HAZIRLAYAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT
Merhabalar, değerli Umudun Kadınları Dergisi okuyucu ve dinleyicileri. Bilim dünyası dur durak bilmeden çalışmaya devam ediyor. Biz de yepyeni bilimsel araştırma sonuçlarıyla sizlerle olmanın ve yeni gelişmeleri sizlere aktarabilmenin heyecanını taşıyoruz. Önce başlıklar:
Yaşlanmaya direnen kan grubu tespit edildi
Odaya girdiğinizde 'Ben buraya neden geldim' diye soruyorsanız sebebi bu
Depresyonu önleyen basit yöntem: 15 dakika yetiyor
Alzheimer tedavisinde yeni umut: Lityum eksikliği demans tehlikesini artırıyor
Gece kahvesi tehlikeli olabilir
Kronik bel ağrısına çözüm: Psikoterapi rahatsızlığı hafifletiyor
Yaşlanmaya direnen kan grubu tespit edildi
Bilim insanları uzun süredir genetik faktörlerin ve yaşam tarzının ömür beklentisi üzerindeki etkilerini araştırıyordu. Ancak Japonya'da başlayıp uluslararası alana yayılan yeni çalışmalar, denkleme şaşırtıcı bir değişken daha ekledi: B kan grubu. 2024 yılında 5.000 gönüllü üzerinde yürütülen kapsamlı bir çalışma, insan vücudundaki 11 farklı organın biyolojik yaşını inceledi.
Araştırmacılar, yaklaşık 4.000 farklı proteini analiz ettikten sonra katılımcıların %20'sinde "hızlandırılmış yaşlanma" belirtileri tespit etti. Ancak şaşırtıcı bir sonuçla karşılaştılar: B kan grubuna sahip olan hiç kimse bu hızlı yaşlanma grubunda yer almıyordu.
Bu bulgu, Japon bilim insanlarının 2004'te 100 yaşını aşan kişiler arasında B kan grubunun dikkat çekici derecede yaygın olduğunu belirtmesiyle başlayan şüpheleri güçlendiriyor. Bilim insanlarına göre sır, B kan grubuna sahip kişilerin kırmızı kan hücrelerinin yüzeyinde bulunan "B antijeni"nde yatıyor. Bu antijenin, vücudu organların erken bozulmasına yol açabilen belirli stres türlerine karşı daha dirençli hale getirdiği ve hücre yenilenmesini desteklediği düşünülüyor.
Basit bir ifadeyle, B kan grubuna sahip bireylerin vücudu, yaşlanmanın getirdiği yıpranmalara karşı daha donanımlı olabilir. Ancak uzmanlar, bu teorinin kesin olarak doğrulanması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu da ekliyor.
Odaya girdiğinizde 'Ben buraya neden geldim' diye soruyorsanız sebebi bu
Odaya adım attığınızda birden duraksayıp, "Ben buraya neden gelmiştim?" diye kendinize sorduğunuz oldu mu? Eğer cevabınız 'evet' ise yalnız değilsiniz. Hatta bu kafa karışıklığı o kadar yaygın ki bilim dünyasında artık özel bir adı bile var: Kapı Etkisi (Doorway Effect). Kapı Etkisi ilk kez ABD'deki Notre Dame Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmayla belgelendi. Araştırmada katılımcılar, gerçek ve sanal ortamlarda ellerinde bir nesneyle yürüdüler ve bir odayı geçtiklerinde bu nesnenin ne olduğunu unuttukları gözlendi. İlginç olan ise şu: Aynı mesafeyi tek bir odada yürüdüklerinde unutma oranı çok daha düşüktü.
Bilim insanlarına göre bu durumun nedeni, beynin deneyimlerini bölümlere ayırarak "olay sınırları" yaratması. Yani bir kapıdan geçmek beyin için hem fiziksel hem de psikolojik bir geçiş anlamına geliyor. Odanın değişmesiyle birlikte beyin, yeni bir bölüme geçmiş hissine kapılıyor ve önceki görevi "önemsiz" olarak işaretleyip unutmaya eğilim gösteriyor. O an yapmak istediğiniz şey, beyninizde bulunduğunuz ortamdaki nesnelerle bağlantılı oluyor. Yeni bir ortama geçtiğinizde bu görsel ipuçları kaybolduğu için beyniniz "hedefi" hatırlamakta zorlanıyor.
