SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ
ŞULE: Sevgili takipçilerimiz, sizlere Diyarbakır’da yapılan, Mor Çatı ve Rosa Kadın Derneğinin düzenlediği, 25. Kadın Sığınakları Kadın Kurultayından sesleniyoruz. Yanımızda çok heyecan verici, çok farklı bilgiler edineceğimiz bir konuğumuz var. Sevgili Canan Arın. Kendisi avukat. Söyleşimiz, çok ilginç bir boşanma davası üzerine olacak. Önce kendisini tanımakla başlayalım.
CANAN: Çok teşekkür ediyorum. Söylediğiniz gibi avukatım. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfının kurucularındanım. Birçok başka dernek ve vakfın kurucuları arasındayım. Şu anda benin için önemli olan, kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele eden Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı.
ŞULE: Canan Hanım kurultayda bir sunum yaptı. Feminizm tarihinden güzel, umut dolu kesitler sundu bize. İlginç bir boşanma davasından söz etti. Onu bize anlatabilir misiniz?
CANAN: 743 sayılı eski Medeni Kanunumuzda “Evlilik birliğinin reisi kocadır.” Derdi. Ona bağlı olarak da kocanın ve kadının birtakım sorumlulukları vardı. Ama kadın, kocasının soyadını taşımak zorundaydı. Bugün o hala var. En azından eğer isterse, kadının eski soyadını yine kocasının soyadıyla birlikte kullanma hakkı var. Eskiden bu hiç yoktu. “Kadının ikametgâhı, kocanın ikametgâhıdır.” Diyordu. Bunun da şöyle bir zorluğu oluyordu. Karı-koca boşanmaya karar verdikleri zaman, davacının ikametgâhında açılır dava usul hukuku çerçevesinde. Kadının ikametgâhı, kocanın ikametgâhı olduğu için kadın İstanbul’da olsa ya da şiddetten kaçmak için İstanbul’a gelse bile ve koca Van’da ise kadının ikametgâhı Van olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla kadın, Van’da dava açmak zorundaydı. O zaman usul çerçevesinde, avukatın İstanbul’dan Van’a gidiş-gelişi, kalma masrafları, mahkeme masrafları arasında sayılmıyor Türkiye’de. Dolayısıyla eğer kadının parası yoksa, hak arama özgürlüğü de olmuyordu. Avukat birden fazla kez Van’a gidecek ve en az bir gece kalacaktı. Bu masrafların kadın tarafından karşılanması gerekiyordu. Velayet konusunda anlaşılamazsa, kocanın oyu ağır basıyordu.
Bizim yaptığımız, siyasal bir hareketti. 30 çift boşanma davası açtı. Eski Medeni Kanun çerçevesinde, belirli sebeplerle boşanma davası açılırdı. Altı tane sebep vardı. Bizim açtığımız boşanma davaları, politik ve bana göre Türkiye tarihinin en ilginç bir politik hareketiydi. Bu eşler birbirlerini çok seviyorlar, çok iyi geçiniyorlar. Ancak Medeni Kanun’un 152. Maddesi çerçevesinde, evlilik birliğinin reisi koca olduğu için kadın 2. Sınıf vatandaşı haline düşüyor. O nedenle kadın 2. Sınıf vatandaş olmak istemediği için boşanmak istiyordu. Medeni Kanun’da böyle bir boşanma sebebi yok. Onun için mahkemeler çok şaşırıyordu. Niçin boşanacaklar? Eğer dava böyle bir sebep olmadığı için reddedilirse, onu temyiz ediyordu. Davayı kabul ederlerse, böyle bir boşanma sebebi olmadığı için bu dava yine temyiz ediliyordu. Hukuk sistemini çok zor bir duruma düşürmüştük. Mesela bu davaların bir tanesinde, Türkiye’de kadının görünmeyen emeği konusunda ilk çalışmayı yapan Günnur Savran şahit olarak geldi. Şahit demek, bizzat belli bir olaya tanıklık etmektir. “Neye tanıklık edeceksin?” dedi hâkim. “Vallahi bu çift çok iyi anlaşıyor, birbirlerini de çok seviyorlar. Ancak ben Medeni Kanun’un ilgili maddesinde ‘Evlilik birliğinin reisi kocadır’ dediği için kadını 2. Sınıf vatandaşı durumuna düşürdüğünü biliyorum. Buna şahidim ve boşanmaları gerektiğini düşünüyorum.” Bu durum basını da epey meşgul etmişti.
