turhan.icli@gmail.com
Gri ceketi, içinde mavi kareli gömleği ve lacivert üzerine açık renk kutucuk desenli kravatıyla. Gri, biraz dökülmüş saçlarıyla gülümsüyor.
Toprak rengi takım elbiseli, beyaz gömleği ve elinde toprak rengi şapkası ile Atatürk ve yanında mavi, lacivert, siyah takım elbise giyinmiş birkaç erkek ve arkada sadece kafası görünen kısa saçlı bir kadın  duruyor.

Büyük devrimci önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kadın sorununa son derece duyarlı olduğunu, kadın erkek eşitliğine yürekten inandığını, nüfusunun %80’inin köylerde yaşadığı, tefeci-bezirgân ilişkileri içerisinde zehirlenmiş ve tutuculaşmış Ortaçağ artığı bir ülkede seçme-seçilme dâhil eşit yurttaşlık hakkını Avrupa ülkelerinin pek çoğundan önce Anayasal bir hak olarak tanıdığını bilmeyenimiz yoktur. Ama bu tutum ve anlayışa ne zaman ve nasıl ulaştığını, felsefi arka planını nasıl doldurduğunu çok azımız biliriz. Hele hele engelli sorununa yaklaşımına ilişkin hemen hiçbir fikrimiz yoktur. 



İşte bu yazımda ben, Mustafa Kemal’in, “Atatürk” olmadan çok önce kadın ve engelli sorununa nasıl yaklaştığını, “Karlsbad Hatıralarım” adlı günlüklerinden yola çıkarak kısaca sunmaya çalışacağım.



Mustafa Kemal, uzun savaş yılları boyunca böbrek rahatsızlığı çekmiş; cephe gerisinde bulunduğu dönemlerde tedavisi için çaba göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı bitip henüz ulusal kurtuluş mücadelesinin başlamadığı 1918 yılının yaz aylarında, o zaman Avusturya-Macaristan İmparatorluğ’nun bir kenti olan   Karlsbad’daki tedavi merkezinde kalmıştır. Burada kaldığı dört hafta boyunca “Karlsbad’da Geçen Günlerim” başlığıyla günlük tutmuş; zaman zaman çeşitli konulara ilişkin görüşlerini, bir sohbet üslubu içerisinde kaleme almıştır. Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan, tarih çalışmaları sırasında, 1931 yılında bu günlüklereÇankaya Köşkü’nün kütüphanesinde rastlamış; birkaç yıl sonra “Karlsbad Hatıralarım” adıyla bir kitap olarak yayınlamıştır. Bu günlüklerde, Mustafa Kemal’in görüştüğü bazı kişilerle yaptığı sohbetler çerçevesinde çeşitli konulara ilişkin görüşlerine de tanık oluyoruz. Örneğin, kadın sorununa ilişkin yaklaşımını ve bu yaklaşımın altında yatan felsefeyi, kadın haklarına ilişkin yasal düzenlemelerden yıllar önce oluşturduğunu, ancak yürürlüğe koymak için koşulların olgunlaşmasını beklediğini anlıyoruz. Nitekim Afet İnan bu günlükleri 1931 yılında hemen yayınlamayı önerdiğinde Atatürk buna izin vermemiş; bir süre beklemesini, daha sonra yayınlamasını istemiştir. Büyük bir olasılıkla bu konuda köklü devrimci reformlara girmeden önce gerici çevrelerce karşı bir kampanya açılmasına fırsat verilmemesini arzu etmiştir.



Mustafa Kemal Karlsbad’da pek çok arkadaşına rastlıyor,onlarla ve eşleriyle uzun sohbetler ediyor. Kadın sorununa ilişkin görüşlerini, arkadaşı Emin beyin eşiyle yapmış olduğu bir sohbetten öğreniyoruz. Aslında uzun bir sohbet. Ama ben, okuyucuyu sıkmamak adına sadece bir bölümünü aktaracağım. Mustafa Kemal şöyle konuşuyor:



