hkeykubat@gmail.com
Topuzu, yanlarında bırakılmış dalgalı zülüfleriyle, siyah üzerine beyaz çiçekli askılı elbisesiyle tebessüm ediyor.
Mutfakta bir kişi, mutfak tezgahının önünde ayakta duruyor ve bir şeylerle meşgul. Etrafında çeşitli mutfak eşyaları, raflarda kavanozlar ve üstte bardaklar var. Sağ tarafta bir pencere var ve tezgâhın üzerine bol miktarda gün ışığı vuruyor. Kişinin üzerinde açık renkli bir üst var, alt kısmı karanlık renkte.
YAZAN: Hande KEYKUBAT

Birkaç yıl önce haberlerde art arda siyanürle intihar vakalarının geçtiğini, uzmanların bir süre sonra bu haberlerin yayınlanmaması gerektiği, çünkü intiharın bulaşıcı bir niteliği bulunduğu yönünde yorumlar yapmak zorunda kaldığını belki hatırlarsınız. Siyanürle intihar serisi, bir evde yaşayan kardeşlerin ödeyemedikleri borçlar nedeniyle toplu olarak siyanür içmesiyle başlamıştı. Siyanür temin etmenin kolaylığından da bahsedilmişti epeyce... Siyanürün acıbademe benzer bir kokusu olduğunu da ilk kez Elif Şafak'ın bir kitabında okumuştum ben bu arada...
Geçtiğimiz günlerde ise, hepimizi cinayet niteliği nedeniyle paramparça eden, bir aileyi tamamen yok eden elim bir zehirlenme vakasıyla sarsıldık. Önce gıda zehirlenmesi sanılan, fakat sonra yetkisiz bir firmanın yaptığı yanlış ilaçlama nedeniyle olduğu düşünülmeye başlanan, ihmallerin de eşlik ettiği bir sürecin sonunda iki çocuklu bir aile yitip gitti. Bu elbette bir cümleyle geçiştirilemeyecek, içinde toplumsal çürümeden ekonomik çöküşe kadar pek çok unsuru barındıran bir facia ve başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor. Ben ise bu yazıda, ajansların bu aralar seri halinde geçtiği, belki de algıda seçiciliğimizin arttığı ilginç zehirlenme vakalarından birini, bu aralar takık olduğum, hani şu körlerin üstün yetenekli ve mucizevi görülmesi kavramıyla ilintilendirmeye çalışacağım...
Olay şöyle: Geçtiğimiz günlerde, 26 yaşında bir kadın Taksim'de bir kafeye gidiyor ve bir Türk kahvesi sipariş ediyor. Benim de gayet tabii şekilde yapabileceğim gibi mesela, çünkü özellikle sade Türk kahvesini çok severim ve günde 2 fincan içerim... Neyse... Kahve geliyor, kadın kahveden 1 yudum aldığı anda fenalaşıyor ve hastaneye kaldırılıyor. duyduğum kadarıyla durumu iyiye gidiyormuş.
Kadının fenalaşma nedeni incelendiğinde, kahvenin su yerine deterjanla yapıldığı, yoğunluk nedeniyle kahveyi kafenin bir çalışanının değil de komşu bir dükkândan birinin hazırladığı, tezgâhtaki şişede şişenin içindeki sıvının deterjan olduğuna dair bir ibare bulunmadığı, komşu dükkânın çalışanının o şişenin içinde deterjan olduğunu bilmediği, deterjanı su sanıp kahveyi deterjanla hazırladığı ortaya çıkıyor...
Benim yazdığım yazıları okuyanlar arasında hem körler var hem de görenler ve çoğumuz ev çekip çeviriyoruz. Kör arkadaşlarıma sormak isterim: Hiçbir zaman bir deterjanı, meselâ bir yüzey temizleyiciyi ya da bulaşık deterjanını su sandığınız oldu mu? Yalnızca kendi şişesindeyken değil başka bir şişeye konduğunda da böyle hiç şaşırıyor musunuz? Açık söyleyeyim, ben körler arasında bu durumların çok nadir olduğunu, belki farklı yağların ya da farklı çeşit meyve sularının karıştırılabileceğini ama bir deterjanın su sanılmasının mümkün olmayacağını düşünüyorum...
Bir kere bütün temizlik malzemeleri kokulandırılmıştır. Malzemelerin içinde bulunan kimyasalların, kullanıcıların ferahlık hissetmesi için eklenen parfümlerin hep kokuları vardır ve şişenin kapağı açıldığında bu koku her zaman açığa çıkar... Sonra, o şişenin içindeki sıvı bardağa ya da başka bir kaba aktarıldığında çıkan ses, genellikle suyun çıkardığı sesten daha yoğun ve pürüzlü bir sestir. Suyun sesi kadar net ve dolgun değildir... Ayrıca, zaman zaman yağ çözücüyle tencere kaynattığım için bilirim, kaynarken yağ çözücünün güzel kokusu etrafa yayılır ve tencere köpürür. Hatta ev idare etmeye başladığım ilk yıllarda tencereye koyacağım su miktarını ayarlayamazdım ve kaynarken tüm ocağa, tüm tezgâha o köpüklü su taşardı... Yani uzun lafın kısası, elbette görsel özellikleri nedeniyle bizlerin anlayamayacağı şeyler de vardır, lâkin, bir deterjanı suyla karıştırmak ve kahveyi onunla yapmak, o genç kadıncağızı öldürme kastı bulunmadığı takdirde, gerçekten yalnızca görmesine güvenen, diğer duyularının ona sunacağı uyarıları ve verileri ciddiye almayan bir görenin işidir.
Yıllar önce Ekim ayında annemin, eşinin kendi sinüziti için topladığı, yalnızca küçük bir damlanın çok dikkatli bir şekilde burun içine damlatılması gerektiği ve en ufak bir dikkatsizliğin ölüme sebep olacağı acı kavunlardan birini alıp çağla diye ağzına atmak istemesi, sonra eşinin onu durdurması gibi... Çünkü o acı kavunlar uzaktan bakıldığında çağla gibi görünüyordu ve Ekim ayında çağlanın bulunamayacağı gerçeğini gözardı eden annem, acı kavunu eline aldığında bile onun sert, pütürlü dokusunu hissetmemiş, kocasına gülümseyerek "Ay benim için mi topladın bu çağlaları!" demişti...
Yani biz bir ilacı diğerinden ayırdığımızda, bir telefon numarasını hatırladığımızda, "hayır o deterjan değil su!" diye sizi uyardığımızda, bizim ne kadar özel insanlar olduğumuzu düşünmeden önce acaba siz kendi diğer duyularınızı daha mı iyi kullansanız diye düşünmekten kendimi alamıyorum doğrusu...
Not: Az önce kurumumuzdaki çay ocağı çalışanından Türk kahvesi istedim... Görelim neyle yapmış hatun kahveyi...

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.