eminekamci@hotmail.com
Açık kahverengi saçlarını toplamış, üzerinde siyah montuyla, açık alanda, gülümsüyor.
Duvarın önünde turuncu saksıda yeşil yaprakları canlı fesleğen var.

Otobüs Susurluk’a gelince hemen aşağıya indiler. Birden Mine’nin aklına bir şey takıldı ve babasına dönerek sordu:



__İzmir buraya çok uzak mıdır?



Babası aradaki mesafeyi düşünmeye çalışırken ağabeyi Salih atıldı:



__Şu otobüsün muavinine soralım isterseniz, dedi.



Baba, düşünmeyi bırakarak muavine yaklaştı ve:



__İzmir buradan kaç saat çeker? diye sordu.



Adam bir an düşündü ve sonra:



__İki buçuk üç saatte gidilebilir sanıyorum, dedi kısaca.



Salih, kardeşine dönerek:



__İzmir’in buraya ne kadar uzaklıkta olduğu neden önemli bu kadar, sorabilir miyim? dedi.



__Bu kadar merak etmene gerek yok... İzmir’de bir arkadaşım oturuyor; bir an için “acaba ona da gidebilir miyiz?” diye geçirdim içimden...



__Bu arkadaş kız mı, erkek mi? 



__Kız veya erkek oluşunun ne önemi var? 



Arkadaş arkadaştır.



__Sadece senin için özel biri olup olmadığını merak etmiştim, hepsi bu kadar...



Baba onların sözünü keserek:



__Daha Susurluk’taki arkadaşınıza ulaşmış değiliz; siz kalkmış, İzmir’den söz ediyorsunuz, dedi. Gideceğimiz köyün adı neydi çocuklar? Bakın onu bile unutturdunuz bana...



__Paşa köyü, dedi Salih. Susurluk Parkı diye bir yer varmış, taksiler oradan kalkıyormuş, diye de ekledi.



__Susurluk Irmağı da yakınından geçiyormuş bildiğim kadarıyla, dedi Mine.



Birlikte yürüdüler. Ana caddeden sola saptıklarında, sıkça bir ağaç kümesi gözlerine çarptı. 



__İşte şurası park olmalı; dedi baba.



__Evet, evet, taksileri de görebiliyorum; diye atıldı Mine.



__Oh ne iyi, yakınmış, dedi Salih rahatlamış bir sesle.



Taksilerin bulunduğu yana gittiler.



__Ooo, ayran! diye bağırdı Mine.



__Susurluk’un meşhur köpüklü ayranı, dedi baba, övgü dolu bir sesle.



__Övüldüğü kadar güzel mi bari? diye sordu Salih.



__İçtiğin zaman anlarsın; diyerek ağabeyine takıldı Mine.Onlar konuştukları sırada baba ayran işiyle ilgilenmeye başlamıştı bile.



__Çeneyi bırakın da için bakalım şunları deyip kulplu ayran bardaklarını uzattı.



Ayranlar iyi görünüyordu. Öyle ki, köpükleri bardaklardan dışarıya taşıyordu.



__Gerçekten çok güzelmiş, dedi Salih. Yaşamım boyunca içtiğim en güzel ayran! Diye de ekledi.



__Hadi bakalım dedi baba; eğer ayranlar içildiyse, taksinin kalkma zamanı gelmiş, bizi bekliyor. 



Taksiye bindiklerinde bir süre hiç konuşmadılar. Üçü de hayran hayran çevreyi inceliyor. Doğanın gözleri önüne sermiş olduğu tüm güzellikleri seyre doyamıyorlardı. Uçsuz bucaksız görünen, sağlı sollu uzanan meyve bahçeleri, yemişinin ağırlığıyla sarkmış dallarıyla güzelliği tamamlamaktaydı. Yer yer küçük bağ evleri, bahçe içlerine sonradan resmedilmişçesine serpiştirilmiş gibi duruyordu. Bahçelerin bitiminde başıboş akan bir pınarın parıltılı suyu göze çarpıyor, yeni giderilmiş olsa da insanda yine susuzluk hissi uyandırıyordu. 



Kimi tek, kimi çift katlı evlerin görülmeye başlamasıyla, doğanın büyüsünden ansızın sıyrılıp yolculuğun bitmekte olduğunu fark ettiler.



