YAZAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Dominik Cumhuriyeti’ndeki diktatörlüğün yıkılmasında büyük rol oynayan ve bunun bedelini 25 Kasım 1960 tarihinde canlarıyla ödeyerek bugünün sembolü haline gelen MİRABEL Kardeşlere selam olsun...
Patria, Minerva ve Maria adlı üç kız kardeşin mücadelesini daha iyi anlamak için tarih sayfalarına kısa bir yolculuk yapalım. 1930’dan 1961’e kadar Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten Rafael Trujillo’nun diğer bütün diktatörler gibi halka vaat ettiği tek şey baskı ve zulümdü. Mirabel kardeşler, diktatörün baskı rejimine karşı durdukları için defalarca hapse atıldı 25 Kasım 1960 yılında, üç kardeşin arabasını yolda durduran Trujillo yandaşları, onlara önce tecavüz ettiler, sonra da öldürüp uçurumdan aşağı attılar. Öldürüldüklerinde Patria 36, Minerva 34, Maria Teresa ise 24 yaşındaydı. Vahşice katledilmeleri akıllara Maria Mirabel’in şu sözünü getirdi: “Belki bize en yakın şey ölüm ancak bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz!” Bu üç cesur kadının katledilmesi diktatörün sonunu hazırlayan süreci başlattı. Bu nedenle, Mirabel kardeşler baskıya, zulme direnenlerin simgesi oldu. Kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek” olmasından esinlenerek “Kelebekler” adıyla anıldılar. Mirabel kardeşlerin hayatı ve mücadelesi hakkında “Kelebekler Zamanı” isimli bir roman yazıldı ve bu roman aynı isimle beyazperdeye uyarlandı. 1981 yılında Güney Amerika Kadın Çalıştayı’nda, 1999 yılında ise BM tarafından, üç kardeşin öldürüldüğü gün “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” ilan edildi. Yıllar içinde, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede, eşitlik ve kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda önemli adımlar atıldı. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda dönüm noktası olarak kabul edilen İstanbul Sözleşmesi de bunlardan biridir. Bir gece yarısı tek kişinin kararıyla, kadınların can simidi olan bu sözleşmeden çıkılması, akıl alır gibi değildir.
Şimdi ölmemek için öldürmek zorunda kalan Serap’ı anlatmak istiyorum sizlere. Ondan Mor Çatıya yazdığı mektuptan sonra haberdar oldum. Kadın örgütlerinin ve feministlerin onun haklılığı için yaptığı eylemleri gazetelerden okudum ve çok etkilendim.
Adı Serap Avcı. Ülkemizde sistematik şiddet gören yüzlerce kadından biri sadece. Yedi yıllık evli. Beş yaşında bir çocuğu var. Evde yaşanan gerginlik ve sistematik şiddet nedeniyle konuşma bozukluğu yaşayan, dil konuşma terapisi almak zorunda kalan bir çocuk. Serap flört, nişanlılık sürecinde başlar şiddete maruz kalmaya. Evlendikten sonra ise hayatı cehenneme döner. Neredeyse her ay boşanma talebinde bulunur. Ailesiyle, çocuğuyla tehdit edilir. Fiziksel, ekonomik, cinsel her türlü taciz vardır hayatında. Karakola şikayete bile gidemez, çünkü dayaktan sonra iyileşene kadar evden çıkması engellenir. Trafikte araç içinde dövüldüğünde yoldan geçen polis memuru “bir sorun mu var? “ diye sorar, tabi ki şiddeti yaşayana değil, şiddet faili eşe. Serap sesini çıkaramaz. Eşinin tutuklanmayacağını bilir. Eve döndüklerinde daha fazla şiddete uğramaktan korkar. Eşi tarafından yüzüne atılan telefonla gözünden yara alır. O gün ilk defa kaçar ve karakola gider. Peşinden Yasin de gelir. Görevli memurlardan aldığı cevap “Olur böyle şeyler” cümlesidir. Fail eş memurlarla çayını içer, sohbetini yapar ve karakoldan ifadesi bile alınmadan çıkar. Serap hastaneye darp raporu için yönlendirilmez. Resmi olarak ifadesi sözde alınmıştır ama şu an ifadenin resmi kaydı bulunamadığı için dosyada yok. “Ülkemizde koruyucu ve önleyici tedbirler var” mı dediniz? Yasalarda elbette. Eş Yasin birçok adli suça karışan, bir süre cezaevinde yatmak zorunda kalan bir şahıs. Bankalarla sorunları olduğundan kredi kartı alamaz, kredi çekemez. Sürekli Serap’ın kartlarını kullanır. Limitlerini arttırarak kadını sürekli borçlandırır. Serap’ın ailesine de zaman zaman psikolojik şiddet uygular. Boşanma talepleri sürekli şiddetle yanıtlanır. Yüzüne kezzap atmakla, çocuğunu elinden almakla, hırsızlık iftirası atılmakla tehdit edilir.
