Yazan: Buket BAŞARAN AKKAYA
Cinsiyet ayırımcılığı üzerine kurulu olan erkek egemen sistemde kadın sadece sistem ve onun birincil temsilcisi erkek tarafından değil, belli koşullarda hemcinsi tarafından da eziliyor.
Kadına şiddet uygulayan kadın olgusunu, edebiyatımızın başlıca yazarları eserlerine konu etmiş. Yeşilçam da çoğu filmlerini bu eserlerden uyarlayıp toplum içindeki kadın tiplerini, onların sorunlarını ve hayat içindeki savruluşlarını Beyaz Perdeye taşımıştır. Bu filmler; Aliye Rona, Bedia Muvahhit, Türkan Şoray, Belgin Doruk, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Suzan Avcı gibi dönemin yıldızlarıyla hanım ağa, köylü kadın, şehirli kadın, hizmetçi, patronu baştan çıkaran sekreter, pavyona düşen fakir kız, iftiraya uğrayan namuslu kadın, fakir erkeğe kaçan zengin kız gibi tiplemelerle sanat topluma ayna tutmuştur.
O yıllarda bu melodramlar, kadın sorunlarına çözüm üretemese de kendilerini buldukları, yüzleştikleri hatta kimseye dillendiremedikleri hayallerini yaşamak için bir fırsattır. Filmlerdeki kahramanları kimi zaman hayranlıkla, kimi zaman öfkeyle izleseler de sinema kadınlar için soluklanabildikleri yegâne yerdir ve o filmlerdeki tiplemeler, abartılsa da toplumda yaşayan kadın örneklerindendir.
1960’lı yıllarda topluma sunulan bu tipler ve onların yaşadıkları yazık ki günümüzde de geçerli. Toplumdaki eğitim sorunları, geleneklere körü körüne bağlanma durumu besliyor, kadınlar da bu sancılı ortama doğuyor. Çocuk yaşta evlendirilen kadın, baba evinden yani kız evlat kimliğiyle yok sayıldığı bir dünyadan koca evine, yine yok sayılacağı başka bir dünyaya yolculanıyor. Eş, ana, hizmetçi, aşçı giysileri ona sorulmadan giydiriliyor. Kadın, gerdek gecesi kanlı çarşafı bekâretinin kanıtı olarak kapıda bekleyen kayınvalidesine teslim ediyor. Bu teslimatı yapan kadın aynı geleneği kendi gelinine de dayatıyor. Yani pamuklara sarıp sarmalayarak büyüttüğü oğullarının eşlerine, tıpkı gelinken kayınvalidesinden çektiklerini reva görüyor. Çünkü kayınvalide olma sırası onda ve o bunun tadını çıkarmak istiyor. Böylece tüm bunlara maruz kalan kadınlar aynı süreçleri hem kızları hem de gelinleri üzerinden sürdürmeyi olağan sayıyorlar.
Kentlerdeyse durum biraz daha farklı... Eğitim düzeyi kırsala oranla yüksek olsa da kadının kadına şiddeti, kentlerde farklı dinamiklerle çıkıyor karşımıza. Kız ya da oğlan annesi olmak çok da önemli değil kentlerde... Eğer bir kadın, oğlan evlat sahibi ise göğsünü gere gere, gelininin onayı olmaksızın oğlunun evine yerleşebiliyor. Bunu oğlan evlat doğurmuş olmanın ödülü olarak görüyor. Ancak bu her zaman böyle olmayabilir. Uyumlu bir gelin kayınvalide birlikteliği varsa sorun yok ama a maç üzüm yemek değil de bağcıyı kovmaksa burada da hangi taraf güçlüyse karşı tarafa şiddet uygulayabiliyor. Eğer bir kadın kız evlat sahibi ise durumu daha da vahim. Ne olursa olsun, el oluyor kızının kapısında.
Aile içindeki kadının kadına şiddetine yine anne kız ilişkisinden bakılacak olursa… Hayatta kendini arzu ettiği gibi var edememiş anne içsel bir dürtüyle yaşayamadıklarını, yapamadıklarını kızından bekliyor. Bunu gerçekleştirmek için de ona duygusal şiddet uyguluyor. Örneğin, kızına eş seçiminden eğitimine kadar kendi doğrularını dayatması...
Bir başka duygusal şiddetse doğum sonrası gerçekleşiyor. Kız çocuğunu kucağına alan anne, oğlan anası olma ayrıcalığını o anda kaybediyor. Oysa genetik bilimi doğacak çocuğun cinsiyetini babanın belirlediğini kanıtladı. Fakat bu bilgi toplumun pek çok kesimi tarafından ya bilinmez ya da kabul edilmez.
Kimi zaman komik olaylara, kimi zaman da trajik çatışmalara neden olan, yarışa giren, birbirlerinin eksikliklerinden zevk alan eltiler ya da gelin görümce çekişmelerine de hâlâ tanık oluyoruz.