Köy evlerinin toplu halde bulunduğu kısmını geçtiklerinde bir süre daha yola devam ettikten sonra, araba yeşil kapılı bir evin önünde durdu. Sürücü ev sahibinin bir yakını olduğu için onları eve kadar getirmeyi uygun görmüştü.



Taksiden indiklerinde ev halkı da kapıda göründü.



Bir genç kız öne doğru çıkarak: “Salih!” diye bağırdı.



Fakülte biteli bir buçuk ay olmuştu. Bu süre içinde hiçbir arkadaşından bir mektup ya da telefon gelmemiş, bu yüzden hepsine içerlemişti.



Okulun son günleriydi. Salih’le sınıfta oturmuş, çene çalıyorlardı. Arkadaşına, yaz tatilinde bir süre köyde ailesinin yanında olacağını söylüyordu. Salih de ondan yöresiyle ilgili kaçamak bilgiler almaya çalışıyordu. Bunu o zaman farketmişti ama bu kaçamakça soruların ne anlama geldiğini anlamamıştı. Evet, şimdi anlıyordu. Salih kendisini ziyaret etmeyi aylar önceden planlamıştı. “Ne iyi arkadaş” diye düşündü. Hem kardeşini, hem de babasını buraya gelmeye ikna edebilmiş.



Tüm bu düşüncelerden sıyrılınca, gelenleri içeriye buyur etmesi gerektiğini anımsadı. Çevresine bir an için bakındığında babasının soru dolu bakışlarıyla karşılaştı. Bu bakışlar “daha neyi bekliyorsun?” der gibiydi.



Salih de bir iki adım kıza yaklaşarak:



__Ne o Zeliş, bu ne şaşkınlık? Bize “hoş geldin” demeyecek misin yoksa? dedi.



Zeliha, şaşkınlığını bastırmaya çalışarak:



__Yoo, ne demek; tabii... Hoş geldiniz!



__Beklemiyordun bizi, değil mi? diye üsteledi Salih.



__Evet, doğrusunu istersen öyle... Çünkü uzun zamandır hiçbirinizden haber alamadım; senden adres almamıştım amadiğerlerinin vardı ve çoğuna yazdım. Fakat hiç karşılık gelmedi. Ben de: “arkadaşlarım beni unuttu” yargısına vardım. Neyse şimdi bırakalım bunları da içeriye girelim; çok yorulmuş olmalısınız...



Dar ve uzunca bir avludan geçerek genişçe bir bahçeye çıktılar. Evin iç kapısı buraya açılıyordu. Bahçeden üç basamaklık bir yükseltide büyükçe bir veranda uzanıyor ve bu verandanın sonundan kapıya ulaşılıyordu. Pencerelerin önlerinde sıralanmış fesleğen saksıları ilk bakışta dikkati çekiyor, top halindeki görünümleri hayranlık uyandırıyordu. 



Verandaya giden basamakları ağır ağır çıktılar. 



Zeliha konuklarıyla ilgilenirken, ailenin diğer kişileri de kendiişlerine döndüler.



__Eve mi girelim, yoksa şuraya mı oturmak istersiniz? diyerek pencerenin altındaki sediri işaret etti.



__Ben kendi payıma burayı tercih ederim, dedi baba ve kendini sedire bıraktı. Çok yorulmuştu ve bir adım bile atmaya istekli değildi.



Salih’le Mine de otururken Zeliha bir iki dakikalık izin isteyip gitti.



Mine arkasına dönüp fesleğenleri yakından incelemeye başladı. Minik minik yapraklar birbirinin içine geçmiş, böylece bir top görünümü oluşturmuştu. Çok önceden okumuş olduğu bir şiirde “bir top fesleğen” diye geçiyordu. Fakat o zamanlar bununla yazarın ne demek istediğini anlayamamasına karşın, o sözcük dizisine bir yakınlık, bir sempati duymuş, bugüne kadar görmediği o sözü edilen bir top fesleğen çiçeğini hep merak etmişti. İşte şimdi onu bulmuş ve ona dokunabilmiş, hatta avuçlarında onun kokusunu duymuştu. Bu çiçekle tanışmanın verdiği hazzı ve sarhoşluğu onu her koklayışında yeniden yaşıyordu.



Elinde bir tepsiyle Zeliha az sonra çıkageldi. 



