Söyleşi Yapan: ŞULE SEPİN İÇLİ
Konuk: SEVDA DOĞAN
Şule: Dergimizin Rol Modellerimiz Köşesinden herkese merhaba sevgili okurlar ve dinleyenler. Bu köşemizin ilk konuğu Sevda Doğan adlı bir arkadaşımız. Arkadaşımız benim de yakın arkadaşlarımdan biri olduğu için ona “sen” diye hitap edeceğim. Bizi evinde ağırlıyor. Biz de onu köşemizde ağırlıyoruz. Önce kendisini kendi sözcükleri ile tanıyalım isterseniz. Merhaba Sevda.
Sevda: Merhaba.
Şule: Bize kendini kısaca bir tanıtabilir misin?
Sevda: Tabii ki, iki çocuk annesiyim. Diplomalı ev hanımıyım. Evliyim, eşim maalesef 2018'den beridir çalışmamakta. Ben de örgü ile evimi geçindirmek durumundayım.
Şule: Sen kendini tanıtmaya biraz sondan başladın. Önce istersen biraz doğum hikayesine gidelim, kaç yılında doğdun, nerelisin, gözlerinin nasıl görmediği anlaşıldı? Onları paylaş bizimle istersen.
Sevda: Şöyle söyleyeyim: Ben 1970 doğumluyum, Elazığ’lıyım. İlk ve ortaokulum Aydınlıkevler ve Mithat Enç’te bitirdim. Elazığ lisesinde okudum. Daha sonra Erciyes Üniversitesi Büro Yönetimi iki yıllık yüksek meslek okulundan mezunum. Çocukluğum şöyle geçti diyebilirim: Ben bir “sevgi çocuğuyum” diyeyim. Babamdan bayağı bir sevgi aldım, sevgiyle büyüdüm. Annem pek yansıtamazdı. Ama tabii ki annem de sevgisini hiçbir zaman esirgemedi. Dediğim gibi babamın duygusallığı ve sevgisiyle büyüdüm. Çok güzel bir çocukluk yaşadım. Kesinlikle ailem engelin arkasına hiçbir zaman sığınmadı. Yani “sen engellisin, bunu yapamazsın, bunu göremezsin” demediler. Yani babam belli bir yaşa geldiğimde bütün çocuklar gibi bana bisiklet de aldı. Bisikletimi sürerdim yolda. Bisikleti sürdüğümde, çok büyük bir mutluluk duyardım. Çünkü bisikletin hayrına bayağı bir arkadaş edinmiştim. Herkes bisikletimi sürdüğü için mutluluk duyardı. Beni arkadan ittiriyorlar ve mutlu oluyorlardı. Ben de mutlu oluyordum tabi.
Şule: Belki de onların bisikletleri olmadığı için aranızda bir dayanışma oluşmuş.
Sevda: Aynen, aynen. İki kişide vardı. Yani biz mahallede oynarken, annem bir yerimi yaralarım diye bisiklet alınmasına karşı çıktı. Hiç istemedi bisiklet alınmasını. Anneanneme gidip geldiğimde, evimizin koridorunun ortasında bisikleti görmüştüm. Gerçekten çok mutlu olmuştum. Bisikletim kırmızıymış, önünde böyle küçücük bir sepeti vardı. Çok güzeldi bilmiyorum o mutluluk anlatılamaz herhalde, yaşamak lazım onu.
Şule: Evet şu anda da yaşıyor gibisin sanki öyle bir hava var.
Sevda: Heyecanlandım.
Şule: Şimdi. Görmediğin nasıl anlaşıldı Sevda? Biraz da o konulara girelim.
