sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
YAZAN: Şule Sepin İçli

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili pek çok eğitime katıldım, söyleşiler dinledim ve yazılar okudum. Epey bir bilgiye sahip olduğumu düşünüyordum. Sözleşmeyle ilgili dava 28 Nisan 2022 Perşembe günü Danıştay Mahkemesinde görüldü. Bu duruşmaya katıldım ve bilgilerimin ne kadar yetersiz olduğunu anladım. Sözleşmenin feshedildiğini duymayan kalmamıştır. Sözleşmeyi bilmeyen, ya da karşı çıkan insanların önemli bir çoğunluğu o duruşmaya katılsaydı, sadece sözleşmenin feshedildiğini bilmekle kalmayacak, farklı deneyimleri duyacak ve belki de düşünceleri değişecekti.

Daha önce toplulukla birlikte cinsel taciz, kadın cinayetleri davalarının bazılarının duruşmalarına katılmıştım. Hem dayanmak zordu, hem de yer bulup salona girmek. Sonra bu duruşmalara katılmayı tercih etmedim. Kadının İnsan Hakları ve Yeni Çözümler Derneği’nden arkadaşlar İstanbul’dan İstanbul Sözleşmesi duruşmasına geleceklerdi. Ben de heyecanlandım ve duruşmaya gitmeye karar verdim.

Danıştay’ın bahçesine girdiğimde, güvenlik görevlilerinin son derece nazik davranışları arasında, salona kolaylıkla girebildim. Avukatlardan ve kadın örgütü temsilcilerinden önce ben salondaydım. Görmemenin avantajıydı bu. Kadınlar yavaş yavaş salonu doldurmaya başladılar. Ben konuşmacıların benzer konulara değineceklerini zannetmiştim. Tam tersine, daha önce karar vermişlerdi. Hepsi dersini iyi çalışmıştı. Üstelik bir araya gelerek farklı konulara değinmeye çalıştıkları, yaptıkları savunmalardan kolayca anlaşılabiliyordu. Yanımda oturanlarla önceden birbirimizi tanıyor gibiydik. Çünkü dil ve fikir birliğimiz vardı. Arkadaşlarımla duruşma sonunda buluşabildim.

Beynime yer eden ve yüreğime dokunan sözleri ve olayları paylaşacağım sizlerle. Bu nedenle avukat arkadaşların adlarını tek tek sayamayacağım. Zaten basından çoğumuz okuduk bunları. Savunmaları dinlerken, kendimi bir konferansta, yeni bilgiler öğrenmeye çalışan hakim ve savcılarla birlikteymişim gibi hissettim. Çünkü mahkemede daha çok yasa maddelerine atıf yapılır, kanıtlar sunulur. Bu ortam çok daha farklıydı. Avukat arkadaşların çoğu hakimlerin yüreklerine dokunan örnekler verdiler. Aslında bu, ülkemizin adalet ve hukuk anlayışı göz önünde bulundurulduğunda çok doğal. Yasalara dayalı karar vermekten çok, korkunun ve baskının hakim oluşu… ‘Ya mesleğimden edilirsem, görevimden alınırsam, cezalandırılırsam?’ korkusu. Gelen emre kayıtsız şartsız uyma meselesi…

“Kadınların çığlıklarını getirdik buraya” dedi bir avukat. Öyle bir sesle söyledi ki bunu, o an çığlık çığlığa yardım isteyen kadınların gür sesini duydum sanki. Ses duygu yüklüydü ve hepimizi duygusal bir havaya soktu.

“Ben doğuda görev yapıyorum. Benim memleketimde arkadaşlarım 15 yaşında evlendiler. Ben avukat olup memleketimde hizmet vermeye geldiğimde, onların 15 yaşında çocukları vardı. Onlara destek olduğum da oldu, hiçbir şey yapamadığım da. Sözleşme yürürlükte olsaydı, bu kadınların küçük yaşta evlendirilmemeleri için eğitimler zorunlu olacaktı”.

“Biz kadınların yaşadıklarını kağıda döküyoruz. Siz bu olayları kağıtlardan okuyorsunuz. Oysa biz bu olayların içindeyiz ve onlarla birlikte yaşıyoruz bu acıları. Kağıttan okuyarak karar vermek, bu yaşananları görmezden gelmenize ya da yeterince önemsememenize neden oluyor” diyen avukatın sözleri beni toplum merkezlerinde çalıştığım yıllara götürdü. Kadınların yaşadıklarını doğrudan dinlerken, anında harekete geçerdik.

İkinci avukat konuşurken, salonda bir hareketlenme oldu. Konuşmacı savunmasını kesip başkalarıyla konuşmaya başladı. Dışarıda yaklaşık 50 kadın kalmıştı ve onları salona almak istemiyorlardı. Duruşma öncesi herkese kibar davranan güvenlik görevlilerinin yerini kaba davranan, şiddet uygulayan polisler almıştı. Biz alkışlarla protesto ettik. Sonunda sağduyu hakim oldu. Danıştay başkanına, yetkilerinin olduğunu anımsattık. Emir verirse, dışarıdakiler içeri girebileceklerdi. “Ayakta izleyebilirler, gerekirse yan yana sığışırız” dedik. Başkanın tavırları olumluydu. Yine de çekingen tavırlarının olduğu salona yansıdı. “Çok kalabalıklarsa, salon çökebilir. Önce 50 kadını yavaş yavaş alalım. Yer kalırsa, diğerlerini alırız.” diyordu. Oysa salon 50 kişinin gelmesiyle nasıl çökebilirdi? Kadınların kararlılığı ve gücü korkutuyor demek ki. Sonunda başkan emir verdi ve kadınlar salona alkışlarımız eşliğinde girebildiler. Birlikte direnmenin tadı bambaşkaydı. Bir avukat konuşmasına, dışarıda şiddet gören kadınları anarak başladı. Başkan müdahale etti. “Kadınlar duruşmayı izlemek için şiddete maruz kaldılar. Bunu İstanbul Sözleşmesi duruşmasında anmayacağım da nerede anacağım?” yanıtını aldı.