__Buraya gelirken Susurluk’un ayranını içmişsinizdir ya, bir de benim yaptığımı için de aradaki farkı siz değerlendirin...



__Sen ayran yapmasını da mı öğrendin Zeliş? diye takıldı Salih...



__Evet, dedi gülerek Zeliha, limonatadan sonra ayran yapmasını da öğrendim.



__Köpüğü az ama yine de fena görünmüyor, dedi Mine.



__O köpük için farklı bir madde koyduklarını biliyor muydunuz? diye sordu Zeliha, hafif bir gülümsemeyle.



__Aaa evet, dedi Salih, sen söyleyince anımsadım şimdi. Ben de buna benzer bir şey duymuştum.



__Ellerine sağlık kızım, dedi adam bardağı uzatırken. Bu yorgunluğa değdi doğrusu ayranın...



__Siz dinlenmenize bakın, birazdan yemek yiyeceğiz; ben gidip bizimkiler ne yapıyor bir bakayım, deyip Zeliha yeniden içeriye girdi. 



Akşam yemeğine oturduklarında, Zeliha’nın iki erkek kardeşi, annesi ve babası da vardı. Kardeşlerden biri keklik ve tavşan avlamış, bu avlardan konuklara da pay düşmüştü.



__Size de yemek kısmet oldu, dedi Zeliha’nın annesi. Dün getirmişti çocuk ama yemek vardı diye bugüne saklamıştım.



Sofrada, tavşan yahni ve pilav üstü keklik kızartmasının yanı sıra, o yöreye ait özel bir çorba çeşidi de bulunuyordu.



__Her şey çok güzel olmuş teyzeciğim, dedi Mine büyük bir iştahla yemeğini yerken...



__Ara sıra gelmeli böyle değişik yerlere, iyi oluyor, dedi Salih yeni bir şey keşfetmişçesine...



Zeliha’nın babası:



__Bugün iyice dinlenin; yarın köyü, bahçeleri gezmeye gidersiniz birlikte, dedi tüm konukseverliğiyle.



Sabahleyin hepsi de erkenden uyandı. Verandanın iki basamak aşağısında, solda önünde yalağıyla bir çeşme vardı. Bahçeye çıkan herkes sırayla bu çeşmede el yüz yıkadı. Mine de yıkadı ve sonra yine fesleğenlerin yanına gitti.



__Zeliş, bu saksılardan birini giderken götüreceğim, diye şaka yaptı Mine.



Götür ama ben de sizin evdeki o beğendiğim çiçeği aşıracağım; diye Mine’nin şakasına karşılık verdi Zeliha.



Salih onlara yaklaşarak:



__Mine, babam nerde biliyor musun? diye sordu. Sorusunun yanıtını Zeliha verdi:



__Babamla birlikteler, merak etme, babanız kaybolmaz, dedi gülerek.



Salih birden:



__Zeliş, dört kardeş değil miydiniz siz? Yanılmıyorsam okuldayken öyle demiştin, dedi.



__Evet, okuldayken söyledim ama dört değil beş kardeşiz demiştim.



__Eee, nerede ötekiler?



__Biri kız kardeşim, biri de ağabeyim; evli olan. Onlar şimdi Balıkesir’deler. Ağabeyimin evi orada. Kız kardeşim de şimdiye kadar onlarla birlikte kalıyor, oradaki liseye devam ediyordu. Artık okulu bitti. Tesadüfe bakın ki, o da bugün geliyor. Sizlerle tanışacağı için çok seviniyorum. 



Mine merakla sordu:



__Onun adı ne, Zeliş?



__Onun adı, Züleyha. Züleyha’nın girgin bir yanı vardır; herkesle çabuk diyalog kurar. Sizinle de kaynaşacağından eminim.​



O gün öğlene doğru Züleyha da gelip onlara katıldı. İyi bir dörtlü oluşturmuşlardı. Dağa-bayıra, bağa-bahçeye birlikte gidip geliyorlardı.



Meyve bahçelerinden dönerlerken ani bir kararla küçük bir patikadan bağ yoluna saptılar. Dallardan sarkan salkımlar, yere değecek gibi görünüyorlardı. Onlara dokunmadan ilerlemek hemen hemen olanaksızdı.



