YAZAN: Buket BAŞARAN AKKAYA
İliştiği koltukta ne kadar zamandır hareketsiz duruyordu, ayrımsayamadı. Silkindi, elindeki boşanma ilamını katlayıp koydu cebine. Balkon kapısını araladı. Kuş sesleri, yüzüne vuran esinti iyi gelmişti. Uzun bir solukla gökyüzünün rengini içine çekti.
-Artık dulum!
-Boşanmış! diye düzeltti kadını içindeki ses. Eşi ölene dul denir!
-Peki, dedi, seni mi kıracağım? Aslında haklısın dul olsam kocamdan maaş alırdım. Oysa beş parasızım, diye geçirdi içinden. Kürkçü dükkânına geri döndük. Ben, annem, börtü böcek, yaşıyoruz işte…
Son cümleyi yüksek sesle söylemişti. Bir duyan olsa “kafayı yemiş bu zavallı” diyecekler diye endişelenirken annesinin sesiyle irkildi.
-Memnun değilsen kapı orada!
Karşılık vermedi. Konuşmanın nereye varacağını biliyordu. Dolaptan üç yumurta alıp şekerle çırpmaya başladı. Yumurtalar çırpılmakla dövülmek arasındayken diğer malzemeleri de ekleyip ısıttığı fırına koydu.
Öğleden sonra eski komşuları ona çaya geleceklermiş. Hani olur ya belki de… Umut işte! Beklentileri yüksekti. Aslında hepsi ayrı ayrı iyiydiler. Öyle miydi gerçekten? Olumlu düşünmek istiyordu. Yok, yok meraktan değil vallahi de değil, sadece bu zavallı kadına iyilikleri dokunsundu. Hepsi bu! Bu saatten sonra ana evine geri dönmek kolay mı?
Annesi eşarbını bağlayıp çıkarken kapı aralığından seslendi.
-Irazgillere geçiyorum. Gittiklerinde haber et, döndüğümde kimseyi görmesin gözüm.
Kek kabarmak üzereydi. Mutfak tezgâhının üstünü temizledi, bulaşıkları yıkadı. Fırından mis gibi kokular yayılmaya başladı.
Çlingg!
Keki fırından çıkartıp bankonun üzerine koydu. Üstüne başına çeki düzen veremeden sokak kapısının sesi duyuldu: Tak tak da tak tak!
Kapıyı açtığında enine genişlemiş dört kadın karşısında bitiverdi. Salona buyur etti eskimiş komşularını.
Dizi, dizi dizildiler, etrafı kolaçan ediyorlardı. Güya kimse kimseye çaktırmıyordu. Çarpışan bakışlar oluyordu tabi. Ayrıca bu bakışlar acemice yapılan makyaj kadar kötü duruyordu yüzlerinde. Ne olmuştu, neden ayrılmışlardı? Oysa bir eli yağda diğeri balda… Belki de kocası gönderivermişti bu basiretsiz kadını anasının evine.
Çaylarını karıştırdılar koro halinde: Çıngır çıngır.
Keklerinden birer lokma ağızlarına atıp çaylarını yudumladılar yine koro halinde: Hüüüüüp!
Komşular koro halinde konuşuyor, koro halinde susuyorlardı. Kadın sadece boşlukta oradan oraya uçuşan kelimeleri anlamlandırmaya çalışıyordu.
-Çantana birkaç ziynet ataydın bari a kızım, kara günler için…
Kadının hiç ziyneti olmamıştı ki. Firuze yüzük! Evet, anımsadı. Hani gün paralarını biriktirip kocam evlilik yıl dönümünde almış diye kandırmıştı milleti? Sahi kime hava atmıştı?
-Kaynanan ne diyor bu işe?
Yılanın başı oydu. Oğlunu yerli yersiz az mı doldurup üstüne salmıştı? Hele birinde kayınvalidesinden özür dilemediği için gözleri morarmıştı. Başka bir gün de sol kolu bilekten kırılmıştı.
-Yazık ettin be kızım bu zamanda böyle koca her kadına nasip olmaz!
-Sen de bulunmadık Bursa kumaşı değilsin hani.
Çıngır çıngır…
-Çocuğun da olmuyormuş! Yani öyle diyorlar, ben bilmem konu komşunun yalancısıyım.
Hüüüüp!
Kadının bakışları donuklaştı, yatağın gıcırdayan yay sesleri kapladı zihnini… Bir ileri bir geri… Gırç gırç, gırç gırç.
