BİR ANNENİN EĞİTİLMESİ 1. BÖLÜM
Söyleşiyi Yapan: EYLEM YURTSEVER
Konuk: AYTEN GÖZÜPEK
Bir annenin eğitilmesi, çocukların daha bilinçli bireyler olarak dünyaya gelmesi, yetişmesi demektir.
Merhaba değerli okurlar. Sizlere çok saygı duyduğum bir insanla, Ayten Gözüpek’le yaptığımız bir söyleşinin ilk bölümüyle merhaba diyorum. Ona bunca saygı duymamın sebebini sorularıma verdiği ayrıntılı cevaplarda bulacağınızdan eminim.
Eylem Yurtsever: “Ayten Gözüpek’le birlikteyiz. Kendisiyle röportaj yapmak istedim çünkü oldukça renkli bir geçmişi olan bir insan. Kendisini tanıtırsa daha iyi olacaktır.”
Ayten Gözüpek: “Merhaba, Hayatımın yarısı Türkiye’de yarısı Almanya’da geçti. Evliyim, iki çocuğum var. Şu anda Almanya’da yaşıyor ve çalışıyorum. Önce Türkiye'de yönetimle ilgili bir bölümü bitirdim. Daha sonra o mesleğin bana uygun olmadığını anladım. Başka bir işe girdim. Evlilik çıkınca Almanya'ya geldim. Bu sefer Almanya'da bir şeyler yapmanın peşine düştüm. Önce Almanca öğrendim. Daha sonra da sınavlara girip meslek edindim ve mesleğimi devam ettiriyorum, anaokulu öğretmeniyim.”
E.Y: “Almanya'ya evlilik nedeniyle gittiniz…
Hepimiz biliyoruz. Almanya'daki Türkler çok fazla Almanca öğrenmenin peşinde olmuyorlar ama siz bu yolu değil de Almanca öğrenip orada üniversite okuma yolunu seçtiniz. Zaten benim sizinle röportaj yapmamın sebebi biraz da bu zor yolu seçme huyunuz.”
A.G “Evet, öyle oldu. Karakterim gereği kimseye bağımlı yaşamayı sevmeyen bir insanım. Eşimin maddi durumu iyiydi. Bizi de maddi durumdan yararlandırıyordu.
İlk çocuğum olduktan hemen sonra, Almanca kursu bulma girişimlerine başladım. Sıfırdan başlamam gerekiyordu. Neresi bana daha yakın? Çocuğumu yuvaya verdim. Ondan sonra evde boş oturmayayım, mutlaka bir şeyler yapayım dedim. Çocuğu büyütürken de televizyon dizilerini ya da yarışma programlarını veya çocuk programlarını izledim. Bu sayede sayıları, harflerin nasıl okunduğunu, ufak tefek kelimeleri, çok basit cümleleri öğrenmeye çalıştım. Kütüphaneye üye olmuştum çocuğumun adına. Çocuk kitapları alıyordum çocuğa okumak için ama ben de yararlandım. Bu şekilde devam etti. Sonra Almanca kursunu bulduktan sonra oradaki öğretmen bana başka bir kurs önerdi. Her gün ve uzun süreli… Daha aktif bir şekilde daha hızlı bir şekilde Almanca öğrenmeme o neden olmuştu. Ben de oraya başvurdum, alındım, devam ettim, sertifikamı aldım. Ondan sonra da bir tanıdığımız sayesinde bu okulu buldum.”
E.Y: “Üniversitede okuduğunuz zamanda kaç yaşındaydınız?”
A.G: “Okula başladığımda otuz dört yaşındaydım ve iki çocuğum vardı.
E.Y:” Kaç yaşında evlendiniz?”
A.G:” Yirmi dört yaşında. On yıl içinde Almanca ve Almanya yasalarını öğrendim ve iki çocuk büyüttüm. Bin dokuz yüz doksan yılında evlendim. İlk çocuğum bir yıl sonra doğdu.
Daha sonra onu büyütürken ona Türkçe öğrettim. Türkiye'den Türkçe kitaplar aldım. Her akşam ona Türkçe kitaplar okudum ki Türkçeyi öğrensin diye. Bir yaşında yuvaya başladı ve Almancayı bir yaşında öğrenmeye başladı. Doksan beş yılında da ikinci çocuğum doğdu.