ŞULE: Bu hareket hangi tarihte yapılmıştı?
CANAN: Biz Mor Çatıyı 1990’da kurduk. Bundan sonra yapıldı. Bazı çiftler bu davalar sonucu gerçekten boşandılar. Bahane ettiler. Zaten boşanacaklarmış. Bir kısmı boşanmadı.
ŞULE: Çok iyi anlaşan çiftlerde erkeklerin tutumları nasıldı? Nasıl karşıladılar? Demek ki onların da kadın bakış açısı vardı.
CANAN: Gayet tabii. Eşleri ciddi feminist erkeklerdi. Entellektüel adamlardı. Sahnede onlar da yer aldılar. Karşılıklı olarak açıldı bu davalar.
ŞULE: Bunun sonucunda ‘evin reisi erkektir.’ Meselesi değişmiştir öyle değil mi?
CANAN: 2002 yılında yeni Medeni Kanun’unda yer alan, ‘Evlilik birliğinin reisi erkektir.’ Çıktı, evlilik birliği, kadın ve erkeğin eşit olduğu temeline dayanan bir madde konuldu.
ŞULE: Bu hareketin 1992’de yapıldığını var saysak, hemen olmuyor, bunlar uzun soluklu bir mücadele. Bu da yasanın değişmesinde çok etkili olmuştur. Boşanma davası açanların arasında avukat olanlar var mıydı?
CANAN: Sanırım vardı. Fizikçi, mühendis, mesleklerini tam olarak hatırlayamasam da çoğu üniversite mezunu, okur-yazar, feminist kadınlardı. Onun için boşanma davaları açılmıştı. Türkiye’deki 2. Dalga kadın hareketi 1980’lerde başladı. Kendimden örnek vereyim. Kadın ve erkeğin eşit olduğu, eşit büyüdüğü yanılsamasıyla yetişmiş bir kuşaktan geliyorum. Bilinç yükseltme toplantılarımız sayesinde öğrendim. Her ne kadar yasa maddesinde kadın ve erkeğin eşit olduğu yazıyor idiyse de birdenbire baktım ki bu eşitliği yine ihlal eden en önemli kanun maddeleri medeni ve ceza kanunuydu. Hiçbir zaman eşit olmadığımızın öylece farkına vardım. Bilinç yükseltme toplantılarının bize çok büyük katkısı oldu. Şunu da söyleyeyim: “Öyle ben feministim” demekle feminist olunmuyor. Ta çocukluğumuzdan itibaren televizyonlardaki reklamlardan tutun, her çevre size bir toplumsal cinsiyet kimliği getiriyor. O toplumsal cinsiyet kimliğini yenip gerçekten feminist olmaya dönüşmek çok zor bir iş. Bir ara konuşurken bir bakıyorsunuz ki tamamen feminizme ters bir şey söylemişsiniz. Bunlar ta içinize işlemiş. Mesela, “Sen büyüyünce ne olacaksın?” diye sorduğunuz zaman, hiçbir erkek çocuğu “Ben damat olacağım.” Demez. Gelinlik korkunç bir olay. Kız çocukları “Ben gelin olacağım.” Diyorlar. Evlilik, kız çocuğunun yaşam amacı olmamalı. Hiçbir erkek çocuğunun yaşam amacı, evlilik değil, damat olmak değil. Önce kariyerini yapacak. Evlilik de hayatının bir parçası, olursa olur, olmazsa olmaz. Kız çocuklarına bunu aşılamamız gerekiyor. Bunu aşılamak, çok uzun zaman alacak bir iş. Önce bu AKP. İktidarının siyasi tutumu sonucu, kız çocuklarının bu noktaya gelmesinin daha da zor olduğunu düşünüyorum.