Sağlık alanında yayın yapan HealthTest'e göre bu durum sinir bozucu olabilir ama aslında beynin son derece verimli çalıştığını gösteriyor: "Beyin, o an için gereksiz gördüğü bilgiyi silerek dikkat ve enerji tasarrufu sağlıyor.” Özellikle zihinsel yükü yüksek olan kişiler bu durumu daha sık yaşıyor. Pennsylvania Üniversitesi Nöroloji Bölümü'nün araştırmasına göre ise uyku eksikliği, kısa süreli belleğin kodlanmasını ve hatırlanmasını zorlaştırıyor. Bu da yorgun, uykusuz ya da duygusal olarak yıpranmış kişilerin görevleri unutma riskini artırıyor.
Depresyonu önleyen basit yöntem: 15 dakika yetiyor
Daily Mail’de yer alan çalışmada, yaklaşık 450 farklı araştırmanın verileri incelendi ve doğada aktif zaman geçirmenin ruh sağlığına belirgin katkılar sağladığı belirlendi. Araştırma ekibinden Prof. Yingjie Li, “Bulgularımız, doğayla kısa süreli temasların bile ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğunu gösteriyor. Bu tür deneyimler, kaygıyı azaltabilir ve bilişsel fonksiyonları güçlendirebilir” dedi. Araştırmacılar, günde 15 dakika doğada olmanın stresi azalttığını, enerji seviyesini yükselttiğini ve bazı durumlarda kalp sağlığını da desteklediğini tespit etti. Pandemi öncesine kıyasla ruh sağlığı desteği arayan kişi sayısının yüzde 40 artarak 4 milyona yaklaştığı da verilerde yer aldı.
Alzheimer tedavisinde yeni umut: Lityum eksikliği demans tehlikesini artırıyor
Alzheimer hastalığının ilerlemesinde lityum eksikliğinin önemli bir rol oynayabileceği ortaya çıktı. Harvard Üniversitesi liderliğinde yapılan yeni araştırma, hastaların beyinlerinde lityum seviyelerinin sağlıklı bireylere kıyasla çok daha düşük olduğunu ve bu eksikliğin beyinde amiloid plaklarının birikmesini hızlandırdığını gösterdi. Farelerde düşük doz lityum tedavisi ise hem hafızayı güçlendirdi hem de plak oluşumunu azalttı. Araştırma kapsamında 285 kişinin beyinlerinde 27 metalin seviyesi incelendi. Bunların 94’ü Alzheimer hastası, 58’i hafif bilişsel bozukluk tanısı almış, geri kalanı ise bilişsel olarak sağlıklıydı. Sonuçlara göre: Alzheimer hastalarının prefrontal korteksinde lityum seviyesi, sağlıklı bireylere kıyasla ortalama %36 daha düşük çıktı. Hafif bilişsel bozukluğu olanlarda bu oran %23 daha düşüktü.
Amiloid plaklarının bulunduğu bölgelerde ise lityum, plak olmayan bölgelere kıyasla neredeyse üç kat daha fazla bulunuyordu; bu da lityumun plaklarda “hapsolduğunu” gösteriyor. Araştırma ekibi, Alzheimer benzeri belirtiler geliştirecek şekilde genetiği değiştirilmiş 22 fareye %92 oranında lityumdan yoksun bir diyet uyguladı. 8 ay sonunda bu fareler, standart diyetle beslenenlere göre hafıza testlerinde çok daha kötü performans gösterdi. Suda gizlenmiş bir platformu bulmaları 10 saniye daha uzun sürdü. Beyinlerindeki amiloid plak sayısı 2,5 kat fazlaydı.
