selvetbayraktarr@hotmail.com
Uzun, gür, kahverengi saçları, mavi kazağıyla, elleri klavyenin üzerinde çalışıyor.
Toprak zeminde bir karınca yuvasının etrafında yoğun bir şekilde hareket eden siyah karıncalar görülüyor. Karıncaların çoğu yuvanın girişine doğru yönelmiş. Zemin, küçük taşlar ve kumla kaplı. Karıncaların parlak siyah renkleri, toprak zemin üzerinde belirgin bir şekilde dikkat çekiyor. Yuvanın girişi, fotoğrafın ortasında yer alıyor ve karıncalar bu girişin etrafında yoğunlaşmış.
HAZIRLAYAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT

Merhabalar sevgili dergi takipçilerimiz. Yine birbirinden ilginç bilimsel tespitlerle beraberiz. Haydi, bakalım önce başlıklar:

Esrarın, psikozu nasıl tetiklediği ortaya çıktı

Karıncalar, insanlardan daha fazla 'grup zekâsına' sahip

Bitmesi gereken ilişkileri neden bitiremiyoruz?

Mavi göz geni tek bir atadan geliyor: 10 bin yıllık gizemi bilim çözdü

Kahve içenlerin vücudunda yararlı bakteri 8 kat daha fazla var

Sadece 22 dakikada hastalık riskini azaltın

Esrarın, psikozu nasıl tetiklediği ortaya çıktı

McGill Üniversitesi'nde yürütülen ve Jama Psychiatry'de yayınlanan çalışma, mevcut ilaçların gözden kaçırdığı semptomları hedef alan daha iyi psikoz tedavilerinin önünü açabilir.

Çalışma, sağlıklı bir kontrol grubuna kıyasla psikoz riski taşıyan bireyler arasında sinaptik yoğunluk olarak bilinen beyindeki sinir hücresi bağlantılarında belirgin bir azalma tespit etti. Bu kişiler arasında esrar bağımlılığının bu süreci daha da kötüleştirdiği tespit edildi.

Esrar, şizofreniye kadar ilerleyebilen psikoz gelişimi için bilinen bir risk faktörüdür, ancak araştırmacılar ilk kez risk altındaki bir popülasyonda gerçek zamanlı olarak beyin düzeyinde değişiklikler tespit ettiler.

Çalışmanın eş yazarı Romina Mizrahi, “Esrar, sağlıklı beyin gelişimi için gerekli olan beynin sinapsları rafine etme ve budama doğal sürecini bozuyor gibi görünüyor. Her esrar kullanıcısı psikoz geliştirmeyecektir, ancak bazıları için riskler yüksektir. Araştırmamız bunun nedenini açıklığa kavuşturmaya yardımcı oluyor” dedi.

Araştırmacılar, yakın zamanda psikotik semptomları olanlar ve yüksek risk altında olduğu düşünülenler de dahil olmak üzere, 16 ila 30 yaşları arasındaki yaklaşık 50 katılımcıyı incelemek için gelişmiş beyin tarama teknolojisini kullandılar.

“Bu çalışma, sinaptik yoğunluk azalmalarının psikozun ve risk durumlarının erken aşamalarında mevcut olduğunu ve negatif semptomlarla ilişkili olduğunu buldu” diyen araştırmacılar, bu işlev bozukluğunun şizofreniye yol açabileceğini de sözlerine ekledi.

Taramalar ayrıca, düşük sinaptik yoğunluğun, tedavisi zor olduğu düşünülen sosyal geri çekilme ve motivasyon eksikliği gibi semptomlarla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.

Araştırmacılar, mevcut psikoz ilaçlarının halüsinasyonları hedef almada başarılı olduğunu, ancak tedavisi zor olan bu semptomları iyileştirmede başarısız olduğunu söylüyor.

Daha ileri çalışmalarda bilim insanları, bu gözlemlenen beyin değişikliklerinin psikoz gelişimini tahmin etmeye yardımcı olup olamayacağını ve potansiyel olarak daha erken müdahaleyi mümkün kılıp kılmayacağını keşfetmeyi umuyor.