Bizim protesto biçimlerimizden söz etmek isterim. Mor İğne kampanyası yaptık. ‘Geceleri sokaklar bizimdir’ diyerek kahveler basılmıştı. Kadınlar gece yarısı sokaklara çıkıp kahvelerde birlikte oturuyorlardı. Çoğunluğu erkeklerden oluşan kahvelerde kadınları görünce, erkekler çok şaşırıyorlardı. İstiklal Caddesinde bir grup kadın erkeğin peşine takılarak laf atıyordu. Erkeklerin kadınlara laf atması gibi. Aslında erkekler son derece korkak insanlar. Güçlü olduklarını hissettikleri zaman, şiddeti, iktidarlarını pekiştirmeye çalışırlar. Kendilerine laf atılan erkekler o kadar korkuyorlardı ki nereye kaçacaklarını şaşırıyorlardı. Kadınların birdenbire yaşadıkları travmayı onlara yaşatıyorduk. Şu an aklıma gelen protesto biçimleri bunlar. Daha pek çok var.
ŞULE: Kurultaydaki konuşmanızda, “Artık macun tüpten çıktı. Kadınlar geriye götürülmeye çalışılsa da asla geriye gitmez.” Demiştiniz. Bu çok vurucu bir cümleydi. Dilerseniz, dergimiz aracılığıyla vermek istediğiniz bir mesaj varsa, onu da paylaşalım. Yavaş yavaş söyleşimizin sonuna geliyoruz.
CANAN: Kız çocuklarını, ‘Erkek üstündür, sen daha alçaksın, erkeğe hizmet etmekle mükellefsin.’ Fikriyle yetiştirmeye çalışıyorlar. Televizyon, kadın hareketi, sokaklardaki kadınlar var. Dolayısıyla kız çocukları sadece bu fikirle büyümüyor. Etraflarına bakıyorlar, görüyorlar ve nihayet, “Ben de insanım, şiddete maruz kalmak gibi bir durumda olamam, benim de haklarım var, ben bu haklarımı koruyacağım’ fikriyle yetiştikleri için artık maymun gözünü açtı. Macun tüpten çıktı, ne yaparlarsa yapsınlar, onu bir daha geri sokamazlar. Bu günkü kadın hareketinin birbirlerini desteklemeleri, direnmeleri sonucunda, kadın hareketinin kazanacağına inanıyorum. Yalnız şunu da söyleyeyim: Baskı çok artacak. Belki dayanılmaz boyutlara gelecektir. Amma geçmiş olsun. Kadınlar direnip birlikte oldukça erkek iktidarını çok ciddi sarsıyorlar. Onun için de baskı gittikçe artıyor. O iktidar daha da çok sarsılacaktır diye düşünüyorum. Önümüzdeki yüzyılın ben de herkes gibi kadınların yüzyılı olacağına inanıyorum. Belki bunu ben görmeyeceğim ama gençler görecekler diye düşünüyorum.
ŞULE: Bu kadar yoğunluklar arasında söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
CANAN: Ben de çok teşekkür ederim. Köşenin adını çok beğendim.
ŞULE: Sevgili dinleyicilerimiz, söyleşimizi umut dolu cümlelerle kapatıyoruz. Çok ilginç bir boşanma davası anlatıldı. Sonunda umutla bitirdik, dayanışmanın önemini vurguladık. Başka bir söyleşimizde buluşmak üzere, hoşça kalın.