“Mülteci kadınlar ülkelerinden göç ederken, onlara gebelik, doğum hizmetlerini zorunlu kılıyordu bu sözleşme. Mülteci kadınlar sorun yaşıyorlar şimdi” dedi. Ben bu ayrıntıyı hiç bilmiyordum.

LGBTİ+ların haklarından söz ederken, başkan araya girdi ve alkışlara saygı duyduğunu, fakat çok alkışladığımız için sürenin uzadığını, bazı avukatların uçaklarının erken olduğunu söyledi. “Her nedense, konu LGBTİ+lara gelince alkışlardan rahatsız oldunuz. Ayrıca uçağı önce olanların konuşmalarını başa alabilirsiniz” dedi bir avukat arkadaş. Anlayacağınız, kadınlar en küçük bir ayrıntıyı bile kaçırmıyorlardı.

Karşı savunmaları yapanlardan biri kadındı. Her ne kadar kadınların erkek egemen anlayışın etkisinde olduğunu bilsek de kabul edemiyoruz. Yanımdaki arkadaş bütün kadınların bizim gibi düşündüğü yanılgısına kapılarak, “mazeret verseydin de gelmeseydin” dedi. Nasıl mazeret verebilirdi? Bütün kadınlar aynı düşünmüyordu ki bu konuda Ayrıca hemen üstlerinden bir baskı gelirdi.

6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kadınları koruyormuş. Ne gerek varmış İstanbul Sözleşmesi’ne. Ülkemizde Sözleşmeye karşı olanlar da böyle düşünüyor ne yazık ki. Bir kere bu yasanın gerekleri yerine getirilseydi, kadınlara koruma verilmesi uzamaz, kadın cinayetleri bu kadar artmazdı. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi, ev içi şiddetin engellenmesi konusunda, eğitim ve önleyici hizmetlerin uygulanmasını vurguluyor. 6284’de böyle bir yükümlülük yok. Madem yasalarımız yeterliydi, neden imzaladık bu sözleşmeyi? Hem de İstanbul’da karar alındığı için güzelim İstanbul’un adını aldı. “Nur topu gibi bir sorun yumağı olacak önünüzde, eğer bu sözleşmeyi feshederseniz. Başka ülkeler sözleşmeyi aynı adla kullanacak. Bu durumda adının değiştirilmesini mi talep edeceksiniz? 6284’e İstanbul Sözleşmesi’nin hükümlerinin bağlayıcı olduğu maddesini koydunuz. Bunu nasıl çözeceksiniz?” şeklinde değerlendirmeler yaparak bu konulara değindiler.

Karşı savunmalar çok gülünçtü. Neymiş efendim, herkes aynı savunmayı yapıyormuş? Dilekçeler birbirinin aynıymış. Oysa her konuşmacı farklı farklı konulara değindi. İddiaların yasal dayanakları aynı olduğu halde, başka uydurma yasa maddelerine mi atıf yapmalılardı? Ben bunları aklımdan geçirirken, “sizin böyle bir savunma yapmak haddinizi aşar. Ayrıca meslektaşlarınız hakkında bu şekilde konuşamazsınız” yanıtı gelmişti bile. Sözleşmeye müdahil olmada, sendikaların yükümlülüklerini anlatan avukatı da sendika meselesine çok vurgu yaptığı şeklinde eleştirdiler

“Lütfen ülkemizde kadınların yaşadıklarına bakarak ve yasa maddelerine dayanarak karar verin, güçlerden korktuğunuz için olumsuz kararlar vermeyin” sözlerini duymak beni şaşırttı. Bu sözler gerçekti ama nasıl cesaret edip söylemişlerdi?

Karşı savunma yapanlar Anayasa Profesöründen sıfır aldılar. “Benim öğrencilerim böyle savunma yapsaydı, onlara sıfır verirdim” dedi. Onların yerinde olsaydım, yerin dibine girerdim.

Hepimiz çıkacak sonucu sabırsızlıkla bekliyorduk. O kadar hayal kırıklığı yaşamışız ve umutlarımız o kadar kırılmış ki olumlu karar çıkabileceğini kestiremiyoruz. Sonunda savcı çıkıp da İstanbul Sözleşmesinin usullere uygun olmadan feshedilmesi kararını yanlış bulduğunu söylemesin mi? Sanki kesin sonuçmuş gibi bütün salon havalara uçtu. Hatta arkadaşımla duruşma sonrası bir etkinliğe katıldık. Bu müjdeyi onlara verince, aynı heyecanı, aynı alkış tufanını orada da yaşadık.

Bunları duruşma sonrasında yazsaydım, sayfalar dolusu olurdu. Söylenenleri de birebir buraya aktarırdım. Umarım söylenenleri doğru ifade edebilmişimdir. Bir sonraki duruşmada da olmayı planlıyorum. Deneyimlerimi yazarım yine. Kadınların kararlılığı, gücü, gösterdikleri dayanışma bana çok iyi geldi. Medyadan izlemekle duruşmaya katılmak arasında dağlar kadar fark var. Alanlarda slogan atıyoruz, maskelerimize yazıyoruz ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ diye. İstanbul Sözleşmesi gerçekten yaşatırmış. Sözleşmenin uygulandığı günlerin gelmesi ve kadınların yaşamlarına gerçek anlamda dokunulması umuduyla.

31 Mayıs 2022

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.