Sevda: Önceden biliyorsunuz evler böyle iç içeymiş. Annemlere dayımın eşi gelmiş. Yengemin teyzesi aynı evi paylaşıyorlarmış mutfak ortak işte benden altı ay sonra da yengemin teyzesi doğum yapıyor. Annem onlara hizmet ederken annem dışarı çıktığında anlatıyorlar. Hani çocuğun gözünde bir şey var gibilerinden annem gelince susuyorlar. Daha sonra “bu çocuğu doktora götür bunun gözlerinde sanki bir şey var bir şeyler hissettik” diyorlar. Babam karşı çıkıyor hani bizim sülalenin de gözlerinin yani bazılarının böyle yüksek oluyormuş. Bu Gözpınarı dedikleri şey o yüzden. Gözlerimin yüksek olmasına yormuşlar. Gözlerim maviymiş Ama gözlerim çok berrakmış, yani oldukça berrak, böyle masmavi bir gözüm varmış. Daha sonra annem, halam hemşire olduğu için hastaneye götürüyor. Tabi o zaman böyle hani normal muayene olmadığından askerlerin heyet gününde götürüyorlar ve doktor diyor ki “hanımefendi gözünün ikisi de perdeli, görmüyor” Annem iki defa soruyor. İkincisinde azarı işitiyor tabi. “Anlamıyor musunuz? Çocuğun gözleri görmüyor.” falan diyorlar Daha sonra annem bayılıyor. o zaman tabi araba falan yok, at arabasıyla eve getiriyorlar.
Şule: Bu arada kaç aylık bebeksin?
Sevda: Altı aylık.
Şule: Doktorlar da bu konularda ya, “Allah'tan ümit kesilmez” diye gereksiz yere teselli ediyorlar ya da azarlıyorlar. Hayatında ilk kez böyle bir şey duymuş bebeğiyle ilgili, şok olmuştur.
Sevda: Mutlaka.
Şule: Üniversiteyi bitirdikten sonra sanıyorum bilir rehabilitasyon hikayen var değil mi senin?
Sevda: Yok hiç gitmedim, ben rehabilitasyon merkezine sizinle başladım. Sizinle özel eğitimde tanıştım Rehabilitasyon eğitimi almadım.
Şule: Özel eğitim alana kadar baston kullanmayı bilmiyordun galiba.
Sevda: Biliyordum şöyle ki: İlkokuldayken birkaç defa öğretmişlerdi. Ama teorinin ötesine gitmedi. Teorik olarak öğrettiler. 1, 2 defa da tutmuşluğumuz vardı o kadar. Ama en güzel eğitimi şu anda İzmir’de hocalık yapan nadir hocadan öğrendim. Gerçekten benim cesaretim yoktu diyebilirim. Çünkü arkadaşların kolunda, annemin kolunda gitmiştim her yere. Hocayla gerçekten yeni bir çığır açtım diye düşünüyorum. Çünkü şu anda istediğim yere özgür bir şekilde gidebileceğime inanıyorum ve gidiyorum da.
Şule: Aslında çok şanslı bir çocukmuşsun annenle konuştuğumuz kadarıyla. Bu arada sevgili dinleyenlerimiz annesi ile de kısa bir sohbetimiz oldu. Belki başka bir söyleşide onunla konuşabiliriz diye düşündüm. Hiçbir şeyini engellememiş, ev işleri konusunda “şunu yap, bunu yap” diye hep söylemiş “bulaşık yıka yemek yap” hep öğretmiş ona. Birazdan da nasıl öğrettiğini konuşacağız. Esas konumuza gelince. Bu çok büyük bir şans ve aynı zamanda eşi de bayağı bir destek kendisine. Annesi bastonu bilmediği için kadın o konuda bir şey yapamamış. Ama en azından evin içinde hiçbir engel yaşanmamış öyle değil mi?
Sevda: Hayır, hayır ben aynı gözü gören insan gibi yetiştirildim diyebilirim. “yemek yapmak zorundasın, bulaşığı bitirmeden kesinlikle okula gitmeyeceksin” derdi annem. Yani kurallıydı. Ben çok disiplinli bir ortamda büyüdüm. Babam ne kadar duygusalsa, o kadar da azimliydiler. Tuttuğunu koparan bir kadın annem. Elazığ'da yetişmiş bir kadın tipi değil. Elazığ’ı küçümsediğimden değil. Elazığ insanı genelde hani böyle nasıl anlatayım ev ortamı dışına çıkmaz, dışarda fazla böyle kendini ispatlayamaz ama annem gerçekten öyle değildi. Diyorum ya babamın duygusallığına önem verilseydi, belki şu anda okumamış olacaktım. Çünkü babam hiç yanından ayrılmamı istemezdi. Zaten orta okulu bitirdikten sonra da Halide Edip Lisesi sınavına girerken babam ağlamıştı. “Paramız yetmiyor mu? Neden böyle yapma gereği duyuyorsun?” diye. Ama o evimizi biz kiraya verdik. Elazığ lisesinin hemen karşısında bir yıl önceden ben ortaokulun sonundayken ev kiralandı. Sonra da kendi evimize tekrar geri geçtik.
