Kadın akşam yatarken bir kaba nohut ısladı. Kocası nohut yahnisini pek severdi, yanına da muhakkak tereyağlı pirinç pilavı isterdi.
Birden "Ben nohut yahnisini sever miyim?" diye geçirdi içinden. Kendi kendine şaşırdı.
"Sahi ben en çok hangi yemeği severim" diye düşündü...
Sabah derin bir kalp yorgunluğu ile uyandı. Günlük yapması gereken işleri bitirince ki o buna " Zorunlu haller sendromu" diyordu, usulca pencere kenarındaki koltuğuna oturdu.
Akşama doğru bir kadeh kırmızı şarap koydu kendisine.Gözü birden tezgâhın üstüne onun gibi yorgun yayılmış sarı beze ilişti ve hafifçe gülümsedi...
Salondan maç sesi geliyordu. Kocası bir taraftan oyunculara bağırıyor, bir taraftan da telefonda onun gibi fanatik arkadaşlarıyla kritik yapıyordu.
Ne boş işler diye geçirdi içinden kadın... Bu evliliğin içinde mengeneye sıkışmış gibi hissediyordu kendisini.
Ne kalmayı ne de gitmeyi becerebiliyordu aslında. Arafta gibiydi.
Kim bilir belki de kendine bile itiraf edemiyordu bazı şeyleri.
Bazen bir kadın için en can acıtanı "Mutlu musun?..." sorusudur belki de...
Gün sonunda kendi ritmine çekildiği bu saatleri çok seviyordu. Radyoyu açtı, Sezen söylüyordu...
"Bari sen sonradan birazcık mutlu oldun mu?
El yordamıyla iyi kötü bir yol buldun mu?
Hiç hayır dedin mi, soru sordun mu?
Memnun değilim aldığım haberlerinden"
Mıh gibi oturdu kalbine bu sözler... Bu soruyu bile kendine soramadığını düşünüp öylece kaldı...
Sezen'di bu, yine yapmıştı yapacağını... Yok, yok bu kadında başka bir sihir vardı...
İçeriden kocasının gür sesi geliyordu." Karıcığııım kahve içmiyor muyuz yaa"
Uzun zamandır karşılıklı sohbet ederek kahve içmediklerini hatırladı birden.
Sezen yine söylüyordu...
"Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi yerime koy birini koyabilirsen
Ben seni yudum yudum içtim oğlum
Hadi ol eskisi gibi olabilirsen."
Kadın sessizce kahveyi pişirdi. Fincanı kocasına uzatırken adamın gözünü maçtan ayırmaması hiç de yabancı gelmemişti ona.
Bu sevgisizliği, ilgisizliği normalleştirmişti belki fakat eksik bir şeyler vardı ve adını bir türlü koyamıyordu...
Odasına çekildi yeniden. "Yarın ne pişirsem ki" diye geçirdi içinden.
Evin duvarlarında bağıra çağıra maç anlatan adamın sesi yankılanıyordu.
Kadın yeniden radyoyu açtı, bir kadeh kırmızı şarap daha koydu.
Bülent Ortaçgil söylüyordu...
"Yüzünü dökme küçük kız
Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün
Unutan sevilmeyi..."
Oysa uzun zamandır yüzü de yüreği de dökülmüştü kadının. Aynalara bile küsmüştü sanki kim bilir belki de o küçük kız çocuğu ile yüzleşmekten korkuyordu.
Bu koyu ikili yalnızlık artık çok ağır geliyordu kadına.
Adam bağırıyordu. Veee gooolll...
O anda kadının içinden kuşlar göçüyordu.
Koridor buz gibi geldi ona birden. İçi ürperdi. Dişini bile fırçalamadan yatağa girdi. İçeriden maç yorumları geliyordu. Kapısını kapattı, çok yorgundu...
Başka bir zaman, başka bir hayat düşledi. Ne çok keşke biriktirmişti içinde...
Kayıp bir zamanın yolcusu gibiydi. İçinde fırtınalar koparken, bir ayağı kelepçelenmiş savaş suçlusu gibi öylece duruyordu yerinde.
Kurtulamıyordu o zincirden, kıpırdayamıyordu sanki...
Oysa o zincirden bir kurtulsa, yemyeşil ovalara koşacak kadar güçlüydü bacakları...
Düşünce suçlusu değil de düşünce yorgunuydu kadın...
Usulca yatağına uzandı. Uyurken Sezen'in şarkısını mırıldanıyordu...
"Bari sen sonradan birazcık mutlu oldun mu?..."
Haziran/2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.