YAZAN: Aysun Hacer SARITAŞ
Uyandım. Gecenin ağırlığının üzerimde oluşturduğu baskıdan kurtulmaya çalışarak, doğrulup yatağın kenarına oturdum. Bir süre hareketsiz, öylece kaldım. Elbise dolabının kapağındaki aynada kendime baktım. Sol üst bacağımın dış kısmında kocaman bir morluk vardı, ufak tefek birkaç tane de kollarımda, hareket ettikçe sırtımda oluşan acıdan sırtımda da bir şeyler olduğunu fark edebiliyordum ama görmeyince sanki daha az acıyordu. Bacağımdaki mor ize bakarken mor rengi severdim ben eskiden diye düşündüm, kadının rengi mor diye saçıma mor fularlar bağlardım, eskiden, çok eskiden… Şimdi mor benim için başka anlamlar ifade ediyordu. Neyse ki morlukların hepsi kapanabilecek yerlerde, yüzümde bir şey yok diye düşünerek bir nebze rahatlamışken, boynumdaki parmak izlerini gördüm. Saçlarımın altında çok belli olmuyordu ama yine de okula böyle gidemezdim. Çocukların gözünden hiçbir ayrıntı kaçmaz, “Aaa öğretmenim boynunuza ne oldu?” diye soruverirlerdi. Kalkıp dolaptan birkaç fular çıkardım, izleri fularla kapatmayı denedim ama başaramadım, can sıkıntısıyla mutfağa geçtim. Geçerken çocuk odasına doğru “Oğlum hadi kalk, okul saati geldi” diye seslendim. İlk seferde kalktı hemen. Normal günlerde “uykum var” diye nazlana nazlana süreci en az on beş dakika öteleyen oğlum, annesini bir de onun üzmemesi gerektiğini düşünerek bu sefer nazlanmaktan vazgeçti. Son günlerde sosyal medyada sürekli karşıma çıkan ‘Travma sonrası büyüme’ bu olsa gerek diye düşündüm içimden, buna üzülsem mi sevinsem mi bilemedim, içim burkuldu. “İyi misin anne?” diye sordu oğlum. “İyiyim, gayet iyiyim, anne babalar arasında olur bazen öyle şeyler, biz konuştuk anlaştık, sen merak etme, hadi yıka elini yüzünü, mutfağa gel.” desem de oğlum yüzüme bir süre daha bakıp, “canın acıyor mu?” dedi. “Yok, oğlum acımıyor” derken onu kendime çekip sıkı sıkı sarıldım. Bir süre öylece durduktan sonra yüzüme tekrar bakamadan banyoya doğru geçti. Tam mutfağa gidecekken kızımın uyanmış ve yatağın kenarında oturuyor olduğunu görerek yanına gittim. Akşam restorandan dönerken arabada uyuyakalmıştı ve akşam yaşananlar sırasında yatağındaydı. Olanların ne kadarını duydu, ne kadar farkında bilmiyordum ama en azından görmedi diye teselli buluyordum. Yanına giderek neşeli olmaya çalışan bir ses tonuyla “Günaydın çiçeğim” dedim. “Okula gitmeyecek miyiz?” diye cevap verdi. Kızım çalıştığım okulun anaokulunda okuyordu, bu halde okula gidemez, onu da götüremezdim, anne kız baş başa bir gün geçireceğimizi söyledim. Anne kız günlerini her zaman büyük bir sevinç ve heyecanla karşılayan kızım, hiç tepki vermedi, birazcık yanıma sokulmakla yetindi. Kalkıp tuvalete gitmesini, yüzünü yıkamasını ve mutfağa gelmesini söyleyerek kapıya doğru yöneldiğim sırada, “Peki babam ne olacak, o da bizimle mi olacak” diye sordu. Babasının kalkıp işe gideceğini bizim baş başa olacağımızı söyleyerek mutfağa geçtim. Kahvaltıyı hazırlarken Ahmet geldi, “Günaydın hayatım” diyerek belime sarılıp beni öptü. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki gece bütün bunları bana yapan o adam değilmiş gibi…