Karıncalar, insanlardan daha fazla 'grup zekâsına' sahip

Araştırma ekibinin başındaki Profesör Ofer Feinerman, çalışmanın, insanların bilişsel yeteneklerinin, bireysel olarak çalışırken karıncalara üstünlük sağladığını gösterdiğini söyledi. Ancak, karıncalar güçlerini birleştirip gruplar oluşturduklarında, birlikte çalışan insan gruplarını yendiler.

Karıncalara ve insanlara piyano yerine, üç odaya bölünmüş ve iki dar yarıkla birbirine bağlanmış dikdörtgen bir alan boyunca manevra yapmaları gereken T şeklinde büyük bir nesne verildi.

Araştırmacılar, biri karınca boyutunda diğeri insan boyutunda olmak üzere iki labirent seti oluşturdu.

İnsanlar “Paratrechina longicornis” olarak bilinen siyah karıncalara karşı yarıştılar.

Karıncalar labirent mücadelesini üç kombinasyonda ele aldı: bağımsız olarak, yaklaşık yedi kişilik küçük bir grup halinde ve daha sonra yaklaşık 80 kişilik büyük bir grup halinde.

İnsanlar ise görevi üç paralel kombinasyonda ele aldı: tek başlarına, altı ila dokuz kişilik küçük bir grupta ve 26 kişilik büyük bir grupta. Karşılaştırmayı mümkün olduğunca anlamlı kılmak için, insan gruplarının bazılarına konuşma veya jestlerle iletişim kurmaktan kaçınmaları, hatta ağızlarını ve gözlerini gizlemek için cerrahi maskeler ve güneş gözlükleri takmaları talimatı verildi.

Çalışmada insanlara, karıncaların davranışını taklit edecek şekilde, manevra yapmaları gereken yükü yalnızca tutacaklarla tutmaları söylendi. Kollar, deneme boyunca her bir kişi tarafından uygulanan çekme kuvvetini ölçmüştür.

Araştırmacılar deneyi her bir kombinasyon için defalarca tekrarladı. Daha sonra bilgisayar simülasyonları ve çeşitli fizik modelleri kullanarak videoları ve verileri analiz ettiler.

Araştırmacılar, insanların tek başlarına grup halinde olduğundan daha iyi çalıştıklarını tespit etti. Karıncalar için ise durum tam tersiydi. Araştırmacılar, karınca gruplarının “hesaplı ve stratejik bir şekilde” işbirliği yaptığını ve “hataları tekrarlamaktan kaçınmak için belirli bir hareket yönünde ısrar etmelerine yardımcı olan kolektif hafıza sergilediklerini” söyledi.

İnsanlar gruplar halinde hareket ederken performanslarını önemli ölçüde artıramadılar. Dahası, grup üyeleri arasındaki iletişim karıncalarınkine benzeyecek şekilde kısıtlandığında, performansları daha da düştü.

Prof. Ofer Feinerman, “Bir karınca kolonisi aslında bir ailedir. Ortak bir çıkarları vardır. İşbirliğinin rekabetten çok daha ağır bastığı, sıkı sıkıya örülmüş bir toplum oluştururlar” ifadelerini kullandı.

Bitmesi gereken ilişkileri neden bitiremiyoruz?

Hayatınızdaki bir ilişkiyi bitirmekte zorlanıyor musunuz? Herkesin size devam etmemeniz gerektiğini söylediği halde, duygusal bir bağdan kopmak imkânsız mı geliyor? Bu durumun sebebi “Concorde Sendromu” olabilir. İşte bu psikolojik fenomenin, özellikle romantik ilişkiler üzerindeki etkileri ve bu durumdan nasıl kurtulabileceğinize dair ipuçları.

Concorde Sendromu Nedir? Concorde Sendromu, bir kişinin geçmişte yaptığı yatırımları (zaman, emek, para, duygu) göz önünde bulundurarak kötü gidişata rağmen bir projeye veya ilişkiye devam etmesi olarak tanımlanır. Bu sendrom, adını bir zamanlar Fransa ve İngiltere’nin geliştirdiği Concorde uçak projesinden alır. Büyük mali kayıplara rağmen projeye devam edilmiştir, çünkü önceden yapılan yatırımların boşa gitmemesi istenmiştir. Bu sendrom, yalnızca iş dünyasında değil, ilişkilerde de karşımıza çıkar. Kötü giden bir ilişkiyi bitirememek genellikle şu düşüncelerle ilişkilidir:

“Bu ilişkiye yıllarımı verdim, şimdi vazgeçemem.”

