YAZAN: Fatma Işık KAYA.
Kardeşim ve gelinimiz babamı Antalya Side'de bulunan Jandarma kampına götürdüler. Hemen her yıl kampın son dönemlerinde devre arkadaşlarıyla buluşurlar. Ben evde kalmayı tercih ediyorum. Kendimce nedenlerim var. Annem hayattayken kampa gidişler benim için yalnızlığın tadını çıkarma, bol bol üretme zamanlarıyken, artık daha fazla ev işlerine boğulma, babamı rahatsız etmemek adına o varken pek rahat yapamadığım işleri yoluna koyma zamanlarına dönüştü. Çünkü artık annem yok. Birlikte yaptığımız işlerin hepsi bana bakıyor.
Yine işbaşındayım. Bizimkilerin dönmesine çok az kaldı ve ben ev işleri özürlüsü hâlâ hiçbirinin hakkından tam olarak gelebilmiş değilim. Çok çabuk yoruluyorum üstelik. Psikolojik midir, yaşlanma belirtileri midir bilemedim. Fena hâlde ağrıyan belim ve bileklerimle portmantoyu siliyorum. Kapakların dışını sildim, açtım, içini silmeye başladım. Çok ağır gidiyor, çıldıracağım. Islak bez elimden yere düştü. Cinlerim tepemde toplantı hazırlığına giriştiler. Hızla eğildim, bezi aldım ve aynı hızla kalkmaya çalışırken tok bir ses geldi ve ben yerdeyim. Nasıl oldu anlayamadım. Sanırım başımı vurdum kapağa açık olduğu için. Artık ayağa kalkmam gerek. İşler beni bekliyor. Acı da duymuyorum üstelik.
Odamda bıraktığım telefonum çalmaya başladı. Sonunda kalkabildim. Ama yürümüyor, uçuyorum sanki. Telefonum çalmaya devam ediyor. Odamdayım. Uzanıp, almak istiyorum. Neden uzanamıyorum? Arayan babam. Ekranda yazıyor. Ben görme engelliyim. Ekranı nasıl okuyabiliyorum hayret!... Odamda boş boş dolaşıyorum. Dolaşmıyor, sanki uçuyorum. Neden elim işe gitmiyor?... Ellerime, ayaklarıma ne oldu?... Koridora süzülüyorum. Portmantonun önünde biri mi var, hayâl mi görüyorum?... Aman Tanrı'm!... Bu benim!... Dizlerimin üzerinde, yüzükoyun öylece kalmışım. Başımın arkasından akan kan kurumaya yüz tutmuş. İyi de görme engelli ben nasıl görebiliyorum kendimi.
Telefonum yine çalıyor. Yine babam. Sonra kardeşim, gelinimiz. Sırayla arıyorlar, arıyorlar. Neden açamıyorum telefonumu?... Yerde yatan mı benim, evin içinde uçar gibi dolaşan mı?... Ortalık yavaş yavaş kararıyor. Dayanacak gücüm kalmadı. Avazım çıktığı kadar bağırmaya, ağlamaya başlıyorum. Neden kimse sesimi duymuyor?
Hem zil hem de kapı çalıyor hızlı hızlı. Biri “Fatma ablaaaaa” diye bağırıyor. Komşumuz Özgür'ün sesi bu. Yanıt veriyorum. "Özgürcüğüm, merak etme buradayım" Neden duymuyor beni? Kapıyı birileri açmaya çalışıyor. İyice telâşlanıyorum. Daha çok bağırıyorum!" Ne hakkınız var kapımızı zorlamaya!" Ortalığı ayağa kaldırıyorum. Kimse duymuyor! Yine Özgür'ün sesi. "Tuncer amca, kapı içeriden kilitli, açamıyoruz" diyor. Belli ki babamla konuşuyor. Ne kadar kilit varsa hepsini kapatmışım. Elektriği yakmak, kilitleri açmak istiyorum nafile. Daha çok ağlıyor, daha çok bağırıyorum!... Sesimi Mısır'daki sağır sultanın bile duymuş olması gerekir normalde ama duymuyorlar. Aman Tanrı'm!... Şimdi de matkap sesine benzettiğim sesler geliyor. Ne yapıyor bunlar!?... Evimize zorla mı girecekler?