Almanca kursuna giderken ikinci çocuğa hamile kaldım ve devam ettim. Öğretmen bana bir kere dedi ki:
“Sana zararlı olmuyor mu? Sürekli sandalyede oturuyorsun. Daha fazla yoruluyorsun. Evinde kalsan, daha sonra gelsen…”
Ben hâlâ inat ederek büyük bir sabırla özveri ile devam ettim Almanca kursunu bitirdim, sertifikamı aldım, ondan sonra doğum yapmaya gittim.”
E.Y: “Zaten bunun için sizinle röportaj yapıyorum.
… Peki üniversite okuduğunuz zaman sizin yaşınızda insanlar var mıydı? Üniversite nasıl bir ortamdı, biraz onu anlatabilir misiniz?”
A.G:” Vardı. Hatta Türkler de vardı. Gittiğim okulun değişik bölümleri var. Almanya'da okula giden gençler ve orta yaş grubu vardı Bizim gibi kendi ülkelerinde okula giden ama buraya gelip diplomasını karşılaştırırken problem çıkan ya da başka bir meslek öğrenmek isteyenler vardı, ki benim gittiğim sınıf buydu, bir de hiç okuma yazma bilmeyen kadınlar ben mülteci eğitimine gittim. Yani yurtdışından gelen ve orada Almanya'da yaşayan bütün kadınlara meslek eğitimi için verilen bir olanaktan yararlandım.”
E.Y: “Peki bunun için bir sınav var mıydı?”
A.G: “Sözlü ve yazılı sınavı vardı. Sertifikalarımı götürdüm, sözlü ve yazılı sınavlara katıldım, kazandım…”
E.Y: “Peki, nasıl bir ortamdı? yani sınavlar zor muydu… Genel olarak ortamı anlatabilir misiniz bu okulu?”
A.G: “Aslında insan birazcık tereddüt ediyor acaba yapabilir miyim orada verilen eğitim Almanca. Günlük konuşma değil tabii ki. Orada konuyla ilgili teknik kelimeler konuşuluyor. Bunların hepsinin altından kalkabilir miyim bizim derslerimizde hukuk, coğrafya tarih de vardı. Sadece psikoloji, pedagoji eğitimi görmedik. Müzik ve beden eğitimi de vardı. Özellikle hukuk konusunda biraz problem yaşar mıyım? Ya da diğer derslerde, özellikle de branş ve hukuk derslerinde derslerde bir problem olur mu diye epey zorlandım. Bunlar epey düşündürdü beni ama diğer arkadaşlarım sayesinde ve annem babam sayesinde üstesinden geldim.”
E.Y: “Anneniz babanız bu konuda nasıl yardımcı oldu size?”
A.G: “Buraya geldiler. Evde kaldılar. Her gün okuldan eve geldiğimde ev tertemizdi ve sıcak bir yemek vardı. Çocuklara bakılıyordu. Annemle babam olmadığı zaman, o evin temizliği, yemek, çamaşır, bulaşık, alışveriş, çocukların tüm sorunları, ihtiyaçları bana ait oluyordu. Ders çalışmanın dışında bir de bunları yapıyordum ama annem babam olunca sırtımdan epey bir yük alınmış oluyordu. Onlar da koca bir sene kalmıyordu. Her yıl üç ya da üç buçuk ay kalıyorlardı. Geri kalanı yine benim sırtımdaydı. Sadece bunları yapmadım. Geziyordum da üstelik.”
E.Y: “Çok güzel… Peki… Bildiğim kadarıyla sizin çocuklarınızdan bir tanesi engelli öyle mi?”
A.G: “Evet. Sadece zihinsel engelli değil, ayrıca fiziksel problemleri vardı. Doğum sırasında bir problem yaşandı. Fiziksel ve zihinsel engel baki kaldı. Onun da bir sürü sorunları oldu.”
E.Y: “Fiziksel engeli neydi çocuğunuzun?”
