Yazan: Emine ORTAKAYA
Merhaba,
Elimden geldiğince 10. Sayımızda Zehra Maviş arkadaşımızın ‘En Büyük Engel Kalplerimizde’ adlı yazısını baz alarak 3 Aralık Dünya Engelliler günü dolayısıyla bir şeyler karalayacağım. Umarım becerebilirim ve umarım siz okur-dinlerlerimiz de değerlendirip benimkinin üzerine bir şeyler yazarsınız. Zehra Maviş bizi her ay yazılarıyla destekleyen genç ve aklı olgun bir arkadaşımız. Böylece bizi hem yabancı bir kültür hem de gençlik alanından haberdar ediyor. Tam da 3 Aralık öncesi Engelli konusunu işlemesi bu konuyu müzakereye açmak bakımından çok isabetli olmuş.
Hatırlarsanız, yazarımız o yazısında okuduğu bir hikâyede jimnastik öğrenmek ve yapmak isteyen engelli bir çocuğun olumsuz tecrübesiyle kendisinin Türkiye’de geçirdiği öğrenim hayatındaki olumsuzlukları karşılaştırıyor ve bunun üzerinden bazı değerlendirmeler yapıyordu. Bu olumsuzlukların tek sebebi tabii ki okul idarelerinin ve velilerin hem başlarına ekstra bir iş almamaları hem de belki de içten içe düşündükleri engelliliğin bulaşıcı olduğu tezi. Bunu ben de bir yerlerden hatırlıyorum; lisede çok yakın olduğumuz iki kız kardeşten birinin gözünde bir sorun olmuştu ve ilk tepki olarak anneleri onlara benimle fazla gezmemelerini öğütlemişti. Bu durumda acaba bir buçuk iki aydır retinasından sorun yaşayan Sultan Çamur Karataş arkadaşımız da bizimle olmayı bırakmalı mı?
Elbette ironi yapıyorum; ne yazarımız Sultan Çamur Karataş engelliliğin bulaşıcı olduğunu düşünecek kadar bilinçsizdir ve bu nedenle bizden ayrılmayı kafasından geçirir, ne de biz onun yakasını kolay kolay bırakırız… Halk arasındaki bu inanış için söyleyebileceğim tek şey, bilinç seyahate çıkınca, insanların kafasında onun yerini boş inanışlar, tevatürler, aslı astarı olmayan garip kanılar ve sanılar doldurur.
Aynı şekilde yazarımız da okuduğu hikâyeyi analiz ederken; ‘öğretmenin, engelli çocuğa destek verse bile, ona tam olarak inanmadığını, öğretmenin öteki çocukları engelli arkadaşlarına iyi davranmadıkları takdirde ceza vermekle tehdit etmesi çok da mantıklı bir hareket değil. “Öğretmen hatalıdır, çünkü çocuklar hikâyeye göre 9/10 yaş aralığındadır. Bu tür çocukların acıma duyguları gelişmediğinden bu konuşmayı çocuklara yapmak yerine ailelere yapmalıdır.”
Burada, öğretmenin mecburiyetten destek verdiğini, aslında engelli çocuğun gelişeceğine çok inanmadığı konusunda yazarımıza katılıyorum fakat ilkokul çağındaki çocuklarda acıma duygusunun gelişmediği söyleminin başka şekilde ifade edilmesinden yanayım. Biz buna duygusal gelişim veya olgunlaşmasını tamamlamamış, daha da olmadı “çocuklar acımasız olurlar” diyebiliriz. Çünkü eğer yazarımızın söylemini kabul edecek olursak, engellilere acıma duygusuyla yaklaşılması gerektiği veya engellilerin acınası varlıklar olduğu gibi bir anlam çıkabilir ki, bu çok uygunsuz, istenmeyen bir kanı uyandırır. Her halükârda ben yazarımızın kastının bu olmadığını, daha çok vicdani bir gelişmeden-olgunlaşmadan söz ettiğini düşünüyorum.
