YAZAN: Menekşe KOÇAK
İçinde yaşadığımız ekonomik kriz ve pandeminin etkileri bizleri iyice yalnızlaştırdı. Çaresizlik duygusunu çok derinden hissetmemize neden oldu. Derdimizi anlatacak, halimizden anlayan birini arar olduk. Tıpkı ünlü şair Cahit Külebi’nin “Anlarsın” adlı şiirinde dile getirdiği gibi...
ANLARSIN
Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın
“Öyle halsizim ki hiç sorma / Anlarsın” Kendimizi bu dizelerde anlatıldığı gibi yorgun hissedip, bizi anlayan bir dost hayali kuruyoruz. Ansızın gelen, dertlerimizi ve hayallerimizi, bizi yargılamadan dinleyen bir dost arayışındayız; çünkü şehir yaşamı, empati kurma becerisini azalttığı için kalabalıklar içinde yalnızlaştırıyor bizi...
Peki nedir bu empati kurma becerisi?
Doğan Cüceloğlu, bir televizyon programında, empati kurma becerisini çok güzel anlatır: “Köy kahvesinde otururken yanıma bir adam geldi. Ondan bundan konuşurken adama; “İyi ilişkiler geliştirmek için empati kurmak gerekir.” diye kendimce akıl vermeye başladım. Adam, “Empati nedir ki?” diye sordu. “Karşınızdaki insanın yaşadığı duyguyu anlamak ve ona yardım etmek yani onun yerine kendimizi koyabilmek.” diye açıkladım. Adam yüzüme baktı. “Biz ona halden anlamak deriz.” dedi.
Köylü amcanın, halden anlamak olarak tanımladığı empati kelimesinin Türkçe karşılığı; Türk Dil Kurumu Sözlüğünde, “duygudaşlık, duyumsama, eşgüdüm” olarak verilir ve şöyle tanımlanır: “Onun için ne ifade ettiğini anlayarak başka insanların yaşam ve deneyimlerine dahil olmak.” Bu tanımdaki, “insanların yaşam ve deneyimlerine dâhil olmak” ifadesi çok önemli; çünkü paylaşarak yaşamanın önemini vurguluyor.
Köy, kasaba hayatında insanlar, birbirlerinin cenaze merasimlerine, düğünlerine, kavgalarına yani yaşamına dâhil olur. Bu anları paylaşır. Bu da empati kurma becerisini geliştirir. Yaşamı kolaylaştırır. Ancak topluluğun kuralları dışına çıkıldığında da mahalle baskısına neden olur.
Şehir yaşamı ise özgürlüktür. Kimse kimseyi tanımaz, sorgulamaz...Bu cazip gelir insana...Oysa bu özgürlüğün bedeli yalnızlaşmaktır... Çünkü empati duygusunu geliştiren toplu yaşam paylaşımları azalmıştır. Mesela karşı binadan çıkan cenaze kimdir, neden vefat etmiştir, geride kimler kalmıştır, bilmezsiniz... Bilmediğiniz için de üzülmezsiniz. Öyle ki televizyon dizisinde ölen birinin cenazesini izlerken, gerçek olmadığını bile bile üzülürsünüz.
Gerçek şu ki şehir yaşamında empati kurmayı geliştirecek paylaşımlar her geçen gün azalıyor. Bizler “Ne olacak canım empati duygusu da gelişmeyi versin?” diyemeyiz; çünkü empati kuramayan insanda merhamet duygusu gelişmez. Unutmayalım ki merhamet duygusu ile beslenen vicdan; insanın davranışlarını, test ettiği bir mihenk taşıdır.
Bir kişinin hakkı olanı alırken, vicdanınız, haksızlığa uğrayan insanın üzüleceğini, kul hakkının haram olacağını size hatırlatır. Vicdanınızın sesini dinler, vaz geçersiniz. Eğer toplumda bal tutan parmağını yalar, tek doğrucu Mahmut ben miyim, gemisini kurtaran kaptan gibi bencilliği öne çıkaran ve haksızlığı hoş gören anlayış yaygınlaşırsa; suçlular ceza almazsa yani yapanın yanına kalırsa vicdan susar...
Bu en tehlikeli andır. Zamanla insanlar hayatta kalmak için vicdanlarının sesini duymamayı yani vicdanını susturmayı öğrenirler. Çünkü vicdan adaletten güç alır. Haksızlık olduğunda, vicdansızların ceza alması için mahkemeler aracılığıyla adalet aranır. Eğer mahkeme kararları, adaletsizliği perçinliyorsa, mutsuzluk kara bir duman gibi toplumun üstüne çöker... Toplumda kaos ortamı oluşur.
