Oğlum dört yaşındaydı. Vücudunda aniden toplu iğne başı gibi döküntüler oluştuğu için acile götürdüm. Kan verdik, kanın sonucunu beklerken oğlum etrafta koşturuyordu. Doktor geldi, oğlumun adını söyledi. Ben de oğlumu işaret ederek “buradayız. “ dedim. Hemen oğlumu kucağına aldı ve bana ; “ne yapıyorsunuz siz? Bu çocuk başını vurduğu an beyin kanamasından ölür” dedi. Oğlumun trombosit seviyesinin aniden düşmesine neden olan bir kan hastalığı olduğunu; kanda en az 150 bin olması gereken trombosit oranının, oğlumda 5 bine kadar düştüğünü açıkladı.
Hiperaktivitesi çok yoğun bir otizmli olan oğlumun, o zamanlar problem davranışı başını bir yerlere vurmaktı. Problem davranış, çocuğun huzursuz olduğu durumları ifade etmek için bağırmak, vurmak, ısırmak, tükürmek gibi istenmeyen davranışlardan birini veya birkaçını yapmasıdır.
Oğlumun başını bir yere vurması, hastalık sürecinde beyin kanamasından ölmesine neden olabilirdi yani oğlumun hayatı benim dikkatime ve ilgime bağlıydı. Üç gün hastanede yattık ve ben bir pelerin gibi onu sarıp sarmaladım. İki ayrı beden, tek bir vücut oldu. Oğlumun neye kızacağını hissediyor, kızma nedenini ortadan kaldırıyor ve tehlike içeren her şey için tedbir alıyordum. Mesela elinden tutup yürürken duvara yaklaşıyorsa önüne geçiyordum. Başını yere vurmak için eğildiği an kucağıma alıyordum. Oğlumla benim bu halimi gören hoca, vizitede asistanlarına “koruma duygusu tavan yapmış bir anne, bakın oğluyla nasıl senkronize hareket ediyor, bu sayede oğlunun hayatını kurtardı.” diye açıklama bile yapmıştı.
Bana üç gün boyunca, birkaç saat uyku ile sürekli hareket halindeki oğlumun peşinde koşma gücünü hangi duygu vermişti?
Şefkat duygusu mu, merhamet duygusu mu?
Şefkat duygusu dediyseniz Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre yanlış söylediniz. Çünkü Türk Dil Kurumu Sözlüğünde şefkat kelimesinin karşılığı “sevecenlik ”; merhamet kelimesinin karşılığı ise “birine karşı duyulan acıma hissi ve derinden hissedilen üzüntü” olarak verilir.
Bana göre TDK sözlüğünde şefkat kelimesinin karşılığının sevecenlik olarak verilmesi yanlıştır ve Türkçe’de şefkat kelimesini, tek kelime ile ifade etmek mümkün değildir. Zira şefkat denilince hepimizin zihninde anne ve çocuk arasındaki muhteşem duygu bağı canlanır. Çünkü şefkat duygusu, sevdiğini korumak, beslemek yani yaşatmak için gerekli olanı severek, isteyerek yapmaktır. Bir başka deyişle, insanın sorumluluğunu severek yerine getirirken tatmin olması kendini huzurlu hissetmesidir. Mesela benim oğluma duyduğum şefkat duygusu, benim gibi milyonlarca anneye evladını yaşatmak için gerekli gücü veriyor ve evladı yaşayan anne mutlu oluyor.
Beyinde duyguların oluşmasına katkı sağlayan hormonlar vardır ve araştırmalara göre şefkat duygusunun oluşmasını sağlayan oksitosin hormonudur. Çünkü kadın hamile kaldığında aşk ve bağlılık hormonu olarak da adlandırılan oksitosin hormonu salgılanır. Anne ile çocuk arasındaki sevgi bağı oluşur. Bu sevgi bağı, oksitosin hormonunun da etkisiyle şefkat duygusuna döner ve anneye bebeğine bakması için gerekli gücü verir.
Oksitosin hormonu doğumdan sonra bebeğin beslenmesi için süt üretimini başlatır. Ayrıca evladıyla güçlü bağ kuran babada da çocuğu olmadığı için evlatlık alan bir annede de oksitosin hormonunun salgılandığını belirtmek gerekir. Buna en güzel örneği anneannemde yaşadık. Anneannem, annesi hasta olduğu için torununun bakımını üstlendi. Annenin sütü yoktu. Anneannem torununu öyle çok sevdi ki sütü geldi ve torununu emzirerek büyüttü. Çünkü anneannemin torununa duyduğu sevgi şefkate dönüşmüş, bu da süt oluşumu için gerekli oksitosin hormonunun üretimini sağlamıştı.
İşin güzel tarafı sevgi duygusunu yaşadığımız sürece oksitosin hormonunun vücutta üretilmesidir. Araştırmalar seven sevilen, işini severek yapan, iyi ilişkiler kuran, kendisiyle barışık ve huzurlu insanlarda oksitosin hormonunun seviyesinin yüksek olduğunu yani bu insanların şefkat duygusunu yoğun olarak yaşadığını gösteriyor. Şefkat duygusu yoğun olan bu insanlar sayesinde hayat devam ediyor.
