Yazan: Emine Ortakaya
İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının gölgesinde kaldı ama yoksulluk nafakası sorunu tüm hızıyla devam ediyor. Aslında, ortada bir sorun yok. Türk Medenî Kanunu’nun 175. Maddesi açık: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
Ben hukukçu değilim. O yüzden yasa metninin teknik ve ayrıntılı bir yorumunu yapamayacağım. Okuyup işittiklerime ve hukukçu olan eşimle yaptığım söyleşilerden de yararlanarak şu kadarını söyleyebilirim: Yasa maddesinde de açıkça belirtildiği gibi, nafaka isteyen eşin diğer taraftan daha ağır kusuruyla boşanmaya neden olmaması gerekir. Haklı nedenlerle evi terk etmek veya boşanmayı talep etmek kusurlu olmak sonucunu doğurmaz. Yoksulluğun şartları ve sınırları tarafların, ekonomik, sosyal ve kültürel durumuna göre yargıç tarafından belirlenir.
Yasadaki çok dikkat çekici diğer bir husus da nafaka ödeyecek tarafta ille de bir kusurun bulunmasının gerekmemesidir. Hukukçuların dediğine göre, nafaka, bir ceza veya tazminat değildir. Nafaka, yasada sayılan yakın kan bağı ilişkilerinin ve artık bitmiş olsa bile evlilik ilişkisinin doğurmuş olduğu bir vefa borcuyla ilgilidir. Eşler nikâh masasına oturduklarında “Hastalıkta, sağlıkta; iyi günde, kötü günde” diye başlayan nikâh andını içtiklerinde evlilik birliğinin ötesine uzanan bazı ahlaksal ve hukuksal sorumlulukları da üstlenmiş olurlar.
İşin, bizi ilgilendiren hukuk kısmı aşağı yukarı bu kadar. Şimdi gelelim işin sorun kısmına… Sorunun ne olduğunu anlamanız için sizlere Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan’ın 2019 Şubat’ında Karabük Barosu tarafından düzenlenen bir toplantıda konuyla ilgili olarak yaptığı bir konuşmayı aktaracağım. Eşimden aldığım bilgiye göre; 2. Hukuk Dairesi tam da bu tür davalara bakmakla görevliymiş. Bunu özellikle not ediyorum. Bakınız Sayın Yüksek Yargıç ‘Sorunu!’ nasıl özetlemiş. Gazete Duvar’dan (17 Şubat 2019) aktarıyorum:
Yargıtay 2'nci Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan, Karabük Barosu'nun Baro Sosyal Tesisleri'nde düzenlediği “Aile Hukuku ve HMK Yargıtay Uygulamaları" konulu meslek içi eğitim seminerinde yoksulluk nafakası ile ilgili açıklamalarda bulundu. Gençcan, 1988'den itibaren yoksulluk nafakasının süresiz olarak verilmesini eleştirdi.
Türkiye'de yoksulluk nafakasının 1988 yılına kadar 1 yıl verildiğine söyleyen Gençcan, "2'nci Özal hükümetinde bayram değil seyran değil 3444 sayılı yasa ile bunu süresiz hale getirdiler. Kadınlara yazık değil mi? 80 senedir böyleydi. Şimdi yeniden süreye dönülme çalışmaları var. Kadınların kazanılmış haklarını alıyorsunuz deniliyor. Ya siz erkeklerin 80 senelik kazanılmış hakkını aldınız elinden. O zaman hiç cümle yoktu. Ben hâkimim ben doğruyu söyleyeceğim. Ben vicdanıma göre karar vereceğim. Bayram değil seyran değil süresize çevirdiler. Şimdi şefkatle bazı bildirileri yayınlayanlar var. Süresiz olduğu doğru değil Sanki biz kandırıyoruz. Süresiz olmadığı hâl tabii ki var. 'Adam ölünce alamıyor. Tabii ki alamayacaksın. Rahmetlinin mirasçıları sana mı verecek? Bak gördün mü süreli işte. Ölünce bitiyor. E tabii ki bitecek canım. Yeniden evlenince bitiyor. E tabii ki bitecek. Sen elin adamıyla evlen bende sana ödemeye devam edeyim. Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa ben de sana her akşam içki paranı göndereyim. Var mı böyle bir şey? Bunları örnekleyerek bu sürelidir denilir mi ya. Tabii ki bitecek bu haller. Bu hale düşmezse, kocan ölmezse, kötü yola düşmezse, evlenmezsen ölene kadar alıyorsun. Ben 1988'den bu yana bu nafakanın süresiz olmasını içime sindiremedim. Ben yatmışım biriyle, sen de yatmışsın biriyle. Ben sana bir ömür boyu nafaka. Ben tükürdüm sen tükürdün. Bir ömür boyu nafaka. Böyle bir şey mi olur?"
Şimdi anladınız mı sorunu? Şimdi gelin, Yargıtay Daire Başkanı’nın konuşmasını tarz ve içerik bakımından analiz edelim. Bu konuşma iki nedenle çok önemlidir. Birincisi, konuşan kişinin konumu, ikincisi Gençcan’ın, sayılarını asla bilemeyeceğimiz fakat çok olduklarından emin olduğumuz bazı erkeklerin ruh halini ve görüşlerini çok güzel yansıtmasıdır.
