TABLOYU YAPAN: John Everett Millais
HAZIRLAYAN, SESLİ BETİMLEME METİN YAZARI ve SESLENDİREN: Ecem ZAFER
Instagram: ecmzafer
Şimdi gözlerimizi kapatalım ve çok büyük emek verilmiş bir resmin içerisine adım atalım
Bizi karşılayan, doğanın içinde saklı kalmış gibi duran huzurlu ama tuhaf bir sahne. Ön planda bir nehir uzanıyor; su, durgun ama belli belirsiz bir akıntı taşıyor. Nehrin içinde genç bir kadın yatıyor—yüzü göğe dönük, gözleri açık, kolları iki yana açılmış. Elbisesi suyun içinde kabarmış, sanki henüz düşmemiş bir peri gibi yüzeyde süzülüyor. Çevresinde türlü çiçekler var; pembe güller, beyaz papatyalar, gelincikler, menekşeler, söğüt ağacının sarkmış dalları… Hepsi sanki onu uğurlamaya gelmiş.
Bu kadın, Shakespeare’in ünlü Hamlet oyunundan Ophelia. Sevgilisi Hamlet’in, babasını öldürdüğünü öğrendikten sonra aklını yitiriyor… Ve sonunda kendini derede şarkılar mırıldanarak ölümün kollarına bırakıyor. Millais’in fırçasında, bu sahne sadece bir ölüm anı değil; bir şiir gibi resmedilmiş bir vedadır.
Tablo iki aşamada tamamlanmış. İlk aşamada sadece manzara… Millais, doğaya ve detaylara karşı titiz bir ressam olduğu için arka plandaki botanik zenginliği bizzat doğanın içinde çalışarak resmediyor. Beş ay boyunca, haftanın altı günü, günde sekiz saat boyunca dışarıda resim yapıyor. Notlarına şu cümleyi yazıyor:
"Surrey sinekleri oldukça kaslı ve insan etini dişleme konusunda korkutucu bir eğilime sahip. Bu şartlar altında bir katil için bu resmi boyamak, asılmaktan daha büyük bir ceza olur."
Yani sadece güzel bir fon değil, bir ressamın doğayla verdiği fiziksel ve psikolojik mücadele de var bu manzaranın arkasında.
Resimdeki çiçekler ve bitkiler yalnızca süs değil. Her biri, Shakespeare’in çiçeklere anlam yükleme tutkusunu ve Millais’in “floriyografi” yani çiçek dili merakını yansıtıyor.
Söğüt ağacı terk edilmişliği, ısırgan otu gizli acıları, gelincik ölümü, papatyalar masumiyeti, pembe güller Ophelia’nın abisinin ona “Mayıs’ın Gülü” demesini, boynundaki menekşeler ise sadakati simgeliyor.
Ve unutma beni çiçekleri… Adeta Hamlet’e bırakılmış son bir mesaj gibi, sessiz ve güçlü.
İkinci aşama: Ophelia’nın kendisi. Bu karakter, dönemin ilham perisi Elizabeth Siddal tarafından modelleniyor. O sırada sadece 19 yaşında. Millais, ona bir antikacıdan bulduğu gümüş işlemeli ağır bir elbise giydiriyor.
Stüdyoda, suyla dolu bir küvette, bu bölümü dört ayda tamamlıyor. Ne yazık ki bir gün kandiller sönüyor, su soğuyor ve Siddal zatürre oluyor. Babası Millais’i dava etmekle tehdit etse de doktor masraflarının karşılanmasıyla mesele kapanıyor.
Elizabeth Siddal sadece model değil. Şair, ressam, yaratıcı bir kadın. Ancak yaşamı kısa ve acı dolu… Zor bir hamilelik geçirip bebeğini kaybettikten sonra ağır bir depresyona giriyor. O dönemin sakinleştiricisi olan, bağımlılık yapan “laudanum” adlı ilaçtan alıyor ve bir daha uyanmıyor.
İronik olan şu ki: laudanum, gelincik çiçeğinden elde edilen bir ilaç.
Yani zamanında kucağında tuttuğu gelincik, yıllar sonra kendi ölümünün sessiz tanığı oluyor.
Millais’nin Ophelia tablosuna baktığınızda ilk hissiniz huzur olabilir. Doğa yemyeşil, su duru, çiçekler rengârenk… Ama aslında baktığınız şey, bir kadının yavaş yavaş suda kayboluşu. Belki de bu yüzden insan gözlerini resimden alamıyor. Çünkü her şey bu kadar güzelken, nasıl bu kadar trajik olabilir?
