fdemir48@yahoo.com
Açık sarı saçlarını toplamış, kâküllerini yana taramış, açık yeşil çerçeveli gözlüğü var. İçten gülümsüyor.
Pencereden günışığı sızan bir fonun önünde beyaz bir masa üzerinde üç tane orta kalınlıkta kitap üst üste duruyor.

Gülseren Engin, tarihsel olayları roman örgüsü içinde kurgulamada oldukça başarılıdır. Yakın tarihimize ayna tutan yazar başarılı bir roman yazarı olmasının yanı sıra ciddi anlamda iyi bir araştırmacı da. ‘Yorgun ve Yaralı’ adlı romanında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde geçen tutkulu bir aşk hikâyesinin yanı sıra savaşla, göçlerle topraklarından ayrılmak zorunda kalan insanları, bu bağlamda açlık ve yoksulluk içinde yaşam savaşı veren kadınları, Çanakkale'de Süveyş'te, Bağdat önlerinde savaşarak tükenmiş bir imparatorluğun yorgun ve yaralı insanlarını anlatmıştır.



‘Cehennemde Bir Ada’da, kendini ateşin dışında tutmayı başarsa da savaş cehennemi ile kuşatılan Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'ndaki sıkıntılarını yansıtmıştır.



Bu iki romanla savaş düzleminde buluşan ‘Ağlama Smyrna Döneceğim’, son üçlemenin ilk romanıdır. Roman, 23 Şubat 1914’te İzmir’i işgal etmeyi planlayan İngilizlerin Kösten (Uzun ada) Adası’nı ele geçirme girişiminde evleri bombaların hedefi olan Balıkçı Bedros ve ailesinin adayı terk etmek zorunda kalışlarını anlatan bölümle başlar. On altı Yunan gemisinin destekçileri muhriplerle, işgal etmek üzere Körfeze girerek, İzmir’e doğru ilerlediği 14 Mayıs 1919’da biter. 



İkinci kitap ‘Smyrna’nın Gözyaşları’ Ege’de Kuvay-ı Milliye’nin kuruluşunu, halkın ve efelerin Yunan ordusuna direnişini kimi isimsiz kahramanlar aracılığıyla anlatır.



Bu son kitap Smyrna’nın Yazgısında ise İstanbul’un işgalini, TBMM’nin kuruluşunu ve Kurtuluş Savaşını pek çok isimsiz kahramanın hikâyeleriyle dile getirirken, yine savaşta etkin görev üstlenmiş gerçek kahramanları da romana ustalıkla katmıştır. 



Roman, 8 Ekim 1919’da Smyrna’nın kaçırılmasıyla başlar. Onu kaçıran Nikos’tur. Bu Yunanlı, Kösten adasında yoksul bir balıkçının kızı olan Smyrna’ya daha önce tecavüz ederek onu kaçırmış, daha sonra da nikâhına almıştır.



Evlendikten bir süre sonra Smynra’yı Avrupalı zenginlere pazarlamıştır. Smyrna bir süre sonra ailesinin yanına kaçmış, ancak Nikos izini sürerek Smyrna’nın anne ve babasını öldürüp onu yeniden tutsak etmiştir. Nikos’un Smyrna’yı kaçırıp tutsak etmeleri sürmüş, daha sonra Türk denizci subayı Çakır Osman Smyrna’yı kurtararak onunla evlenmiştir. Bu konuyla ilgili ayrıntılar ikinci kitap ‘Smyrna’nın Gözyaşları’nda anlatılmıştır. Smyrna, Yüzbaşı Çakır Osman’la evlendikten sonra Müslüman olmuş ve Suna adını almıştır. Hastanede hemşire olarak çalışmaya devam etmektedir. Savaşın kirli elleri kadınlarımızı kızlarımızı kıskıvrak kuşatmıştır. Smyrna gibi birçok kadından biri olan Yüzbaşı Osman’ın arkadaşı Binbaşı Tilki Mahmut’un karısı Seher de bir Yunan’ın tecavüzünden sonra çocuğu doğurmak zorunda kalmıştır. 



Bir yanda savaş bütün hızıyla devam ederken, diğer yandan kurgulanmış kişiler gerçek olayların içinde gerçek kahramanlarla savaşımda yer almışlar. Nikos’un elinden kurtulan Smyrna da Efe kadınların arasına katılmış, Sırma Efe adını alarak savaşın içinde yer almıştır. Kahraman kadınların arasında Nakiye Hanım, Asker Saime Hanım, Gördesli Makbule, Erzurumlu Kara Fatma, Çete Ayşe gibi kadın efeler bulunmaktadır. Smyrna kadın efelerle birlikte Ankara’ya gitmiştir.



Romanda kadın efelerin Ankara’ya gidişleri şöyle anlatılır:



“Kente girdiklerinde Ankara’nın taşlı, tozlu yollarında atlarını tırıs süren kadın efeler çevreye ilgiyle bakıyorlardı. İnsanlar da efe giysili bu atlıları merakla inceliyordu. Hele göğsü çifte fişekli, omuzu tüfekli, baştan aşağı silahlı atlıların kadın olduğunu anlayınca daha da şaşırıyorlardı. Bir süre atlıları izliyor, sonra yollarına gidiyorlardı. Ankara ne kadar küçük bir şehirdi. İrice bir kasaba gibiydi. Sürekli tozu dumana katan rüzgârların estiği köhne bir kent… Heleİzmir’in görkeminden süsünden sonra Smyrna çok yadırgamıştı bu kenti.