Engellilere uygulanan sözlü / psikolojik şiddet konusunda yazarımıza katılıyorum. Biz engelliler topluma bir ayna tutuyoruz; herkes kendi meşrebince bir tutum takınıyor ya da yaklaşımda bulunuyor. Eğer engellinin karşısındaki engelsiz kişi kendine güvenen, hayatın başka türlü zorluklarını yaşamış bir kişiyse, engelliye gayet dostça ve yardım ederken hiç aşağılamadan davranır, eğer kişi risk almaktan korkuyorsa, kendine güveni yoksa karşısındaki engelliyi küçümsemelere doyamaz. Yazarımız bu durumda hem bireysel hem de toplumsal mücadeleyi öneriyor ki katılıyorum.
Ancak, Zehra Maviş, “kendimi bir engelli birey olarak görmüyorum, ben görememenin bir engel olduğuna inanmıyorum. Aynı şekilde herkesin de böyle düşünmesi gerektiğini savunuyorum. Hayatta en büyük engelin, engeli olmadığı halde düşünceleriyle bizleri saplantı haline getiren kişilerin, asıl öyle düşünen insanların kendisinin engelli olduğunu söylüyorum.” diyor. Bense asıl bu görüşle kavgalıyım. Yazarımız o kadarını dememiş ama günümüzde bazı engelli dostlarımız “SAĞLAMCI BAKIŞ açısına karşı çıkacağım” diye örneğin, körlüğün herkesin farklı göz renginin olması gibi bir fark olduğunu ileri sürmektedirler ki, bence baştan aşağı zırva bir yaklaşımdır. Yüzde yüz görme gücüne sahip bir kahverengi gözle bir çift mavi göz aynı büyüklükteki şeyleri eşit uzaklıktan hiçbir görme aracı kullanmaksızın görebilir fakat bizim gibi tam körlerin göz rengi ne olursa olsun burnunun ucunu göremez. Hiç kimse mavi ya da siyah gözlü birine göz rengi farkından dolayı yardımcı olmaya kalkmaz ama göz rengi ne olursa olsun bir
görmeyene kendiliğinden yardım etmeye çalışır. Bu da boş bir yardım etme güdüsünden kaynaklanmaz.
Biz engelliyiz fakat şu da kesin ki aşağılık, aciz yaratıklar değiliz. İnsan olmak bakımından ve engelli olmak bakımından haklara sahibiz. En önemli mücadele noktamız bu hakları elde etmek, birer hukuk varlığı olarak uygulatmak ve bunun da ilk şartı, gerçekten de engelli olduğumuzu kabul etmek… Aksi halde tam olarak hangi hakları talep edeceğimiz konusunda bocalayıp sürecin iyice uzamasına ve boşa düşmesine neden olabiliriz. Kolu ya da bacağı eksik olan birine “Aslında sen engelli değilsin. Senin engelli olduğunu düşünen engellidir.” deyip, sonra da engelli hakları mücadelesi vermesini beklemek ne kadar çelişkili bir durumdur.
Engelliyiz fakat yeteneksiz değiliz. Her farklı engel grubuna dâhil olanların farklı yapabileceği şeyler bulunur. Her bir uzvumuzun eksikliğini diğer uzuvlarımızın yetilerini daha da geliştirerek kapatmaya çalışırız. O nedenledir ki örneğin, bir görmeyen kulaklarının yardımına daha çok ihtiyaç duyar ve detaylı işitme tekniklerini devreye sokar. Bir işitme engelli dudak okuma konusunda kendini daha çok geliştirir. Bu liste uzar, gider ama biz sınırlı yazımızla bunu daha çok uzatamayız.
Engellisi-engelsizi her insan bir değerdir ve onların yaşama katılmak için verdikleri mücadele çok kıymetlidir. Tek dileğimiz, toplumun da daha büyük oranda böyle mücadelelere destek olmasıdır.
Zehra Maviş arkadaşımıza, bu vesileyle bu konuda biraz da olsa kafa yormamda yazısıyla önümü açtığı için çok teşekkür ederim. Ne zaman kazanımlarımız kayıplarımızdan daha çok olmaya başlar, işte o zaman 3 Aralıklar biz engelliler için bayram gibi kutlanmaya başlanabilir.