Şule: Evet, annen yılmamış, hep mücadele vermiş ve gerçekten seni çok güzel desteklemiş aslında. Baban da sevgi vermiş. Bence de aslında annenin yaptığını kesinlikle daha farklı bir biçimde takdir etmek gerekiyor. Şu andaki koşullarda bile batıda yaşayan kişiler de çocuklarına karşı aşırı korumacı iken, çok sayılı aileler var böyle çocuklarına gerçek anlamda engel olmayan, onların yapamayacakları konularda destek olup yapacakları konusunda da onlara asla engel olmayan çok az aile var. Sevda başta 2018 yılından beri eşinin işsiz olduğundan söz ettin. Sen de çalışmıyorsun, düzenli bir işin yok değil mi? Rol model olma konusunda senin bir örgü hikayen var. Şu anda bunu ticari bir şekilde de yapıyorsun. Örgüyü nasıl öğrendin onun hikayesini bizimle paylaşır mısın?
Sevda: Örgüyü okula başladıktan sonra 8-9 yaşlarındayken, öğrendim desem yeridir. Komşularda gördükçe, annemde gördükçe, annem çok güzel örgü yapardı bu arada. Şimdi kollarının rahatsızlığından dolayı yapamıyor. Komşularda gördükçe ben özendim. Birazcık da böyle nasıl anlatayım, bir yaramaz yapım varmış çocukken. İşte annem beni iple, tığla avuturmuş bir yerlere gittiğinde. O avutma, bu avutma derken, anneme merak ettiğimi söyledim. Annem de öğretti. Daha sonra tabii ki sanat dersimizde öğretmenlerimiz ilkokuldayken destek olmaya çalıştılar. İşte örgünün çoğunu ilk başlangıcını annemden öğrendim. Daha sonra da öğretmenlerimizden desenli, yuvarlak paspas yapmayı öğrendim. Daha sonra yıldız şeklinde paspas yapmayı yine annemden öğrendim.
Şule: Annem bu arada hala takip ediyor herhalde değişik modelleri?
Sevda: Devam ediyor hala da takibe. “Bu model daha güzel anne bunu öğretir misin?” diyorum. Biraz öğretmenlerimden bölük pörçük, çoğunu annemden öğrendim. Ortaokula geldik, ortaokulda rehber öğretmenimiz vardı Emine hoca. Ondan çok zor modeller öğrendim. hani çoğunuz bilirsiniz incili kız, Türkan Şoray’ın kirpiği modellerini yapmaya başladım. Daha sonra da Gören Kalpler Özel Eğitim’de Erol Sayıdan hocamızın girişimleriyle, bir yıl Eryaman’dan Ayşe hocamız geldi. Ayşe hocamızla bayağı bir örgü geliştirdim ki gerçekten bu doğrultuda Erol hocama da, Ayşe hocama da bayağı bir şeyler borçluyum. Çünkü boyunluk yapmayı, kaşkol yapmayı santimin ne demek olduğunu. Tabii ki santimi bilmeyen yoktur matematiksel olarak ama hani örgüde mesela boyun kaç santim olur, kaşkol kaç santim olur? bunların hepsini Ayşe hocamdan öğrendim ki hala da bana iyi bilmediğim konularda yani örgülerin fiyatı konusunda olsun, her konuda bana yardım ediyor. Hiçbir zaman desteğini benden esirgemez bu konuda gerçekten minnet borçluyum.
Şule: Yani bir yerde pratikle ve teknikle desteklenmiş oldum. Ticari olarak örgüleri satmaya nasıl karar verdin, nasıl başladın?
Sevda: Ticari olarak şöyle aslında Ercan yani eşim işten ayrılana kadar düşünmemiştim hiç böyle bir şey. Ben evlenmeden yani eşimle nişanlı iken diyelim, nişanlılık evresinde ben Fetiye'de 5 buçuk ay bir kurs gördüm. Kapsamlı bir eğitimden sonra tabii ki orada arkadaşlar edindim. Arkadaşımın eşi teknede kaptandı ve arkadaşım bana geldiğinde poşetliklerim vardı. Poşetliklerimi almak istedi. Tabii ki hediye ettim. Daha sonra eşinin dikkatini çekmiş. Ben de dedim ki “eşim çalışmıyor. Ben bu örgüyü ilerletmek istiyorum, satmak istiyorum.” Orada sağ olsun tekne gezisi sırasında bir avukata gösteriyorlar benim poşetliğimi. Çok beğeniyor. O beğeniş, bu beğeniş, bayağı bir yol kat ettik. Ben de artık böyle imparatorluğa doğru gidiyorum, tabii ki bu espriydi.