Toplumumuzda kadınların işgücüne katılımı ne yazık ki beklenen düzeyde değil. Kırsal kesimdeki çalışan kadın ücretsiz aile işçisi konumundayken, kentteki çoğu kadına da ev kadınlığı rolü uygun görülüyor. 2015 yılının verilerine göre nüfusun %49,8’ini kadınlar oluşturuyor ve toplam nüfus içinde okuma yazma bilen kadın sayısı nüfusun 1/5’i kadar. Her iki cinsin iş hayatına katılımında ise erkekler toplam istihdamda kadınların iki katı. Kadınların işgücüne katılma oranı eğitimlerinin yüksekliğiyle doğru orantıda artıyor olmakla birlikte tüm düzeylerde erkeklerden daha az kazandıkları da tespit edilen başka bir gerçek. İş yaşamının hemen her aşamasında erkekle kıyasıya rekabet içinde olmak zorunda bırakılan kadının, işyerindeki diğer kadınlarla ilişkisine baktığımızdaysa durum ne yazık ki yine kadınların aleyhinde.
Sistem tarafından çeşitli nedenlerle ezilen, şiddete maruz kalan kadın ne yazık ki hemcinsleri tarafından da eziliyor. Aslında bu da yine sistemin dolambaçlı yoldan kadına dayatması olarak karşımıza çıkıyor. Bu tuzağa düşen kadının da durumun farkında olmaması, farkındaysa da kabul etmemesi olasıdır.
Kadına iş hayatında yükselmenin kapıları ancak topumun ona yüklediği ‘şefkatli anne’ rolünden çıkmasıyla açılabilir. Böylece yönetici olmak isteyen kadın kendinde ‘otoriter baba’ imajını yerleştirmeye ve pekiştirmeye başlıyor. Bu nedenle iş hayatında yükselme kaydeden çoğu kadın kadınsı özelliklerini kaybediyor ve bu duruma ilk tepki, doğal olarak iş arkadaşı olan diğer kadınlardan geliyor.
Kendi doğal rolünden uzaklaşarak yönetim basamaklarını tırmanan kadının diğer kadınları ezerek yönetme durumuna Kraliçe Arı Sendromu denir. Yani diğer deyişle kadın çalışanın bir başka kadın çalışana mobbing uygulamasıdır ve bu tür yöneticiler genellikle çevrelerinde çalışan başka kadın istemezler.
Ayrıca yönetici pozisyonuna yükselebilen kadınların, bu konuma gelene kadar, cinsiyet ayrımcı yaklaşımlar sebebiyle erkek çalışanlara göre çok daha fazla çaba göstermeleri gerekmiştir. Hedefledikleri konuma gelen kadın yöneticiler, diğer kadın çalışanların da yükselmek için aynı sıkıntıları yaşaması gerektiğini düşünürler.
Çalışma hayatında cinsiyet odaklı ayrımcılıkların giderilmesi durumunda, kadın yöneticilerin diğer kadın çalışanlara karşı olumsuz tavır sergilemesine sebep olan Kraliçe Arı Sendromu da ortadan kalkacaktır.
Günümüzde geçerliliğini yitirmiş deyimler, atasözleri, gelenekler, örf ve âdetler, sınıf farklılıkları, eğitimsizlik, bilgisizlikten ya da özgüven eksikliğinden kaynaklanan bu gibi sorunların üstesinden gelmeyi ötelemek kadını yaşamda ötekileştiriyor.
Kadınlar gelişime daha açık olsalar da toplum olarak değişime ve dönüşüme hazır değiller ve kuşatılmış kadını aşağıya çeken geleneksel ya da içsel faktörler var. Bunlar yok edilmedikçe kadının kadına şiddeti sorununa bir çözüm üretilmesi olası değil. Değişim aile içindeki bireylerle başlar. Özellikle Anadolu’da genel olarak ‘değişen bizden değildir’ algısı vardır. Bunu yıkmak, yerine yenilerini koymak bir eğitim sürecidir. Bunun için devletin halk eğitimine yaklaşımında kadın örgütlerinin yaygınlaşmasında bir yenilenmeye gitmesi gerekir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
- Taşkın, Prof Dr. Lale. Cinselliğin Anlamı, Toplumsal Değerler ve Sorumluluk. 2015.
- Prof. Bulut A. Cinsel Sağlık Eğitimi. İstanbul: Milli Eğitim ve İnsan Kaynağı Geliştirme Vakfı Yayını.
- Prof. Özgüven E.İ. Cinsellik ve Cinsel Yaşam. Ankara, PDREM yayınları.
- CETAD Cinsel Eğitim ve Tedavi Araştırma Merkezi Eğitim Modülleri. http://www.cetad.org.tr/
- Kaos GL. Mart 2016.
