yaylaboztas@yahoo.com
Kısa ve beyaz saçları, kolyesi ve mavi gözleriyle uzaklara bakıyor.
İki genç kadın birbirine sarılıyor. İkisi de mutlu ve gülümsüyorlar. Biri mavi bir bluz, diğeri kırmızı bir elbise giymiş. Arka planda bulanık bir sokak manzarası var. Sarılan kadınlardan biri gözlerini kapatmış, diğeri ise gözleri açık ve gülümseyerek kameraya bakıyor.

Büyük kentlerde, her gün aynı kişilere rastlamazsınız. Ancak mahalle komşularını, önünden geçtiğiniz manavı, bakkalı, köşedekisimitçiyi, çiçekçiyi tanırsınız. Günlük koşuşturmalar içinde arasına karıştığınız kalabalıktan eksilenlerin ayrımında olmazsınız çoğu kez… Yaşam akar gider.



Yaşadığınız yer küçük bir kasabaysa sokakta çok kişi tanışınız, giderek selamlaştığınız, ayaküstü söyleştiğiniz kişiler olur. Yürüyüşlerde rastlaşıp yürek dolusu gülümsedikleriniz,yokluğunda neden görünmediğini merak ettikleriniz artar.



Aynı duygu, yaşı ilerlemiş tanıdık ve yakınlarınızdan alacağınız kötü haber korkusudur. Çok erken ya da çok geç, çalmaması gereken zamanlarda çalan telefonlar içinizi ürpertir. Yüreğiniz ağzınızda bekler, nefesinizi tutarsınız... 



Yirmi yıldır yazları böyle küçük bir yerde, Foça’dayaşıyorum… Bu zaman süresinde yollarda rastlayıp selamlaştığım, ayaküstü konuştuğum, aynı masada oturup denize karşı çay içtiğim, birlikte yemek yediğim, denizde kulaç attığım, önemli sıkıntılarımı paylaştığım değişik yakınlık derecesinde tanıdığıminsanların aramızdan silinişine tanık olmak çok üzücü…



Bisikletini duvara dayayıp başında mavi bandanasıyla bahçekapısında biten yeşil gözleri, bütün yüzüne yayılmış o sıcak gülüşü görmeyeli yıllar oldu. Kokusundan ses tınısına, ara sıra Karadeniz aksanıyla söylenmiş birkaç sözcüğüne kadar aklımdan hiç çıkmayan o dostun anıları yok artık. Ben her gezintiye çıktığımda onun bastığı yerlere kim bilir kaç kez basıyorum. Belki de oralarda gezen aramızda dolaşan ruhuna çarpıyorum bilmeden.



Arkadaşımın ölümünden sonra ikinci kez evlenen eşine içimden duyduğum kırıklık anlamsız aslında ama gene de onun yaşamına bu denli rahat devam etmesi mantıksız da olsa beni gocunduruyor. Annesinin gezdiği yerlerde, eşi ve çocuğuyla gördüğüm kızında annesinin çizgilerini aramam boşuna. Giden;çizgisini, ses tınısını bıraksa da birilerine, sıyrılıp gidiyor aramızdan. Ara sıra anımsayıp yüzümüzden geçen buruk bir gülümseme oluyor yalnızca.



Sergi açılışlarında; bütün ününe, görgüsüne, yeteneğine karşın yakın bir arkadaşımızmış gibi içten, alçak gönüllü yakınlığını gıpta ve saygıyla karşıladığım değerli sanatçılar Avni Arbaş, FerruhBaşağa da tam onlara alışmışken kalabalığın arasından sıyrılıp kaybolanlardan…



Başında kasketi, denize bıraktığı mavi gözleri; piposunu tüttüren bir yaşlı adam… Tablolarını içeren katalogundaki gençlik fotoğrafına bakınca zamanın ne denli acımasız olduğunu bir kez daha anlayıp gülümsemek neye yarar ki? Daha sonra aynı duyguyu -zamana daha çok kızarak- onu tekerlekli sandalyede gördüğümde yaşamıştım. Geçen yıllar içinde önce hafif öne eğilen bedeni, sonra bir bastona dayanarak, sonunda tekerlekli sandalyeye oturarak meydan okuyordu yıllara. Ta ki bir dostun telefonuyla onu bir daha göremeyeceğimi anlayana kadar…



Eşi, kızı ve torunlarıyla görürdüm Ferruh Başağa’yı. Kar beyaz sakalı, ona uyan saçı ve pembe yanaklarıyla, hep bakımlı, beyaz bisiklet yaka fanilasının üzerine giydiği mavi gömleklerle güler yüzle dolaşırdı sokaklarda. Hiç yalnız olmazdı. Pazarda, sahilde, sergilerde sevgili eşi Nermin Hanım; munis, zarif tavrıyla yanında olurdu. Avni Arbaş yalnız bir bekârken Ferruh Başağa saygın bir aile babası, mutlu bir ev erkeği idi. İlerleyen yıllarda her ikisinin de ilk tanıdığım günlerdekine göre giderek ağırlaşan hareketleri, solgunlaşan yüzleri nasıl da benzerdi. Ve Ferruh Bey’in anımsadığım son görünüşü, bir anma toplantısında, salona sokulan tekerlekli sandalyesi, balmumu bir heykeli andıran yüzü… Galibatekerlekli sandalyeler yaşlıların son durağı…



İki sevgili insanda da gerçek bir sanatçı olmanın olgunluğunu, doluluğunu bakışlarından, duruşlarından anlardınız.



Yürüyüşlerim sırasında Avni Arbaş’ın, yalnızlığını yine denizde kaybolan güneşle paylaştığını, görünmez bir pipodan yayılan tütün kokusunda bulur, gülümser geçerim oradan. Kimseler benim neden güldüğümü; kime selam verdiğimi anlamaz.



Ferruh Bey’i eşinin yanında görmesem, sevgiyle eline uzanıp “Nasılsınız?” diyemesem de eşine gönderdiğim sevgi dolu gülüşte onun payını asla unutmuyorum. Sevimli, aksakallı o güzel adamın sevgiyle bakan gözlerine de bakarım eşiyle konuşurken…

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.