Genetik analizler, bu farelerde Alzheimer ile ilişkili genlerin daha aktif olduğunu, beyin iltihabının arttığını ve bağışıklık hücrelerinin plakları temizleme yeteneğinin azaldığını ortaya koydu. Araştırma ekibi, farklı lityum bileşiklerini test ederek hangisinin amiloid plaklarına en az bağlandığını belirlemeye çalıştı. Lityum orotat, plaklarda en az hapsolma eğilimi gösteren bileşik oldu.
9 ay boyunca düşük doz lityum orotat verilen Alzheimer’lı farelerde, plak miktarı önemli ölçüde azaldı. Hafıza testlerinde ise sağlıklı farelerle aynı performansı sergilediler. Bu doz, bipolar bozukluk gibi psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan lityum dozlarının yaklaşık bin kat altında olduğundan, böbrek ve tiroit toksisitesi gibi yan etkiler gözlenmedi. Araştırmacılar, lityum orotatın Alzheimer tedavisinde düşük yan etki riskiyle umut vadeden bir seçenek olabileceğini vurguluyor. Ancak klinik deneyler yapılmadan, insanlarda etkinliği ve güvenliği konusunda kesin bir yargıya varmak mümkün değil.
Gece kahvesi tehlikeli olabilir
Günümüzde kahve, milyonlarca insanın vazgeçilmez alışkanlığı. Sabahları enerji verici bir içecek olarak görülen kahve, gece tüketildiğinde ise düşündüğünüz kadar masum olmayabilir. Teksas Üniversitesi El Paso kampüsü araştırmacılarının yayımladığı yeni bir çalışma, geç saatlerde alınan kafeinin beyinde impulsif davranışları tetikleyebileceğini ortaya koydu. Araştırmanın yazarlarından biyolog Paul Sabandal, kafeinin günlük hayatta çok yaygın kullanıldığını, bu nedenle etkilerinin farklı koşullarda incelenmesi gerektiğini söyledi. Çalışmaya katılan diğer araştırmacı Kyung-An Han ise şunu vurguladı:
“Kafeinin etkileri kişiden kişiye değişiyor. Ancak aynı bireyde bile kafeinin etkisi her zaman aynı değil. Zamanlama çok önemli.”
Araştırmacılar, insanlar ile genetik ve sinirsel benzerlikler taşıyan bir meyve sineği türü üzerinde deneyler yaptı. Sineklerin diyetine farklı miktarlarda kafein eklendi; bazılarına gündüz, bazılarına ise gece saatlerinde kafein verildi. Ayrıca uykusuz bırakılan sineklerde de deneyler tekrarlandı.
Deneylerde, sineklerin güçlü hava akımına tepkileri incelendi. Normalde sinekler bu tür bir rüzgâr karşısında hareketlerini durdururken, gece kafein tüketen sineklerin bunu yapamadığı gözlendi. Araştırmanın yürütücüsü Erick Saldes, “Gece kafein alan sinekler, rüzgâra rağmen uçmaya devam ederek kontrolsüz ve impulsif davranışlar sergiledi” dedi. Çalışmada ilginç bir bulgu daha elde edildi. Gece kafein tüketen dişi sineklerde impulsif davranışların erkeklere göre çok daha fazla olduğu gözlendi. Ancak sineklerde insanlardaki östrojen hormonu bulunmadığından, araştırmacılar bunun başka genetik ya da fizyolojik faktörlerden kaynaklandığını düşünüyor. Bilim insanları bu sonuçların özellikle gece vardiyasında çalışan sağlık personeli, güvenlik güçleri ve askerler için önemli olduğunu belirtiyor. Çünkü bu gruplar, yorgunluğu gidermek için sıkça kahve veya enerji içeceği tüketiyor. Ancak geç saatlerde alınan kafein, farkında olmadan riskli kararlar ve kontrolsüz davranışlara yol açabilir.