A.G: “Akciğerlerinde bronşlar çok fazla küçüktü. Bu nedenle oksijen yeteri kadar girmiyordu. Kalbi iki katı hızla atıyordu. Yavaşlatmak için ekstra ilaç kullanıyordu. Bunun dışında diğer ilaçlar da kullanıyordu ama bu ilaçlara karar vermeden önce iki defa biyopsi yapıldı. Hastanede defalarca kaldı. Bir sürü sorunlar oldu ve ben annem babam buradayken, büyük oğluma baktıkları ve evle ilgilendikleri zaman ben küçüğün yanında hastanede kalıyor ve oradan okula gidiyordum. Okuldan tekrar küçüğün yanına gidiyordum hastaneye. O şekilde hastane-okul arası gidip geliyordum.”
E.Y: “Peki bu kaç yaşına kadar böyle devam etti?”
A.G: “Doğduğundan bugüne kadar… ama artık gelişmesi daha iyi olduğu, umduğumuzdan daha fazla bir gelişme gösterdiği için ve kendisine dikkat ettiği için, sorunları biraz olsun azaldı. Eğitiminden dolayı zihinsel engelli de biraz daha azalmış durumda. Yani azalmasa bile en azından şunu söyleyebilirim; Kendi başına yaşayabilir veya okuldan içe gidebilir, arkadaşlarıyla gezmeye gidebilir. Bir sürü aktivitelerde bulunabilir. Yapıyor da zaten.”
E.Y: “Çalışıyor aynı zamanda değil mi?”
A.G: “Burada zihinsel özürlülere ait işyerleri var sadece onların gittiği… Ya da diğer işyerlerinin zihinsel özürlü personel alma kotası var. %1, %3 o şekilde, devletin katkısıyla gerçekleşmiş bir durumda. Bir işte çalışıyor bir iki arkadaşıyla beraber.”
E.Y: “Peki çocuklar doğdu, siz üniversiteye gittiniz. Annenizden babanızdan çok destek aldınız… Eşinizden nasıl bir destek aldınız?”
A.G: “Eşimden aldığım destek şöyle oldu. Bana karışmadı. Engel olmadı hiçbir şeyime. Güvendi demek ki.
İkincisi maddi olarak bana olanaklarını sundu. Yani bu iki yardımını gördüm. Onun dışında, başka bir desteğini görmedim.”
E.Y: “Peki… Okula tekrar gelmek istiyorum çünkü bunu açıkçası çok önemsiyorum. Hem Türkiye'de hem Almanya'da okumuş olmanız bence çok güzel bir şey. Çok özenilesi bir şey…
Okurken hocalarınızın tutumunu, o zamanlar Almanya'da mültecilerle ilgili nasıl bir tutum olduğunu… O zamanları da bana anlatır mısınız? Hocalarınız, sınıf arkadaşlarınız hakkında böyle genel bir resim çizebilir misiniz?”
A.G: “O zaman ben ilk önce şunu söyleyeyim… Yabancılara karşı sert davranışlarda bulunan insanlarla sadece otobüs veya trenlerde çok hafif bir şekilde karşılaştım ama onun dışında ne yaşadığım yerde, ne okulumda ne de arkadaşlarımın etrafında herhangi bir şeyle karşılaşmadım. Bu benim şansım. Benim karşılaşmamam yok demek değil.
Bu küçük açıklamadan sonra okula dönelim. Okuldaki öğretmenler Almanya'da yaşayan yabancı kadınların eğitilmesinden yana. Özellikle benim gittiğim okulda bunun mücadelesini veriyorlar. Her sene okulun kapanmaması için ellerinden gelen mücadeleyi veriyorlar. Çünkü bir annenin eğitilmesi demek çocukların daha bilinçli bireyler olarak dünyaya gelmesi, yetişmesi demektir. Onlar da bunun farkında. Ayrıca tüketen insanlar, anneler olup evde duracaklarına, üretici bireyler olup hayatın içinde kalmaları, çocuk yetiştirmeleri ve etraflarına yardımcı olmaları tabii ki her ülkenin, her toplumun istediği bir şey.
