YAZAN: Emine KAMÇI
Bahçe kapısından girilen odada oturuyordum. Çevrem kalabalıktı. Erkekli kadınlı herkes bir şeyler konuşuyordu ama, ben hiçbir şey anlamıyordum. Ortalık loştu. Sabahın erken saatleri miydi, akşam mı oluyordu, yoksa dışarısı bulutlu muydu, bundan emin değildim. Ancak, odanın lambası da yanmıyordu. Öyle ki, içeriye bir kasvet çökmüştü.
Birden, bahçe kapısı hızla açıldı ve içeriye, tavuk büyüklüğünde, siyah bir kuş süzülüverdi. Sarsıntıdan, iç kapı da aralanmıştı. Öbür odalara kaçmasın diye, kalkıp kapıyı yeniden kapadım.
Bu olaydan, odadakiler hiç de rahatsız olmuşa benzemiyorlardı. Örneğin, biri de kalkıp bahçe kapısını kapatabilirdi. Oysa hiç kimse kılını bile kıpırdatmamıştı. Bu işte bir gariplik vardı. Benim dışımdakiler, hiçbir şey olmamış gibi, aynı hararetle, konuşmalarını sürdürüyorlardı.
Bu garip kuş, -evet gerçekten de garipti- bir insan gibi, önce çevreyi gözleriyle şöyle bir taradıktan sonra, doğruca benim yanıma gelerek, kendisini kucağıma bırakıverdi ve bir kedi rahatlığıyla uykuya daldı.
Odadakilerin bu vurdumduymazlığı, artık canımı sıkmaya başlamıştı. Ben de onları yok saymalıydım ve öyle de yaptım.
Uyuyan bir bebeği, yatağına götürmenin telaşıyla, kuşu yavaşça kollarımın arasına alıp bahçeye çıktım.
Dışarısı da aynı şekilde kasvetliydi ve yine birileri, bahçedeki ağaçların altında oturuyorlardı. Fakat sandalyelere değil, yerlere serdikleri yaygılara oturmuşlardı.
Ben de hiç düşünmeden, yaygılardan birinin üzerine oturdum ve kucağımda bu garip kuş olduğu halde, az sonra da aynı yaygının üzerine, boylu boyunca uzandım.
Dışarıdakiler de tıpkı içerdekiler gibi, bana karşı kayıtsız görünüyorlardı. Ben de onlarla ilgilenmedim ve gözlerimi kapadım.
Kendime geldiğimde, yine yanımda birkaç kişi vardı ve kadın değillerdi.
Birden yine kollarımda yatan kuşu fark ettim ve olanları anımsadım. Ancak bedeninde, geldiği anki kıvraklık yoktu ve bir ölü gibi kendini salmıştı. Bu kez onu daha bir dikkatle inceledim.
Gerçekten de bir ölüydü ve artık nefes almıyordu.
Şu kısacık birliktelik anında bile ona nasıl da alışmış olduğumun farkına vardım ve yokluğundan büyük üzüntü duydum.
Hemen ardından, yerimden bir ok gibi fırlayarak, yanımdakilere, kuşa ne olduğunu sordum.
“Ne olacak, zehirlendi,” dediler hep bir ağızdan.
Öfke içinde:
“Siz mi yaptınız?” diye sordum.
Yine hep bir ağızdan: “Tabii!” dediler ve “Zaten sen de bir ölüsün artık!” diye eklediler.
“Peki, beni kim öldürdü?” diye titreyerek sordum.
İçlerinden kalın seslisi:
“Oo!” diye gürledi ve diğeri, “Onun yokluğu,” diye tamamladı.
Kendi kendime, “Şu garip kuş, beni yokluğuyla öldürüyorsa, insan denen harika yaratığın yokluğu bana ne yapar acaba?” dedim.
Birden, başım dönmeye, ortalık kararmaya başladı ve sonra ben de o karanlıklar içinde kaybolup gittim.