Duvardaki saat, varlığını hatırlatırken “kalk git, kalk git”, der gibi gelirdi hep. İstemsiz, gün doğmadan kaçar bulurdu kendini yan odaya. Çıplak omuzunun üzerinden baktığında horuldayan adam kocası değil de yalnızca bir nesne, bir et yığınıydı. Bir kör kuyu bulsa da haykırabilseydi.
-ÇORAPLARI KOKUYORDU!
İstemeden dudaklarından dökülüveren kelimeler bomba gibi düşmüştü salonun tam ortasına. Komşular koro halinde hayret ettiler.
Kadın elleriyle ağzını kapatıp içindeki sese çemkirdi. “SUS ARTIK!”
-Hasbin Allah!
-Bak bak bak! Dil de pabuç mübarek!
-Çorapları kokuyor ha? Bu yüzden koca mı boşanır? N’olcak çorap kokusundan ayol, su sabun neleri paklamaz!
İçindeki ses çığlık çığlığaydı. Çorapları kokuyordu, çorapları kokuyordu…
Kadın çekti avuçlarını dudaklarından. Sese yol verdi.
-Evet, kokuyordu ve ben artık onları yıkamak istemiyorum!
-Onca yıldan sonra öyle mi?” dedi bir başka eskimiş komşu takma dişlerini takırdatarak.
-On-ca yıl-dan son-ra!” dedi kelimelerin üstüne basa basa…
İflah olmazdı bu kadın. Çaresizce birbirilerinin gözlerinde gezdirdiler gözlerini.
Kuş gibi hafif hissetti kendini kanatları olsa uçacak. Başarmış olmanın hazzıyla, ona hep özgürlüğü fısıldayan firuze yüzüğüne baktı bir süre. Kararlı adımlarla yerinden kalkıp sokak kapısını açtı sonuna kadar.
-Gösteri bitti! Haydi evlerinize!
-Eskimiş komşular kapıya yönelirken yine bir ağızdan konuşuyorlardı.
-Tövbeler tövbesi…
-Delirmiş anam bu.
Özgürlüğünü anımsatacak her şeye yıllarca nasıl da gözlerini kapatıp yok saymıştı. Gökyüzü pırıl pırıldı. Hiçbir şey için geç değildi. O anda karar verdi. Annesi mi? O bekleyebilirdi. Firuze rengi elbisesini giyip evden çıktı. Sahildeki martılara simit atacaktı.
2021 Temmuz
İliştiği koltukta ne kadar zamandır hareketsiz duruyordu, ayrımsayamadı. Silkindi, elindeki boşanma ilamını katlayıp koydu cebine. Balkon kapısını araladı. Kuş sesleri, yüzüne vuran esinti iyi gelmişti. Uzun bir solukla gökyüzünün rengini içine çekti.
-Artık dulum!
-Boşanmış! diye düzeltti kadını içindeki ses. Eşi ölene dul denir!
-Peki, dedi, seni mi kıracağım? Aslında haklısın dul olsam kocamdan maaş alırdım. Oysa beş parasızım, diye geçirdi içinden. Kürkçü dükkânına geri döndük. Ben, annem, börtü böcek, yaşıyoruz işte…
Son cümleyi yüksek sesle söylemişti. Bir duyan olsa “kafayı yemiş bu zavallı” diyecekler diye endişelenirken annesinin sesiyle irkildi.
-Memnun değilsen kapı orada!
Karşılık vermedi. Konuşmanın nereye varacağını biliyordu. Dolaptan üç yumurta alıp şekerle çırpmaya başladı. Yumurtalar çırpılmakla dövülmek arasındayken diğer malzemeleri de ekleyip ısıttığı fırına koydu.
Öğleden sonra eski komşuları ona çaya geleceklermiş. Hani olur ya belki de… Umut işte! Beklentileri yüksekti. Aslında hepsi ayrı ayrı iyiydiler. Öyle miydi gerçekten? Olumlu düşünmek istiyordu. Yok, yok meraktan değil vallahi de değil, sadece bu zavallı kadına iyilikleri dokunsundu. Hepsi bu! Bu saatten sonra ana evine geri dönmek kolay mı?
Annesi eşarbını bağlayıp çıkarken kapı aralığından seslendi.
-Irazgillere geçiyorum. Gittiklerinde haber et, döndüğümde kimseyi görmesin gözüm.
Kek kabarmak üzereydi. Mutfak tezgâhının üstünü temizledi, bulaşıkları yıkadı. Fırından mis gibi kokular yayılmaya başladı.
Çlingg!
Keki fırından çıkartıp bankonun üzerine koydu. Üstüne başına çeki düzen veremeden sokak kapısının sesi duyuldu: Tak tak da tak tak!