Ahmet ile lise yıllarında tanışmış, sevgili olmuş, üniversiteyi farklı şehirlerde okusak da, ayrılmamış, okul biter bitmez de evlenmiştik. Ahmet hep kıskanırdı beni, lise yıllarında “Çok sevdiğinden” diye düşünür, hoşlanırdım bundan, birisi tarafından bu kadar çok sevilmek güzeldi, sevilmek böyle bir şey zannederdim. Üniversitede arkadaşlarımla dışarı çıksam olay çıkarır, herhangi bir erkekle arkadaş olmayı geçtim, sohbet ettiğimi duysa kıyameti koparırdı, sürekli kavga ederdik, ama bir şekilde gönlümü almayı başarırdı. “Farklı şehirlerdeyiz ya ondan oluyor, bir arada olsak, görse konuştuğum insanların güvenilir insanlar olduğunu, böyle olmaz, geçer kıskançlıkları” diye düşünürdüm. Okul biter bitmez evlendik, ben atanınca benim çalıştığım şehre yerleştik, Ahmet de kendine bir iş kurdu, her şey çok güzeldi, ama Ahmet’in kıskançlıkları bitmedi. Önce okuldaki erkeklerle konuşmamamı istedi, konuşmadım, öğretmenler odasında selam veren erkek öğretmenlere selam bile vermememin arkamdan nasıl konuşmalara sebep olduğunu düşündükçe utancımdan yerin dibine geçiyor, nasıl davranacağımı şaşırıyordum. Bir süre sonra öğretmenler odasına da gitmez oldum, ders saatlerimde teneffüsleri bile sınıfta öğrencilerle geçiriyor, boş dersim olursa dışarı çıkıyor, derslerim biter bitmez de eve geliyordum, iyice yalnızlaştım. Sonra Ahmet “Markete manava sen çıkma, ben alır gelirim” dedi, beni düşünüyor diye yorumlamak istedim, onu da kabul ettim. En son “kapanacaksın” deyince, “O kadar da değil artık Ahmet” dedim ve ilk dayağımı o gün yedim. Dindar bir adam değildi Ahmet, sadece kıskançlıktan, kimse beni görmesin, kimse beni beğenmesin diye istediğinden emindim, direndim. Her gün şiddeti artan kavgalardan ve dayaktan yorulmuş bir şekilde ayrılmak istediğimi söylediğimde; “Öldürürüm seni, senin bensiz bir hayatın olamaz” dedi. Tam da o günlerde oğluma hamile olduğumu öğrendim. Ahmet çok mutluydu, kapanma konusunu unuttu, gebeliğim boyunca üzerime titredi, düzeldi diye düşündüm, bir daha olmayacaktı öyle şeyler. Ama düşündüğüm gibi olmadı, ara ara şiddeti artan kavgalarla ve sonrasında ettiği pişmanlık yeminleriyle yıllarımızı geçirdik. Çocukların masrafları var, ev aldık, araba aldık borcu var, çocuklar babasız mı büyüsün derken bugünlere geldik. Son birkaç yılda Ahmet kontrolsüzce alkol tüketmeye ve bu zamanlarda beni erkek sinekten kıskanıp olay çıkarmaya başladı, zamanla bu sohbet masalarının sonu hep benim vücudumdaki morluklarla biter oldu. Beni her seferinde Allah yarattı demeden dövüyor, biraz kendine gelince de “Ne olur beni affet, kendimde değildim, seni çok sevdiğimden oluyor bunlar” diye yalvarmaya başlıyordu. Ben de her seferinde affedip morluklarımı saklamak için yollar arıyordum. Dün gece de dışarıda ailecek güzel bir yemek yiyelim diye çıkmış, güzelce yemeğimizi yemiş ama birkaç kadehten sonra bakışları değişen Ahmet’e karşı duyduğum korkudan; gecenin sonunda kavga çıkarmasına bir malzeme vermeyeyim, kıskanabileceği bir olay çıkmasın diye elimden geleni yapmıştım. Gel gör ki erkek garsondan su istememem gerektiğini düşünememiştim. “Yoksa elin adamına bir işaret mi vermeye çalışıyordum. Bunu evde konuşacaktık.” Konuştuk. Sonuç vücudumdaki morluklar…