Her toplumun böyle karanlık günleri olur. Ancak günün en karanlık anı, güneş doğmadan önceki andır. Bu nedenle umut her zaman vardır; herkesin eşit olduğu, adil bir yargı bu umutsuzluğu umuda çevirir. Suskun vicdanlar yeniden ses verir; insanları iyiyi, doğruyu, adil olanı yapması için uyarır. Yeter ki yüreklerdeki merhamet duygusu var olsun ve empati kurma becerisi yaşama geçsin. Vicdan hemen ses verir!
Mesela gündemdeki altı yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi olayını ele alalım. Toplumun büyük çoğunluğu, kız çocuğunun yaşadıklarına çocukla empati kurduğu için üzüldü ve tepki verdi. Tarikat bağlantılı az bir kesim olayı açığa çıkartan gazeteciyi suçladı, olayı dindarlara saldırı boyutuna kaydırmaya çalıştı yani çocuk yok sayıldığı için empati kurma gereği duyulmadı.
Zira babanın kızını elleriyle adama teslim etmesi bizler gibi vicdanının sesini duyanları çok şaşırttı. Ancak dini yapılar önce vicdanları susturur; zira vicdan özgür iradeye giden yoldur. Doğruyu ve yanlışı belirler. Eğer tarikat gibi bir yapının içindeyseniz, doğruyu ve yanlışı, hoca şeyh gibi kendinizi teslim ettiğiniz kişi belirler. Onu sözü üstüne söz söylemek günahtır. Bu nedenle, bu yapılara laf edenler, altı yaşında seks kölesi haline getirilen kızımızı göremezler...
Maalesef bu olay sadece bu kızımızın başına gelmemiştir. Durumun ne kadar vahim olduğunu CHP’nin raporu ortaya koyuyor. Bu rapora göre 2021 de 13 bin139 kız çocuğu evlendirilmiş, bunlardan 7 bin 199 çocuk doğum yapmıştır. Bu çocuklardan 117’si 15 yaşının altındadır. Tabi bunlar kayıtlara yansıyanlar, bir de kayıtlara girmeyen vakalar var!
Gündemdeki 6 yaşındaki kız çocuğuyla ilgili olarak mahkeme 23 Mayıs 2023’e gün veriyor ki olay unutulsun... Ayrıca anne baba ve koca tutuksuz yargılanıyor ki kaçıp kurtulsun... Bu tür örneklerin sayısı arttıkça, insanlarda adalete güven kalmaz; vicdanlar isyan eder ama duyan olmaz.
Peki ne yapacağız?
Öncelikle adil yargıyı getireceğiz. Sonra Anadolu deyimiyle çocuklarımıza iğneyi kendine, çuvaldızı başkalarına batırmayı yani “Benim başıma gelirse ne hissederim?” sorusunu sormayı öğreteceğiz.
Bunun için çocuklarımızın özellikle dezavantajlı gruplarla ilgili deneyimleri paylaşmasına olanak tanıyan, güvenli eğitim programları hazırlamak gerekir. Çünkü şehir hayatında ailesinin korumasında okul, ev, kurs üçgenindeki çocuklar için bir bilgisayar oyunu, pamuk tarlasında çalışan akranlarından, huzur evindeki yaşlılardan, engellilerden çok daha anlamlıdır. Onları anlayabilmesi için tanıması, yaşamlarına şahitlik etmesi, empati kurma becerisinin gelişiminde önemlidir.
Mesela Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın dinlenme kampında görme engelli birine, bir hafta rehber olmak, yaşlı bakımevinde haftada bir veya iki saat eğlence tertip etmek, yaşlıların anılarını derleyip Türkçe dersinde hikâye halinde yazmak gibi çalışmalar programda yer almalı.
Çocuklarımız, akademik olarak çok iyi doktor, mühendis, öğretmen olabilirler. Ancak ülkeyi aydınlığa çıkarmak için hem akademik yeterliliği olan hem de halden anlayıp çözüm üreten insanlara ihtiyaç vardır.
Gelecek yazımızda empati kurma becerisi ve sanal dünya arasındaki bağ üzerinde söyleşmek üzere hoşça kalın...