Sırma Efe, Ayşe Çavuş ve Güllü Ebe Mustafa Kemal Paşa’yı görecekleri için çok heyecanlıydılar. Önde giden Erzurumlu Hasan Çavuş ise sakin görünüyordu. ‘Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde çarpıştım. O sıralar henüz Yarbay’dı; ama paşaları cebinden çıkartırdı. Yaman bir kumandandı. Çanakkale’yi vermedi İngilizlere… Arkalarına bile bakmadan gittiler’ dedi.  Güllü Ebe: Ne mutlu sana Hasan Çavuş. Paşayı tanımış, emrinde çarpışmışsın’ dedi.”



İşgal edilen Anadolu şehirlerinin ve kasabalarının düşmana karşı savunulması, Kuvay-ı Milliye hareketi, direnişler roman bütünlüğü ve kurgusu içinde verilmiştir. Bunun da çok geniş bir araştırma sonunda gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Kurgulanmış kişi ve olaylarla beslenen gerçek olaylar başarıyla ve merak unsurları diri tutularak yansıtılmıştır. Bütün bunlara kronolojik olarak savaşımın, direnişin içinde yer verilmiştir.



Romanda savaşın, direnişin hemen her cephesi, evresi,işgal edilen şehir ve kasabalardaki savaşım ve zafer anlatılmıştır. Büyük Millet Meclisi’nin açılışı da şöyle anlatılır: “Meclis binasını çevreleyen duvarı ören ustalar bile sıraları taşımak için yardıma koşmuşlardı. Nejat çevreyi gözden geçirdi. Daha bir ay önce burası yarım kalmış bir yapıydı. Ufak bir tepenin üzerinde unutulmuş gibiydi. Ne çatısı vardı ne bu çevreleyen duvarlar ne de önündeki yol... Burasının Meclis olacağını duyan Ankaralılar yapı ustalarıyla koşmuş, kısa sürede inşaatı tamamlamışlardı. Ancak kentin dışında kalan bu bina yine de yalnızlığını koruyordu. Etrafta ne bir yapı ne bir ağaç vardı. Nejat bir Ankaralıya rica etmiş, getirilen bir fidan bahçeye dikilmişti. Meclis açılışında dünyanın çeşitli ülkelerinden gazetecilerin buraya geleceğini, açılışı izleyip fotoğraflar çekeceğini biliyordu. Bahçeyi güzelleştirecek hiç değilse bir ağaç olsun istemişti. “



Kaynaklara hatta kimi belgelere dayanılarak kurgulanan roman, geniş bir zaman dilimini içermesiyle ve kalabalık bir kişi kadrosuyla ırmak roman özelliği göstermektedir. Yine yakın tarihimizde gerçekleşen olaylar bütününü yansıtması açısından da Tarihi roman olarak nitelenebilir. Romanda özellikle kimi belgelere de yer verilmiştir. Söz gelimi İstanbul’un işgalinin anlatıldığı bölümde Müdafa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına Mustafa Kemal’den gelen telgraflar, yazışmalar yer almıştır. İstanbul’un Kanlı İşgali (16 Mart, 1920) bölümünde şöyle açıklanır:



“Paşa aynı zamanda Antalya’daki İtalyan Telgrafhanesi aracılığıyla bütün dünya ülkelerine protesto mesajları gönderiyor, ayrıca valiliklere, kumandanlıklara telgraf göndererek bütün vilayetlerde işgali protesto eden mitingler düzenlenmesini, bütün dünya ülkelerine protesto telgraflarının yine İtalyan telgrafhanesi aracılığıyla gönderilmesini emrediyordu. Bununla da kalmıyor, karadan, denizden Anadolu’ya girecek kişilere dikkat edilip kötü niyetlilerin tutuklanmasını istiyordu.” 



Bir ulusun, vatanlarını ellerinden almak, kendilerini tutsak etmek isteyen ülkelere karşı verdikleri savaşım kolay olmamıştı, kadınıyla, erkeğiyle canlarını ortaya koyarak kazanmışlardı. “Ağlama Smyrna döneceğim.”, diyen Yüzbaşı Çakır Osman gibi binlerce Anadolu insanı sözünü tutmuş, Smyrna’yı ve Anadolu’yu yok olmaktan kurtarmıştır.



Yazar, Kurtuluş Savaşını salt tarihsel yönüyle değil aynı zamanda edebi bir anlatımla, başarılı betimlemeleriyle söz oyunlarıyla; kişileri, olayları ve çevreyi canlı kılmıştır.



“Karanlık, çok karanlık bir geceydi. Pusu kokuyordu rüzgâr ve sokaklardan kan sızıyordu.” 



“Kurşun renkli sular dalgalıydı.”



“Boğazı geçerken güçlenen buz gibi rüzgâr içine işliyordu. Güneş yeni doğmuş olmalıydı; ama gökyüzü boz bulutlarla ağırlaşmış, kentin üzerine alçalmıştı ve gün ışığı aradan sızamıyordu. Halide olabildiğince kuytu bir yere oturmuştu; ama soğuktan büzülmüş, titriyordu. Son günlerde yaşadıklarını düşünüyordu.”



Roman, olay örgüsünün ve kurgusunun sağlamlığının yanı sıra dil ve anlatımda da başarılıdır. Açık, çapaksız, akıcı bir dil kullanmıştır.



Sonuç olarak Smyrna’nın Yazgısı’yla sonlanan bu üçlemenin (Ağlama Smyrna Döneceğim, Smyrna’nın Gözyaşları) hem zor bir konuyu, yorucu bir araştırma ve çalışma ile roman türüne uygun duruma getirilmesi, hem de ulusça yeniden var olmamızı sağlayan Kurtuluş Savaşı utkumuzun anlatılması açısından önemli bir romandır. Özellikle yakın tarihimizin bu önemli dönemini okuyup anlamanın ne denli gerekli olduğunu düşündüğümüzde Gülseren Engin’in çok değerli bir hizmeti gerçekleştirdiğini görürüz. Kendisini kutluyorum.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.