Ahmet hızlıca bir şeyler atıştırdı, işe gitmek üzere kapıya çıktı. Onu geçirmek için yanına gittim. Çıkmadan önce bana baktı, elini boynumdaki parmak izlerine değdirip “Ah be güzelim, seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, yapma böyle beni kızdıracak işleri, basma damarıma, biraz dikkat et” dedi, uzanıp dudağımdan öptü ve gitti. “Biraz dikkat et” demişti. Ben acaba dikkat etmemiş miydim? Bütün gece çok korkmuştum, kötü bitmesin gece diye çok çaba sarf etmiştim, olabileceklerden çok endişelenmiştim. Acaba korkudan ne yapacağımı şaşırmış ve yapmamam gereken bir şey mi yapmıştım. Bilmiyordum, kafam çok karışıktı, beynim uyuşmuş gibiydi ve anlayamıyordum. Sadece giderek artan bir şekilde yoğun bir suçluluk duygusu zihnimi kaplıyordu. Belki de hata bendeydi.
Oğlumu hazırlayıp servise bindirmek için kapının önüne çıkardım, beklemeye başladık. “İyi misin anne” dedi oğlum tekrar. “İyiyim oğlum, iyiyim dedim ya” diye cevap verdim. Oğlum öfkeyle artık bana inanmadığını, benim bir yalancı olduğumu söyleyince donakaldım. Çok şaşırmıştım, ona nasıl cevap vereceğimi bilemeden bekledim. Oğlum aynı kırgın ve kızgın ses tonuyla devam etti ; “Baban bizi çok sever diyorsun ama yalan, insan sevdiğini döver mi? Anne baba arasında olur böyle şeyler diyorsun, hani birine vurmak kötü bir şeydi, nasıl normal oluyor böyle şeyler, demek ki bu da yalan. Birisi sana vurursa ondan uzaklaşmalı, sana vurmasına izin vermemelisin diyorsun ama sen uzaklaşmıyorsun, izin veriyorsun, bu da yalan, bütün söylediklerin yalan anne.” O sırada servis geldi, oğlum araca binip gitti. Henüz ortaokula giden çocuğumun gördüğü ama benim göremediğim gerçekler canımı morluklardan daha çok acıttı.
Eve dönüp kızımı aldım ve rapor almak üzere aile hekimliğine doğru yola çıktım. Boğazım ağrıyor ateşim var demeye karar verdim. ASM’ye girip sıramızı aldık ve kızımla polikliniğin önünde beklemeye başladık. Bir süre sonra bizden önce muayeneye giren adamın sesi dışarıdan duyulmaya başladı. “Yazacaksın, yaz diyorsam sana, yazacaksın bu ilacı” diye bağırıyordu. Doktor hanım bir şeyler anlatmaya çalışıyor, adam “Kadın öldürürüm seni, yaz şu ilacı” diye tehditler savuruyordu. En sonunda kapı açıldı, adam “Öldüreceğim seni, görürsün” diye tehditler savurmaya devam ederek binayı terk etti.
Sıra bizdeydi, Doktor hanım; “elimi yüzümü yıkayıp hemen geliyorum, siz içeri geçin” diyerek lavaboya yöneldi, biz de muayene odasına geçip oturduk. Beş dakika sonra geldi, sanki az önceki olayı yaşayan o değilmiş gibi önce kızıma dönüp “Merhaba güzel kız” dedi. Kızım söz hakkının ona gelmesini bekliyormuş gibi sabırsızlıkla “O adam sana niye bağırdı” dedi. Doktor Hanım cevap verdi;
- İstediği ilacı yazmadığım için
- Neden yazmadın ilacı?
- Çünkü o ilaç kendisine uygun değildi, zarar verebilirdi
- Nereden bulmuş o ilacı?