Kapıyı açtığında enine genişlemiş dört kadın karşısında bitiverdi. Salona buyur etti eskimiş komşularını.
Dizi, dizi dizildiler, etrafı kolaçan ediyorlardı. Güya kimse kimseye çaktırmıyordu. Çarpışan bakışlar oluyordu tabi. Ayrıca bu bakışlar acemice yapılan makyaj kadar kötü duruyordu yüzlerinde. Ne olmuştu, neden ayrılmışlardı? Oysa bir eli yağda diğeri balda… Belki de kocası gönderivermişti bu basiretsiz kadını anasının evine.
Çaylarını karıştırdılar koro halinde: Çıngır çıngır.
Keklerinden birer lokma ağızlarına atıp çaylarını yudumladılar yine koro halinde: Hüüüüüp!
Komşular koro halinde konuşuyor, koro halinde susuyorlardı. Kadın sadece boşlukta oradan oraya uçuşan kelimeleri anlamlandırmaya çalışıyordu.
-Çantana birkaç ziynet ataydın bari a kızım, kara günler için…
Kadının hiç ziyneti olmamıştı ki. Firuze yüzük! Evet, anımsadı. Hani gün paralarını biriktirip kocam evlilik yıl dönümünde almış diye kandırmıştı milleti? Sahi kime hava atmıştı?
-Kaynanan ne diyor bu işe?
Yılanın başı oydu. Oğlunu yerli yersiz az mı doldurup üstüne salmıştı? Hele birinde kayınvalidesinden özür dilemediği için gözleri morarmıştı. Başka bir gün de sol kolu bilekten kırılmıştı.
-Yazık ettin be kızım bu zamanda böyle koca her kadına nasip olmaz!
-Sen de bulunmadık Bursa kumaşı değilsin hani.
Çıngır çıngır…
-Çocuğun da olmuyormuş! Yani öyle diyorlar, ben bilmem konu komşunun yalancısıyım.
Hüüüüp!
Kadının bakışları donuklaştı, yatağın gıcırdayan yay sesleri kapladı zihnini… Bir ileri bir geri… Gırç gırç, gırç gırç.
Duvardaki saat, varlığını hatırlatırken “kalk git, kalk git”, der gibi gelirdi hep. İstemsiz, gün doğmadan kaçar bulurdu kendini yan odaya. Çıplak omuzunun üzerinden baktığında horuldayan adam kocası değil de yalnızca bir nesne, bir et yığınıydı. Bir kör kuyu bulsa da haykırabilseydi.
-ÇORAPLARI KOKUYORDU!
İstemeden dudaklarından dökülüveren kelimeler bomba gibi düşmüştü salonun tam ortasına. Komşular koro halinde hayret ettiler.
Kadın elleriyle ağzını kapatıp içindeki sese çemkirdi. “SUS ARTIK!”
-Hasbin Allah!
-Bak bak bak! Dil de pabuç mübarek!
-Çorapları kokuyor ha? Bu yüzden koca mı boşanır? N’olcak çorap kokusundan ayol, su sabun neleri paklamaz!
İçindeki ses çığlık çığlığaydı. Çorapları kokuyordu, çorapları kokuyordu…
Kadın çekti avuçlarını dudaklarından. Sese yol verdi.
-Evet, kokuyordu ve ben artık onları yıkamak istemiyorum!
-Onca yıldan sonra öyle mi?” dedi bir başka eskimiş komşu takma dişlerini takırdatarak.
-On-ca yıl-dan son-ra!” dedi kelimelerin üstüne basa basa…
İflah olmazdı bu kadın. Çaresizce birbirilerinin gözlerinde gezdirdiler gözlerini.
Kuş gibi hafif hissetti kendini kanatları olsa uçacak. Başarmış olmanın hazzıyla, ona hep özgürlüğü fısıldayan firuze yüzüğüne baktı bir süre. Kararlı adımlarla yerinden kalkıp sokak kapısını açtı sonuna kadar.
-Gösteri bitti! Haydi evlerinize!
-Eskimiş komşular kapıya yönelirken yine bir ağızdan konuşuyorlardı.
-Tövbeler tövbesi…
-Delirmiş anam bu.
Özgürlüğünü anımsatacak her şeye yıllarca nasıl da gözlerini kapatıp yok saymıştı. Gökyüzü pırıl pırıldı. Hiçbir şey için geç değildi. O anda karar verdi. Annesi mi? O bekleyebilirdi. Firuze rengi elbisesini giyip evden çıktı. Sahildeki martılara simit atacaktı.
2021 Temmuz
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.