30.06.2025
HAZIRLAYAN, SESLİ BETİMLEME METİN YAZARI ve SESLENDİREN: Ecem ZAFER
Instagram: ecmzafer
Şimdi gözlerimizi kapatalım ve çok büyük emek verilmiş bir resmin içerisine adım atalım
Bizi karşılayan, doğanın içinde saklı kalmış gibi duran huzurlu ama tuhaf bir sahne. Ön planda bir nehir uzanıyor; su, durgun ama belli belirsiz bir akıntı taşıyor. Nehrin içinde genç bir kadın yatıyor—yüzü göğe dönük, gözleri açık, kolları iki yana açılmış. Elbisesi suyun içinde kabarmış, sanki henüz düşmemiş bir peri gibi yüzeyde süzülüyor. Çevresinde türlü çiçekler var; pembe güller, beyaz papatyalar, gelincikler, menekşeler, söğüt ağacının sarkmış dalları… Hepsi sanki onu uğurlamaya gelmiş.
Bu kadın, Shakespeare’in ünlü Hamlet oyunundan Ophelia. Sevgilisi Hamlet’in, babasını öldürdüğünü öğrendikten sonra aklını yitiriyor… Ve sonunda kendini derede şarkılar mırıldanarak ölümün kollarına bırakıyor. Millais’in fırçasında, bu sahne sadece bir ölüm anı değil; bir şiir gibi resmedilmiş bir vedadır.
Tablo iki aşamada tamamlanmış. İlk aşamada sadece manzara… Millais, doğaya ve detaylara karşı titiz bir ressam olduğu için arka plandaki botanik zenginliği bizzat doğanın içinde çalışarak resmediyor. Beş ay boyunca, haftanın altı günü, günde sekiz saat boyunca dışarıda resim yapıyor. Notlarına şu cümleyi yazıyor:
"Surrey sinekleri oldukça kaslı ve insan etini dişleme konusunda korkutucu bir eğilime sahip. Bu şartlar altında bir katil için bu resmi boyamak, asılmaktan daha büyük bir ceza olur."
Yani sadece güzel bir fon değil, bir ressamın doğayla verdiği fiziksel ve psikolojik mücadele de var bu manzaranın arkasında.
Resimdeki çiçekler ve bitkiler yalnızca süs değil. Her biri, Shakespeare’in çiçeklere anlam yükleme tutkusunu ve Millais’in “floriyografi” yani çiçek dili merakını yansıtıyor.
Söğüt ağacı terk edilmişliği, ısırgan otu gizli acıları, gelincik ölümü, papatyalar masumiyeti, pembe güller Ophelia’nın abisinin ona “Mayıs’ın Gülü” demesini, boynundaki menekşeler ise sadakati simgeliyor.
Ve unutma beni çiçekleri… Adeta Hamlet’e bırakılmış son bir mesaj gibi, sessiz ve güçlü.
İkinci aşama: Ophelia’nın kendisi. Bu karakter, dönemin ilham perisi Elizabeth Siddal tarafından modelleniyor. O sırada sadece 19 yaşında. Millais, ona bir antikacıdan bulduğu gümüş işlemeli ağır bir elbise giydiriyor.
Stüdyoda, suyla dolu bir küvette, bu bölümü dört ayda tamamlıyor. Ne yazık ki bir gün kandiller sönüyor, su soğuyor ve Siddal zatürre oluyor. Babası Millais’i dava etmekle tehdit etse de doktor masraflarının karşılanmasıyla mesele kapanıyor.
Elizabeth Siddal sadece model değil. Şair, ressam, yaratıcı bir kadın. Ancak yaşamı kısa ve acı dolu… Zor bir hamilelik geçirip bebeğini kaybettikten sonra ağır bir depresyona giriyor. O dönemin sakinleştiricisi olan, bağımlılık yapan “laudanum” adlı ilaçtan alıyor ve bir daha uyanmıyor.
İronik olan şu ki: laudanum, gelincik çiçeğinden elde edilen bir ilaç.
Yani zamanında kucağında tuttuğu gelincik, yıllar sonra kendi ölümünün sessiz tanığı oluyor.
Millais’nin Ophelia tablosuna baktığınızda ilk hissiniz huzur olabilir. Doğa yemyeşil, su duru, çiçekler rengârenk… Ama aslında baktığınız şey, bir kadının yavaş yavaş suda kayboluşu. Belki de bu yüzden insan gözlerini resimden alamıyor. Çünkü her şey bu kadar güzelken, nasıl bu kadar trajik olabilir?
30.06.2025
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.