Şule: Evet, aynı zamanda çok zorlukları da var, çok azıcık da ondan konuşacağız. Bir gününü bize anlatabilir misin? Ne kadar süre örgü örmeye ayırıyorsun? Ev işlerinde ne oluyor, ne bitiyor?
Sevda: Sabah zaten geç kalkmamak zorundayım. Şöyle ki sekiz yaşında bir oğlum var, okula gidiyor. Onunla ilgilenmek durumundayım. Bu yıl sabahçı. Geliyor, ödevlerini yaptırıyorum, yemeğiydi, içmesiydi derken, kıyafetlerinin çıkarılması, bu aşamalar, ev. Daha sonra tabii ki her kadının yaptığı gibi yemek, çamaşır, yerine göre ütü, akşam özellikle trafiğim çok yoğun oluyor. Yemek yapıyorum, yemek yeniyor, ondan sonra çay servisi, şu bu derken saat ancak 12'de küçük oğlum Ömer uyuduktan sonra 11'de falan zaten ancak Ömer uyuyor. Eşim uyuyor veya oturuyor, tam sessizlik zamanında iyi hani yine bir espri yapmam gerekiyor. “On ikiden sonra hayat başlar” derler ya, evet 12'den sonra da benim örgü hayatım başlıyor.
Şule: Kaç saat örüyorsun?
Sevda: 12 ile üç arası, dört arası, o kolumun yorgunluk durumuna bakıyor. Bazen uykularımı bazen öyle bir hale geliyorum ki hissetmiyorum. Bayağı bir zorluklar yaşıyorum. Çünkü örgüm bol aksesuarlı ve aksesuarların hiç birini satın almıyorum, yani hepsini kendi ellerimle yaptığım için onların dikim aşaması çok zor. Dikme işini de yalnızca annem yapabiliyor. Bir kaç kişiye öğretmesine rağmen, onlar tam olarak yapamadılar, genelde eğri oldu. O yüzden sattığım kişiler tarafından uyarı aldığım için şimdi annem dikiyor ve Bu da bayağı bir zor oluyor. Hani annem her istediğim zaman gelemediği için annem Elazığ'da yaşıyor. Ben Ankara'da yaşıyorum. O yüzden -Elazığ dernek başkanımızın desteği çok fazla. Gidip geldiği zaman poşetliklerimi götürüyor. Yani kargo parası özellikle ödemeyeyim diye. Zaten biliyorsunuz bu zamlar kargoya da bayağı bir yansıdı. O yüzden Elazığ'a gelen giden olduğunda gönderiyorum, gelen olduğunda gönderiyorlar, getiriyorlar. Annem geliyor. Annem geldiğinde zaten bayağı bir rahatlamış oluyorum. Annem gittiğinde de böyle bir süreç işlemeye başlıyor.
Şule: Şimdi bir dakika, annenin desteğini konuşacaktık ama sen onu öncelikle tabi emek kıymetli olduğu için paylaştım bizimle. Yaklaşık 4 saat, 5 saat örgü ördüğünü söyledin. ya gece nasıl geçiriyorsun zamanı? Ben hatırlıyorum, ablalarım makina nakışı yaparken, “ gel hep bizim yanımızda sohbet et de zaman geçsin” derlerdi. Sen uyumamak için otururken ne yapıyorsun? Sana ne eşlik ediyor?
Sevda: Size onu anlatmakla bitiremem. O kadar büyük bir aşkla ölüyorum ki çünkü kitap dinliyorum. En büyük zevkim kitap. Benim arkadaşlarım, “ne güzel okuyorsun.” Diyorlar. Kitapsız bir hayat gerçekten düşünemiyorum.
Şule: O sana arkadaş oluyor.