14 KASIM 2022
ŞULE: Sevgili takipçilerimiz, sizlere Diyarbakır’da yapılan, Mor Çatı ve Rosa Kadın Derneğinin düzenlediği, 25. Kadın Sığınakları Kadın Kurultayından sesleniyoruz. Yanımızda çok heyecan verici, çok farklı bilgiler edineceğimiz bir konuğumuz var. Sevgili Canan Arın. Kendisi avukat. Söyleşimiz, çok ilginç bir boşanma davası üzerine olacak. Önce kendisini tanımakla başlayalım.
CANAN: Çok teşekkür ediyorum. Söylediğiniz gibi avukatım. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfının kurucularındanım. Birçok başka dernek ve vakfın kurucuları arasındayım. Şu anda benin için önemli olan, kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele eden Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı.
ŞULE: Canan Hanım kurultayda bir sunum yaptı. Feminizm tarihinden güzel, umut dolu kesitler sundu bize. İlginç bir boşanma davasından söz etti. Onu bize anlatabilir misiniz?
CANAN: 743 sayılı eski Medeni Kanunumuzda “Evlilik birliğinin reisi kocadır.” Derdi. Ona bağlı olarak da kocanın ve kadının birtakım sorumlulukları vardı. Ama kadın, kocasının soyadını taşımak zorundaydı. Bugün o hala var. En azından eğer isterse, kadının eski soyadını yine kocasının soyadıyla birlikte kullanma hakkı var. Eskiden bu hiç yoktu. “Kadının ikametgâhı, kocanın ikametgâhıdır.” Diyordu. Bunun da şöyle bir zorluğu oluyordu. Karı-koca boşanmaya karar verdikleri zaman, davacının ikametgâhında açılır dava usul hukuku çerçevesinde. Kadının ikametgâhı, kocanın ikametgâhı olduğu için kadın İstanbul’da olsa ya da şiddetten kaçmak için İstanbul’a gelse bile ve koca Van’da ise kadının ikametgâhı Van olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla kadın, Van’da dava açmak zorundaydı. O zaman usul çerçevesinde, avukatın İstanbul’dan Van’a gidiş-gelişi, kalma masrafları, mahkeme masrafları arasında sayılmıyor Türkiye’de. Dolayısıyla eğer kadının parası yoksa, hak arama özgürlüğü de olmuyordu. Avukat birden fazla kez Van’a gidecek ve en az bir gece kalacaktı. Bu masrafların kadın tarafından karşılanması gerekiyordu. Velayet konusunda anlaşılamazsa, kocanın oyu ağır basıyordu.
Bizim yaptığımız, siyasal bir hareketti. 30 çift boşanma davası açtı. Eski Medeni Kanun çerçevesinde, belirli sebeplerle boşanma davası açılırdı. Altı tane sebep vardı. Bizim açtığımız boşanma davaları, politik ve bana göre Türkiye tarihinin en ilginç bir politik hareketiydi. Bu eşler birbirlerini çok seviyorlar, çok iyi geçiniyorlar. Ancak Medeni Kanun’un 152. Maddesi çerçevesinde, evlilik birliğinin reisi koca olduğu için kadın 2. Sınıf vatandaşı haline düşüyor. O nedenle kadın 2. Sınıf vatandaş olmak istemediği için boşanmak istiyordu. Medeni Kanun’da böyle bir boşanma sebebi yok. Onun için mahkemeler çok şaşırıyordu. Niçin boşanacaklar? Eğer dava böyle bir sebep olmadığı için reddedilirse, onu temyiz ediyordu. Davayı kabul ederlerse, böyle bir boşanma sebebi olmadığı için bu dava yine temyiz ediliyordu. Hukuk sistemini çok zor bir duruma düşürmüştük. Mesela bu davaların bir tanesinde, Türkiye’de kadının görünmeyen emeği konusunda ilk çalışmayı yapan Günnur Savran şahit olarak geldi. Şahit demek, bizzat belli bir olaya tanıklık etmektir. “Neye tanıklık edeceksin?” dedi hâkim. “Vallahi bu çift çok iyi anlaşıyor, birbirlerini de çok seviyorlar. Ancak ben Medeni Kanun’un ilgili maddesinde ‘Evlilik birliğinin reisi kocadır’ dediği için kadını 2. Sınıf vatandaşı durumuna düşürdüğünü biliyorum. Buna şahidim ve boşanmaları gerektiğini düşünüyorum.” Bu durum basını da epey meşgul etmişti.