“Bu kadar emek boşa gitmemeli.”

Oysa bu düşünceler, kişinin hem kendine hem de karşısındakine zarar verebilir.

Mavi göz geni tek bir atadan geliyor: 10 bin yıllık gizemi bilim çözdü Mavi gözlerin nadirliği, dünyanın yalnızca yüzde 8-10’unun bu genetik mirası taşımasından kaynaklanıyor. Genetik bir mutasyon, kahverengi pigment üretimini durdurup mavi gözlerin oluşumuna yol açtı. Tüm mavi gözlüler, bilim insanlarının yaptığı bir araştırmaya göre 6.000 ila 10.000 yıl önce Avrupa'da yaşamış tek bir insandan geliyor. Kopenhag Üniversitesi'nden bir ekip, bu nadir genetik olayın detaylarını açıklıyor.

Aslında, tüm insanların gözleri kahverengiydi. Ancak OCA2 adı verilen bir genin HERC2 adlı bir gen tarafından etkilenmesi sonucu kahverengi pigment üretimi durdu. Bu durum, mavi gözlerin oluşumuna yol açtı. HERC2 genindeki bu mutasyon, tüm mavi gözlülerde aynı bulunuyor. Çocuklukta mavi olan gözler, kahverengi pigmentin gelişimini tamamlamasıyla zamanla kahverengiye dönüşebiliyor. Bu durum, genetik mutasyonun etki derecesine bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor.

Kopenhag Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hans Eiberg, konuyla ilgili olarak, "Aslen hepimiz kahverengi gözlüydük. Ancak kromozomlarımızda OCA2 genini etkileyen bir mutasyon, kahverengi pigment üretme yeteneğini kelimenin tam anlamıyla ‘kapatıp’ mavi gözlerin oluşumuna neden oldu" dedi.

Kahve içenlerin vücudunda yararlı bakteri 8 kat daha fazla var

Bilim insanları, İtalya'nın Trento Üniversitesi öncülüğünde yürütülen araştırma kapsamında, 25 ülkeden 54 binin üzerinde bireyin tıbbi verilerini analiz etti.

Uzmanlar, kahve içenler ile içmeyenler arasındaki mikrobiyal farklılıkları detaylı şekilde inceledi.

Araştırma, kahve içen bireylerde bağırsak mikrobiyal çeşitliliğinin belirgin biçimde daha yüksek olduğunu gösterdi. Özellikle ‘Lawsonibacter asaccharolyticus’ adlı yararlı bakterinin kahve tüketenlerde, tüketmeyenlere kıyasla 4,5 ila 8 kat daha fazla olduğu tespit edildi.

Uzmanlar, kahvedeki biyoaktif bileşenlerin özellikle kinik asit ve trigonellin gibi maddelerin mikrobiyal büyümeyi tetiklediğini açıkladı.

Sadece 22 dakikada hastalık riskini azaltın

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Iowa Üniversitesi Sağlık Bakımı Tıp Merkezi'nde hastalara fiziksel aktivite seviyeleri ile ilgili anket uygulandı.

Çalışma kapsamında 7 binden fazla katılımcıya ulaşıldı ve fiziksel aktivite sayesinde belirli hastalıklara yakalanma riskinin önemli ölçüde azaldığı belirlendi. Haftada 150 dakika egzersiz yaptığını söyleyen kişilerin kardiyovasküler hastalık, kanser, solunum yolu hastalığı ve diyabet dahil olmak üzere 19 kronik hastalığa yakalanma olasılığının istatistiksel olarak daha düşük olduğu bulundu.

Uzmanlar, fiziksel aktivitenin birçok hastalığa karşı etkisi olduğunu vurgulayarak, özellikle orta yaştan itibaren düzenli egzersiz yapılması gerektiğini söyledi.

Gelecek sayımızda yine ilginizi çekecek bilimsel çalışmalarla sizleri buluşturmayı sabırsızlıkla bekliyoruz. Umutla kalın.

22 Ocak 2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.