Salih büyük bir keyifle önden yürüyordu. Kızlarsa tek sıra halinde arkadaydılar. Salih ansızın durdu ve kızlara dönerek:



__Yılan, yılan gördüm! diye bağırdı.



Zeliha onun adına kaygılanarak, öne geçmeye çalışırken:



__Hiç panik yapma, dedi. Fakat yılan da kötü bir şey sezmiş olmalı ki, Salih’e çullanıp, onun bacağını sokuverdi. Zeliha da bundan korkmuştu zaten. Ama yine de soğukkanlılığını koruyarak Salih’in bacağını önce yılandan kurtardı. Onu kuyruğundan tutup havada sertçe sarstı ve yere fırlattı.



__Artık bize zararı dokunamaz; dedi kız.



__Beli kırılmıştır, dedi Züleyha ve sonra çevik bir hareketle öne atılıp, yılanın başını çiğnedi. Arkasına döndüğünde, ablasının Salih’in bacağına doğru eğildiğini gördü. Zeliha hiç tereddüt etmeden sokulan kısmı bir hamlede emip sonra da tükürdü. Büyük ölçüde tehlike geçmişti. Ama yine de bacağı boğmak için bir beze gerek vardı; fakat yanlarına bu tür şeyler almadıklarından, tek çare Salih’i hiç kıpırdatmadan eve götürmekti.



Züleyha koşarak eve gidip, babasına olanları anlattı ve onu alarak geri döndü. Yanlarında getirmiş oldukları kilimi sedye yapıp Salih’i yatırdılar.



Eve geldiklerinde, yaraya amonyak sürdüler. Salih, verandadaki sedirin üzerine, fesleğen saksılarının yanına yatırılmıştı.



__Yerim de birinci mevki kızlar! diye güldü Salih.



__Böyle yatak kimselere nasip olmaz ağabey; dedi Mine.



__Şaka bir yana Mine, dedi Salih, Zeliha da Züleyha da cesurca davrandılar.



Sonra iki kardeşe dönerek:



__Söyler misiniz, bu cesaret nerden geliyor? diye sordu.



Zeliha hiç düşünmeden:



__Tabii ki köy kızı olmaktan; bunu sen de kolayca tahmin edebilirsin Salih! dedi.



__Keşke ben de sizler gibi hiçbir şeyden korkmayan biri olsaydım, diye yakındı Mine.



__Sen de gel, burada bir iki ay yaşa, bak nasıl bütün tehlikelere alışıyorsun, dedi Züleyha söylediklerinden emin olarak...



__Evet, yaşayarak birçok şeyi öğreneceğimi biliyorum. Tehlikelerle bizzat yakından tanışmak, o panikle, yapılan yanlışlıkların farkına varabilmek tabii ki tecrübeyi getirecektir. Bunların hepsini biliyorum da...



__Eee, dedi Zeliha, Mine’ye biraz daha yaklaşarak.



__Yine de tehlikeyi yakından tanımak ve o paniği yaşamak ürkütüyor beni.



__Ürkmen, korkman doğal; ama sen tehlikenin üstüne gitmezsen o senin üstüne gelir.



__Haklısın fakat bunu hemen becerebileceğimi sanmıyorum. Kim bilir belki zamanla bunu yapabilirim.



__Bunun için ilk koşul, bence yapmayı istemektir. 



__İstiyorum ama güçlü değilim. 



__İşte bu güçsüzlüğün, isteğini de güçsüz kıldığından, uygulama gerçekleşmiyor.



__Tüm söylediklerini ayrıntılı düşüneceğim Zeliş; bundan emin ol.



__Düşün ve uygulamaya geç! Diye onları dinlemekte olan Salih lafa karıştı.



Salih iyileşmiş, yine köy içindeki turlarına başlamışlardı. Bu kez Züleyha’nın köpeği Arap da yanlarındaydı. Köpek, önden önden koşuyor, ufacık bir tehlike veya başka birini gördüğü zaman birden durup havlamaya başlıyordu.



O gün de çok dolaşmışlardı. Arap’ın dili bir karış sarkmış, çok sık soluk alıyordu. Daha önce de görmüş oldukları pınarın yanına gelince Arap yine durdu.