12 ARALIK 2022
İçinde yaşadığımız ekonomik kriz ve pandeminin etkileri bizleri iyice yalnızlaştırdı. Çaresizlik duygusunu çok derinden hissetmemize neden oldu. Derdimizi anlatacak, halimizden anlayan birini arar olduk. Tıpkı ünlü şair Cahit Külebi’nin “Anlarsın” adlı şiirinde dile getirdiği gibi...
ANLARSIN
Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın
“Öyle halsizim ki hiç sorma / Anlarsın” Kendimizi bu dizelerde anlatıldığı gibi yorgun hissedip, bizi anlayan bir dost hayali kuruyoruz. Ansızın gelen, dertlerimizi ve hayallerimizi, bizi yargılamadan dinleyen bir dost arayışındayız; çünkü şehir yaşamı, empati kurma becerisini azalttığı için kalabalıklar içinde yalnızlaştırıyor bizi...
Peki nedir bu empati kurma becerisi?
Doğan Cüceloğlu, bir televizyon programında, empati kurma becerisini çok güzel anlatır: “Köy kahvesinde otururken yanıma bir adam geldi. Ondan bundan konuşurken adama; “İyi ilişkiler geliştirmek için empati kurmak gerekir.” diye kendimce akıl vermeye başladım. Adam, “Empati nedir ki?” diye sordu. “Karşınızdaki insanın yaşadığı duyguyu anlamak ve ona yardım etmek yani onun yerine kendimizi koyabilmek.” diye açıkladım. Adam yüzüme baktı. “Biz ona halden anlamak deriz.” dedi.
Köylü amcanın, halden anlamak olarak tanımladığı empati kelimesinin Türkçe karşılığı; Türk Dil Kurumu Sözlüğünde, “duygudaşlık, duyumsama, eşgüdüm” olarak verilir ve şöyle tanımlanır: “Onun için ne ifade ettiğini anlayarak başka insanların yaşam ve deneyimlerine dahil olmak.” Bu tanımdaki, “insanların yaşam ve deneyimlerine dâhil olmak” ifadesi çok önemli; çünkü paylaşarak yaşamanın önemini vurguluyor.
Köy, kasaba hayatında insanlar, birbirlerinin cenaze merasimlerine, düğünlerine, kavgalarına yani yaşamına dâhil olur. Bu anları paylaşır. Bu da empati kurma becerisini geliştirir. Yaşamı kolaylaştırır. Ancak topluluğun kuralları dışına çıkıldığında da mahalle baskısına neden olur.
Şehir yaşamı ise özgürlüktür. Kimse kimseyi tanımaz, sorgulamaz...Bu cazip gelir insana...Oysa bu özgürlüğün bedeli yalnızlaşmaktır... Çünkü empati duygusunu geliştiren toplu yaşam paylaşımları azalmıştır. Mesela karşı binadan çıkan cenaze kimdir, neden vefat etmiştir, geride kimler kalmıştır, bilmezsiniz... Bilmediğiniz için de üzülmezsiniz. Öyle ki televizyon dizisinde ölen birinin cenazesini izlerken, gerçek olmadığını bile bile üzülürsünüz.
Gerçek şu ki şehir yaşamında empati kurmayı geliştirecek paylaşımlar her geçen gün azalıyor. Bizler “Ne olacak canım empati duygusu da gelişmeyi versin?” diyemeyiz; çünkü empati kuramayan insanda merhamet duygusu gelişmez. Unutmayalım ki merhamet duygusu ile beslenen vicdan; insanın davranışlarını, test ettiği bir mihenk taşıdır.
Bir kişinin hakkı olanı alırken, vicdanınız, haksızlığa uğrayan insanın üzüleceğini, kul hakkının haram olacağını size hatırlatır. Vicdanınızın sesini dinler, vaz geçersiniz. Eğer toplumda bal tutan parmağını yalar, tek doğrucu Mahmut ben miyim, gemisini kurtaran kaptan gibi bencilliği öne çıkaran ve haksızlığı hoş gören anlayış yaygınlaşırsa; suçlular ceza almazsa yani yapanın yanına kalırsa vicdan susar...
Bu en tehlikeli andır. Zamanla insanlar hayatta kalmak için vicdanlarının sesini duymamayı yani vicdanını susturmayı öğrenirler. Çünkü vicdan adaletten güç alır. Haksızlık olduğunda, vicdansızların ceza alması için mahkemeler aracılığıyla adalet aranır. Eğer mahkeme kararları, adaletsizliği perçinliyorsa, mutsuzluk kara bir duman gibi toplumun üstüne çöker... Toplumda kaos ortamı oluşur.
