nasıl oldu?
Saliha: Ciddi toplumsal meselelere çatışmalara sebep olan bir durum. İnsanlar evlerinden olup küçücük bir çadırın içine girdiler. Konteynerler de aynı şekilde. Bu alanlar çok korunaklı, çok güvenli alanlar değiller. Dolayısıyla mahremiyet duvarlarının tamamı yıkılmış oldu. Cinsel ilişkiler çocukların önünde gerçekleşiyor. Çünkü bu planlayarak yapılan bir şey değil. Duyguyla gelişen bir şey. Kimseyi seviştiği için yargılamıyoruz. Mahremiyetin sağlanamamasıyla ilgili bir derdimiz var. Bunlara tanık olan çocuk, arkadaşına uygulamaya çalışıyor. Çocukların ergenlik dönemine kadar cinsel haz duygularının çok olmadığını, bunu meraktan yaptıklarını biliyoruz. Çocuğun yanında ilişkinin gerçekleşmesi ciddi bir istismar. İçinde yaşadığımız koşullar maalesef insanları buna itiyor. Çünkü başka seçenekleri yok.
Şule: Çocuklara ne öneriyordunuz, ailenin çocuklarla nasıl konuşmasını istiyordunuz?
Saliha: Ailelerle konuşuyorduk. Yargılamadan, çocuğun önünde sevişince çocuk bunu yapar şeklinde değil, çocukların bu durumdan nasıl etkilendiklerine dair eğitim veriyorduk. Bir ailenin çocuğu, başka bir ailenin çocuğunu öpüp okşayınca aileler arasında da çatışma çıkıyordu. Senin çocuğun benim çocuğuma dokundu çatışması giderek büyüyordu. Çocuklara mahremiyet meselesini anlatıyorduk, nereye kadar dokunabileceği, nerede dokunamayacağını, kendi bedeninin güven ve mahremiyetini sağlaması için çocuklarla ayrı, ailelerle ayrı eğitimler yapıyorduk. Babalara hiçbir şekilde ulaşamadık.
Şule: Kadınlara sağlık semineri verilirken onların acil ihtiyaçları durumunda bu semineri nasıl planladınız? Konuları karma bir biçimde mi işlediniz?
Saliha: Bunları bir tek noktaya odaklanarak yapamıyoruz. Direkt temizlik ve beslenme konusuyla başlıyoruz. Çünkü sahada en sık gördüğümüz, genital ve idrar yolları gibi enfeksiyonlardı. Sadece banyo yapmamak değil, vajinayı sert yıkamak gibi durumların ne kadar enfeksiyona açık hale geldiğini konuşarak ilerledik.
Şule: Psikolojik destek de aldılar sanırım. Birdenbire seminer verilmemiştir. Ortam belli bir yapıya kavuşturulmuştur.
Saliha: Maalesef hiç öyle bir durum olmadı. Sahada psikolojik sorunlar örgütlenemedi. Hala ciddi sorun yaşayan, travmalarıyla baş edemeyen insanlar var. Kurumla bir yere gidiyoruz. Psikolojik sorunlar için çocukları toplayıp psikososyal destek aktiviteleri yapıyoruz. Bunlar çocuklara sıkıldıkları, bunaldıkları anda, travmalarını karın ağrısı, baş ağrısı, baş dönmesi gibi fiziksel olarak ifade ettiklerinde çocukları bir araya getirip nefes alma taktikleri ve kendilerini daha nasıl iyi hissedebilecekleri aktiviteler yapıyorduk. O sırada kadınları da bir araya toplayıp ilerlemeye başladık. Ama bu, sahada her zaman yapabildiğimiz bir şey değildi
Şule: Verdiğiniz seminerler ve yaptığınız bireysel görüşmelerden sonra bir güven sağlanıyor. Aldığınız geri bildirimleri paylaşabilir misin? Kadınlar bu eğitimlerden sonra kendilerini nasıl değerlendirdiler?
Saliha: Kendi bedenlerini tanımak üzerinden çok ciddi geri bildirimlerde bulundular bize. Bilmedikleri çok şeyle karşılaşıyorlar. Adıyaman’da yaklaşık 800 insana bu eğitimleri ulaştırmaya çalıştım. Birisi kadın kondomunun, vajinal fitilinin varlığını bilmiyordu. Yanlış yıkama yöntemleri çok yoğundu. Kadın zaten haftada bir ya da on günde bir banyo yapıyordu. Vajinasının kokmaması için çok sert yıkayarak sürekli lifleyerek yıkadıklarından söz ediyorlardı. Bunların ne kadar yanlış olduğunu, enfeksiyona yatkınlığı artırdığını söyledik. Aylar sonra kadınlar enfeksiyonda azalma yaşadıklarını belirttiler.
Şule: Konteynerler sağlıklı yapılmadığı için banyo yaparken dışardan görünüyor sanırım.