__Biri yaklaşıyor galiba; dedi Züleyha; onu fark etmiş olmalı...



__Nereden biliyorsun? dedi Mine; belki de susadığı için durmuştur. 



__Hayır, dedi Züleyha; görmüyor musun, kulaklarını nasıl da dikmiş, çevreyi dinliyor...



__Züleyha yanılmamıştı. Az öteden bir delikanlı ansızın beliriverdi. 



__Ooo, Metin öğretmen geliyor! diye bağırdı Zeliha. 



__Kim bu Metin öğretmen? dedi Salih.



__Bizim ilkokulun yeni öğretmeni, diye yanıt verdi kız.



Metin, onlara yaklaşırken:



__Konuklarınızı mı gezdiriyorsunuz Zeliha Hanım? dedi.



__Evet, diye karşılık verdi Zeliha. Arkadaşlar İstanbul’dan. Çevreyi tanımaya çalışıyorlar da...



__Okuldan mı? diye tekrar sordu Metin.



__Bu Salih; okul bitmeden önce aynı sınıftaydık. Mine de Salih’in kız kardeşi; o da aynı fakültede, bu yıl ikinci sınıfı okuyacak.



Salih, içten gelen bir davetle:



__Buyurun Metin Bey; arzu ederseniz siz de bizim kafileye katılın...



Hep birlikte yürümeye başladılar. Akşam oluyordu. Güneş ufukta ufacık kalmıştı. Metin, Mine’nin yanına geçerek onunla ilerlemeye başladı. Arap arkalarından geliyor, ötekilerse, önde yürüyorlardı. 



Metin sessizliği bozarak:



__Burada ne kadar kalacaksınız? diye sordu.



__Sanırım bir hafta daha. dedi Mine.



Farkında olmadan Metin’in yüz hatlarını incelemeye koyulmuştu. Sakin ve sevimli bir yüzü vardı. Bakışları insana güven veriyordu. Ona bakarken içinde bir şeylerin kıpırdandığını hissetti birden ve gözlerini başka yöne çevirdi. Bu kaçamaklı bakışları Metin de fark etti. Çünkü o da kıza dönmüş, güzelliğine ve içten bakışlarına hayran olmuştu. Açık tenliydi; yeşil gözleri ve altın rengi saçları vardı. Bakışlarını kendisinden kaçırırken, yanakları al al oldu.



__Neden? dedi Metin, neden yine bana bakmıyorsunuz? Sizi rahatsız edecek bir şey mi oldu yoksa?



__Hayır hayır, olmadı; fakat bizimkiler biraz uzaklaştılar da onlara bir göz atayım dedim, diye karşılık verdi Mine.



__Telaşlanmanıza hiç gerek yok. Onlar gitseler de ben sizi sonra eve götürürüm. Ben de bu köyde yaşıyorum ve onların da evlerinin nerde olduğunu biliyorum. 



__Yo yo, bu olmaz; babam da bizimle geldi, ondan çekinirim. 



__Peki, peki, siz nasıl isterseniz, deyip Mine’yi öndeki gruba doğru, elinden tutarak hafifçe çekti Metin.



Kız onun dokunuşuyla tanımlanmaz bir duygu ağına girmiş, heyecanı doruğa ulaşmıştı. Onun yeniden kızardığını gören Metin:



__Duygularını bastırmaya çalışıyorsun, ama bunu başaramıyorsun, öyle değil mi? diye beklenmedik bir soru sordu. 



Yürümeye başladıklarından beri ilk kez onunla senli benli konuşuyordu. 



__Siz hep böyle açık sözlü müsünüz, Metin bey? dediMine.



__Evet, genellikle öyleyimdir. Bazı istisnalar hariç. Neyse, istisnaları bırakalım da şu “siz” sözünü artık kaldıralım, ne dersiniz?



__Peki, öyle olsun; dedi Mine hafifçe gülümseyerek. 



Öteki grup yine arayı açmıştı. 



__Hazır onlar bizden uzaklaşmışken Mine, dedi Metin, sana bir şey söylemek istiyorum. Ben lafı uzatmayı hiç sevmem. Senden çok hoşlandım ve seninle arkadaş olmak istiyorum. Senin de bana karşı ilgisiz olmadığını anladım; işte bu yüzden içimi kolayca açabildim. 