Seda: Evet yani öyle böyle bir arkadaş değil. Bu normal değil, yani yapı olarak sabırsız bir yapıya sahip olmama rağmen, ya çok zor kitaplar okudum ama Carolina gibi, Suç ve Ceza gibi, Savaş ve Barış gibi ki özellikle Savaş ve Barışı duyan arkadaşlarım bayağı bir hayrete düşmüşlerdi. “Ya sen çok sabırsızsın, nasıl böyle bir kalın kitap okuyorsun” diye. Ama örgü ile gerçekten çok akıcı oluyor kitaplar. Ne kadar sıkıcı olurlarsa olsunlar, sıkıcı olduklarını da pek söyleyemem.
Şule: Peki 5 saatte ne kadar örebiliyorsun? Bir poşetliği bitirebiliyor musun?
Sevda: Ya bir poşetlik öremiyorum bir günde. Hayır, hayır. En azından poşetliğin ya kafa kısmını veya diğer kısmını örebiliyorum. Eğer kafa kısmı, yani bir bölümü bitmişse, diğer tarafını örüyorum. Çünkü kafa bölümü aksesuarlardan oluşuyor. Aksesuarların yani dikilen kısımları, örgünün gösteriş şeklini belirlediği bir bölüm.
Şule: Ben şunu öğrenmek istedim aslında. Beş saatte ya da 4 saatte ne kadar örüyorsun?
Sevda: Bir boyunluğun yarısını örebilirim. Poşetliğin de bir kısmını örebiliyorum.
Şule: Ancak o zaman o yaklaşık 8-9 saatte 1 boyunluk örülüyor. Yaklaşık ne kadar bir maliyeti var mesela ip olarak boyunluğun?
Sevda: İp olarak maliyeti çok fazla. Çünkü boyunluk ipi ben hani kaliteli kullanmaya çalıştığım için genelde yünsü şeyler oluyor yünü aratmayacak derecedeki ipler oluyor. O da tabii ki kiloyla satılıyor. Hani böyle yumak şeklinde değil de kilo olarak olduğu için o ipin kilosuna bağlı.
Şule: Yani fiyatı da bir boyunluk 25 TL kadar ipten çıkar mı?
Sevda: Çıkar. Daha fazlasına çıkar.
Şule: 50 TL'ye satıyor arkadaşımız 25 TL kazanabilmek için. Yaklaşık 9 saat emek veriyor. Gerçekten çok yoğun bir iş, emek yoğun bir iş, aynı zamanda kollarının ağrıdığını söyledin sanıyorum boyun fıtığına da neden oluyor değil mi?
Sevda: Boyun kemiğimde düzleşme var şu anda ve beni üzen en büyük şey diyorlar ki mesela “ya işte biz pazardan alıyoruz da pazardaki hani neden ucuz da senin yaptığın pahalı? Yani almayabilir, alamayabilirsiniz veya pazardaki size daha cazip gelebilir ama en azından hani bu tür şeyleri söylememeniz daha uygun olur diye düşünüyorum. Yalnızca benim için değil, yani emeğe saygı duymak lazım. Her şeyden önce el emeği göz nuru diye boşuna dememişler.
Şule: Bu arada eşin de epeyce bir iş paylaşımında bulunuyor benim gözlemlediğim kadarıyla. Yani neler yapıyor mesela senin işini kolaylaştırmak için?
Sevda: Mesela evi süpürür, eşim kendi temizlik elemanı olduğu için hani işten temizlik elemanı olarak ayrıldı zaten. 7-8 yıllık bir hizmeti vardı. Eşim benim en büyük desteğim. Temizlikte çok yardımcı olur bana. İp almaya giderken gelirken hani ben bastonu kullanabilirim ama dediğim gibi biraz önce de söylemiştim zaten kollarımdan rahatsız olduğum için bir kilonun haricinde pek fazla bir şey taşıyamıyorum. Sol kolumda çünkü ciddi bir his kaybı var diyebilirim. Bunu da gribal enfeksiyonumda fark etmiştim af edersiniz burnumu silerken baktığımda, bayağı bir his kaybı olduğunu gördüm. O yüzden eşim yani iplerimi taşıma konusunda olsun, her konuda yani bir nevi gözüm gibi diyebilirim.
Şule: O da olması gereken bir şey zaten. Sonuçta siz 2022 maaşı alıyorsunuz. O maaş da yeterli olmuyor. Bir de çalışan büyük oğlunuz var anladığım kadarıyla. Bu hayat bu şekilde zorluklarla sürüyor. En büyük hayalin ne peki Sevda yani bu örgü konusunda mı ilerlemek istiyorsun? Çünkü ben sordum “makine alır mısın?” diye “Makina örgüsü yapabilirim ama o ekonomik olarak çok zor” demiştin. Bu kadar da ciddi sağlık sorunu da yaşandığı için gelecekte neler hayal ediyorsun? Ne yapmayı planlıyorsun gelecekte?