18 Aralık 2022
Merhaba,
Elimden geldiğince 10. Sayımızda Zehra Maviş arkadaşımızın ‘En Büyük Engel Kalplerimizde’ adlı yazısını baz alarak 3 Aralık Dünya Engelliler günü dolayısıyla bir şeyler karalayacağım. Umarım becerebilirim ve umarım siz okur-dinlerlerimiz de değerlendirip benimkinin üzerine bir şeyler yazarsınız. Zehra Maviş bizi her ay yazılarıyla destekleyen genç ve aklı olgun bir arkadaşımız. Böylece bizi hem yabancı bir kültür hem de gençlik alanından haberdar ediyor. Tam da 3 Aralık öncesi Engelli konusunu işlemesi bu konuyu müzakereye açmak bakımından çok isabetli olmuş.
Hatırlarsanız, yazarımız o yazısında okuduğu bir hikâyede jimnastik öğrenmek ve yapmak isteyen engelli bir çocuğun olumsuz tecrübesiyle kendisinin Türkiye’de geçirdiği öğrenim hayatındaki olumsuzlukları karşılaştırıyor ve bunun üzerinden bazı değerlendirmeler yapıyordu. Bu olumsuzlukların tek sebebi tabii ki okul idarelerinin ve velilerin hem başlarına ekstra bir iş almamaları hem de belki de içten içe düşündükleri engelliliğin bulaşıcı olduğu tezi. Bunu ben de bir yerlerden hatırlıyorum; lisede çok yakın olduğumuz iki kız kardeşten birinin gözünde bir sorun olmuştu ve ilk tepki olarak anneleri onlara benimle fazla gezmemelerini öğütlemişti. Bu durumda acaba bir buçuk iki aydır retinasından sorun yaşayan Sultan Çamur Karataş arkadaşımız da bizimle olmayı bırakmalı mı?
Elbette ironi yapıyorum; ne yazarımız Sultan Çamur Karataş engelliliğin bulaşıcı olduğunu düşünecek kadar bilinçsizdir ve bu nedenle bizden ayrılmayı kafasından geçirir, ne de biz onun yakasını kolay kolay bırakırız… Halk arasındaki bu inanış için söyleyebileceğim tek şey, bilinç seyahate çıkınca, insanların kafasında onun yerini boş inanışlar, tevatürler, aslı astarı olmayan garip kanılar ve sanılar doldurur.
Aynı şekilde yazarımız da okuduğu hikâyeyi analiz ederken; ‘öğretmenin, engelli çocuğa destek verse bile, ona tam olarak inanmadığını, öğretmenin öteki çocukları engelli arkadaşlarına iyi davranmadıkları takdirde ceza vermekle tehdit etmesi çok da mantıklı bir hareket değil. “Öğretmen hatalıdır, çünkü çocuklar hikâyeye göre 9/10 yaş aralığındadır. Bu tür çocukların acıma duyguları gelişmediğinden bu konuşmayı çocuklara yapmak yerine ailelere yapmalıdır.”
Burada, öğretmenin mecburiyetten destek verdiğini, aslında engelli çocuğun gelişeceğine çok inanmadığı konusunda yazarımıza katılıyorum fakat ilkokul çağındaki çocuklarda acıma duygusunun gelişmediği söyleminin başka şekilde ifade edilmesinden yanayım. Biz buna duygusal gelişim veya olgunlaşmasını tamamlamamış, daha da olmadı “çocuklar acımasız olurlar” diyebiliriz. Çünkü eğer yazarımızın söylemini kabul edecek olursak, engellilere acıma duygusuyla yaklaşılması gerektiği veya engellilerin acınası varlıklar olduğu gibi bir anlam çıkabilir ki, bu çok uygunsuz, istenmeyen bir kanı uyandırır. Her halükârda ben yazarımızın kastının bu olmadığını, daha çok vicdani bir gelişmeden-olgunlaşmadan söz ettiğini düşünüyorum.