__Evet, dedi Mine, sana karşı ilgisiz olmadığım doğru; ama birbirimizi daha hiç tanımıyoruz. 



__Daha önceki turlarınızda da ben sizleri gördüm ve seni o zamanlar da fark ettim. Çok doğaldın ve yine böyle güzeldin.



__Ya bir hafta sonra gidince ne olacak?



__Adresini verirsin bana, yazışırız. 



Sonra Metin durdu ve yalvaran gözlerle Mine’ye baktı:



__Yazarsın bana değil mi, yazar mısın Mine? diye üsteledi.



Mine’nin gözleri çook uzaklara bakıyordu şimdi. İzmir’deki arkadaşını düşünüyordu. Bir yıldır yazışıyordu onunla ve geçen bir yıl boyunca bu satırlar Metin’in söylediği sözlerin yarısı kadar bile sıcak değildi. 



Ağabeyinin uzaktan seslenmesi, onu düşüncelerinden çekip çıkardı. Kendine geldiğinde Metin’i hala yüzüne bakar buldu. 



Köy içindeki turu tamamlamışlar. Artık Susurluk’a gidip gelmeye başlamışlardı. Metin de onlara katılmış, böylece Mine’yi daha sık görme fırsatı doğmuştu. Artık Mine de duygularını bastırmıyor, ona karşı içinden geldiği gibi davranıyordu. Kısa zamanda ilişkileri önemli bir boyut kazandı. İkisi de çok memnundu bu birliktelikten... Diğerleri de bu birlikteliğin önemini fark etmiş, çok doğal karşılamışlardı. 



Susurluk’a son gezileriydi. Bir çay bahçesine gidip oturmuşlardı. 



Mine:



__Biliyor musun Zeliş, yarın gidiyoruz. Senin şu fesleğenlerden birini götüreceğimi söylemiştim ya, artık hangisini vereceğini söyle de ben hazırlığımı yapayım, dedi.



Metin birden söze karıştı:



__Fesleğenleri ben de çok severim, ama senin sevdiğini bilmiyordum. İyi ki söyledin; bende fesleğen çok; onlardan istediğin kadarını sana verebilirim. 



__Birkaç tane götürmeyi ben de isterdim fakat yolda korumam güç olacağından, yalnızca bir tanesini alabilirim, dedi Mine.



__Oh, benim çiçek kurtuldu gitmekten, Metin beyin sayesinde, diye takıldı arkadaşına Zeliha.



__Yarın erkenden sana bir top fesleğen getireceğim, dedi Metin Mine’ye dönerek.



Ertesi gün tüm hazırlıklar tamamlanmış, Metin’i beklemeye başlamışlardı. 



__Erkenden geleceğini söylemişti, oysa. dedi Mine, kaygılı bir sesle.



__Uyuyakalmış olamaz; benim bildiğim Metin öğretmen hep erken kalkar, dedi Zeliha’nın erkek kardeşi.



__Git bi bak; dedi Zeliha kardeşine bakarak.



Ablasını sözünün sonrasını beklemeden Selim seğirtti. Ondan daha küçük olan kardeşi Ali de ağabeyini izledi.



Ali’yle Selim bir süre sonra telaşlı bir halde döndüler. Çocuklar: “Metin öğretmen, Metin öğretmen!” diye kekeliyorlardı.



Bu sırada her iki baba içeri girmekteydi. Çocukların telaşını gören anne de koşup geldi.



__Ne oldu, ne var? Metin öğretmen nerde? diye ardı ardınca çocukları soru yağmuruna tuttu kadın.



Selim güçlükle konuşmaya başladı:



__Vurmuşlar Metin öğretmeni... Elinde de Mine ablaya vereceği fesleğen saksısı varmış; dedi.



“Vurmuşlar” sözünü duyan herkesin yüzü karardı. Mine’yse ağlamaya başladı. 



__Neden vurulmuş? Kim vurmuş? diye hıçkırıklarını aralayarak Selim’e sordu.



__Bilmiyorum; her nedense iki adam kapışmış. Birbirlerine silah çekmişler, dedi Selim. Metin öğretmen de onlara engel olmak için araya girmiş ve sonra...



Selim’in sözü üzerine, Mine’nin hıçkırıkları haykırışa döndü. 



Hep birlikte kalkıp olay yerine gittiler. Metin öğretmeni alıp götürmüşlerdi. Fakat yerde hala kan lekeleri göze çarpıyor, az ötede ise kırık bir saksı içinde yana yatmış bir top fesleğen çiçeği duruyordu.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.