Sonunda kapıyı açmayı başarıyorlar. İçeriye doluşuyorlar. Yerde öylece yatan beni görünce her boğazdan çeşitli sesler yükseliyor. Ben de bağırıp ağlamaya devam ediyorum, duymuyorlar. Neden ama neden!?... Yerde yatan mı, yoksa avaz avaz ağlayan mı ben?... Yine Özgür'ün sesini duyuyorum. "Tuncer amca, Fatma abla biraz rahatsızlanmış. Hemen gelirseniz iyi olur." Yine telefon etmiş babama demek. Sonra kalabalığa, "Yola çıkmışlar bile" diyor. Acı bir cankurtaran siren sesi duyuyorum. Ambulans sözüne bir türlü alışamadım yıllardır. Biz cankurtaran derdik. Merdivenlerde ayak sesleri. Bir sedyeyle gelen iki kişi, yerde yatan beni görünce afallıyorlar. Dizlerimin üzerinde öylece kalmışım. Nasıl yatıracaklar sedyeye?
Birden Fatmaaaa! Fatmaaaa! Diye seslenildiğini duyuyorum. O kalabalığın, o gürültünün arasında öyle berrak ve duru bir ses ve öyle rahat duyuluyor ki. Dikkat kesiliyorum. Bu birkaç yıl önce kaybettiğim annemin sesi. Anneciğiiiimmmmm diye karşılık veriyorum. "Evet ben geldim" diyor annem. Kalabalığın gürültüsü, tüm görüntüler siliniyor. Annem bembeyaz, uzun bir giysiyle karşımda. Oldukça genç ve güzel. "Anneciğim, artık gitmeyeceksin, hep bizimle kalacaksın değil mi" diye soruyorum. "Hayır diyor. Sen benimle geleceksin." "Ama babam" diyorum. "Babam yalnız ne yapacak?" Müzik âletlerim, resimlerim, bestelerim, sevgili Melâhat öğretmenimin himâyesinde kavuştuğum, çoğu satılmamış, kolide duran kitaplarım, plânlanan etkinlikler, yarım kalmış örgüm. Ooofff!... Daha yapmak istediğim ne çok işim var benim.
Annem sesini çıkarmıyor. Beni kendine çekiyor, sımsıkı sarılıyor. Birlikte uçuyor, uçuyor, uçuyoruz.
25 Ekim 2022
Kardeşim ve gelinimiz babamı Antalya Side'de bulunan Jandarma kampına götürdüler. Hemen her yıl kampın son dönemlerinde devre arkadaşlarıyla buluşurlar. Ben evde kalmayı tercih ediyorum. Kendimce nedenlerim var. Annem hayattayken kampa gidişler benim için yalnızlığın tadını çıkarma, bol bol üretme zamanlarıyken, artık daha fazla ev işlerine boğulma, babamı rahatsız etmemek adına o varken pek rahat yapamadığım işleri yoluna koyma zamanlarına dönüştü. Çünkü artık annem yok. Birlikte yaptığımız işlerin hepsi bana bakıyor.
Yine işbaşındayım. Bizimkilerin dönmesine çok az kaldı ve ben ev işleri özürlüsü hâlâ hiçbirinin hakkından tam olarak gelebilmiş değilim. Çok çabuk yoruluyorum üstelik. Psikolojik midir, yaşlanma belirtileri midir bilemedim. Fena hâlde ağrıyan belim ve bileklerimle portmantoyu siliyorum. Kapakların dışını sildim, açtım, içini silmeye başladım. Çok ağır gidiyor, çıldıracağım. Islak bez elimden yere düştü. Cinlerim tepemde toplantı hazırlığına giriştiler. Hızla eğildim, bezi aldım ve aynı hızla kalkmaya çalışırken tok bir ses geldi ve ben yerdeyim. Nasıl oldu anlayamadım. Sanırım başımı vurdum kapağa açık olduğu için. Artık ayağa kalkmam gerek. İşler beni bekliyor. Acı da duymuyorum üstelik.
Odamda bıraktığım telefonum çalmaya başladı. Sonunda kalkabildim. Ama yürümüyor, uçuyorum sanki. Telefonum çalmaya devam ediyor. Odamdayım. Uzanıp, almak istiyorum. Neden uzanamıyorum? Arayan babam. Ekranda yazıyor. Ben görme engelliyim. Ekranı nasıl okuyabiliyorum hayret!... Odamda boş boş dolaşıyorum. Dolaşmıyor, sanki uçuyorum. Neden elim işe gitmiyor?... Ellerime, ayaklarıma ne oldu?... Koridora süzülüyorum. Portmantonun önünde biri mi var, hayâl mi görüyorum?... Aman Tanrı'm!... Bu benim!... Dizlerimin üzerinde, yüzükoyun öylece kalmışım. Başımın arkasından akan kan kurumaya yüz tutmuş. İyi de görme engelli ben nasıl görebiliyorum kendimi.