- Komşusundan almış, komşusuna iyi gelmiş
- Peki, bu amcaya da iyi gelmez mi?
- Gelmez
- Ama sen doktorsun, seni dinlemesi gerekir, sana bağırmamalıydı ama bağırdı, “Öldürürüm” dedi. Biliyor musun akşam babam da anneme bağırdı, “Öldürürüm seni” dedi. Sonra annem “Yapma Ahmet, yapma” derken sesi kesildi, garip sesler çıkardı, öldü sandım.
Doktor hanım bana baktı, gözleri boynumdaki fulara takıldı, fularımın kenarını çekiştirip saçlarımı öne doğru aldım sonra tekrar kızıma dönüp “Çok korkmuş olmalısın” dedi. “Evet, çok korktum” dedi miniğim. Uyuduğunu hiçbir şey duymadığını zannettiğim altı yaşındaki kızımın ruhunda açtığımız yaraları fark etmek beni dehşete düşürmüştü. Ne düşüneceğimi bilemiyor, sadece onları izliyordum. Doktor hanım kızıma; “Bana söylemekle çok iyi yaptın, teşekkür ederim, merak etme şimdi güvendesin” dedi ve bana dönerek; “İnci hanım buyurun, ne şikâyetle gelmiştiniz bana?” diye sordu. Kendimi toparlayıp “Boğazım ağrıyor” dedim. Beni muayene masasına aldı, önce boğazıma sonra fularımı indirerek boynuma baktı, “Sırtınızı da dinleyelim” diyerek arkama geçti. Tişörtümü kaldırırken sırtımdaki morluk aklıma geldi ve gayri ihtiyari tişörtü kenarından tutup aşağıya çektim ama doktor hanım çoktan morluğu görmüştü bile. Bir an duraksayıp ellerini birbirine kavuşturduktan sonra karşıma geçip, yumuşacık bir sesle “İnci hanım utandığınızı görüyorum, sizin utanmanızı gerektiren bir durum yok, asıl sizi bu hale getiren utanmalı, bu sizin suçunuz değil” dedi. Uyandığımdan beri uyuşmuş bir şekilde olanı biteni anlamaya çalışan ve acı dışında hiçbir şey hissedemeyen zihnim o anda birden canlandı sanki. Gözyaşlarım pınarlarından çıkıp özgürlüğüne kavuştu. Biraz ağladım, doktor hanım sabırla sakinleşmemi bekledi. Bir süre sonra “Ne yapacağız şimdi?” dedim. Doktor hanım anlatmaya başladı; “6284 sayılı kanun kapsamında, isterseniz size ve çocuklarınıza barınma yeri sağlayabilir, uzaklaştırma tedbiri alabilir, yanınıza yaklaşmaması için güvenlik önlemleri aldırabiliriz, yalnız değilsiniz İnci hanım, isterseniz tüm bu ayrıntıları konuşmak ve biraz dinlenmeniz için sizi arkadaki odalardan birine alayım, orada konuşalım.” “Peki, oğlum, oğlum ne olacak?” diye sordum. “Merak etmeyin, oğlunuzu da alır yanınıza getiririz” dedi. “Tamam, o zaman” diyerek kızımın elini tuttum ve yeni hayatıma doğru ilk adımımı attım.