Kronik bel ağrısına çözüm: Psikoterapi rahatsızlığı hafifletiyor
Dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen kronik bel ağrısı, yaşam kalitesini düşüren ve iş gücü kaybına neden olan en yaygın sağlık sorunlarından biri. Curtin Üniversitesi ve Macquarie Üniversitesi’nin yürüttüğü yeni bir çalışma, bu soruna yönelik umut verici sonuçlar sundu. Araştırmaya göre, Bilişsel Fonksiyonel Terapi (CFT) adı verilen özel bir psikoterapi yöntemi, hastalarda üç yıla kadar süren kalıcı iyileşme sağlayabiliyor. ABD’de her on kişiden birinde kronik şiddetli bel ağrısı görülüyor. Bu kişilerin çoğu hareket etmekte, sosyal yaşama katılmakta, işini sürdürmekte veya kişisel bakımını yapmakta ciddi zorluk çekiyor. Geleneksel tedaviler, ilaçlar, fizik tedavi ya da masaj kısa vadede rahatlama sunsa da uzun süreli iyileşme sağlayamıyor.
Tam da bu noktada Avustralya’da yapılan RESTORE isimli geniş kapsamlı araştırma öne çıkıyor. Çalışmada, 492 hasta rastgele üç gruba ayrıldı: Geleneksel tedavi görenler, CFT uygulananlar ve CFT’ye ek olarak biyofeedback desteği alanlar. Sonuçlar çarpıcıydı: CFT grubundaki hastalarda iyileşme sadece birkaç ay sürmedi, yıllarca devam etti. Araştırmacılar, CFT’nin üç temel yapı taşı olduğunu belirtiyor:
•Ağrıyı Anlamlandırma Hastaya ağrıyı sadece fiziksel değil, biyopsikososyal açıdan yorumlama becerisi kazandırılıyor.
•Kontrollü Maruz Kalma Korkulan hareketler aşamalı olarak öğretiliyor; böylece hasta yeniden güvenle spor, iş ve sosyal hayata dönebiliyor.
•Yaşam Tarzı Değişiklikleri Daha sağlıklı bir beden ve zihin için günlük alışkanlıkların düzenlenmesi teşvik ediliyor.
Gelecek sayımızda hepimizi bilgilendiren yeni bilimsel araştırmalarla görüşebilmek umuduyla hoşça kalın.
21.08.2025
Merhabalar, değerli Umudun Kadınları Dergisi okuyucu ve dinleyicileri. Bilim dünyası dur durak bilmeden çalışmaya devam ediyor. Biz de yepyeni bilimsel araştırma sonuçlarıyla sizlerle olmanın ve yeni gelişmeleri sizlere aktarabilmenin heyecanını taşıyoruz. Önce başlıklar:
Yaşlanmaya direnen kan grubu tespit edildi
Odaya girdiğinizde 'Ben buraya neden geldim' diye soruyorsanız sebebi bu
Depresyonu önleyen basit yöntem: 15 dakika yetiyor
Alzheimer tedavisinde yeni umut: Lityum eksikliği demans tehlikesini artırıyor
Gece kahvesi tehlikeli olabilir
Kronik bel ağrısına çözüm: Psikoterapi rahatsızlığı hafifletiyor
Yaşlanmaya direnen kan grubu tespit edildi
Bilim insanları uzun süredir genetik faktörlerin ve yaşam tarzının ömür beklentisi üzerindeki etkilerini araştırıyordu. Ancak Japonya'da başlayıp uluslararası alana yayılan yeni çalışmalar, denkleme şaşırtıcı bir değişken daha ekledi: B kan grubu. 2024 yılında 5.000 gönüllü üzerinde yürütülen kapsamlı bir çalışma, insan vücudundaki 11 farklı organın biyolojik yaşını inceledi.
Araştırmacılar, yaklaşık 4.000 farklı proteini analiz ettikten sonra katılımcıların %20'sinde "hızlandırılmış yaşlanma" belirtileri tespit etti. Ancak şaşırtıcı bir sonuçla karşılaştılar: B kan grubuna sahip olan hiç kimse bu hızlı yaşlanma grubunda yer almıyordu.
