selvetbayraktarr@hotmail.com
Uzun, gür, kahverengi saçları, mavi kazağıyla, elleri klavyenin üzerinde çalışıyor.
Bir kuvöz ve yanında bir bilgisayar monitörü. Kuvözün içinde bir bebek yatıyor. Kuvözün dışına çeşitli tıbbi cihazlar ve sensörler yerleştirilmiş. Monitörde kuvözün içindeki bebeğin görüntüsü yer alıyor. Arka planda ise bilimsel bir poster ve yazılar var.
HAZIRLAYAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT

Merhabalar değerli Bilim Dünyasında Bu Ay köşesinin okuyucu ve dinleyicileri. Yine dopdolu bir köşe hazırladık sizlere. Önce başlıklar:
Cam şişelerdeki tehlike açığa çıktı: İşte yıllardır bilmediğimiz gizli gerçek
Bu sendrom sadece tek çocuklarda görülüyor
Öğrenciler yenidoğan ölümlerini azaltmak için yapay zekâ destekli kuvöz geliştirdi
Bebekler acıyı yetişkinler gibi hissetmiyor
Bilimden çığır açan kanser tedavisi: Basit kan testi erken müdahaleyi kolaylaştırıyor
Cam şişelerdeki tehlike açığa çıktı: İşte yıllardır bilmediğimiz gizli gerçek
Son yıllarda mikro plastiklerin çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilerine dair endişeler artarken, Fransa'dan çarpıcı bir araştırma, gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Fransa Gıda Güvenliği Ajansı (ANSES), cam şişelerde satılan içeceklerin plastik şişelere göre çok daha fazla mikro plastik içerdiğini açıkladı. Bu bulgu, cam şişelerin çevre dostu olduğu algısını sorgulatırken, mikro plastiklerin kaynağının beklenmedik bir şekilde metal kapaklardaki boyalar olduğu ortaya çıktı. Fransa'nın gıda güvenliği kuruluşu ANSES tarafından yapılan bu araştırma, cam şişelerdeki içeceklerdeki mikro plastik yoğunluğunun plastik şişelere oranla oldukça fazla olduğunu gösteriyor. Araştırma, su, gazoz, limonata, bira ve şarap gibi içecekleri kapsıyor. Cam şişelerde litre başına ortalama 100 mikro plastik parçacığı bulunurken, bu miktar plastik şişelerde ve metal kutularda 5 ila 50 kat daha az. En dikkat çekici bulgu ise, mikro plastiklerin kaynağının cam şişe değil, genellikle metal kapakların üzerindeki boya olduğu. Boyanın içeriğindeki plastik parçacıklarının, şişelerin depolama sırasında sürtünme etkisiyle yüzeye salınarak içeceklere karıştığı belirtildi. Yapılan analizlerde, mikro plastiklerin şekli ve kimyasal yapısı, kapaklardaki boyaya tamamen uyum sağlıyor. Araştırmayı yürüten doktora öğrencisi Iseline Chaib, "Bu sonucu beklemiyorduk. Camın daha güvenli olduğunu varsaymıştık, ancak boyalı kapaklar bu sorunun beklenmedik kaynağı oldu," dedi. Özellikle gazlı içeceklerde mikro plastik yoğunluğu dikkat çekici bir şekilde yüksek. Gazozda litre başına 30, limonatada 40, birada ise 60 mikro plastik parçacığı tespit edildi. Diğer yandan düz sularda ve şarapta mikro plastik oranı oldukça düşük. Cam şişedeki sularda litre başına sadece 4.5 parçacık, plastik şişelerde ise litre başına 1.6 parçacık bulundu. Şarapta ise neredeyse hiç mikro plastik bulunmadığı belirtildi.
Bu sendrom sadece tek çocuklarda görülüyor
Ailelerin tek çocuk tercihi, son yıllarda giderek yaygınlaştı. Ancak bu tercihin, çocuğun psikolojik gelişimi üzerindeki etkileri bilimsel olarak tartışılmaya devam ediyor. Yapılan araştırmalar, yalnız büyüyen çocuklarda bazı davranış kalıplarının daha sık görüldüğünü ortaya koydu. Bu durum, halk arasında “tek çocuk hastalığı” olarak anılsa da uzmanlar bu kavramın klinik bir hastalık değil, davranışsal bir sendrom olduğunu belirtti. Uzmanlar, kardeşsiz büyüyen çocuklarda aşağıdaki davranışların daha fazla gözlemlendiğini bildirdi:
İçe kapanıklık ve yalnızlık hissi
Aşırı benmerkezci tutumlar
Aile baskısına bağlı kaygı ve stres
Yetişkin gibi davranma eğilimi (erken olgunlaşma)
Bu belirtiler, özellikle sosyal gelişim dönemlerinde daha belirgin hâle geldi. Uzmanlar, aile içindeki etkileşim eksikliğinin ve paylaşım ortamının yokluğunun bu durumu tetiklediğini söyledi. Çin’de uygulanan tek çocuk politikası sonrası yapılan uzun vadeli bir araştırma, bu çocukların akademik olarak daha başarılı olduğunu ancak sosyal beceri ve paylaşım konusunda akranlarına kıyasla daha geri kaldıklarını ortaya koydu. Amerikan Psikoloji Derneği (APA) ise tek çocukların öz güven düzeylerinin yüksek, bağımsızlıklarının güçlü, ancak grup içinde esnekliklerinin düşük olduğunu açıkladı.