ŞULE: Bu hareket hangi tarihte yapılmıştı?
CANAN: Biz Mor Çatıyı 1990’da kurduk. Bundan sonra yapıldı. Bazı çiftler bu davalar sonucu gerçekten boşandılar. Bahane ettiler. Zaten boşanacaklarmış. Bir kısmı boşanmadı.
ŞULE: Çok iyi anlaşan çiftlerde erkeklerin tutumları nasıldı? Nasıl karşıladılar? Demek ki onların da kadın bakış açısı vardı.
CANAN: Gayet tabii. Eşleri ciddi feminist erkeklerdi. Entellektüel adamlardı. Sahnede onlar da yer aldılar. Karşılıklı olarak açıldı bu davalar.
ŞULE: Bunun sonucunda ‘evin reisi erkektir.’ Meselesi değişmiştir öyle değil mi?
CANAN: 2002 yılında yeni Medeni Kanun’unda yer alan, ‘Evlilik birliğinin reisi erkektir.’ Çıktı, evlilik birliği, kadın ve erkeğin eşit olduğu temeline dayanan bir madde konuldu.
ŞULE: Bu hareketin 1992’de yapıldığını var saysak, hemen olmuyor, bunlar uzun soluklu bir mücadele. Bu da yasanın değişmesinde çok etkili olmuştur. Boşanma davası açanların arasında avukat olanlar var mıydı?
CANAN: Sanırım vardı. Fizikçi, mühendis, mesleklerini tam olarak hatırlayamasam da çoğu üniversite mezunu, okur-yazar, feminist kadınlardı. Onun için boşanma davaları açılmıştı. Türkiye’deki 2. Dalga kadın hareketi 1980’lerde başladı. Kendimden örnek vereyim. Kadın ve erkeğin eşit olduğu, eşit büyüdüğü yanılsamasıyla yetişmiş bir kuşaktan geliyorum. Bilinç yükseltme toplantılarımız sayesinde öğrendim. Her ne kadar yasa maddesinde kadın ve erkeğin eşit olduğu yazıyor idiyse de birdenbire baktım ki bu eşitliği yine ihlal eden en önemli kanun maddeleri medeni ve ceza kanunuydu. Hiçbir zaman eşit olmadığımızın öylece farkına vardım. Bilinç yükseltme toplantılarının bize çok büyük katkısı oldu. Şunu da söyleyeyim: “Öyle ben feministim” demekle feminist olunmuyor. Ta çocukluğumuzdan itibaren televizyonlardaki reklamlardan tutun, her çevre size bir toplumsal cinsiyet kimliği getiriyor. O toplumsal cinsiyet kimliğini yenip gerçekten feminist olmaya dönüşmek çok zor bir iş. Bir ara konuşurken bir bakıyorsunuz ki tamamen feminizme ters bir şey söylemişsiniz. Bunlar ta içinize işlemiş. Mesela, “Sen büyüyünce ne olacaksın?” diye sorduğunuz zaman, hiçbir erkek çocuğu “Ben damat olacağım.” Demez. Gelinlik korkunç bir olay. Kız çocukları “Ben gelin olacağım.” Diyorlar. Evlilik, kız çocuğunun yaşam amacı olmamalı. Hiçbir erkek çocuğunun yaşam amacı, evlilik değil, damat olmak değil. Önce kariyerini yapacak. Evlilik de hayatının bir parçası, olursa olur, olmazsa olmaz. Kız çocuklarına bunu aşılamamız gerekiyor. Bunu aşılamak, çok uzun zaman alacak bir iş. Önce bu AKP. İktidarının siyasi tutumu sonucu, kız çocuklarının bu noktaya gelmesinin daha da zor olduğunu düşünüyorum.