Her toplumun böyle karanlık günleri olur. Ancak günün en karanlık anı, güneş doğmadan önceki andır. Bu nedenle umut her zaman vardır; herkesin eşit olduğu, adil bir yargı bu umutsuzluğu umuda çevirir. Suskun vicdanlar yeniden ses verir; insanları iyiyi, doğruyu, adil olanı yapması için uyarır. Yeter ki yüreklerdeki merhamet duygusu var olsun ve empati kurma becerisi yaşama geçsin. Vicdan hemen ses verir!
Mesela gündemdeki altı yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi olayını ele alalım. Toplumun büyük çoğunluğu, kız çocuğunun yaşadıklarına çocukla empati kurduğu için üzüldü ve tepki verdi. Tarikat bağlantılı az bir kesim olayı açığa çıkartan gazeteciyi suçladı, olayı dindarlara saldırı boyutuna kaydırmaya çalıştı yani çocuk yok sayıldığı için empati kurma gereği duyulmadı.
Zira babanın kızını elleriyle adama teslim etmesi bizler gibi vicdanının sesini duyanları çok şaşırttı. Ancak dini yapılar önce vicdanları susturur; zira vicdan özgür iradeye giden yoldur. Doğruyu ve yanlışı belirler. Eğer tarikat gibi bir yapının içindeyseniz, doğruyu ve yanlışı, hoca şeyh gibi kendinizi teslim ettiğiniz kişi belirler. Onu sözü üstüne söz söylemek günahtır. Bu nedenle, bu yapılara laf edenler, altı yaşında seks kölesi haline getirilen kızımızı göremezler...
Maalesef bu olay sadece bu kızımızın başına gelmemiştir. Durumun ne kadar vahim olduğunu CHP’nin raporu ortaya koyuyor. Bu rapora göre 2021 de 13 bin139 kız çocuğu evlendirilmiş, bunlardan 7 bin 199 çocuk doğum yapmıştır. Bu çocuklardan 117’si 15 yaşının altındadır. Tabi bunlar kayıtlara yansıyanlar, bir de kayıtlara girmeyen vakalar var!
Gündemdeki 6 yaşındaki kız çocuğuyla ilgili olarak mahkeme 23 Mayıs 2023’e gün veriyor ki olay unutulsun... Ayrıca anne baba ve koca tutuksuz yargılanıyor ki kaçıp kurtulsun... Bu tür örneklerin sayısı arttıkça, insanlarda adalete güven kalmaz; vicdanlar isyan eder ama duyan olmaz.
Peki ne yapacağız?
Öncelikle adil yargıyı getireceğiz. Sonra Anadolu deyimiyle çocuklarımıza iğneyi kendine, çuvaldızı başkalarına batırmayı yani “Benim başıma gelirse ne hissederim?” sorusunu sormayı öğreteceğiz.
Bunun için çocuklarımızın özellikle dezavantajlı gruplarla ilgili deneyimleri paylaşmasına olanak tanıyan, güvenli eğitim programları hazırlamak gerekir. Çünkü şehir hayatında ailesinin korumasında okul, ev, kurs üçgenindeki çocuklar için bir bilgisayar oyunu, pamuk tarlasında çalışan akranlarından, huzur evindeki yaşlılardan, engellilerden çok daha anlamlıdır. Onları anlayabilmesi için tanıması, yaşamlarına şahitlik etmesi, empati kurma becerisinin gelişiminde önemlidir.
Mesela Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın dinlenme kampında görme engelli birine, bir hafta rehber olmak, yaşlı bakımevinde haftada bir veya iki saat eğlence tertip etmek, yaşlıların anılarını derleyip Türkçe dersinde hikâye halinde yazmak gibi çalışmalar programda yer almalı.
Çocuklarımız, akademik olarak çok iyi doktor, mühendis, öğretmen olabilirler. Ancak ülkeyi aydınlığa çıkarmak için hem akademik yeterliliği olan hem de halden anlayıp çözüm üreten insanlara ihtiyaç vardır.
Gelecek yazımızda empati kurma becerisi ve sanal dünya arasındaki bağ üzerinde söyleşmek üzere hoşça kalın...
12 ARALIK 2022
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.