Öğrenciler yenidoğan ölümlerini azaltmak için yapay zekâ destekli kuvöz geliştirdi
Antalya Kepez Bilim ve Sanat Merkezi 9'uncu sınıf öğrencileri Ceylin Arslan, Hayrunnisa Başkan ve Tunay Denis Diederich, prematüre ve hasta bebek ölümlerini azaltmak amacıyla yapay zekâ destekli kuvöz geliştirdi. Öğrenciler, İstanbul'da bebek ölümlerine neden olan 'Yenidoğan Çetesi'nden etkilenip, geliştirdikleri kuvöz projesini, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) tarafından düzenlenen 'Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması'nda sergiledi. Projeleri hakkında bilgi veren Hayrunnisa Başkan, "'Yenidoğan Çetesi'nin yaşattıklarının ardından kuvöz sistemlerindeki eksiklikleri fark ettik. Projemizi, yaşananları göz önünde bulundurarak geliştirdik. Mevcut kuvözlerdeki eksiklikleri yapay zekâ sistemiyle tamamlayarak yenidoğan bakımına yeni bir standart getirmeyi hedefliyoruz" dedi. Ceylin Arslan ise "Yenidoğan bebeklerde bilirubin maddesi belli bir seviyenin üstüne çıktığında sarılık olarak bilinen hastalık ortaya çıkıyor. Mevcut kuvözlerde sarılık hastalığı, mavi floresan ışık ile tedavi edilebiliyor. Fakat bu ışık kontrolsüz olduğu için yenidoğan bebeklerde bölgesel yanıklara ve gözlerinde kalıcı körlüğe neden olabiliyor. Biz bunun önüne geçmek için giyilebilir ve taşınabilir 'fototerapi yeleği' ürettik. Bu yeleğin içindeki mavi renkler sayesinde bilirubin maddesi sıvı hale geçiyor ve hastalık etkin bir şekilde tedavi ediliyor. Bunun yanı sıra akıllı bilek sistemimizle bebeklerde gerçekleşen biyolojik verileri; nabız gibi direkt olarak izlememiz sağlanıyor" diye konuştu. Kuvöz sisteminin bir diğer özelliğinin de hareketli yatak sistemi olduğunu söyleyen Arslan, "Yenidoğanlar çok fazla sırtüstü yattıklarında sırtlarında yaralar oluşmaya başlıyor. Fakat yatağa entegre ettiğimiz sensörler yenidoğanı algılayıp, minik minik hareket ettirerek baskı yaralarını önlemiş oluyor. Ayrıca geliştirdiğimiz kuvöz sistemindeki kamerayla acil müdahale yapılması gereken anlarda, yoğun bakım hemşireleri monitöre aktarılan görüntüleri anlık fark ediyor. Hemşireler görüntüler sayesinde anlık müdahalelerini kolaylıkla gerçekleştirebiliyor. Çalışmalarımız esnasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden etik kurul onayı aldık. Bu onaydan sonra yenidoğan yoğun bakımlara giderek, ailelerin onayı ile çocuklarımız üzerinde çalışmalarımızı test ettik. Çalışmalarımızdan 3 bin 600 veri elde ettik. Bu verilerle kendimize özgün, dünyada tek olan bir veri tabanı oluşturduk. Bu veri tabanında yapay zekâmızı eğittik. Kameramız bebekleri izliyor; bu sırada sarılık ve dolaşım hastalıklarını sıfır temas ile yüzde 99,7 doğruluk oranıyla tespit ediyoruz" dedi. Ayrıca mevcut kuvöz sisteminde bazı eksiklikler olduğunu dikkat çeken Arslan, "Yenidoğan yoğun bakımlarında ışıkların kapanmaması, karanlıkta salgılanan hormonların önüne geçiyor diyebiliriz. Yapay zekâ destekli entegre karartma sistemimiz, hormonların daha etkili şekilde salgılanmasına yardımcı oluyor. İçerisinde yer alan gün ışığı lambası sayesinde de ayrıca bebeğin yüz ifadeleri ve ten rengi izlenebiliyor. Kemik gelişimi tamamlanmayan prematüreler için de su yatağı sistemimiz ile kemiklerde oluşan hasarın önüne geçiyoruz. Su yatağı ile omurga ve kemik gelişimi desteklenmiş oluyor" diye konuştu.