Gün sonunda kızım ve oğlum ile Ahmet’in bizi bulamayacağı güvenli yeni yuvamıza doğru yola çıkmadan önce, doktor hanımın yanına uğradım ve ona teşekkür ederken şunu da eklemeden edemedim; “Hocam, siz benim kabullenemediklerimi görmeme vesile oldunuz, mecbur olmadığımı anlamamı sağladınız, sizin gibi hekimlere ihtiyacı olan birçok benim gibi kadın var. Lütfen kendinize de bize gösterdiğiniz özeni gösterin ve sizi tehdit eden o adamı şikayet edin bu şiddete siz de boyun eğmeyin. Size ihtiyacı olan çok insan var doktor hanım.” Boynumdaki mor fuları çıkarıp doktor hanıma uzattım; “Bu benden size hatıra kalsın, mor rengi çok severim ben doktor hanım…”
Uyandım. Gecenin ağırlığının üzerimde oluşturduğu baskıdan kurtulmaya çalışarak, doğrulup yatağın kenarına oturdum. Bir süre hareketsiz, öylece kaldım. Elbise dolabının kapağındaki aynada kendime baktım. Sol üst bacağımın dış kısmında kocaman bir morluk vardı, ufak tefek birkaç tane de kollarımda, hareket ettikçe sırtımda oluşan acıdan sırtımda da bir şeyler olduğunu fark edebiliyordum ama görmeyince sanki daha az acıyordu. Bacağımdaki mor ize bakarken mor rengi severdim ben eskiden diye düşündüm, kadının rengi mor diye saçıma mor fularlar bağlardım, eskiden, çok eskiden… Şimdi mor benim için başka anlamlar ifade ediyordu. Neyse ki morlukların hepsi kapanabilecek yerlerde, yüzümde bir şey yok diye düşünerek bir nebze rahatlamışken, boynumdaki parmak izlerini gördüm. Saçlarımın altında çok belli olmuyordu ama yine de okula böyle gidemezdim. Çocukların gözünden hiçbir ayrıntı kaçmaz, “Aaa öğretmenim boynunuza ne oldu?” diye soruverirlerdi. Kalkıp dolaptan birkaç fular çıkardım, izleri fularla kapatmayı denedim ama başaramadım, can sıkıntısıyla mutfağa geçtim. Geçerken çocuk odasına doğru “Oğlum hadi kalk, okul saati geldi” diye seslendim. İlk seferde kalktı hemen. Normal günlerde “uykum var” diye nazlana nazlana süreci en az on beş dakika öteleyen oğlum, annesini bir de onun üzmemesi gerektiğini düşünerek bu sefer nazlanmaktan vazgeçti. Son günlerde sosyal medyada sürekli karşıma çıkan ‘Travma sonrası büyüme’ bu olsa gerek diye düşündüm içimden, buna üzülsem mi sevinsem mi bilemedim, içim burkuldu. “İyi misin anne?” diye sordu oğlum. “İyiyim, gayet iyiyim, anne babalar arasında olur bazen öyle şeyler, biz konuştuk anlaştık, sen merak etme, hadi yıka elini yüzünü, mutfağa gel.” desem de oğlum yüzüme bir süre daha bakıp, “canın acıyor mu?” dedi. “Yok, oğlum acımıyor” derken onu kendime çekip sıkı sıkı sarıldım. Bir süre öylece durduktan sonra yüzüme tekrar bakamadan banyoya doğru geçti. Tam mutfağa gidecekken kızımın uyanmış ve yatağın kenarında oturuyor olduğunu görerek yanına gittim. Akşam restorandan dönerken arabada uyuyakalmıştı ve akşam yaşananlar sırasında yatağındaydı. Olanların ne kadarını duydu, ne kadar farkında bilmiyordum ama en azından görmedi diye teselli buluyordum. Yanına giderek neşeli olmaya çalışan bir ses tonuyla “Günaydın çiçeğim” dedim. “Okula gitmeyecek miyiz?” diye cevap verdi. Kızım çalıştığım okulun anaokulunda okuyordu, bu halde okula gidemez, onu da götüremezdim, anne kız baş başa bir gün geçireceğimizi söyledim. Anne kız günlerini her zaman büyük bir sevinç ve heyecanla karşılayan kızım, hiç tepki vermedi, birazcık yanıma sokulmakla yetindi. Kalkıp tuvalete gitmesini, yüzünü yıkamasını ve mutfağa gelmesini söyleyerek kapıya doğru yöneldiğim sırada, “Peki babam ne olacak, o da bizimle mi olacak” diye sordu. Babasının kalkıp işe gideceğini bizim baş başa olacağımızı söyleyerek mutfağa geçtim. Kahvaltıyı hazırlarken Ahmet geldi, “Günaydın hayatım” diyerek belime sarılıp beni öptü. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki gece bütün bunları bana yapan o adam değilmiş gibi…