Saliha: Hepsi aynı değil, ama mahremiyet duygusunun yok olduğunu söyleyelim. Biri banyoya girdiğinde, su sesi dışardan duyuluyor. Kapının önünden geçen bir erkek de bunu duyabiliyor. Konteynerlerin yeterince gelmediği, kısıtlı sayıda olduğu bir dönemde insanlar kayın valideleriyle ve kayın pederleriyle birlikte kalıyorlardı. Duşa girmekte güçlük çektikleri gibi, tuvalete girmekte de güçlük çekiyorlardı. Sifonun, çişin sesi duyuluyordu. Bunlar çok insani şeyler ama toplumsal cinsiyet normlarıyla yaşadığımız için bunların tümü kadınların üzerinde bir yük haline gelebiliyor. Evinin kapısını kilitleyebiliyordu, ama konteyner öyle bir alan değil. Kapının önünden sürekli birileri gelip geçiyor. Yıllardır bir komşu ile yaşıyordunuz. Kapıyı, pencereyi açtığınızda kimi görebileceğinizi görebiliyordunuz. Afet sonrası bir sürü insan bir araya geldi, ama hiçbirini tanımıyorsunuz. Sıfırdan bir komşuluk ilişkisi. Güven alanı yok oluyor. Kime güvenebileceğinizi bilmiyorsunuz. Deyim yerindeyse komşunuz hırlı mıdır, hırsız mıdır bilmiyorsunuz. Bu insanları yeni tanıyorsunuz. Çocuğunuzu emanet edecek ve kendinize vakit ayırabileceğiniz kimse yok. Bunların hepsi kadınlar üzerinde bir yük haline gelebiliyor.
Şule: Bunları yaşamak ayrı bir yorucu, dinlemek ve anlatmak ayrı bir yorucu oluyor psikolojik olarak. Başka deneyimler varsa paylaşabilirsin. Yoksa başka bir konuya geçeyim. Yazmayla ilgili bir denemen oldu mu? Bir gazeteye gönderdin mi?
Saliha: ‘Gayya’ adlı ekoloji ve feminizm temelli, toplumsal cinsiyete karşı duruş sergileyen bir dergide yazarlık yapıyorum. Depreme dair anılarımı yazacak vaktim hiç olmadı. Çok yoğun çalıştık. Kadın sağlığı eğitimlerini çalıştığım kurumun dışında yapıyorum. Belediyenin bire bir çalışanı olan arkadaşlar, yine belediyenin işini yaparak bu eğitimle uyguluyorlar. Sahaya çıkmak onların mesailerine dahil oluyor. Ben kadın dayanışma alanına giderken mesaimi tamamladıktan sonra bunları yapıyordum. Tamamen gönüllü sürdürüyorum. Yaşadığım sağlık problemlerinden sonra biraz dingin hale geldiğim bir süreçteyim. Kadınlarla eğitim yapmak depremin ilk günlerinde daha kolaydı. İnsanlar artık psikolojik olarak çok yıpranmış ve yorulmuş durumdalar. Konteyner alanlarında çatışmalar çok yoğun. Depremin üzerinden iki yıl geçti. İnsanlar hala küçücük alanlara hapsolmuş durumdalar. Psikolojik olarak bunlar, onlar üzerinde büyük bir etki yaratmış. Bir kere bundan kurtulmaları gerekiyor. TOKİ’ler yapılıyor, hak sahiplerine verilecek. Bunlar ücretsiz sağlanmıyor. İnsanlara belli bir fiyat da vermiyorlar. İki yıl sonra ödemeye başlayacaklar, ama satılacak fiyatla ilgili net bir veri yok. İnsanlar ekonomik kaygılardan dolayı konteynerlerden çıkamıyorlar. Konteyner kentlerin su ve elektrik sanitasyonlarında sorunlar yaşanıyor. İki gün sular kesiliyor. İnsanların canlarına tak etmiş durumda.
Şule: O kadar güzel konuşuyorsun ki, umarım bu anılarını yazarsın. Gayya dergisine ayırdığın zamandan biraz da dergimize zaman ayırıp yazarsan, seni seve seve aramızda görmek isteriz
Saliha: Tabii ki yazarım
Şule: Sözümüzü aldık, hangi konuda olursa olsun bekliyoruz yazılarını. Son olarak söylemek istediklerin varsa onu da alalım.
Saliha: Derginizin yazılarını bilmiyordum. Ayrımcılığın çokça tetiklendiği bir toplumda yaşıyoruz. Bunun bir sonu yok. Bugün göçmen ve yerelde yaşayan insan diye başlayan ayrımcılık, yarın kadın ve erkekle, öbür gün yaşlı ve çocukla devam edecek. Öbür gün başka bir biçimde devam edecek. Dolayısıyla bunun bir sınırının olmadığını ve ayrımcılığın her türünün gelip bir noktada toplumu zedeleyen heterojen değerleri yok eden bir şey olduğunun farkında olmak gerektiğini düşünüyorum. Dilimizin ne kadar feminist bir mesele olduğunu anlamamız gerekiyor. Neden bayan değil, kadın söylemi üzerinden de konuşmak gerekiyor. Ayrımcılık diliyle ilgili biraz farkındalık edinmemiz gerekiyor. Kadının varlığını cinsiyet olarak kabul etmek birine kadın demek anlamına geliyor. Bayan dediğimiz bir sesleniş, o bile bir yok oluşu ifade ediyor. Engelliliğin ortadan kaldırılması, kadınlar, çocuklar, dezavantajlı konumda olan herkes, toplumun dezavantajlı kesimlerinin tamamının ayrımcılık meselesi için dayanışmasının çok gerekli olduğunu önemsiyorum.
Şule: Çok çok teşekkür ediyoruz, dergimize ayırdığın zaman, bu değerli bilgiler ve deneyimler için.
Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, dolu dolu bir söyleşi gerçekleştirdik. Daha da uzun uzun devam edebilirdi aslında. Saliha bunları biraz da yazılarına saklasın. Oradan okuyun. Şimdi onun sesini duydunuz. Umutla kalın. Böyle güzel eğitimleri ve deneyimleri duymak çok güzeldi. Umarım size de iyi gelecek.
8 Kasım 2024

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.