Bebekler acıyı yetişkinler gibi hissetmiyor
University College London'dan bilim insanları, yeni doğan bebeklerin ağrıya verdiği yanıtların daha önceden düşünüldüğünden çok daha karmaşık ve farklı olduğunu gösteren çarpıcı bir araştırma yayınladı. Çalışma, bebeklerin fiziksel olarak ağrıyı hissedebildiğini ancak bu deneyimi duygusal ya da anlamsal olarak tam anlamıyla işleyemediklerini ortaya koydu. Çalışmayı yürüten Profesör Lorenzo Fabrizi, "Ağrı, fiziksel, duygusal ve bilişsel boyutları olan karmaşık bir deneyimdir. Ancak yeni doğan bebeklerin beynindeki ağrı işleme ağı henüz tam gelişmemiştir" diyor. 370'ten fazla prematüre ve tam zamanında doğmuş bebek üzerinden elde edilen ileri düzey MRI verileri, beyindeki 'ağrı konnektomu' adı verilen ağın farklı bölgelerinin zamanla nasıl geliştiğini gösterdi. Araştırmacılar ağrının üç ana bileşenine odaklandı:
Duyusal-ayırt edici (nerede ve ne kadar şiddette),
Duygusal-motivatif (rahatsızlık hissi),
Bilişsel-değerlendirici (anlamlandırma ve yorumlama).
Araştırmaya göre, duyusal ağ yaklaşık 34-36. gebelik haftasında yetişkin seviyesine yaklaşıyor. Duygusal ağ 36-38. haftalarda devreye girerken, anlamlandırma ve yorumlama kapasitesi 42. haftanın ötesine sarkıyor. Bu bulgular, aynı ekibin 2023 yılında yayınladığı bir başka çalışmayla da uyumlu. O çalışma, prematüre bebeklerin tekrar eden tıbbi müdahalelere karşı alışkanlık geliştiremediğini ortaya koymuştu. Yani beyinleri, ağrıya maruz kalma sürecine adapte olamıyordu. Yeni araştırma, bu durumu açıklayan nörolojik altyapıyı da ortaya koyuyor. Henüz gelişmemiş duygusal ve bilişsel ağlar nedeniyle prematüre bebekler aynı ağrıyı defalarca, her defasında sanki ilk kezmiş gibi hissediyor.
Bilimden çığır açan kanser tedavisi: Basit kan testi erken müdahaleyi kolaylaştırıyor
İngiltere’de bilim insanları, ileri evre cilt kanseri tedavisinde devrim niteliğinde bir yöntemi klinik denemelere taşıdı. Manchester’daki The Christie NHS Vakfı ve Cancer Research UK Ulusal Biyobelirteç Merkezi'nin geliştirdiği kan testi sayesinde, doktorlar artık kanserin vücutta ne kadar aktif olduğunu anlık olarak takip edebilecek. Böylece ilaç tedavilerinin ne zaman başlatılıp ne zaman ara verilmesi gerektiği kişiye özel olarak belirlenebilecek. Deneme lideri Dr. Rebecca Lee, geliştirdikleri “DyNAMIc” adlı kan testinin, kanserin genetik materyalinden gelen küçük DNA parçalarını analiz ettiğini ve bu sayede hastanın vücudundaki melanomun ne kadar aktif olduğunu ortaya koyduğunu belirtti. Profesör Paul Lorigan, denemenin yalnızca melanom için değil, benzer biyobelirteçlerin kullanıldığı tüm kanser türleri için “kişiye özel tedavi” yolunu açabileceğini belirtti. “Bu tür biyobelirteç araştırmaları sayesinde, artık her hastaya aynı yaklaşımı uygulamak yerine tedaviyi kişiye göre uyarlayabiliyoruz,” diyen Lorigan, bu tür çalışmaların sonuçlarının uzun vadede tüm kanser türlerinin tedavi stratejisini değiştirebileceğini ifade etti. Melanom, melanin üreten hücrelerde oluşan en agresif cilt kanseri türü. Erken evrede teşhis edilmezse vücudun diğer bölgelerine hızla yayılabiliyor. İngiltere merkezli Cancer Research UK’e göre, son yıllarda geliştirilen hedefe yönelik tedaviler sayesinde ileri evre melanom hastalarının yaklaşık yarısı 10 yıl ve daha uzun süre hayatta kalabiliyor. Yeni geliştirilen bu testin ise, bu oranı daha da yükseltme potansiyeli var.
Gelecek sayımızda yeni bilimsel gelişmeleri sizlerle paylaşmak için heyecanla çalışmaya devam edeceğiz. Umutla kalın.
20.07.2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.