Cinsiyet ayırımcılığı üzerine kurulu olan erkek egemen sistemde kadın sadece sistem ve onun birincil temsilcisi erkek tarafından değil, belli koşullarda hemcinsi tarafından da eziliyor.
Kadına şiddet uygulayan kadın olgusunu, edebiyatımızın başlıca yazarları eserlerine konu etmiş. Yeşilçam da çoğu filmlerini bu eserlerden uyarlayıp toplum içindeki kadın tiplerini, onların sorunlarını ve hayat içindeki savruluşlarını Beyaz Perdeye taşımıştır. Bu filmler; Aliye Rona, Bedia Muvahhit, Türkan Şoray, Belgin Doruk, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Suzan Avcı gibi dönemin yıldızlarıyla hanım ağa, köylü kadın, şehirli kadın, hizmetçi, patronu baştan çıkaran sekreter, pavyona düşen fakir kız, iftiraya uğrayan namuslu kadın, fakir erkeğe kaçan zengin kız gibi tiplemelerle sanat topluma ayna tutmuştur.
O yıllarda bu melodramlar, kadın sorunlarına çözüm üretemese de kendilerini buldukları, yüzleştikleri hatta kimseye dillendiremedikleri hayallerini yaşamak için bir fırsattır. Filmlerdeki kahramanları kimi zaman hayranlıkla, kimi zaman öfkeyle izleseler de sinema kadınlar için soluklanabildikleri yegâne yerdir ve o filmlerdeki tiplemeler, abartılsa da toplumda yaşayan kadın örneklerindendir.
1960’lı yıllarda topluma sunulan bu tipler ve onların yaşadıkları yazık ki günümüzde de geçerli. Toplumdaki eğitim sorunları, geleneklere körü körüne bağlanma durumu besliyor, kadınlar da bu sancılı ortama doğuyor. Çocuk yaşta evlendirilen kadın, baba evinden yani kız evlat kimliğiyle yok sayıldığı bir dünyadan koca evine, yine yok sayılacağı başka bir dünyaya yolculanıyor. Eş, ana, hizmetçi, aşçı giysileri ona sorulmadan giydiriliyor. Kadın, gerdek gecesi kanlı çarşafı bekâretinin kanıtı olarak kapıda bekleyen kayınvalidesine teslim ediyor. Bu teslimatı yapan kadın aynı geleneği kendi gelinine de dayatıyor. Yani pamuklara sarıp sarmalayarak büyüttüğü oğullarının eşlerine, tıpkı gelinken kayınvalidesinden çektiklerini reva görüyor. Çünkü kayınvalide olma sırası onda ve o bunun tadını çıkarmak istiyor. Böylece tüm bunlara maruz kalan kadınlar aynı süreçleri hem kızları hem de gelinleri üzerinden sürdürmeyi olağan sayıyorlar.
Kentlerdeyse durum biraz daha farklı... Eğitim düzeyi kırsala oranla yüksek olsa da kadının kadına şiddeti, kentlerde farklı dinamiklerle çıkıyor karşımıza. Kız ya da oğlan annesi olmak çok da önemli değil kentlerde... Eğer bir kadın, oğlan evlat sahibi ise göğsünü gere gere, gelininin onayı olmaksızın oğlunun evine yerleşebiliyor. Bunu oğlan evlat doğurmuş olmanın ödülü olarak görüyor. Ancak bu her zaman böyle olmayabilir. Uyumlu bir gelin kayınvalide birlikteliği varsa sorun yok ama a maç üzüm yemek değil de bağcıyı kovmaksa burada da hangi taraf güçlüyse karşı tarafa şiddet uygulayabiliyor. Eğer bir kadın kız evlat sahibi ise durumu daha da vahim. Ne olursa olsun, el oluyor kızının kapısında.
Aile içindeki kadının kadına şiddetine yine anne kız ilişkisinden bakılacak olursa… Hayatta kendini arzu ettiği gibi var edememiş anne içsel bir dürtüyle yaşayamadıklarını, yapamadıklarını kızından bekliyor. Bunu gerçekleştirmek için de ona duygusal şiddet uyguluyor. Örneğin, kızına eş seçiminden eğitimine kadar kendi doğrularını dayatması...
Bir başka duygusal şiddetse doğum sonrası gerçekleşiyor. Kız çocuğunu kucağına alan anne, oğlan anası olma ayrıcalığını o anda kaybediyor. Oysa genetik bilimi doğacak çocuğun cinsiyetini babanın belirlediğini kanıtladı. Fakat bu bilgi toplumun pek çok kesimi tarafından ya bilinmez ya da kabul edilmez.
Kimi zaman komik olaylara, kimi zaman da trajik çatışmalara neden olan, yarışa giren, birbirlerinin eksikliklerinden zevk alan eltiler ya da gelin görümce çekişmelerine de hâlâ tanık oluyoruz.