“Ahlak her toplumsal grubun anlayışına göre başka anlam, başka renk, başka amaç gösteriyor gibidir. Örneğin bizde namus ve dürüstlük pek büyük ve sıkı kayıtlara bağlıdır. Bir Avrupalı bu kayıtları tanımıyor. Onlar bizim gözümüzde tamamen ahlaksız; onların gözünde biz tamamen vahşi. Bundan böyle iki anlayıştan birini seçmek gerekiyor. Asıl doğal duruma dönüş; fakat daha süslü, daha insancıl erkek ve kadın. Tamamen özgür ve bağımsız erkek ve kadın hayatı hiçbir sınırlamaya bağlı olmayacak. Fakat insanlığın yaşaması, toplum mutluluğunun sağlanması, genel düzenin korunması için yasalar, kurallar olacak; bunlara uyulacak. (…)



Ciddi ve yorucu uğraşılardan sonra son yüzyılın ilerleme ve uygarlığının ışınlarıyla ve bilinciyle aydınlanmış bir erkek, işinden doğru eve gelip kapanmak suretiyle yarın için gereken zevk ve çalışma gücünü kazanabilir mi? Biraz hava, biraz müzik, biraz tiyatro… Kısaca bir hayat istemez mi? Bu doğal gereksinimler ve çağdaşlığı uygularken yanında karısı bulunmazsa bu eksikliği gidermesi gerekmeyecek mi? Çünkü bir erkek için kadın huzurundan, kadın sözünden, kadın arkadaşlığından yoksun bulunmak bir eksikliktir. Bu mutlaka sağlanır. Fakat evde erkeksiz kalacak kadın için erkek gereksinimi aynıdır. Ruhsal gereksinimdir ve önemli olan budur.



Kısaca sonuç: bu kadın konusunda cesur olalım. Kuruntuyu bırakalım. Açılsınlar; onların beyinlerini gerçek bilimler ve fenlerle süsleyelim. Namusu, fenni sağlıklı biçimde açıklayalım. Onur ve saygınlık sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. Sonra kişisel bağlantıya gelince huy ve ahlakımızı uygun ayarlayalım ve onunla evlilik koşullarını açık ve kesin olarak kararlaştıralım. Ona uyumda kusur edince gereğini yapalım. Kadın da böyle hareket etsin.”



Bu kısa alıntıdan Mustafa Kemal’in görüşlerine ilişkin şunu anlıyoruz: Ahlak görecedir. Biz, kadın-erkek eşitliğine dayanan çağdaş ve insancıl ahlakı benimsemeliyiz. Geçmişin ata-erkil ahlakından kurtulmalıyız. Kadın ve erkek her konuda mutlak olarak eşit olsun. Dürüst anlaşmalara bağlı olarak serbestçe evlensinler ve uyum sağlayamıyorlarsa serbestçe ayrılsınlar. Erkek için ne ön görüyorsak kadın için de aynısını ön görmeliyiz. 



Burada dikkatimizi çeken Mustafa Kemal’in kadın-erkek ilişkilerine dair yaklaşımının hiçbir ayrımcılık içermeyen mutlak eşitliğe dayanmasıdır. O kadar ki, burada alıntılamadığımız bir paragrafta erkeğin evlilik öncesideneyimlere kadının da sahip olması gerektiğini, bu deneyimler sayesinde kişiliğinin ve dengelerinin oluşacağını, daha mutlu ve bilinçli evlilikler yapabileceğini söylemektedir.Bu çağına göre çok ileri ve feminist bir yaklaşımdır.



Mustafa Kemal’in bu görüşlere net olarak ne zaman ulaşmış olduğunu bilmiyoruz. Harp Okulunu bitirdikten kısa bir süre sonra İstanbul’da istibdada karşı sürdürülen mücadelelerden uzak tutmak amacıyla adeta sürgüne gönderilir gibi askeri ateşe olarak görevlendirildiği Sofya’da tanık olduğu Avrupai yaşam tarzından, tiyatro, opera gibi çağdaş sanat etkinliklerinden etkilenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca o bir devrimcidir ve egemen olan her türlü anlayışı ve uygulamayı sorgulamakta; toplumun kurtuluşu için birtakım ilerici sonuçlar çıkarmaktadır. 