Sevda: Ben gelecekte hiçbir şey hayal etmiyorum. Şöyle söyleyeyim tabii ki derler ya her yiğidin gönlünde bir aslan yatar, benim de gönlümde çalışıp kazanmak yatıyor. Ya ben istiyorum ki taş taşısam taşın suyunu da sıkmaya çalışsam, duyarlı insanlar tarafından ben “ille de hani müdür olayım, ben masa başında oturayım” demiyorum. Ne iş olursa yapmaya hazırım. Yeter ki benim yeteneğimi zorlamayacak bir iş olsun, diyorum ya inşaatta çalışmaya razıyım. Hep şunu istemişimdir yani çocuklarımı kimseye özellikle muhtaç etmeyeyim, çocuklarım kimseye özel, maddi manevi olarak muhtaç olmasın, bunun için zaten çabalıyorum. Ben yalnızca iş istiyorum, yani örgüyle benim bir geleceğim yok hayır hayır. Kesinlikle zaten bunlar da ancak yetişiyor müşterilere. Böyle bir pazar açılsa, mesela onlara o şekilde yani bir girişimcilik anlamında bir şeyler yapabilirim. Üretim yapabilirim. Yani pazarda, bir yer verecek gibi oldular. Ne hikmetse bilmiyorum yazışma daha gerçekleştirilemedi.
Şule: Peki nasıl yetiştirebilirsin bu kadar şeyi? Yani iki günde bir poşetliğin olduğunu düşününce ben pazarda bir yığın ürün olması gerekiyor. Belki başka şeyler de.
Sevda: Boyunluk olsun, çorap olsun, patik olsun, o tür şeyleri, işte diyorum ya yani benim o kadar çok fedakârlık yapmam gerekiyor ki yapıyorum da zaten. Dediğim gibi zaten benim hani arkadaşlar artık espriye döktüler bu işi. Yatıyorlar, kalkıyorlar, ”Sevda’yı aramak istiyorsanız, Denizciler Çarşısına gidin veya evinde bulabilirsiniz” diyorlar. Ben hemen hemen haftada iki gün veya bir gün veya 15 günde bir toplamam gerekiyorsa listeyi mesela haftada bir gün olabiliyor, dediğim gibi 15 gün olabiliyor ama 15 günü kesinlikle geçmiyor. Sürekli ben Denizciler Çarşısındayım. İşte renk istedikleri için rengin biri kalmayınca biriktirmem gereken bir şey yoksa, günü birlik gidip alıp gelip bunu yapmak zorundayım. Ama acil bir şey değilse, onu da liste olarak biriktiriyorum. Örneğin on tane renk lazım diyelim, ana renkler veya ara renkler, onları biriktirip liste halinde gidip iplerimi alıyorum. Önceden ip konusunda pek fazla zorlanmıyordum. Yani abartmanın bir anlamı yok ama şu anda resmen hamallık yapıyorum gibime geliyor. Çünkü ipler gerçekten bayağı bir uçtu ve sermayem elimde kalmadığı için eve harcamak zorunda kaldığım için sermaye sorunu da yaşamaya başladım. İşte artık nereye kadar gider bilmiyorum. Ama bir şeyler yapmaya çalışıyorum ve yılmadan da çalışacağım. Yani çocuklarım için evim için.
Şule: Bu arada arkadaşlar Sevda şu anda bizimle bir taraftan sohbet ediyor, bir taraftan da örgü örmeye devam ediyor. Bana biraz poşetlik yetiştirecek ki çevreye biraz satalım diye. Annesi de ona içeride destek oluyor, dikişlerini dikiyor. Gerçekten hayat pahalılığı çok önemli bir sorun. Hem ipler artıyor. Bu sefer sen onu daha farklı fiyata satmaya kalktığında, diğerlerinin alım gücü düşük olduğu için onlar da bu şekilde almayı tercih etmiyor. Bir de ördüğün şey uzun bir zaman gidebiliyor. İnsanlarda böyle bir sorun var. Gerçekten zor bir iş ne diyelim. Ama en azından herhangi bir işin olana kadar birçok arkadaşa da bu çalışmalarınla örnek olacağını düşündüğümüz için seni ilk konuğumuz olarak ağırlamak istedik. Bizimle paylaşmak istediğin, eklemek istediğin bir mesajın varsa, onu da alalım. Yavaş yavaş artık söyleşimizin sonuna geliyoruz çünkü.