Oğlum on dört yaşına gelince kan hastalığı nüksetti ve şiddetli burun kanamasıyla bayram günü hastaneye yattık. Ben sürekli “oğlum ölecek, ben ona bakamam, gücüm yetmez” diye ağlıyordum. Çünkü kanda trombosit seviyesi yine beş bindi, yine ölüm riski vardı. Oğlumun hiperaktivitesi ve başını yere vurma davranışı devam ediyordu. Nöbetçi sağlık personeli ve doktor hem bana hem oğluma şefkatle yaklaştı. Beni sakinleştirdi, oğlumu severek, ürkütmeden tedaviyi başlattı. Bana yardım etmesi için iki refakatçinin daha kalmasına izin verdi.
Maalesef doktorun nöbetinin bitmesi ile şefkatin yerini hoyratlık aldı. Çünkü yeni doktor, otizmi anlatmaya çalıştığımda beni ajitasyon yapmakla suçladı. Refakatçiler gitsin, müdahale anında yatağa bağlarız” dedi. Ben yatağa bağlanırsa oğlumun korkacağını, kaygı düzeyinin artacağını, bunun da öfke nöbetini tetikleyeceğini açıklamaya çalıştım ama nafile.
Damar yolundan ilaç vermek için oğlumu yatağa bağlamak istedi. Oğlum direndi ve burun kanaması başladı. Dört sağlıkçı ve istemediği iki refakatçi ile damar yolundan uyutmayı zor başardılar. Burnuna tampon yaptılar. Kanama durdu. Oğlumu yatağa bağlayan kelepçeleri öfke krizine neden olduğu için çıkarttırdım.
Öğleye doğru doktor odaya geldi, bana bir kâğıt uzattı, “bunu imzala” dedi. İmzalatmak istediği yazıda, oğlumun hastanede tedaviye uygun olmadığı için çıkışının yapılmasını istediğim yazıyordu. Yani benim adıma oğlumun evde ölümü halinde, başı belaya girmesin diye yazı hazırlamıştı. Yüzüne baktım. “Üç saat önce oğlumun burun kanamasını, altı personel uyutarak durdurabildiniz. Ben, evde kanama olduğunda nasıl durduracağım? “ diye sordum. Cevap vermedi. Kâğıdı imzalamadan uzattım. “Ben oğlumun ölüm fermanını imzalamam. Benim istediğim gibi davranarak tedavi etmeye mecbursunuz. “dedim.
Doktor için oğlumun ölümü ve benim yaşayacağım acılar önemli değildi; çünkü şefkat duygusu yoktu. Şefkat duygusunun yerini hoyratlık, vicdansızlık almıştı. Hoyratlık zamanla, sadece ben önemliyim hiç kimse beni kızdıramaz düşüncesini geliştirerek vicdan duygusunu öldürür. Vicdanı olmayan oğlumu ölüme gönderen doktor ile istediği şarkıyı bilmediği için müzisyen Onur Şener’i öldürenlerin ortak noktası şefkat duygusundan yoksun olmalarıdır.
Toplumu şefkat duygusu olmayanların hoyratlığından korumanın yolu, hoyratlığın çok katı biçimde cezalandırılması ve sevgi duygusunu şefkate çevirecek kazanımların eğitim programına konulmasıdır.
Bu çerçevede eğitim programlarına çocukları; huzur evindeki yaşlılarla, özel gereksinimi olanlarla, hastalarla, çocuk yuvasındaki akranlarıyla, çocuk işçilerle tanıştıracak etkinlikler koyarak çocuklarda şefkat duygusunu geliştirmek amaçlanmalıdır. Bu etkinlikler, bir saatlik zaman geçirme değil süreçte sorumluluk alarak yaşanılan hissetmeyi hedeflemelidir. Nitekim İngiltere’de yaşlıların ve anaokulu öğrencilerinin bir dönem birlikte olduğu bir proje gerçekleştirilmiş, projenin hem yaşlıların hem de çocukların duygusal gelişimine katkı sağladığı ortaya konmuştur.
“Yıllarca sevgi çiçektir, herkes sevmeli” gibi sözleri tekrarladık ama “sevgiyi şefkat duygusuna dönüştürmek için ne yaparız? Eğitim programlarını nasıl değiştiririz?” sorularının cevabını konuşmadık. Bugün bu soruları cevaplayarak, ülkenin üzerine çöken hoyratlığın getirdiği acı ve umutsuzluk örtüsünü atma ve yerine şefkatin huzurunu getirme zamanı.
Gelecek yazımızda Mevlana’nın dediği gibi “dün dünde kaldı cancağızım; bugün yeni şeyler söylemek lazım” demeye devam edecek; şefkat, vicdan ve merhamet duyguları arasındaki bağ konusunda söyleşeceğiz.
Kaynakça: Medikal Akademi , “Hormonlar Sağlığı Sözlüğü” 19 Ağustos 2021
09 Ekim 2022
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.