17 Nisan gecesi eve aşırı alkollü gelen Yasin uyuyan eşi Serap’ın ve çocuğunun odasına girip eşine saldırmaya başlar. Evde büyük bir kovalamaca yaşanır. Bulduğu her yerde kadını durmaksızın döver. Binanın 12. katından atmaya kalkar. Dava dosyasında Serap’ın karnındaki balkon demirlerinin izlerinin fotoğrafları da mevcut. Ütü masası demiriyle kadına yönelen şiddet devam eder. Oğlunun uyanmasıyla Serap korkar. Kendini kaybeder. Anlık bir refleksle bıçağı alır canını kurtarmak için onu bıçaklar. Oğlunun gözü önünde katledileceğini düşünmüş kendini karanlıktan çıkarmak için tek yol olarak kendini savunmayı seçmiştir. Site görevlisi ve bir komşunun gelmesiyle Serap kendine gelir ve ambulans çağrılır. Ancak Yasin yaşamını kaybetmiştir. Serap hemen tutuklanır. Ölmediği için suçludur artık. Bugüne kadar yaşadıkları kimin umurundadır ki? 27 Kasım Çarşamba günü Küçük Çekmece Adliyesi 6. Ağır cezada duruşması var. Eşe karşı kasten adam öldürme suçuyla yargılanıyor. Uğradığı sistematik şiddet kısmen dosyada yer almış. Yaşadıklarını doğrulayan deliller ve tanıklar da var. Öldürülen eşin otopsisinde aşırı alkole ve kokaine rastlanmış, ama yine de kasten öldürmekle suçlanıyor. Acaba takım elbise giyip, mahkemeye çıkan bir kadın katili erkek olsaydı yine de bu maddeden mi yargılanırdı? Eğer Serap o gece 12. kattan atılıp yaşamını kaybetseydi ne olurdu? Kendi intihar etti denilir miydi? diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Neden ülkemizde bu kadar kadın cinayeti var? Kadına şiddete karşı yeterince önleyici ve koruyucu tedbirler alınıyor mu? Ağır tahrik adı altında aklanan katiller yeni suçlara zemin hazırlamıyor mu?
Serap o gece sadece kendini savunmak istedi. Tamamen meşru müdafaa yapmak zorunda kaldı. Umarım yine eril, cinsiyetçi yargı devreye girmez ve bir kadın kendini ve çocuğunu koruduğu için cezalandırılmaz.
Serap hangi aile ortamında büyüdü onu bilme ihtimalimiz yok. Ne kadar acıdır ki evlilik öncesi bile şiddete uğradığı halde vazgeçemiyor o adamdan. Yaşamındaki hangi eksiklik, hangi boşluk dolduruluyor ki bu kadar perde iniyor gözlere. Arkasında koşulsuzca onu koruyan, onu destekleyen, cesaretlendiren bir ailesel veya toplumsal mekanizma olsa bu durumların yaşanma olasılığı azalabilirdi muhtemelen. Yasalarımızda bütün koruma tedbirleri var deniliyor da ya zihinlerde durum ne? Bir insanı katletmekte tereddüt etmemiş ve iyi hal indirimi alan, haksız tahrikten yararlanan katillerin sayısı azımsanmayacak düzeyde. Her cezasızlık yeni suç işleyeceklere cesaret vermiyor mu?
Son olarak buradan kız çocuğu olan herkese seslenmek istiyorum. Boyun eğmeyi öğretmeyelim çocuklarımıza. Önce bizlere karşı özgür olsunlar, önce evlerimizde söz ve karar alma haklarına sahip olsunlar ki yanlış tercihlere yönelmesinler. Kendilerini ifade etmelerini engellemeyelim. Korkuyla değil sevgiyle büyütelim çocuklarımızı. Her zorlukta, hata bile yapsalar yanlarında olacağımızı hissettirelim kızlarımıza. O zaman belki nice Serap’ı bu noktaya gelmeden kurtarabiliriz.
24.11.2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.