Toplumumuzda kadınların işgücüne katılımı ne yazık ki beklenen düzeyde değil. Kırsal kesimdeki çalışan kadın ücretsiz aile işçisi konumundayken, kentteki çoğu kadına da ev kadınlığı rolü uygun görülüyor. 2015 yılının verilerine göre nüfusun %49,8’ini kadınlar oluşturuyor ve toplam nüfus içinde okuma yazma bilen kadın sayısı nüfusun 1/5’i kadar. Her iki cinsin iş hayatına katılımında ise erkekler toplam istihdamda kadınların iki katı. Kadınların işgücüne katılma oranı eğitimlerinin yüksekliğiyle doğru orantıda artıyor olmakla birlikte tüm düzeylerde erkeklerden daha az kazandıkları da tespit edilen başka bir gerçek. İş yaşamının hemen her aşamasında erkekle kıyasıya rekabet içinde olmak zorunda bırakılan kadının, işyerindeki diğer kadınlarla ilişkisine baktığımızdaysa durum ne yazık ki yine kadınların aleyhinde.
Sistem tarafından çeşitli nedenlerle ezilen, şiddete maruz kalan kadın ne yazık ki hemcinsleri tarafından da eziliyor. Aslında bu da yine sistemin dolambaçlı yoldan kadına dayatması olarak karşımıza çıkıyor. Bu tuzağa düşen kadının da durumun farkında olmaması, farkındaysa da kabul etmemesi olasıdır.
Kadına iş hayatında yükselmenin kapıları ancak topumun ona yüklediği ‘şefkatli anne’ rolünden çıkmasıyla açılabilir. Böylece yönetici olmak isteyen kadın kendinde ‘otoriter baba’ imajını yerleştirmeye ve pekiştirmeye başlıyor. Bu nedenle iş hayatında yükselme kaydeden çoğu kadın kadınsı özelliklerini kaybediyor ve bu duruma ilk tepki, doğal olarak iş arkadaşı olan diğer kadınlardan geliyor.
Kendi doğal rolünden uzaklaşarak yönetim basamaklarını tırmanan kadının diğer kadınları ezerek yönetme durumuna Kraliçe Arı Sendromu denir. Yani diğer deyişle kadın çalışanın bir başka kadın çalışana mobbing uygulamasıdır ve bu tür yöneticiler genellikle çevrelerinde çalışan başka kadın istemezler.
Ayrıca yönetici pozisyonuna yükselebilen kadınların, bu konuma gelene kadar, cinsiyet ayrımcı yaklaşımlar sebebiyle erkek çalışanlara göre çok daha fazla çaba göstermeleri gerekmiştir. Hedefledikleri konuma gelen kadın yöneticiler, diğer kadın çalışanların da yükselmek için aynı sıkıntıları yaşaması gerektiğini düşünürler.
Çalışma hayatında cinsiyet odaklı ayrımcılıkların giderilmesi durumunda, kadın yöneticilerin diğer kadın çalışanlara karşı olumsuz tavır sergilemesine sebep olan Kraliçe Arı Sendromu da ortadan kalkacaktır.
Günümüzde geçerliliğini yitirmiş deyimler, atasözleri, gelenekler, örf ve âdetler, sınıf farklılıkları, eğitimsizlik, bilgisizlikten ya da özgüven eksikliğinden kaynaklanan bu gibi sorunların üstesinden gelmeyi ötelemek kadını yaşamda ötekileştiriyor.
Kadınlar gelişime daha açık olsalar da toplum olarak değişime ve dönüşüme hazır değiller ve kuşatılmış kadını aşağıya çeken geleneksel ya da içsel faktörler var. Bunlar yok edilmedikçe kadının kadına şiddeti sorununa bir çözüm üretilmesi olası değil. Değişim aile içindeki bireylerle başlar. Özellikle Anadolu’da genel olarak ‘değişen bizden değildir’ algısı vardır. Bunu yıkmak, yerine yenilerini koymak bir eğitim sürecidir. Bunun için devletin halk eğitimine yaklaşımında kadın örgütlerinin yaygınlaşmasında bir yenilenmeye gitmesi gerekir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
- Taşkın, Prof Dr. Lale. Cinselliğin Anlamı, Toplumsal Değerler ve Sorumluluk. 2015.
- Prof. Bulut A. Cinsel Sağlık Eğitimi. İstanbul: Milli Eğitim ve İnsan Kaynağı Geliştirme Vakfı Yayını.
- Prof. Özgüven E.İ. Cinsellik ve Cinsel Yaşam. Ankara, PDREM yayınları.
- CETAD Cinsel Eğitim ve Tedavi Araştırma Merkezi Eğitim Modülleri. http://www.cetad.org.tr/
- Kaos GL. Mart 2016.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.