Ahmet ile lise yıllarında tanışmış, sevgili olmuş, üniversiteyi farklı şehirlerde okusak da, ayrılmamış, okul biter bitmez de evlenmiştik. Ahmet hep kıskanırdı beni, lise yıllarında “Çok sevdiğinden” diye düşünür, hoşlanırdım bundan, birisi tarafından bu kadar çok sevilmek güzeldi, sevilmek böyle bir şey zannederdim. Üniversitede arkadaşlarımla dışarı çıksam olay çıkarır, herhangi bir erkekle arkadaş olmayı geçtim, sohbet ettiğimi duysa kıyameti koparırdı, sürekli kavga ederdik, ama bir şekilde gönlümü almayı başarırdı. “Farklı şehirlerdeyiz ya ondan oluyor, bir arada olsak, görse konuştuğum insanların güvenilir insanlar olduğunu, böyle olmaz, geçer kıskançlıkları” diye düşünürdüm. Okul biter bitmez evlendik, ben atanınca benim çalıştığım şehre yerleştik, Ahmet de kendine bir iş kurdu, her şey çok güzeldi, ama Ahmet’in kıskançlıkları bitmedi. Önce okuldaki erkeklerle konuşmamamı istedi, konuşmadım, öğretmenler odasında selam veren erkek öğretmenlere selam bile vermememin arkamdan nasıl konuşmalara sebep olduğunu düşündükçe utancımdan yerin dibine geçiyor, nasıl davranacağımı şaşırıyordum. Bir süre sonra öğretmenler odasına da gitmez oldum, ders saatlerimde teneffüsleri bile sınıfta öğrencilerle geçiriyor, boş dersim olursa dışarı çıkıyor, derslerim biter bitmez de eve geliyordum, iyice yalnızlaştım. Sonra Ahmet “Markete manava sen çıkma, ben alır gelirim” dedi, beni düşünüyor diye yorumlamak istedim, onu da kabul ettim. En son “kapanacaksın” deyince, “O kadar da değil artık Ahmet” dedim ve ilk dayağımı o gün yedim. Dindar bir adam değildi Ahmet, sadece kıskançlıktan, kimse beni görmesin, kimse beni beğenmesin diye istediğinden emindim, direndim. Her gün şiddeti artan kavgalardan ve dayaktan yorulmuş bir şekilde ayrılmak istediğimi söylediğimde; “Öldürürüm seni, senin bensiz bir hayatın olamaz” dedi. Tam da o günlerde oğluma hamile olduğumu öğrendim. Ahmet çok mutluydu, kapanma konusunu unuttu, gebeliğim boyunca üzerime titredi, düzeldi diye düşündüm, bir daha olmayacaktı öyle şeyler. Ama düşündüğüm gibi olmadı, ara ara şiddeti artan kavgalarla ve sonrasında ettiği pişmanlık yeminleriyle yıllarımızı geçirdik. Çocukların masrafları var, ev aldık, araba aldık borcu var, çocuklar babasız mı büyüsün derken bugünlere geldik. Son birkaç yılda Ahmet kontrolsüzce alkol tüketmeye ve bu zamanlarda beni erkek sinekten kıskanıp olay çıkarmaya başladı, zamanla bu sohbet masalarının sonu hep benim vücudumdaki morluklarla biter oldu. Beni her seferinde Allah yarattı demeden dövüyor, biraz kendine gelince de “Ne olur beni affet, kendimde değildim, seni çok sevdiğimden oluyor bunlar” diye yalvarmaya başlıyordu. Ben de her seferinde affedip morluklarımı saklamak için yollar arıyordum. Dün gece de dışarıda ailecek güzel bir yemek yiyelim diye çıkmış, güzelce yemeğimizi yemiş ama birkaç kadehten sonra bakışları değişen Ahmet’e karşı duyduğum korkudan; gecenin sonunda kavga çıkarmasına bir malzeme vermeyeyim, kıskanabileceği bir olay çıkmasın diye elimden geleni yapmıştım. Gel gör ki erkek garsondan su istememem gerektiğini düşünememiştim. “Yoksa elin adamına bir işaret mi vermeye çalışıyordum. Bunu evde konuşacaktık.” Konuştuk. Sonuç vücudumdaki morluklar…
Ahmet hızlıca bir şeyler atıştırdı, işe gitmek üzere kapıya çıktı. Onu geçirmek için yanına gittim. Çıkmadan önce bana baktı, elini boynumdaki parmak izlerine değdirip “Ah be güzelim, seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, yapma böyle beni kızdıracak işleri, basma damarıma, biraz dikkat et” dedi, uzanıp dudağımdan öptü ve gitti. “Biraz dikkat et” demişti. Ben acaba dikkat etmemiş miydim? Bütün gece çok korkmuştum, kötü bitmesin gece diye çok çaba sarf etmiştim, olabileceklerden çok endişelenmiştim. Acaba korkudan ne yapacağımı şaşırmış ve yapmamam gereken bir şey mi yapmıştım. Bilmiyordum, kafam çok karışıktı, beynim uyuşmuş gibiydi ve anlayamıyordum. Sadece giderek artan bir şekilde yoğun bir suçluluk duygusu zihnimi kaplıyordu. Belki de hata bendeydi.