Bu bulgu, Japon bilim insanlarının 2004'te 100 yaşını aşan kişiler arasında B kan grubunun dikkat çekici derecede yaygın olduğunu belirtmesiyle başlayan şüpheleri güçlendiriyor. Bilim insanlarına göre sır, B kan grubuna sahip kişilerin kırmızı kan hücrelerinin yüzeyinde bulunan "B antijeni"nde yatıyor. Bu antijenin, vücudu organların erken bozulmasına yol açabilen belirli stres türlerine karşı daha dirençli hale getirdiği ve hücre yenilenmesini desteklediği düşünülüyor.
Basit bir ifadeyle, B kan grubuna sahip bireylerin vücudu, yaşlanmanın getirdiği yıpranmalara karşı daha donanımlı olabilir. Ancak uzmanlar, bu teorinin kesin olarak doğrulanması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu da ekliyor.
Odaya girdiğinizde 'Ben buraya neden geldim' diye soruyorsanız sebebi bu
Odaya adım attığınızda birden duraksayıp, "Ben buraya neden gelmiştim?" diye kendinize sorduğunuz oldu mu? Eğer cevabınız 'evet' ise yalnız değilsiniz. Hatta bu kafa karışıklığı o kadar yaygın ki bilim dünyasında artık özel bir adı bile var: Kapı Etkisi (Doorway Effect). Kapı Etkisi ilk kez ABD'deki Notre Dame Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmayla belgelendi. Araştırmada katılımcılar, gerçek ve sanal ortamlarda ellerinde bir nesneyle yürüdüler ve bir odayı geçtiklerinde bu nesnenin ne olduğunu unuttukları gözlendi. İlginç olan ise şu: Aynı mesafeyi tek bir odada yürüdüklerinde unutma oranı çok daha düşüktü.
Bilim insanlarına göre bu durumun nedeni, beynin deneyimlerini bölümlere ayırarak "olay sınırları" yaratması. Yani bir kapıdan geçmek beyin için hem fiziksel hem de psikolojik bir geçiş anlamına geliyor. Odanın değişmesiyle birlikte beyin, yeni bir bölüme geçmiş hissine kapılıyor ve önceki görevi "önemsiz" olarak işaretleyip unutmaya eğilim gösteriyor. O an yapmak istediğiniz şey, beyninizde bulunduğunuz ortamdaki nesnelerle bağlantılı oluyor. Yeni bir ortama geçtiğinizde bu görsel ipuçları kaybolduğu için beyniniz "hedefi" hatırlamakta zorlanıyor.
Sağlık alanında yayın yapan HealthTest'e göre bu durum sinir bozucu olabilir ama aslında beynin son derece verimli çalıştığını gösteriyor: "Beyin, o an için gereksiz gördüğü bilgiyi silerek dikkat ve enerji tasarrufu sağlıyor.” Özellikle zihinsel yükü yüksek olan kişiler bu durumu daha sık yaşıyor. Pennsylvania Üniversitesi Nöroloji Bölümü'nün araştırmasına göre ise uyku eksikliği, kısa süreli belleğin kodlanmasını ve hatırlanmasını zorlaştırıyor. Bu da yorgun, uykusuz ya da duygusal olarak yıpranmış kişilerin görevleri unutma riskini artırıyor.
Depresyonu önleyen basit yöntem: 15 dakika yetiyor
Daily Mail’de yer alan çalışmada, yaklaşık 450 farklı araştırmanın verileri incelendi ve doğada aktif zaman geçirmenin ruh sağlığına belirgin katkılar sağladığı belirlendi. Araştırma ekibinden Prof. Yingjie Li, “Bulgularımız, doğayla kısa süreli temasların bile ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğunu gösteriyor. Bu tür deneyimler, kaygıyı azaltabilir ve bilişsel fonksiyonları güçlendirebilir” dedi. Araştırmacılar, günde 15 dakika doğada olmanın stresi azalttığını, enerji seviyesini yükselttiğini ve bazı durumlarda kalp sağlığını da desteklediğini tespit etti. Pandemi öncesine kıyasla ruh sağlığı desteği arayan kişi sayısının yüzde 40 artarak 4 milyona yaklaştığı da verilerde yer aldı.