Karanlık bir otobüsün içinde gözlerimi açtığımda, dışarıda bir kadın, ağıtlar yakarak ağlıyordu. Söylediklerini anlayamıyordum ama yitirdiği bir şeylere ya da birilerine ağladığı besbelliydi. Ses, bazen uzaklaşıyor, bazen de yaklaşıyordu. Ben de iyice meraklanıp, ayağa kalktım ve otobüsten indim. Aşağı iner inmez de ağlayan kadınla burun buruna geldim. Elinde bir cezve vardı ve aşağı yukarı gezinip duruyordu.
Merak içinde yanına gittim ve cezvede ne olduğunu sordum.
Kadın, ağlamasını kesmeden ağıtına bir sözcük ekleyerek, “Ruhlar!” diye bağırdı.
Sanki bana yanıt vermiyordu da ağıtını çoğaltıyordu.
Daha çok heyecanlanmıştım ve yine sordum:
“Kimlerin ruhları?”
O da yine aynı tekdüzelikle, “Herkesin!” dedi ve ağlamasını sürdürdü.
Pek bir şey anlamamıştım ama yine de ürpermiştim. “Nasıl yani?” dedim korkarak.
Kendi kendine söyleniyor gibi, “Senin, benim, herkesin!” diye sıraladı bu kez korkum daha da artmıştı bu sözler üzerine.
“Şimdi biz, hepimiz öldük mü yani?” diye mırıldandım kendi kendime ve o garip kuşu da düşünmeden edemedim.
Kadın, düşüncelerimi okumuş gibi, “Evet, o da burada, bu cezvenin içinde,” dedi ve cezveyi hızla elinde sallamaya başladı. Fakat az sonra kolunun gücü tükenmiş gibi, parmakları çözüldü ve cezve serbest kalınca ters bir şekilde yere düştü.
Kadın doğru söylemişti. Gerçekten de cezve boş değildi. Yere düşer düşmez, sanki grimsi bir bulut kümesi gökyüzüne yükselmişti ve bu kümenin içinde, birçok siyah kuş vardı.
Kadın, “Sonunda gittiler,” dedi huzurlu bir şekilde. Artık ağlamıyordu.
Bahçe kapısından girilen odada oturuyordum. Çevrem kalabalıktı. Erkekli kadınlı herkes bir şeyler konuşuyordu ama, ben hiçbir şey anlamıyordum. Ortalık loştu. Sabahın erken saatleri miydi, akşam mı oluyordu, yoksa dışarısı bulutlu muydu, bundan emin değildim. Ancak, odanın lambası da yanmıyordu. Öyle ki, içeriye bir kasvet çökmüştü.
Birden, bahçe kapısı hızla açıldı ve içeriye, tavuk büyüklüğünde, siyah bir kuş süzülüverdi. Sarsıntıdan, iç kapı da aralanmıştı. Öbür odalara kaçmasın diye, kalkıp kapıyı yeniden kapadım.
Bu olaydan, odadakiler hiç de rahatsız olmuşa benzemiyorlardı. Örneğin, biri de kalkıp bahçe kapısını kapatabilirdi. Oysa hiç kimse kılını bile kıpırdatmamıştı. Bu işte bir gariplik vardı. Benim dışımdakiler, hiçbir şey olmamış gibi, aynı hararetle, konuşmalarını sürdürüyorlardı.
Bu garip kuş, -evet gerçekten de garipti- bir insan gibi, önce çevreyi gözleriyle şöyle bir taradıktan sonra, doğruca benim yanıma gelerek, kendisini kucağıma bırakıverdi ve bir kedi rahatlığıyla uykuya daldı.
Odadakilerin bu vurdumduymazlığı, artık canımı sıkmaya başlamıştı. Ben de onları yok saymalıydım ve öyle de yaptım.
Uyuyan bir bebeği, yatağına götürmenin telaşıyla, kuşu yavaşça kollarımın arasına alıp bahçeye çıktım.
Dışarısı da aynı şekilde kasvetliydi ve yine birileri, bahçedeki ağaçların altında oturuyorlardı. Fakat sandalyelere değil, yerlere serdikleri yaygılara oturmuşlardı.