Bizim protesto biçimlerimizden söz etmek isterim. Mor İğne kampanyası yaptık. ‘Geceleri sokaklar bizimdir’ diyerek kahveler basılmıştı. Kadınlar gece yarısı sokaklara çıkıp kahvelerde birlikte oturuyorlardı. Çoğunluğu erkeklerden oluşan kahvelerde kadınları görünce, erkekler çok şaşırıyorlardı. İstiklal Caddesinde bir grup kadın erkeğin peşine takılarak laf atıyordu. Erkeklerin kadınlara laf atması gibi. Aslında erkekler son derece korkak insanlar. Güçlü olduklarını hissettikleri zaman, şiddeti, iktidarlarını pekiştirmeye çalışırlar. Kendilerine laf atılan erkekler o kadar korkuyorlardı ki nereye kaçacaklarını şaşırıyorlardı. Kadınların birdenbire yaşadıkları travmayı onlara yaşatıyorduk. Şu an aklıma gelen protesto biçimleri bunlar. Daha pek çok var.
ŞULE: Kurultaydaki konuşmanızda, “Artık macun tüpten çıktı. Kadınlar geriye götürülmeye çalışılsa da asla geriye gitmez.” Demiştiniz. Bu çok vurucu bir cümleydi. Dilerseniz, dergimiz aracılığıyla vermek istediğiniz bir mesaj varsa, onu da paylaşalım. Yavaş yavaş söyleşimizin sonuna geliyoruz.
CANAN: Kız çocuklarını, ‘Erkek üstündür, sen daha alçaksın, erkeğe hizmet etmekle mükellefsin.’ Fikriyle yetiştirmeye çalışıyorlar. Televizyon, kadın hareketi, sokaklardaki kadınlar var. Dolayısıyla kız çocukları sadece bu fikirle büyümüyor. Etraflarına bakıyorlar, görüyorlar ve nihayet, “Ben de insanım, şiddete maruz kalmak gibi bir durumda olamam, benim de haklarım var, ben bu haklarımı koruyacağım’ fikriyle yetiştikleri için artık maymun gözünü açtı. Macun tüpten çıktı, ne yaparlarsa yapsınlar, onu bir daha geri sokamazlar. Bu günkü kadın hareketinin birbirlerini desteklemeleri, direnmeleri sonucunda, kadın hareketinin kazanacağına inanıyorum. Yalnız şunu da söyleyeyim: Baskı çok artacak. Belki dayanılmaz boyutlara gelecektir. Amma geçmiş olsun. Kadınlar direnip birlikte oldukça erkek iktidarını çok ciddi sarsıyorlar. Onun için de baskı gittikçe artıyor. O iktidar daha da çok sarsılacaktır diye düşünüyorum. Önümüzdeki yüzyılın ben de herkes gibi kadınların yüzyılı olacağına inanıyorum. Belki bunu ben görmeyeceğim ama gençler görecekler diye düşünüyorum.
ŞULE: Bu kadar yoğunluklar arasında söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
CANAN: Ben de çok teşekkür ederim. Köşenin adını çok beğendim.
ŞULE: Sevgili dinleyicilerimiz, söyleşimizi umut dolu cümlelerle kapatıyoruz. Çok ilginç bir boşanma davası anlatıldı. Sonunda umutla bitirdik, dayanışmanın önemini vurguladık. Başka bir söyleşimizde buluşmak üzere, hoşça kalın.
14 KASIM 2022
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.