Alzheimer tedavisinde yeni umut: Lityum eksikliği demans tehlikesini artırıyor
Alzheimer hastalığının ilerlemesinde lityum eksikliğinin önemli bir rol oynayabileceği ortaya çıktı. Harvard Üniversitesi liderliğinde yapılan yeni araştırma, hastaların beyinlerinde lityum seviyelerinin sağlıklı bireylere kıyasla çok daha düşük olduğunu ve bu eksikliğin beyinde amiloid plaklarının birikmesini hızlandırdığını gösterdi. Farelerde düşük doz lityum tedavisi ise hem hafızayı güçlendirdi hem de plak oluşumunu azalttı. Araştırma kapsamında 285 kişinin beyinlerinde 27 metalin seviyesi incelendi. Bunların 94’ü Alzheimer hastası, 58’i hafif bilişsel bozukluk tanısı almış, geri kalanı ise bilişsel olarak sağlıklıydı. Sonuçlara göre: Alzheimer hastalarının prefrontal korteksinde lityum seviyesi, sağlıklı bireylere kıyasla ortalama %36 daha düşük çıktı. Hafif bilişsel bozukluğu olanlarda bu oran %23 daha düşüktü.
Amiloid plaklarının bulunduğu bölgelerde ise lityum, plak olmayan bölgelere kıyasla neredeyse üç kat daha fazla bulunuyordu; bu da lityumun plaklarda “hapsolduğunu” gösteriyor. Araştırma ekibi, Alzheimer benzeri belirtiler geliştirecek şekilde genetiği değiştirilmiş 22 fareye %92 oranında lityumdan yoksun bir diyet uyguladı. 8 ay sonunda bu fareler, standart diyetle beslenenlere göre hafıza testlerinde çok daha kötü performans gösterdi. Suda gizlenmiş bir platformu bulmaları 10 saniye daha uzun sürdü. Beyinlerindeki amiloid plak sayısı 2,5 kat fazlaydı.
Genetik analizler, bu farelerde Alzheimer ile ilişkili genlerin daha aktif olduğunu, beyin iltihabının arttığını ve bağışıklık hücrelerinin plakları temizleme yeteneğinin azaldığını ortaya koydu. Araştırma ekibi, farklı lityum bileşiklerini test ederek hangisinin amiloid plaklarına en az bağlandığını belirlemeye çalıştı. Lityum orotat, plaklarda en az hapsolma eğilimi gösteren bileşik oldu.
9 ay boyunca düşük doz lityum orotat verilen Alzheimer’lı farelerde, plak miktarı önemli ölçüde azaldı. Hafıza testlerinde ise sağlıklı farelerle aynı performansı sergilediler. Bu doz, bipolar bozukluk gibi psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan lityum dozlarının yaklaşık bin kat altında olduğundan, böbrek ve tiroit toksisitesi gibi yan etkiler gözlenmedi. Araştırmacılar, lityum orotatın Alzheimer tedavisinde düşük yan etki riskiyle umut vadeden bir seçenek olabileceğini vurguluyor. Ancak klinik deneyler yapılmadan, insanlarda etkinliği ve güvenliği konusunda kesin bir yargıya varmak mümkün değil.
Gece kahvesi tehlikeli olabilir
Günümüzde kahve, milyonlarca insanın vazgeçilmez alışkanlığı. Sabahları enerji verici bir içecek olarak görülen kahve, gece tüketildiğinde ise düşündüğünüz kadar masum olmayabilir. Teksas Üniversitesi El Paso kampüsü araştırmacılarının yayımladığı yeni bir çalışma, geç saatlerde alınan kafeinin beyinde impulsif davranışları tetikleyebileceğini ortaya koydu. Araştırmanın yazarlarından biyolog Paul Sabandal, kafeinin günlük hayatta çok yaygın kullanıldığını, bu nedenle etkilerinin farklı koşullarda incelenmesi gerektiğini söyledi. Çalışmaya katılan diğer araştırmacı Kyung-An Han ise şunu vurguladı:
“Kafeinin etkileri kişiden kişiye değişiyor. Ancak aynı bireyde bile kafeinin etkisi her zaman aynı değil. Zamanlama çok önemli.”