Engellilere uygulanan sözlü / psikolojik şiddet konusunda yazarımıza katılıyorum. Biz engelliler topluma bir ayna tutuyoruz; herkes kendi meşrebince bir tutum takınıyor ya da yaklaşımda bulunuyor. Eğer engellinin karşısındaki engelsiz kişi kendine güvenen, hayatın başka türlü zorluklarını yaşamış bir kişiyse, engelliye gayet dostça ve yardım ederken hiç aşağılamadan davranır, eğer kişi risk almaktan korkuyorsa, kendine güveni yoksa karşısındaki engelliyi küçümsemelere doyamaz. Yazarımız bu durumda hem bireysel hem de toplumsal mücadeleyi öneriyor ki katılıyorum.
Ancak, Zehra Maviş, “kendimi bir engelli birey olarak görmüyorum, ben görememenin bir engel olduğuna inanmıyorum. Aynı şekilde herkesin de böyle düşünmesi gerektiğini savunuyorum. Hayatta en büyük engelin, engeli olmadığı halde düşünceleriyle bizleri saplantı haline getiren kişilerin, asıl öyle düşünen insanların kendisinin engelli olduğunu söylüyorum.” diyor. Bense asıl bu görüşle kavgalıyım. Yazarımız o kadarını dememiş ama günümüzde bazı engelli dostlarımız “SAĞLAMCI BAKIŞ açısına karşı çıkacağım” diye örneğin, körlüğün herkesin farklı göz renginin olması gibi bir fark olduğunu ileri sürmektedirler ki, bence baştan aşağı zırva bir yaklaşımdır. Yüzde yüz görme gücüne sahip bir kahverengi gözle bir çift mavi göz aynı büyüklükteki şeyleri eşit uzaklıktan hiçbir görme aracı kullanmaksızın görebilir fakat bizim gibi tam körlerin göz rengi ne olursa olsun burnunun ucunu göremez. Hiç kimse mavi ya da siyah gözlü birine göz rengi farkından dolayı yardımcı olmaya kalkmaz ama göz rengi ne olursa olsun bir
görmeyene kendiliğinden yardım etmeye çalışır. Bu da boş bir yardım etme güdüsünden kaynaklanmaz.
Biz engelliyiz fakat şu da kesin ki aşağılık, aciz yaratıklar değiliz. İnsan olmak bakımından ve engelli olmak bakımından haklara sahibiz. En önemli mücadele noktamız bu hakları elde etmek, birer hukuk varlığı olarak uygulatmak ve bunun da ilk şartı, gerçekten de engelli olduğumuzu kabul etmek… Aksi halde tam olarak hangi hakları talep edeceğimiz konusunda bocalayıp sürecin iyice uzamasına ve boşa düşmesine neden olabiliriz. Kolu ya da bacağı eksik olan birine “Aslında sen engelli değilsin. Senin engelli olduğunu düşünen engellidir.” deyip, sonra da engelli hakları mücadelesi vermesini beklemek ne kadar çelişkili bir durumdur.
Engelliyiz fakat yeteneksiz değiliz. Her farklı engel grubuna dâhil olanların farklı yapabileceği şeyler bulunur. Her bir uzvumuzun eksikliğini diğer uzuvlarımızın yetilerini daha da geliştirerek kapatmaya çalışırız. O nedenledir ki örneğin, bir görmeyen kulaklarının yardımına daha çok ihtiyaç duyar ve detaylı işitme tekniklerini devreye sokar. Bir işitme engelli dudak okuma konusunda kendini daha çok geliştirir. Bu liste uzar, gider ama biz sınırlı yazımızla bunu daha çok uzatamayız.
Engellisi-engelsizi her insan bir değerdir ve onların yaşama katılmak için verdikleri mücadele çok kıymetlidir. Tek dileğimiz, toplumun da daha büyük oranda böyle mücadelelere destek olmasıdır.
Zehra Maviş arkadaşımıza, bu vesileyle bu konuda biraz da olsa kafa yormamda yazısıyla önümü açtığı için çok teşekkür ederim. Ne zaman kazanımlarımız kayıplarımızdan daha çok olmaya başlar, işte o zaman 3 Aralıklar biz engelliler için bayram gibi kutlanmaya başlanabilir.
18 Aralık 2022
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.