Sevda: Benim mesajım şöyle: Yani kolayı herkes başarır, önemli olan bir yola çıkmışsınız, bu evlilik olabilir, iyi okuma uğrunda olabilir, ya ne olursa olsun her insanın yaşamak için bir hedefi olmalı diye düşünüyorum. Benim de tabii ki bir anne olarak çalışıp ve çocuklarıma daha verimli olabilmek ki bu konuda da mücadele edeceğimi, sonuna kadar ne yapmam gerekiyorsa yapabileceğimi, yılmadan yapacağımı söylüyorum ve bütün arkadaşlarıma da tavsiye, kesinlikle engellerin arkasına sığınmasınlar. Çünkü görme engeli gerçekten o kadar da çaresiz bir engel değil.
Şule: Sen mesajlarını tamamladın ama benim aklıma bir soru daha geldi. Onu da paylaşayım istiyorum. Genellikle iş konusunda herhangi bir yere başvurmaya gittiğinde, mutlaka örgü ördüğünü anlatıyorsundur. O durumda tepkileri nasıl oluyor? Yani sadece örgüyü alıp kapıdan göndermek mi? Yoksa nasıl bir tepki ile karşılaşıyorsun ördüğünü söylediğinde?
Sevda: Şule’ciğim, şu ana kadar sağ olsunlar hep senin gibi arkadaşlarım bana destek olmaya çalıştılar. İsimlerini gururla vermek istiyorum, arkadaşım Döndü çok yardımcı oldu bu konuda. Mürüvet’in yardımını gördüm.
Şule: Burada tabi yeni okuyacaklar tanımıyorlar ama görme engelli arkadaşlar bunlar.
Sevda: Döndü Kanat, Mürüvet Murat, tanırsınız diye düşünüyorum.
Şule: Biz tanıyoruz ama dinleyenlerimizden tanımayan olabilir.
Sevda: Onlar da çok destek oldular bu konuda, yani ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar en azından. “Biz de varız, biz de sana destek olabiliriz” diyorlardı. Arkadaş için çok güzel bir şey.
Şule: Ben araya gireceğim yine ama o arkadaşlarının destek olduğunu zaten baştan beri çok güzel ifade ettin bize. Ben iş bulma konusunda herhangi bir iş başvurusu yaptığında, daha çok iş verme konusunda fırsat eşitliği sağlamaya mı çalışıyorlar, yoksa hani “Örgünü satın alalım ama Bu da çok iyiymiş, güzelmiş” diyerek başlarından mı savıyorlar?
Sevda: İşverenlere yani hiç birine şu ana kadar gitmedim. Yalnızca 2000, tam olarak tarihini hatırlamıyorum ama Eyüp Doğan abiyle birkaç yere gitmiştik. O da zaten hani Eyüp abinin görüşmesi ile gerçekleşmişti.
Şule: Örgüleri görünce ne diyorlar?
Sevda: Yani ben götürmedim hiçbirini Örgümü şu ana kadar görmediler. Genelde zaten İŞKUR’a gittiğimiz için İŞKUR’un haricinde şu ana kadar özel bir yere kesinlikle gitmedim. Hep İŞKUR, o da internetten başvurularını gerçekleştirdiğim için.
Şule: Anladın böyle bir deneyim olmamış. Örgü meselesini duyunca belki birkaç tane örgü alıp uzun vadede bir şeyler de yapmayabilirler şeklinde düşünmüştüm.
Sevgili okurlar, sevgili dinleyenler, Rol Modellerimiz köşemizin ilk konuğunu bu şekilde ağırladık. Kendisi de bize evini açtı. Ona da çok teşekkür ediyoruz.
Sevda: Ben teşekkür ediyorum, böyle bir fırsat verdiğin için. Umarım yararlı olabilirim.
Şule: Evet başkalarına mutlaka örnek olacaktır. Örgü örmeyi bilip bir şeyler yapan arkadaşlarımıza, ya da yeni öğrenmek isteyen arkadaşlarımıza. Bundan sonra başka bir söyleşide buluşmak üzere herkese iyi günler diliyoruz.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.