YAZAN: Nimet ÖZGİZEP
Çocukken üşütüp grip, zatürre olmamak ne mümkün. O zaman sigorta var mıydı bilemiyorum. Öyle doktora gitmek de yoktu. Anacığımın elleri şifa kaynağıydı. İki ovar bir tıpışlar, kalk şöyle bir silkin, “ben iyiyim de” derdi. Üşüttüysek, yağda pul biberi yakar, pamukla ıslatarak sırtımıza, göğsümüze sürer, üstüne gazete kağıdı ve tülbent örter yatardık. Sabah kalktığımızda iyi hissederdik. Hiç unutmam kışın kar yağdığında, üzerimizde bir kazak, ayağımız çıplak saatlerce kayar, karda oynardık. Ama hiç hastalanmazdık. Hastalansak bile oynamaya çıkabilmek için “İyiyim anne, bak nasıl hopluyorum” derdim. Nesil sağlammış. Çocuk yaşımızda kendi kendimize büyüdük, annem çalışıyordu. Bizlere ablam Muazzez bakar, yemeğimizi yapar, herşeyimizle ilgilenirdi. Biz çocuk o da çocuk. Öyle çamaşır makinası, bulaşık makinası, ocaklı fırın hak getire. Herşey bilek gücü...
Sabah kahvaltılarımız neşe içinde geçerdi. Annem pazar günleri evde olur, sabah erken kalkar ve günün en sevilen altüst böreğini yapardı. Ben kenar severdim. Kıtır kısımlarını bana verirdi anneciğim. Diğer günlerde kış aylarında soba kenarına sofra kurulur, yer sofrasının etrafında yerimizi alırdık. Sobaya en yakın oturan ekmeği yapıştırır, çıkan ses ve koku bizleri çok mutlu ederdi. Sanayağı eşliğinde iştahla yerdik kızarmış ekmeğimizi. Her sabah kiloya yakın beyaz peynir biterdi. Evde yumurta sucuk piştiği zaman bayram olur, lokmalar bütün yutulurdu.
Çok çeşidimiz olmasa da mutluluğu katık ederdik yediklerimize.
Bizler programlanmış çocuklar olmadık. Oyunlarımızdan, kendi yaptığımız oyuncaklarımızdan keyif aldık. Mutluluğun resmi çocukluğumuzdaki gülen yüzlerimizdi.....
Anılar ve hayaller olmasa hayattan tad alabilir miyiz? İnsan hayatı acı tatlı izler bırakır ruhlarda ve bedende. Çocukluğuma gittim yine bu pandemi döneminde. Bizim neslin kaçının evinde akan su vardı ki. Çoğumuz mahalle çeşmesinden doldururduk kovalarımızı, helkelerimizi. Öyle plastikler, naylon torbalar hayatımıza henüz girmemişti. Testiler vardı içme suyunu doldurduğumuz, yine künklerimiz vardı turşu kurduğumuz. Buzdolabı, tüplü ocak, elektrikli aletler henüz hayatımızda yoktu....Hazır giyim Samanpazarında satılır onları da herkes alamazdı. Sobada ısıtma sularla yapılırdı banyolar. Yeşil sabun neyimize yetmiyordu? En azından sağlıklıydı. Taşına suyla çanaşır yıkanır eller kızarır. Odun yakılır üzerine teneke çamaşırlar kaynatılırdı. Ama biz çok mutlu geçirdik çocukluğumuzu. Yaratıcıydık, oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Gelmek istediğim nokta. Kuraklık, elektrik kesintileri hatta yokluğu bizim neslimizi yıkmaz, hiç zorluk da çekmeyiz geri dönüşlerde. Yeter ki ekmeğimiz, pişirecek aşımız olsun.
Çocukken üşütüp grip, zatürre olmamak ne mümkün. O zaman sigorta var mıydı bilemiyorum. Öyle doktora gitmek de yoktu. Anacığımın elleri şifa kaynağıydı. İki ovar bir tıpışlar, kalk şöyle bir silkin, “ben iyiyim de” derdi. Üşüttüysek, yağda pul biberi yakar, pamukla ıslatarak sırtımıza, göğsümüze sürer, üstüne gazete kağıdı ve tülbent örter yatardık. Sabah kalktığımızda iyi hissederdik. Hiç unutmam kışın kar yağdığında, üzerimizde bir kazak, ayağımız çıplak saatlerce kayar, karda oynardık. Ama hiç hastalanmazdık. Hastalansak bile oynamaya çıkabilmek için “İyiyim anne, bak nasıl hopluyorum” derdim. Nesil sağlammış. Çocuk yaşımızda kendi kendimize büyüdük, annem çalışıyordu. Bizlere ablam Muazzez bakar, yemeğimizi yapar, herşeyimizle ilgilenirdi. Biz çocuk o da çocuk. Öyle çamaşır makinası, bulaşık makinası, ocaklı fırın hak getire. Herşey bilek gücü...
Sabah kahvaltılarımız neşe içinde geçerdi. Annem pazar günleri evde olur, sabah erken kalkar ve günün en sevilen altüst böreğini yapardı. Ben kenar severdim. Kıtır kısımlarını bana verirdi anneciğim. Diğer günlerde kış aylarında soba kenarına sofra kurulur, yer sofrasının etrafında yerimizi alırdık. Sobaya en yakın oturan ekmeği yapıştırır, çıkan ses ve koku bizleri çok mutlu ederdi. Sanayağı eşliğinde iştahla yerdik kızarmış ekmeğimizi. Her sabah kiloya yakın beyaz peynir biterdi. Evde yumurta sucuk piştiği zaman bayram olur, lokmalar bütün yutulurdu.
Çok çeşidimiz olmasa da mutluluğu katık ederdik yediklerimize.
Bizler programlanmış çocuklar olmadık. Oyunlarımızdan, kendi yaptığımız oyuncaklarımızdan keyif aldık. Mutluluğun resmi çocukluğumuzdaki gülen yüzlerimizdi.....
Anılar ve hayaller olmasa hayattan tad alabilir miyiz? İnsan hayatı acı tatlı izler bırakır ruhlarda ve bedende. Çocukluğuma gittim yine bu pandemi döneminde. Bizim neslin kaçının evinde akan su vardı ki. Çoğumuz mahalle çeşmesinden doldururduk kovalarımızı, helkelerimizi. Öyle plastikler, naylon torbalar hayatımıza henüz girmemişti. Testiler vardı içme suyunu doldurduğumuz, yine künklerimiz vardı turşu kurduğumuz. Buzdolabı, tüplü ocak, elektrikli aletler henüz hayatımızda yoktu....Hazır giyim Samanpazarında satılır onları da herkes alamazdı. Sobada ısıtma sularla yapılırdı banyolar. Yeşil sabun neyimize yetmiyordu? En azından sağlıklıydı. Taşına suyla çanaşır yıkanır eller kızarır. Odun yakılır üzerine teneke çamaşırlar kaynatılırdı. Ama biz çok mutlu geçirdik çocukluğumuzu. Yaratıcıydık, oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Gelmek istediğim nokta. Kuraklık, elektrik kesintileri hatta yokluğu bizim neslimizi yıkmaz, hiç zorluk da çekmeyiz geri dönüşlerde. Yeter ki ekmeğimiz, pişirecek aşımız olsun.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.