Mustafa Kemal, 1915 yılında kazandığı Çanakkale Zaferinden sonra Suriye cephesine atanmış; orada tuttuğu günlüklerine maddeler halinde şu notları eklemiştir:



“1. Egemen ve güçlü analar yetiştirmek, 2. Kadınlara özgürce yaşama hakkı sağlamak, 3. Karşılıklı sevginin gereği olarak kadınlarla bir arada ortak yaşamak.”



Özetle büyük önder, 1930’lu yıllarda kadın devrimini gerçekleştirmeden yıllar önce bu konudaki görüşlerini netleştirmiş; bunları yaşama geçirmek için uygun koşulların oluşumunu beklemiştir.



Mustafa Kemal’in engellilik sorununa ilişkin tutum ve anlayışına gelince, bu konuda kadın sorununda olduğu gibi, açık-seçik sözlerine ve felsefi yaklaşımına rastlayamıyoruz. Görüşlerinin içeriğini çeşitli vesilelerle ortaya koyduğu tutum ve davranışlarından anlıyoruz. 



Mustafa Kemal tedavi için gittiği Karlstad’da, zamanını değerlendirmek için Almanca öğrenmek istiyor. Bir öğretmenle anlaşmaya gereksinimi var. Önce yabancılara Almanca dersi veren bir kadınla tanıştırılıyor. Yaptığı görüşmede öğretim yöntemini beğenmediği bu kadın öğretmenle anlaşmayı ret ediyor. Önerilen ikinci kişi, Matmazel Hanişe adında İsviçreli kör bir kadın. Mustafa Kemal ilk görüşmesinde son derece bilgili ve donanımlı olan bu kadını çok beğeniyor. Onunla Fransızcasını geliştirmek için anlaşıyor ve üç hafta boyunca ders alıyor. Matmazel Hanişe ile aile, kadın ve savaş konularında uzun sohbetler yapıyor. Mustafa Kemal matmazel Hanişe ile ilk karşılaşmalarını ve kararını şöyle anlatıyor:



“Bir Fransız bayanının bir bayla birlikte geldiğini kapıcı haber verdi; salona aldırdım. Giyindikten sonra yanlarına çıktım. Bu kadın iki gün önce Almanca bayan öğretmenin tanıştırdığı İsviçreli bir âmâydı. Fransızca dersi veriyordu. Genç güzel bir kadın. Gözleri tatlı bir mavilikte, âmâ olduğu anlaşılmıyor. Bilgili. Alman, İngiliz, Fransızların düzeltme ve ilerlemeleri hakkında düşüncelerini anlattı. En sonunda kendisinden Fransızcaya yardımcı olmasını istedim. Haftalığı 100 krona uzlaştık. Yarın sabah saat 11.30’da bu bayanın evine gideceğim. 



Beni bu bayandan ders almaya yönelten etken nedir? Okuyamaz, yazamaz, yazılarımı görüp düzeltemez. O halde bu nasıl bir öğretmen olabilir? Fakat bu bayan çok güzel bir aksanla ve Almanca konuşuyor.” Dikkatinizi çekeceği gibi, Mustafa Kemal, seçeceği öğretmenin kör olup olmadığına değil, bilgisine, donanımına ve ondan yararlanıp yararlanamayacağına bakıyor. Ayrımcılıktan hayli uzak bir yaklaşım. 



Cumhuriyet ilan edildikten birkaç gün sonra Mustafa Kemal’in imzaladığı ilk uluslararası belge, Cenevre Çocuk Hakları Beyannamesi’dir. Bu beyanname beş maddeden ibaret olup iki maddesi engelli çocuklarla ilgilidir. Mustafa Kemal, çocukları ve engellileri merhamet ve himaye nesnesi bireyler olarak değil, hak öznesi bireyler olarak görüyor. Ulusal mücadeleyi sürdürmek için Erzurum Kongresinde kurduğu derneğin ismi de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’dir. Yani Hakları Savunma Derneği. 



