Bir kadın kucağında bir bebekle poz veriyor. Arka planda "POLİS" yazılı bir polis şeridi var. Ön planda, dört küçük renkli fotoğraflarda farklı bebekler ve küçük çocuklar görülüyor. Fotoğraflardan biri, bir çocuğun ağzında emzikle yatarken çekilmiş. Diğer fotoğraflarda çocuklar farklı pozlarda ve mekanlarda. Ortadaki fotoğrafın üzerinde: "Nefesim perişanım diyemem bir tanem nur içimde uyumak istedim sen". Yazısı var.
YAZAN: Sultan ÇAMUR KARATAŞ Merhaba Umudun Kadınları izleyicileri. Kasım Ayındayız. Sevgili Atatürk’ümüzün sonsuzluğa uğurlandığı ay. Televizyonda bir şirketin 10 Kasım anması için hazırladığı bir video izledim ve çok etkilendim. Bir yerinde “Eserin bize emanet.” yazıyordu. İzmir Selçuk’ta beş çocuğun yanarak öldüğü haberini aldığımda kahroldum ve aklıma bu ifade geldi. “Eserin bize emanet.” Biz o esere layığıyla sahip çıkabildik mi? Atatürk “Cumhuriyet Bilhassa Kimsesizlerin Kimsesidir” dememiş miydi? O beş çocuk sahip çıkılması gereken kimsesizlerdi. Anneleri ve babaları olmasına rağmen. Çünkü baba birçok suç geçmişi ile hapishanede ve anne çocuklara bakabilecek durumda değil. Sonuç: Anayasasında ‘sosyal devlet olduğu ve anne ve çocukların korunmasının öncelikli olduğu’ yazan, Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamış olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, beş çocuğu koruyamadı, yaşatamadı. Devlet, çocukların hangi yaşam koşullarında yaşamaya çalıştıklarını biliyordu. Anne hurda toplayarak geçim sağlamaya çalışıyordu. İşe gittiğinde en büyüğü beş, en küçüğü bir yaşında olan beş çocuğu, yaşadıkları elektrik sobasıyla ısınan derme çatma barakada, üzerlerine kapıyı kilitleyerek yalnız başlarına bırakıyordu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkilileri 18 kez aileyi ziyarete gittiklerini ve durumu tespit ettiklerini söyledi. Eğer gidilmeseydi, görülmeseydi devlet görevini ihmal etmiş diye düşünecektim. Şimdi ise gereğini yapmamakla suç işledi diye düşünüyorum. İktidarın grup başkan vekili, aileyi 18 kez ziyaretin takdir edilecek bir durum olduğunu düşünüyor. Ben ise bile bile suç işlemek olduğunu düşünüyorum. Bu ziyaretlerin sonucunda ne yaptılar? “Ailenin bütünlüğünün korunması politikası” diye diye hem çocuklar canından oldu, hem o anne yaşarken öldü. Kadınların ve çocukların yaşamı pahasına aileyi koruma politikasını sürdürüyorlar. Aile ekonomik olarak desteklenerek çocuklarıyla birlikte yaşamaları sağlanabilseydi, en güzeli olurdu. Kadına iş bulup çalışmasını, çocukların da kreşte kalmasını sağlamak sosyal devletin görevi. Yaşadıkları kültürel ortam buna uygun değilse, kadını çocuklarıyla birlikte sığınmaevine yerleştirip, bilinçlenmesi, doğum kontrol yöntemlerini öğrenmesi, meslek edinme fırsatı sağlanması mümkün. Yoksulluğun en büyük şiddet olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Diyelim ki kadın ve eşi bu çözümleri kabul etmedi, “ne haliniz varsa görün” diye öylece bırakacak mıyız? İhmale uğrayan ve tehlike altında olan beş çocuk kaderlerine terkedildi. Yasalar ailenin karşı çıkmasına rağmen, bu çocukların ‘yüksek yararı’ gözetilerek koruma altına almasını, devlete görev olarak veriyor. Böyle durumlarda devlet çocuğu aileye karşı da korumak zorunda. Çocuk koruma sistemi işletilmemiş. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı sürecin takipçisi olacakmış. Üzüntüsünü elindeki kâğıttan okuyarak bildiren Bakan, hangi sürecin takipçisi olacak? Çocuklar öldü, anne perişan. Konu zaten savcılığın sorumluluğuna geçmiş. Bakanlık yasaları işletmesi gereken sorumlulardan biri olarak, çocukların ve kadının korunması için gereken süreçleri izlememiş. Şimdi günah keçisi olarak seçilen annenin alacağı cezanın yüksek olması için mi süreci izleyecek? Anneyi “uygunsuz yaşam tarzı, hem yoksul hem çok çocuklu” dokundurmalarıyla toplum karşısında da mahkûm ederek sorumluluğu yüklüyorlar. Peki, bakan ve görevli onca personel hakkında görevini ihmalden yürütülecek soruşturmalar nerede? “Biz nerede hata yaptık?” diye değerlendirme yapılmayacak mı? Hiçbir sorumlu istifa etmeyecek mi? Ayrıca o bölgede benzer koşullarda yaşayan kaç kadın ve çocuk var, biliniyor mu? Bir felaket daha yaşanmadan gereken önlemler alınıyor mu? Çocuğu korumak öncelikli olarak devletin sorumluluğunda olduğu için vatandaş olarak bunların yanıtını bekliyorum. Çocukların cenaze töreninde duyarlı imam, ‘helallik’ istemedi. Onlara karşı ne hakkımız var ki? O minik canlar da kendilerini koruyamayanlara haklarını helal etmesinler. Atatürk 1930’larda, kadınlar da çalışabilsin diye fabrikalar açıp, eğitim salonları, spor salonları, lokaller ekleyip, bahçesine de kreşler yapan bir liderdir. Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesidir” diyerek korunması gerekenlerin korunması yolunu göstermiştir. Atam, biz sana layık olamadık. Sana layık sorumlular seçemedik. Emanet ettiğin eserini koruyamadık. Özür dilerim. 15 Kasım 2024

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.