Oğlumu hazırlayıp servise bindirmek için kapının önüne çıkardım, beklemeye başladık. “İyi misin anne” dedi oğlum tekrar. “İyiyim oğlum, iyiyim dedim ya” diye cevap verdim. Oğlum öfkeyle artık bana inanmadığını, benim bir yalancı olduğumu söyleyince donakaldım. Çok şaşırmıştım, ona nasıl cevap vereceğimi bilemeden bekledim. Oğlum aynı kırgın ve kızgın ses tonuyla devam etti ; “Baban bizi çok sever diyorsun ama yalan, insan sevdiğini döver mi? Anne baba arasında olur böyle şeyler diyorsun, hani birine vurmak kötü bir şeydi, nasıl normal oluyor böyle şeyler, demek ki bu da yalan. Birisi sana vurursa ondan uzaklaşmalı, sana vurmasına izin vermemelisin diyorsun ama sen uzaklaşmıyorsun, izin veriyorsun, bu da yalan, bütün söylediklerin yalan anne.” O sırada servis geldi, oğlum araca binip gitti. Henüz ortaokula giden çocuğumun gördüğü ama benim göremediğim gerçekler canımı morluklardan daha çok acıttı.
Eve dönüp kızımı aldım ve rapor almak üzere aile hekimliğine doğru yola çıktım. Boğazım ağrıyor ateşim var demeye karar verdim. ASM’ye girip sıramızı aldık ve kızımla polikliniğin önünde beklemeye başladık. Bir süre sonra bizden önce muayeneye giren adamın sesi dışarıdan duyulmaya başladı. “Yazacaksın, yaz diyorsam sana, yazacaksın bu ilacı” diye bağırıyordu. Doktor hanım bir şeyler anlatmaya çalışıyor, adam “Kadın öldürürüm seni, yaz şu ilacı” diye tehditler savuruyordu. En sonunda kapı açıldı, adam “Öldüreceğim seni, görürsün” diye tehditler savurmaya devam ederek binayı terk etti.
Sıra bizdeydi, Doktor hanım; “elimi yüzümü yıkayıp hemen geliyorum, siz içeri geçin” diyerek lavaboya yöneldi, biz de muayene odasına geçip oturduk. Beş dakika sonra geldi, sanki az önceki olayı yaşayan o değilmiş gibi önce kızıma dönüp “Merhaba güzel kız” dedi. Kızım söz hakkının ona gelmesini bekliyormuş gibi sabırsızlıkla “O adam sana niye bağırdı” dedi. Doktor Hanım cevap verdi;
- İstediği ilacı yazmadığım için
- Neden yazmadın ilacı?
- Çünkü o ilaç kendisine uygun değildi, zarar verebilirdi
- Nereden bulmuş o ilacı?
- Komşusundan almış, komşusuna iyi gelmiş
- Peki, bu amcaya da iyi gelmez mi?