Telefonum yine çalıyor. Yine babam. Sonra kardeşim, gelinimiz. Sırayla arıyorlar, arıyorlar. Neden açamıyorum telefonumu?... Yerde yatan mı benim, evin içinde uçar gibi dolaşan mı?... Ortalık yavaş yavaş kararıyor. Dayanacak gücüm kalmadı. Avazım çıktığı kadar bağırmaya, ağlamaya başlıyorum. Neden kimse sesimi duymuyor?
Hem zil hem de kapı çalıyor hızlı hızlı. Biri “Fatma ablaaaaa” diye bağırıyor. Komşumuz Özgür'ün sesi bu. Yanıt veriyorum. "Özgürcüğüm, merak etme buradayım" Neden duymuyor beni? Kapıyı birileri açmaya çalışıyor. İyice telâşlanıyorum. Daha çok bağırıyorum!" Ne hakkınız var kapımızı zorlamaya!" Ortalığı ayağa kaldırıyorum. Kimse duymuyor! Yine Özgür'ün sesi. "Tuncer amca, kapı içeriden kilitli, açamıyoruz" diyor. Belli ki babamla konuşuyor. Ne kadar kilit varsa hepsini kapatmışım. Elektriği yakmak, kilitleri açmak istiyorum nafile. Daha çok ağlıyor, daha çok bağırıyorum!... Sesimi Mısır'daki sağır sultanın bile duymuş olması gerekir normalde ama duymuyorlar. Aman Tanrı'm!... Şimdi de matkap sesine benzettiğim sesler geliyor. Ne yapıyor bunlar!?... Evimize zorla mı girecekler?
Sonunda kapıyı açmayı başarıyorlar. İçeriye doluşuyorlar. Yerde öylece yatan beni görünce her boğazdan çeşitli sesler yükseliyor. Ben de bağırıp ağlamaya devam ediyorum, duymuyorlar. Neden ama neden!?... Yerde yatan mı, yoksa avaz avaz ağlayan mı ben?... Yine Özgür'ün sesini duyuyorum. "Tuncer amca, Fatma abla biraz rahatsızlanmış. Hemen gelirseniz iyi olur." Yine telefon etmiş babama demek. Sonra kalabalığa, "Yola çıkmışlar bile" diyor. Acı bir cankurtaran siren sesi duyuyorum. Ambulans sözüne bir türlü alışamadım yıllardır. Biz cankurtaran derdik. Merdivenlerde ayak sesleri. Bir sedyeyle gelen iki kişi, yerde yatan beni görünce afallıyorlar. Dizlerimin üzerinde öylece kalmışım. Nasıl yatıracaklar sedyeye?
Birden Fatmaaaa! Fatmaaaa! Diye seslenildiğini duyuyorum. O kalabalığın, o gürültünün arasında öyle berrak ve duru bir ses ve öyle rahat duyuluyor ki. Dikkat kesiliyorum. Bu birkaç yıl önce kaybettiğim annemin sesi. Anneciğiiiimmmmm diye karşılık veriyorum. "Evet ben geldim" diyor annem. Kalabalığın gürültüsü, tüm görüntüler siliniyor. Annem bembeyaz, uzun bir giysiyle karşımda. Oldukça genç ve güzel. "Anneciğim, artık gitmeyeceksin, hep bizimle kalacaksın değil mi" diye soruyorum. "Hayır diyor. Sen benimle geleceksin." "Ama babam" diyorum. "Babam yalnız ne yapacak?" Müzik âletlerim, resimlerim, bestelerim, sevgili Melâhat öğretmenimin himâyesinde kavuştuğum, çoğu satılmamış, kolide duran kitaplarım, plânlanan etkinlikler, yarım kalmış örgüm. Ooofff!... Daha yapmak istediğim ne çok işim var benim.
Annem sesini çıkarmıyor. Beni kendine çekiyor, sımsıkı sarılıyor. Birlikte uçuyor, uçuyor, uçuyoruz.
25 Ekim 2022
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.