Araştırmacılar, insanlar ile genetik ve sinirsel benzerlikler taşıyan bir meyve sineği türü üzerinde deneyler yaptı. Sineklerin diyetine farklı miktarlarda kafein eklendi; bazılarına gündüz, bazılarına ise gece saatlerinde kafein verildi. Ayrıca uykusuz bırakılan sineklerde de deneyler tekrarlandı.
Deneylerde, sineklerin güçlü hava akımına tepkileri incelendi. Normalde sinekler bu tür bir rüzgâr karşısında hareketlerini durdururken, gece kafein tüketen sineklerin bunu yapamadığı gözlendi. Araştırmanın yürütücüsü Erick Saldes, “Gece kafein alan sinekler, rüzgâra rağmen uçmaya devam ederek kontrolsüz ve impulsif davranışlar sergiledi” dedi. Çalışmada ilginç bir bulgu daha elde edildi. Gece kafein tüketen dişi sineklerde impulsif davranışların erkeklere göre çok daha fazla olduğu gözlendi. Ancak sineklerde insanlardaki östrojen hormonu bulunmadığından, araştırmacılar bunun başka genetik ya da fizyolojik faktörlerden kaynaklandığını düşünüyor. Bilim insanları bu sonuçların özellikle gece vardiyasında çalışan sağlık personeli, güvenlik güçleri ve askerler için önemli olduğunu belirtiyor. Çünkü bu gruplar, yorgunluğu gidermek için sıkça kahve veya enerji içeceği tüketiyor. Ancak geç saatlerde alınan kafein, farkında olmadan riskli kararlar ve kontrolsüz davranışlara yol açabilir.
Kronik bel ağrısına çözüm: Psikoterapi rahatsızlığı hafifletiyor
Dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen kronik bel ağrısı, yaşam kalitesini düşüren ve iş gücü kaybına neden olan en yaygın sağlık sorunlarından biri. Curtin Üniversitesi ve Macquarie Üniversitesi’nin yürüttüğü yeni bir çalışma, bu soruna yönelik umut verici sonuçlar sundu. Araştırmaya göre, Bilişsel Fonksiyonel Terapi (CFT) adı verilen özel bir psikoterapi yöntemi, hastalarda üç yıla kadar süren kalıcı iyileşme sağlayabiliyor. ABD’de her on kişiden birinde kronik şiddetli bel ağrısı görülüyor. Bu kişilerin çoğu hareket etmekte, sosyal yaşama katılmakta, işini sürdürmekte veya kişisel bakımını yapmakta ciddi zorluk çekiyor. Geleneksel tedaviler, ilaçlar, fizik tedavi ya da masaj kısa vadede rahatlama sunsa da uzun süreli iyileşme sağlayamıyor.
Tam da bu noktada Avustralya’da yapılan RESTORE isimli geniş kapsamlı araştırma öne çıkıyor. Çalışmada, 492 hasta rastgele üç gruba ayrıldı: Geleneksel tedavi görenler, CFT uygulananlar ve CFT’ye ek olarak biyofeedback desteği alanlar. Sonuçlar çarpıcıydı: CFT grubundaki hastalarda iyileşme sadece birkaç ay sürmedi, yıllarca devam etti. Araştırmacılar, CFT’nin üç temel yapı taşı olduğunu belirtiyor:
•Ağrıyı Anlamlandırma Hastaya ağrıyı sadece fiziksel değil, biyopsikososyal açıdan yorumlama becerisi kazandırılıyor.
•Kontrollü Maruz Kalma Korkulan hareketler aşamalı olarak öğretiliyor; böylece hasta yeniden güvenle spor, iş ve sosyal hayata dönebiliyor.
•Yaşam Tarzı Değişiklikleri Daha sağlıklı bir beden ve zihin için günlük alışkanlıkların düzenlenmesi teşvik ediliyor.
Gelecek sayımızda hepimizi bilgilendiren yeni bilimsel araştırmalarla görüşebilmek umuduyla hoşça kalın.
21.08.2025
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.