- Gelmez
- Ama sen doktorsun, seni dinlemesi gerekir, sana bağırmamalıydı ama bağırdı, “Öldürürüm” dedi. Biliyor musun akşam babam da anneme bağırdı, “Öldürürüm seni” dedi. Sonra annem “Yapma Ahmet, yapma” derken sesi kesildi, garip sesler çıkardı, öldü sandım.
Doktor hanım bana baktı, gözleri boynumdaki fulara takıldı, fularımın kenarını çekiştirip saçlarımı öne doğru aldım sonra tekrar kızıma dönüp “Çok korkmuş olmalısın” dedi. “Evet, çok korktum” dedi miniğim. Uyuduğunu hiçbir şey duymadığını zannettiğim altı yaşındaki kızımın ruhunda açtığımız yaraları fark etmek beni dehşete düşürmüştü. Ne düşüneceğimi bilemiyor, sadece onları izliyordum. Doktor hanım kızıma; “Bana söylemekle çok iyi yaptın, teşekkür ederim, merak etme şimdi güvendesin” dedi ve bana dönerek; “İnci hanım buyurun, ne şikâyetle gelmiştiniz bana?” diye sordu. Kendimi toparlayıp “Boğazım ağrıyor” dedim. Beni muayene masasına aldı, önce boğazıma sonra fularımı indirerek boynuma baktı, “Sırtınızı da dinleyelim” diyerek arkama geçti. Tişörtümü kaldırırken sırtımdaki morluk aklıma geldi ve gayri ihtiyari tişörtü kenarından tutup aşağıya çektim ama doktor hanım çoktan morluğu görmüştü bile. Bir an duraksayıp ellerini birbirine kavuşturduktan sonra karşıma geçip, yumuşacık bir sesle “İnci hanım utandığınızı görüyorum, sizin utanmanızı gerektiren bir durum yok, asıl sizi bu hale getiren utanmalı, bu sizin suçunuz değil” dedi. Uyandığımdan beri uyuşmuş bir şekilde olanı biteni anlamaya çalışan ve acı dışında hiçbir şey hissedemeyen zihnim o anda birden canlandı sanki. Gözyaşlarım pınarlarından çıkıp özgürlüğüne kavuştu. Biraz ağladım, doktor hanım sabırla sakinleşmemi bekledi. Bir süre sonra “Ne yapacağız şimdi?” dedim. Doktor hanım anlatmaya başladı; “6284 sayılı kanun kapsamında, isterseniz size ve çocuklarınıza barınma yeri sağlayabilir, uzaklaştırma tedbiri alabilir, yanınıza yaklaşmaması için güvenlik önlemleri aldırabiliriz, yalnız değilsiniz İnci hanım, isterseniz tüm bu ayrıntıları konuşmak ve biraz dinlenmeniz için sizi arkadaki odalardan birine alayım, orada konuşalım.” “Peki, oğlum, oğlum ne olacak?” diye sordum. “Merak etmeyin, oğlunuzu da alır yanınıza getiririz” dedi. “Tamam, o zaman” diyerek kızımın elini tuttum ve yeni hayatıma doğru ilk adımımı attım.
Gün sonunda kızım ve oğlum ile Ahmet’in bizi bulamayacağı güvenli yeni yuvamıza doğru yola çıkmadan önce, doktor hanımın yanına uğradım ve ona teşekkür ederken şunu da eklemeden edemedim; “Hocam, siz benim kabullenemediklerimi görmeme vesile oldunuz, mecbur olmadığımı anlamamı sağladınız, sizin gibi hekimlere ihtiyacı olan birçok benim gibi kadın var. Lütfen kendinize de bize gösterdiğiniz özeni gösterin ve sizi tehdit eden o adamı şikayet edin bu şiddete siz de boyun eğmeyin. Size ihtiyacı olan çok insan var doktor hanım.” Boynumdaki mor fuları çıkarıp doktor hanıma uzattım; “Bu benden size hatıra kalsın, mor rengi çok severim ben doktor hanım…”
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.