Ben de hiç düşünmeden, yaygılardan birinin üzerine oturdum ve kucağımda bu garip kuş olduğu halde, az sonra da aynı yaygının üzerine, boylu boyunca uzandım.
Dışarıdakiler de tıpkı içerdekiler gibi, bana karşı kayıtsız görünüyorlardı. Ben de onlarla ilgilenmedim ve gözlerimi kapadım.
Kendime geldiğimde, yine yanımda birkaç kişi vardı ve kadın değillerdi.
Birden yine kollarımda yatan kuşu fark ettim ve olanları anımsadım. Ancak bedeninde, geldiği anki kıvraklık yoktu ve bir ölü gibi kendini salmıştı. Bu kez onu daha bir dikkatle inceledim.
Gerçekten de bir ölüydü ve artık nefes almıyordu.
Şu kısacık birliktelik anında bile ona nasıl da alışmış olduğumun farkına vardım ve yokluğundan büyük üzüntü duydum.
Hemen ardından, yerimden bir ok gibi fırlayarak, yanımdakilere, kuşa ne olduğunu sordum.
“Ne olacak, zehirlendi,” dediler hep bir ağızdan.
Öfke içinde:
“Siz mi yaptınız?” diye sordum.
Yine hep bir ağızdan: “Tabii!” dediler ve “Zaten sen de bir ölüsün artık!” diye eklediler.
“Peki, beni kim öldürdü?” diye titreyerek sordum.
İçlerinden kalın seslisi:
“Oo!” diye gürledi ve diğeri, “Onun yokluğu,” diye tamamladı.
Kendi kendime, “Şu garip kuş, beni yokluğuyla öldürüyorsa, insan denen harika yaratığın yokluğu bana ne yapar acaba?” dedim.
Birden, başım dönmeye, ortalık kararmaya başladı ve sonra ben de o karanlıklar içinde kaybolup gittim.
Karanlık bir otobüsün içinde gözlerimi açtığımda, dışarıda bir kadın, ağıtlar yakarak ağlıyordu. Söylediklerini anlayamıyordum ama yitirdiği bir şeylere ya da birilerine ağladığı besbelliydi. Ses, bazen uzaklaşıyor, bazen de yaklaşıyordu. Ben de iyice meraklanıp, ayağa kalktım ve otobüsten indim. Aşağı iner inmez de ağlayan kadınla burun buruna geldim. Elinde bir cezve vardı ve aşağı yukarı gezinip duruyordu.
Merak içinde yanına gittim ve cezvede ne olduğunu sordum.
Kadın, ağlamasını kesmeden ağıtına bir sözcük ekleyerek, “Ruhlar!” diye bağırdı.
Sanki bana yanıt vermiyordu da ağıtını çoğaltıyordu.
Daha çok heyecanlanmıştım ve yine sordum:
“Kimlerin ruhları?”
O da yine aynı tekdüzelikle, “Herkesin!” dedi ve ağlamasını sürdürdü.
Pek bir şey anlamamıştım ama yine de ürpermiştim. “Nasıl yani?” dedim korkarak.
Kendi kendine söyleniyor gibi, “Senin, benim, herkesin!” diye sıraladı bu kez korkum daha da artmıştı bu sözler üzerine.
“Şimdi biz, hepimiz öldük mü yani?” diye mırıldandım kendi kendime ve o garip kuşu da düşünmeden edemedim.
Kadın, düşüncelerimi okumuş gibi, “Evet, o da burada, bu cezvenin içinde,” dedi ve cezveyi hızla elinde sallamaya başladı. Fakat az sonra kolunun gücü tükenmiş gibi, parmakları çözüldü ve cezve serbest kalınca ters bir şekilde yere düştü.
Kadın doğru söylemişti. Gerçekten de cezve boş değildi. Yere düşer düşmez, sanki grimsi bir bulut kümesi gökyüzüne yükselmişti ve bu kümenin içinde, birçok siyah kuş vardı.
Kadın, “Sonunda gittiler,” dedi huzurlu bir şekilde. Artık ağlamıyordu.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.