Mustafa Kemal, 1924 yılında kendisine bağışlanan İzmir Karşıyaka’daki İplikçizade Köşkünü, engelli çocukların eğitimi için Sağlık Bakanlığına bağışlıyor. Yılmaz Özdil, bu süreci Mustafa Kemal adlı yapıtında şöyle anlatıyor:



“Engellileri unutmadı. 1923’te Cumhuriyeti kurdu. 1924’te Cumhuriyetin ilk engelliler okulunu kurdu. Sağır, Dilsiz ve Körler Müessesesi İzmir’de açıldı. Karşıyaka İplikçizade Köşkü tahsis edilmişti. İplikçizade Köşkü işgal sırasında Yunan kralı Konstantin’in karargâhıydı. Yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek girmişti. 9 Eylül’de denize döküldüler. Mustafa Kemal geldi, üç gece bu köşkte kaldı. Misilleme yapmak için yere Yunan bayrağı sermişlerdi. Mustafa Kemal bu tür intikam gösterilerinden hiç hoşlanmazdı. “Bayrak bir milletin onurudur. Yunan kralı gaflet yapmış diye aynı gafleti bizim yapmamıza imkân yok. Derhal kaldırın.” dedi. İşte bu maddi manevi değeri çok yüksek olan İplikçizade Köşkü işitme ve görme engelli çocuklarımıza tahsis edilmişti. İşgalciler tarafından krala layık görülen, Kuvvacılar tarafından Mustafa Kemal’e layık görülen muhteşem köşk, Cumhuriyetin ilk engelliler okulu olmuştu.



Engelli çocuklarımıza bir yandan okuma-konuşma eğitimi; bir yandan matematik, fizik gibi temel dersler veriliyor; bir yandan marangozluk, kaynakçılık, kunduracılık, terzilik, dokumacılık gibi meslekler öğretiliyordu. Cumhuriyete katkı sağlayan, üreten vatandaş olarak yetiştiriliyorlardı. Görme engelli çocuklarımıza müzik dersi veriliyordu. Piyano, keman, flüt çalması öğretiliyordu. Koro kurulmuştu. 



Okul açıldıktan sadece bir yıl sonra (1925) ilk Türk Tıp Kongresi toplandı. İzmir’deki okuldan dört engelli çocuğumuz getirildi. Eğitimleri ile alakalı sunum yapacaklardı. Mustafa Kemal en ön sırada oturuyordu. Salon adeta nefesini tutmuş, çıt çıkmıyordu. İşitme engelli bir çocuğumuz mikrofonun başına geçti. Sesleri taklit ederek konuşma yöntemiyle eğitilmişti. Dudaklarından Gazi Mustafa Kemal Paşa kelimeleri döküldü. Çıt çıkmayan salondan patlarcasına alkış tufanı koptu. Mustafa Kemal’in gözleri dolmuştu. Engelli çocuğumuzu ayağa kalkarak alkışladı. Tek tek sarılıp öptü, tebrik etti. Bu eğitimin daha da ileri götürülmesi için, daha fazla çocuğumuzun faydalanması için, eksiklerinin tamamlanması için talimat verdi. Engellilerle alakalı Türkiye’nin ilk sivil toplum kuruluşu Sağır, Dilsiz ve Körler Himaye Cemiyeti yine İzmir’de kuruldu.’



Mustafa Kemal, 1917 yılında savaşta ölen ailelerin çocuklarını korumak amacıyla kurulan Himaye-i EtfalCemiyeti’ni, 1921 yılında Ankara’ya taşıyarak faaliyet alanını genişletti. Daha sonra Çocuk Esirgeme Kurumu adını alan kuruluş, 1983 yılında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu adıyla sosyal devlet anlayışına somut içerikler kazandıran son derece önemli bir toplumsal işlev yerine getirdi.



Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 85. yılında zihnimize mıh gibi çakmamız gereken düşünce şudur: Atatürk’ün sonraki kuşaklara bıraktığı en önemli miras, akıl ve bilimin rehberliğidir. Doğal olsun, toplumsal olsun tüm olgular ve olaylar, geleneksel kültür kalıplarıyla değil, bilimin ve eleştirel aklın ışığında ele alınmalıdır. İşte o zaman her türlü önyargıdan, ayrımcı tutum ve davranışlardan korunabilir; barışçıl, insancıl ve eşitlikçi bir kimlik kazanabiliriz.



19 Kasım 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.