Eşim, nafaka konusunu yazmak istediğimi öğrenince, bana, bu konuşmayı bulup okumamı özellikle önerdi. Ayrıca benimle bir anısını da paylaştı: Onun Hukuk Fakültesi’nde okuduğu yıllarda o zamanki yasal düzenlemeye göre, yoksulluk nafakası 1 yıl ile sınırlıymış ve medenî hukuk hocaları onlara yoksulluk nafakasını anlatırken; Bu 1 yıllık sınır kadınla alay etmektir, demiş. Anlaşılan şimdi alay etme sırası sayın yüksek yargıcımıza ve onun temsil ettiği erkek kafasına gelmiş. Evet, eski yasa kadınlarla alay ediyordu, şimdi de yeni yasaya muhalefet eden 2. Daire başkanı kadınlarla düpedüz alay ediyor!
Bu konuşmanın diline dikkat ediniz lütfen! Profesyonel bir hukukçunun soğukkanlılığının değil, kadına yönelik kin ve nefretin dilidir bu. Karabük kahvehanelerinde tavla atan, karısından yeni boşanmış, yoksulluk nafakası ödemeye hüküm giymiş sıradan bir erkek de aynı şekilde konuşabilirdi.
Şimdi, bunlar 34 yıl önce yitirdikleri,” 80 yıllık haklarını geri almak için örgütleniyor. Mağdur babalar meclis koridorlarını, parti binalarını arşınlıyor. Kin ve öfkeleri büyük, sayıları çok, O kadar çok ki önünde adalet talep ettiğimiz en yüksek kürsülere kadar tırmanabiliyorlar.
Yine eşimin hatırlattığı çok önemli bir konu var; Bay Gençcan ve öteki yoksulluk nafakası düşmanları, bu yasanın sürekli erkekleri mağdur ettiğini söyleyip duruyor. Oysa yasada karı ya da koca denmiyor, taraf deniyor. Yani, şartları uygunsa kadın da pekâlâ boşandığı eşine yoksulluk nafakası ödeyebilir fakat nedense hep erkekler ödüyor! Neden acaba?
Yoksulluk nafakası düşmanı erkeklere bir teklifte bulunsak diyorum: Gelir ve servetlerin cinsiyetlere göre dağılımını tersine çevirsek de ödemeye hep kadınlar mahkûm olsa; ne dersiniz?
İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının gölgesinde kaldı ama yoksulluk nafakası sorunu tüm hızıyla devam ediyor. Aslında, ortada bir sorun yok. Türk Medenî Kanunu’nun 175. Maddesi açık: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
Ben hukukçu değilim. O yüzden yasa metninin teknik ve ayrıntılı bir yorumunu yapamayacağım. Okuyup işittiklerime ve hukukçu olan eşimle yaptığım söyleşilerden de yararlanarak şu kadarını söyleyebilirim: Yasa maddesinde de açıkça belirtildiği gibi, nafaka isteyen eşin diğer taraftan daha ağır kusuruyla boşanmaya neden olmaması gerekir. Haklı nedenlerle evi terk etmek veya boşanmayı talep etmek kusurlu olmak sonucunu doğurmaz. Yoksulluğun şartları ve sınırları tarafların, ekonomik, sosyal ve kültürel durumuna göre yargıç tarafından belirlenir.
Yasadaki çok dikkat çekici diğer bir husus da nafaka ödeyecek tarafta ille de bir kusurun bulunmasının gerekmemesidir. Hukukçuların dediğine göre, nafaka, bir ceza veya tazminat değildir. Nafaka, yasada sayılan yakın kan bağı ilişkilerinin ve artık bitmiş olsa bile evlilik ilişkisinin doğurmuş olduğu bir vefa borcuyla ilgilidir. Eşler nikâh masasına oturduklarında “Hastalıkta, sağlıkta; iyi günde, kötü günde” diye başlayan nikâh andını içtiklerinde evlilik birliğinin ötesine uzanan bazı ahlaksal ve hukuksal sorumlulukları da üstlenmiş olurlar.
İşin, bizi ilgilendiren hukuk kısmı aşağı yukarı bu kadar. Şimdi gelelim işin sorun kısmına… Sorunun ne olduğunu anlamanız için sizlere Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan’ın 2019 Şubat’ında Karabük Barosu tarafından düzenlenen bir toplantıda konuyla ilgili olarak yaptığı bir konuşmayı aktaracağım. Eşimden aldığım bilgiye göre; 2. Hukuk Dairesi tam da bu tür davalara bakmakla görevliymiş. Bunu özellikle not ediyorum. Bakınız Sayın Yüksek Yargıç ‘Sorunu!’ nasıl özetlemiş. Gazete Duvar’dan (17 Şubat 2019) aktarıyorum:
Yargıtay 2'nci Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan, Karabük Barosu'nun Baro Sosyal Tesisleri'nde düzenlediği “Aile Hukuku ve HMK Yargıtay Uygulamaları" konulu meslek içi eğitim seminerinde yoksulluk nafakası ile ilgili açıklamalarda bulundu. Gençcan, 1988'den itibaren yoksulluk nafakasının süresiz olarak verilmesini eleştirdi.