Okuldan yana da herhangi bir problem görmedim gibi, okula gelen her yelpazedeki öğrenciler destek de görüyor. Az önce de söylediğim gibi, okuma yazma bilmeyen Almanya’da yaşayan bir sürü kadın var. Onlara da destek veriyorlar.”
E.Y: “Okul arkadaşlarınız sadece kadın mıydı?”
A.G: “Evet Sadece kadın...”
E.Y: “Hâlâ görüşürüz insanlar var mı okul arkadaşlarınız arasında?”
A.G: “Evet, bir tane can dostum var, hâlâ görüşüyoruz. Onunla aynı sınıftaydık, aynı yuvada staj yaptık, staj yaptığımız yuvada kalıp çalıştık. Ondan sonra ayrılmak zorunda kaldık. İşten dolayı birbirimize yakın oturuyoruz. İki bin yılından beri hâlâ görüşüyoruz.”
E.Y: “O da Türk müydü?”
A.G: “Evet. Değişik ülkelerde değişik uluslardan insanlar vardı Avrupa'nın değişik yerlerinden, Kuzey Afrika’dan, Rusya'dan, İran'dan, Güney Amerika'dan bir… sürü insanlar vardı.”
E.Y: “Peki değişik ülkelerdeki insanlarla diyaloglarınız nasıldı? Yani bir tür gruplaşma oluyor muydu?”
A.G: “Yok; çünkü oradaki tek amaç derslerimi anlamak, sınavlarımda iyi not almaktı. Ortak noktamız aynıydı. “Sen busun, ben buyum,” derdine girmiyorduk. Eğlencelerimiz olduğu zaman yani Almanların bayramları ya da bizim bayramlarımız, doğum günlerimiz olduğu zaman uluslararası bir mutfakla karşılaşmış oluyorduk koca bir sene. Herkes kendi ülkesinden meşhur bir şey, yiyecek içecek veya tatlı yapıyordu. Böylelikle uluslararası mutfakları tanımış oluyorduk. Almanca kursunda da aynısı vardı. Bu yüzden olumlu bir etkisi var diyebilirim. Sadece yiyecek değil birçok kültürü de öğrenmiş oluyorsun. Güney Amerika’da evlilikler nasıl olur, çocuk doğduğunda ne yapılır… Ya da Balkan ülkelerinden gelenler vardı. Onların gelenek görenekleri… Rusya'dan bir kız arkadaşımız vardı onun anlattıkları. Bunların hepsini öğreniyorsun ve bunların hepsi bir çeşitlilik. Mükemmel bir şey…
Bunları hep olumlu olarak kendimize alıyorduk. Hiçbir şekilde bir milliyetçilik olmuyordu aramızda. Sıra arkadaşım Güney Amerika’dan gelmişti. Onunla çok mutlu yıllar geçirdim okul boyunca.”
E.Y: “Dört yıl değil mi okul?”
A.G: “Dört yıldı, dört artık üç yıla indirdiler. Hızlandırılmış üç yıl okuyorlar şu anda.”
E.Y: “Peki sınavlar falan nasıldı?”
A.G: “Sınavlar zordu ve biz Türk kadınları aramızda toplanıp beraber çalışıyorduk. Ödevler de veriliyordu. Sadece sınav değil grup çalışması vardı, bireysel ödevler vardı ve sınavlar vardı. En son yılın son sömestrinde de bir konuyu seçip üzerinde detaylı araştırma yaparak yazılı hâlde teslim ettik. Ondan da sözlü yaptılar. Yani sınıfı geçmiş olman, notlarının iyi olması yetmiyor bu çalışmayı bunun adının Türkçesinden tam olarak emin değilim ama doktora tezi denebilecek bir şey. Okul bittikten sonra son sömestr bu çalışmayı yapmak zorundasın. Yani bir kitap gibi bir şey hazırlıyorsun. Yani biz tez de hazırladık.
Ben zihinsel özürlülerin gittiği okula gittim Altı ay orada çalıştım. Bir çocuk vardı onu gözlemledim. Onun hakkındaki gözlemlerimi yazdım. O tezimi hazırlayıp verdim ve ancak böylelikle diplomamı aldım.”
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.