Türkiye'de yoksulluk nafakasının 1988 yılına kadar 1 yıl verildiğine söyleyen Gençcan, "2'nci Özal hükümetinde bayram değil seyran değil 3444 sayılı yasa ile bunu süresiz hale getirdiler. Kadınlara yazık değil mi? 80 senedir böyleydi. Şimdi yeniden süreye dönülme çalışmaları var. Kadınların kazanılmış haklarını alıyorsunuz deniliyor. Ya siz erkeklerin 80 senelik kazanılmış hakkını aldınız elinden. O zaman hiç cümle yoktu. Ben hâkimim ben doğruyu söyleyeceğim. Ben vicdanıma göre karar vereceğim. Bayram değil seyran değil süresize çevirdiler. Şimdi şefkatle bazı bildirileri yayınlayanlar var. Süresiz olduğu doğru değil Sanki biz kandırıyoruz. Süresiz olmadığı hâl tabii ki var. 'Adam ölünce alamıyor. Tabii ki alamayacaksın. Rahmetlinin mirasçıları sana mı verecek? Bak gördün mü süreli işte. Ölünce bitiyor. E tabii ki bitecek canım. Yeniden evlenince bitiyor. E tabii ki bitecek. Sen elin adamıyla evlen bende sana ödemeye devam edeyim. Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa ben de sana her akşam içki paranı göndereyim. Var mı böyle bir şey? Bunları örnekleyerek bu sürelidir denilir mi ya. Tabii ki bitecek bu haller. Bu hale düşmezse, kocan ölmezse, kötü yola düşmezse, evlenmezsen ölene kadar alıyorsun. Ben 1988'den bu yana bu nafakanın süresiz olmasını içime sindiremedim. Ben yatmışım biriyle, sen de yatmışsın biriyle. Ben sana bir ömür boyu nafaka. Ben tükürdüm sen tükürdün. Bir ömür boyu nafaka. Böyle bir şey mi olur?"
Şimdi anladınız mı sorunu? Şimdi gelin, Yargıtay Daire Başkanı’nın konuşmasını tarz ve içerik bakımından analiz edelim. Bu konuşma iki nedenle çok önemlidir. Birincisi, konuşan kişinin konumu, ikincisi Gençcan’ın, sayılarını asla bilemeyeceğimiz fakat çok olduklarından emin olduğumuz bazı erkeklerin ruh halini ve görüşlerini çok güzel yansıtmasıdır.
Eşim, nafaka konusunu yazmak istediğimi öğrenince, bana, bu konuşmayı bulup okumamı özellikle önerdi. Ayrıca benimle bir anısını da paylaştı: Onun Hukuk Fakültesi’nde okuduğu yıllarda o zamanki yasal düzenlemeye göre, yoksulluk nafakası 1 yıl ile sınırlıymış ve medenî hukuk hocaları onlara yoksulluk nafakasını anlatırken; Bu 1 yıllık sınır kadınla alay etmektir, demiş. Anlaşılan şimdi alay etme sırası sayın yüksek yargıcımıza ve onun temsil ettiği erkek kafasına gelmiş. Evet, eski yasa kadınlarla alay ediyordu, şimdi de yeni yasaya muhalefet eden 2. Daire başkanı kadınlarla düpedüz alay ediyor!
Bu konuşmanın diline dikkat ediniz lütfen! Profesyonel bir hukukçunun soğukkanlılığının değil, kadına yönelik kin ve nefretin dilidir bu. Karabük kahvehanelerinde tavla atan, karısından yeni boşanmış, yoksulluk nafakası ödemeye hüküm giymiş sıradan bir erkek de aynı şekilde konuşabilirdi.
Şimdi, bunlar 34 yıl önce yitirdikleri,” 80 yıllık haklarını geri almak için örgütleniyor. Mağdur babalar meclis koridorlarını, parti binalarını arşınlıyor. Kin ve öfkeleri büyük, sayıları çok, O kadar çok ki önünde adalet talep ettiğimiz en yüksek kürsülere kadar tırmanabiliyorlar.
Yine eşimin hatırlattığı çok önemli bir konu var; Bay Gençcan ve öteki yoksulluk nafakası düşmanları, bu yasanın sürekli erkekleri mağdur ettiğini söyleyip duruyor. Oysa yasada karı ya da koca denmiyor, taraf deniyor. Yani, şartları uygunsa kadın da pekâlâ boşandığı eşine yoksulluk nafakası ödeyebilir fakat nedense hep erkekler ödüyor! Neden acaba?
Yoksulluk nafakası düşmanı erkeklere bir teklifte bulunsak diyorum: Gelir ve servetlerin cinsiyetlere göre dağılımını tersine çevirsek de ödemeye hep kadınlar mahkûm olsa; ne dersiniz?
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.